Pazar, 11 Zilkâde 1445 | 2024/05/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İşgâlden Hiçbir Hayır Gelmez, Aksine O Bütünüyle Şerdir!

Allah düşmanı Bush, 09.04.2003'te diktatör rejiminin düşmesi ve Irak'ın işgali edilmesi ile askerî operasyonların sona erdiğini ilân etti ve İslâmî Hilâfet'in başkenti Bağdat, istilacı güçlerin eline esir düştü. O günden beri ülke, istikrarsız kapkaranlık bir sürece girdi ve işgalci kâfir, dünyada eşi benzeri görülmemiş kin, nefret, fitne ve fesat içeren tehlikeli bir projeyi infâz etmeye başladı! Aldatılmış halklarının şeffaflığa açık(!) iktidar koltuğuna getirdiği ümitsiz mücadele ile övünen bir zümre de bu hususta ona yardımcı oldu. Dolayısıyla kendi işinin sahibi olmayan bu halkın karşısına daha fazla kaostan, krizlerden ve haram kanların akıtılmasından başka bir şey çıkmadı... Zîra onlar, en barizi "teröre karşı savaş" olan çeşitli mazeretlerle Müslümanın katlini meşrulaştırdılar, iğrenç tâifecilik ve menfur ırkçılık rûhunu canlandırmak için çalıştılar ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini unutmuş yahut kendilerine unutturulmuş olan Irak'ın Müslüman evlatlarını birbirleri ile savaşmaya sevk ettiler:  إذا التقى المسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار "İki Müslüman kılıcı ile karşı karşıya geldiğinde, katil de maktul de ateştedir." Ve şu kavlini:  لا ترجعوا بعدي كفارا يضرب بعضكم رقاب بعض "Sakın Benden sonra birbirlerinizin boynunu vurarak Kâfirler olarak gerisin geriye dönmeyin!" Oysa bu yöneticilere yaraşan, Allahu Te'alâ'nın şu kavline icabet ederek halklarının saflarını birleştirmek ve silahlarının namlularını istilacı düşmanlarının alınlarına doğrultmak olmalıydı:  وَقَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ الَّذِينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُواْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبِّ الْمُعْتَدِينَ "Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın ve sakın ha aşırılık yapmayın. Muhakkak ki Allah aşırıları sevmez." [el-Bakara 190] Bu düşman, İslâm'a savaş açmış, ülkeyi parçalamış, namusları çiğnemiş ve Müslümanlara envâi türde işkence yapmış iken servetlerin yağmalanmasına ve kaynakların hortumlanması üzerindeki hararetli çatışma, bu yöneticilere dinlerini, ahiretlerini, dahası işgâlci kâfir düşmanın safında yer almak üzere uzaklaştıkları Ümmetlerini dahi unutturdu. Böylece kayıpları daha da arttı; çünkü Ümmetin işlerini üstlenmek bir emanettir, Kıyâmet günü bir zillet ve bir nedâmettir.

Ey Müslümanlar! Artık işgâlcinin ve kuyruklarının ayıbı gün yüzüne çıkmıştır. Kısır döngü içerisinde geçen beş senenin sonucu, sloganlarının sahteliğine ve vaatlerinin yalancılığına dair kesin bir delil ve apaçık bir burhandır. Onlar ganimetler peşinde koşarlarken, sizin bakışlarınız hapisler, katliamlar ve sürgünler ile doldurmuştur. Dolayısıyla bugünden sonra gâfil ve câhil için bir özür, onlara topluca karşı koyarak Irak'ı ve Müslümanların diğer beldelerini Sömürgeci Kâfirlerin pençesinden, murdar hadaratlarından ve kof demokrasilerinden temizlemekten ve ardından da Allah'ın dosdoğru Şeriatının hâkim kılınması için samimiyetle çalışmaktan başka bir kurtuluş ümidi kalmamıştır... Zîra Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in gölgesi dışında ne bir güvenlik, ne bir izzet, ne bir zafer, ne de bir saadet vardır. Allahu Te'alâ ne de doğru söylemiştir:  بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için elîm bir azâb olduğunu müjdele! Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Oysa izzetin tamamı şüphesiz Allah'a aittir." [en-Nîsa 138-139]

Devamını oku...

Düşmana Karşı Kazanılan "Onur" Muharebesinden, Düşmana Hizmet İçin Ortak Eğitimin Yapıldığı Özel Operasyon Komutanları Konferansına!

Ürdün'deki Özel Operasyonlar Kuvvet Komutanı, geçen hafta Amman'da düzenlenen Özel Operasyon Kuvvetleri Fuarı ve Konferansı'nda (SOFEX - Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı) şöyle dedi: "Yeni tesisin amacı, bölgede ve dünya çapında, anti-terör birimlerinin ortak eğitimi için bir merkez olarak hizmet vermektir. Ürdün, bu deneyimi başkalarıyla paylaşacaktır, dinleri, dilleri veya siyasî arka planları ne olursa olsun." Başbakan Nâdir ez-Zehebî'nin konferans açılışında yaptığı konuşmada geçtiği gibi Kral Abdullah ise şöyle dedi: "Her türlü küresel terörizme karşı muhârebe, bu ortak düşmanı hezimete uğratmak için ortak çalışma yoluyla kazanacağımız bir muhârebedir." Ayrıca Kral Abdullah alışılmışın dışında Onur Muhârebesi'nin 40. yıldönümü kutlamalarında da şöyle demiştir: "Bu muhârebeden çıkarılması, hem dünyanın, hem de Filistin meselesinde çatışma taraflarının anlaması gereken ders, bu meselenin savaşlarla ve herhangi bir kuvvet dayatması ile çözülmeyeceği ve sona ermeyeceğidir."

1.   Ürdün Nizâmı, alenen kendisini kâfirlerin çıkarlarına hizmet etmeye ve sömürgecilik tamahlarını gerçekleştirerek İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşlarında onlara yardım etmeye adamıştır. Bu da Ürdün'ün kaynaklarını ve evlatlarını bu kâfirlerin hizmetine seferber etme girişimi ile olmaktadır. Oysa Ümmetin düşmanları ile savaşılması, Müslümanların beldelerinin kurtarılması ve işgâlden arındırılması meselesi gündeme gelince Ürdün Nizâmı, "çözümün savaşlarla olmayacağını" söylemektedir. Yine Müslümanların evlatları ile savaş ve terörizme karşı mücadele gerekçesi altında peşlerine düşülmesi meselesi gündeme gelince, Ürdün Nizâmı deneyim, teçhizat ve en modern askerî tekniklerle donanımlı özel operasyonlar ile yetinmeyerek şöyle demektedir: "Özel operasyonların gücü, muhârebede oldukça hayatîdir... Ancak askerî güçler, sadece bu muhârebede silahlarımızın bir parçasını oluşturmaktadır... Bize düşen terörizmi tetikleyen ve destekleyen unsurun ne olduğunu araştırmak, anlamak ve bu tehlikeleri kökünden kazımaktır."

2.   Ürdün Nizâmı, Kâfir Batılı kuvvetlerin Müslümanlara ve beldelerine karşı hareket etmesi için ülkenin topraklarının açılması ve şerefinin çiğnenmesi, dahası Amerika'nın ve Yahudilerin müttefiki İslâmî âlemdeki mevcut nizamlar tarafından saptırılmış ve seferber edilmiş Ümmetin evlatlarından binlerce neferin eğitilmesi pahasına da olsa yönetimdeki bekâsı çıkarını gerçekleştirmekten başka hiçbir şeyi umursamaz. Kezâ Ürdün Nizâmı, kendisine şerefini kazandıracak köklü çözümü düşünme fırsatı bulmasın diye sübvansiyonları kaldırmak, zamları ve yolsuzluğu şiddetlendirmek ve vergileri yükseltmek yoluyla Ümmet'in evlatlarını açlıktan kıvrandırmayı ve daha fazla insanı fakirlik sınırının altına itmeyi de ihmâl etmez.

3.   Dünyanın dört bir tarafındaki diğer Müslümanlar gibi Ürdün'deki Müslümanlar da Allah yolunda şehit olmak, savaşmak ve Ümmete izzetini, onurunu kazandıracak, evlatlarını dokusuna döndürecek, beldelerini kâfir Amerika'dan, Yahudilerden ve diğerlerinden kurtaracak "onur muharebesi" için yanıp tutuşmaktadır.

İşte bu nedenle; Hizb-ut Tahrir, Ürdün'deki Müslümanlara seslenerek onları, bu nizâmı alaşağı etmeye, Ümmetin düşmanları ile anlaşmalarına son vermeye, Müslümanlara hıyânet etmeyi ve onları sıkıntılı bir hayata sürüklemeyi sürdürmesini engellemeye çağırmaktadır. Yine onları, Ürdün'ün bir parçası olacağı İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için kendisi ile birlikte çalışmaya teşvik etmektedir ki izzetlerini, şereflerini kendilerine iade etsin ve Allah yolunda savaşmak için özleyedurdukları Cihâdın kapılarını açsın da Yahudi ve Kâfir Batı düşmanları için değil, Allah'ın ve Müslümanların düşmanlarına karşı savaşsınlar!

Devamını oku...

Yeni Hükümet, Batı'ya Köleliğin Yalnızca Yeni Bir Yüzüdür Hilâfet'i Yeniden Kurarak Bu Kölelikten Ne Zaman Kurtulacaksınız, Ey Müslümanlar!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Ey Pakistan Müslümanları! Daha önce pek çok kez gördüğünüz gibi, şimdi de yöneticilerinin yüzlerinin bir kez daha değiştiğini görüyorsunuz. Gelişmeleri yakından inceleyenler, yeni seçilen temsilcilerin, çöküşe doğru yol alan hâlinizde köklü değişim yapmaktansa Batı'ya köleliği sürdüreceğini hemen fark eder.

Daha önceleri Müşerref Hükümeti, Batı'ya kölelik yolunda epey mesafe kat etmiş, Pakistan'ın, Amerika'nın İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşında, Müslümanların topraklarını işgâlinde onun müttefiki olduğunu ilan etmişti. Savaşında Amerika'ya destek sağlamak üzere Pakistan'ın kaynaklarını ve ordusunu hoyratça kullanmıştı. Bu dâimî destek sayesinde Amerika, Afganistan'daki işgâlini gerçekleştirebilmiş, bu destek sayesinde işgâline bu güne değin süreklilik kazandırabilmişti. Bütün bunlardan dolayı Müşerref Hükümeti'nden nefret etmiş, yıkılması için beddua etmiştiniz. Ne var ki Amerika, yeni Hükümetin de kendisine savaşında dâimî destek vermesini sağlamada başarılı olmuştur. Yeni yöneticiler, Amerikan savaşının yol açtığı kaostan esef duyduklarını dile getirmekle beraber, onlar da bu cürüme ortak olmuşlardır. Hatta yeni Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî'nin güvenoyu aldıktan sonraki ilk konuşmasının ilk cümleleri Amerika'nın Müslümanlara karşı savaşına güvence vermek olmuş ve şöyle demiştir: "Birincil önceliğimiz, Teröre Karşı Savaştır. Bu Teröre Karşı Savaş, bizim de savaşımızdır." Aynı gün Gilânî, Meclis'in teröre karşı savaş hakkında bir alacağını açıklarken, Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Boucher ve Amerikan Dışişleri Bakan Vekili John Negroponte, kabileler bölgesinin önde gelen şahsiyetleri ile alenen görüşmüşlerdir. 1 Nisan günü yeni Dışişleri Bakanı Şah Mahmud Kureyşî, Zerdârî House önünde bir basın açıklaması yaparak şöyle demiştir: "Teröre Karşı Savaşa, sırf Amerika'nın meselesi değildir, bizim de meselemizdir." Böylelikle, Amerika'nın Teröre Karşı Savaş'ına verilen küresel desteğin hızla düştüğü bir sırada, Pakistan'ın yeni hükümeti bu savaşa verdiği tam desteği tüm dünyaya duyurmuştur. Bu da Amerikan işgâlini korumakla görevlendirilen yüzlerce Pakistan askerinin kurban edilmesine, FBI dâhil Amerikan istihbârat teşkilatları tarafından operasyonlar düzenlenmesine ve Afganistan'daki NATO güçlerine Pakistan üzerinden lojistik yakıt desteği sağlanmasına izin veren bir açıklama olmuştur. Aynen önceki hükümet gibi bu yeni hükümet de, İslâmî toprakları işgâl ederek sürdürdüğü savaşında Amerika'ya tam destek vermiştir.

Daha önceleri Müşerref Hükümeti, Dünya Bankası ve IMF'ye sarılmış, politikalarını sıkı sıkıya uygulamıştı, bu da Pakistan ekonomisini yıkıma sürüklemişti. Sonu gelmez zamlar ve temel ihtiyaçların yetersiz karşılanması, insanları çileden çıkarmış, yükleri katmerleşmişti. Oysa küçük bir Kapitalist elit ve çok-uluslu yabancılar, böyle bir ekonomisi istismar ederek muazzam kârlar elde etmişlerdi. Bunun için de Müşerref Hükümeti'nden nefret etmiş, yıkılması için beddua etmiştiniz. Ne var ki bu yeni Hükümet de aynı devletlerarası finans kurumlarına sarılmış, Dünya Bankası şefleri, yeni hükümetin Maliye Bakanı ve hatta ileride Pakistan'ın en büyük eyâleti Pencab'ın Baş-Bakanı olması beklenen Şahbaz Şerîf ile görüşmelere çoktan başlamıştır. Tıpkı önceki hükümet gibi bu hükümet de, önemli kamu varlıklarını ve maslahatlarını özelleştirmek üzere Dünya Bankası ve IMF politikalarının peşine düşmüştür. Özelleştirme ve yatırımdan sorumlu yeni Federal Bakan, 1 Nisan 2008'de yaptığı bir açıklamayla özelleştirmenin çirkin yüzünü örtmeye çabası içinde şöyle demiştir: "Devlet varlıklarının profesyonel ve yapıcı bir şekilde özelleştirilmesi sürecektir." Oysa insanlar, bilhassa yakıtta ve temel kamu hizmetlerinde olmak üzere zamların acısını her geçen gün daha fazla tatmaktadırlar. Gerçekte hükümetteki tek bir partinin bile, Batılı devletlerin insanlığın servetlerini sömürmek için tüm dünyaya musallat ettikleri Kapitalist ekonomik modele herhangi alternatifi yoktur. Bunun içindir ki yeni hükümette, fakirliği sona erdirme veya insanların yüzleştiği ekonomik sorunları çözme yönünde hiçbir ümit yoktur. Dolayısıyla tıpkı önceki hükümet gibi, bu yeni hükümet de Batı'ya ekonomik köleliği sürdürecektir.

Daha önceleri Müşerref Hükümeti, Kur'ân'dan ve Sünnet'ten istinbât edilmiş hükümleri alenen çiğnemiş, Âlemleri Rabbi olan Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın inzâl ettiği hükümleri ve nizâmları bırakıp beşer ürünü sapkın hükümlere ve nizâmlara yapışmıştı. Müşerref Hükümeti, hem İslâm'ın hükümleri ile, hem de İslâm'ın tatbîkine dâvet edenler ile alay etmiş, "aşırılık" adı altında kınayarak nefret uyandırmıştı. O kadar ki Müşerref, sırf İslâm'ın tatbîkine çağırdıkları için Lâl Mescid'de mâsum yavrucakları beyaz fosfor bombaları ile acımasızca katlederken gözünü dahi kırpmamıştı. Yine bu sebepten Müşerref Hükümeti'nden nefret etmiş, yıkılması için beddua etmiştiniz. Ne var ki şimdiki hükümet de Müşerref önünde bu nizâma ve bu kânunlara bağlılık yemini etmiş, Pakistan'daki sömürgecilik sistemini koruma sözü vermiştir. Hatta Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî, güvenoyu sonrasındaki ilk konuşmasında, İslâm'ın uygulanması için çalışacağına dair âdeten telaffuz edilen cümleyi dahi söylemeye tenezzül etmemiştir. Dolayısıyla tıpkı önceki hükümet gibi, gerçekte bu yeni hükümet de Akîdenizi korumayı ve Dîninizi tatbik etmeyi hiç de umursamamaktadır. Bunun içindir ki Hollanda, Dîninize saldırmada Danimarka'nın izinden gidince, Hollanda büyükelçisini ve Pakistan ekonomisinden büyük kazançlar sağlayan Hollanda menşeli şirketleri kovmaya muktedir oldukları halde, Hollanda'ya sırf bir protesto notası çekmeye dahi tenezzül etmemiştir. Bu kadar da değil! Yeni hükümet, sözde "aşırılık" adı altında İslâm'ın tatbîkini engellemek üzere kendisini güç kullanmaya hazırlamıştır, tıpkı Müşerref Hükümeti'nin yaptığı gibi! Genelkurmay Başkanı'ndan aldığı brifingden sonra Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî, 2 Nisan günü medyaya yaptığı açıklamada şöyle demiştir: "Terörizmin ve aşırılığın sonunu getirmeye yönelik politikalar uygulanacaktır... Gerekirse, ordu da kullanılacaktır. " Dolayısıyla, tıpkı önceki hükümet gibi, bu yeni hükümet de İslâm'ın tatbîkini engellemeye dönük bu savaşı sürdürecektir.

Daha önceleri Müşerref Hükümeti, Keşmir'deki mücâhit grupları yasaklayarak ve vahşi Hindu Ordusu'na karşı Cihâd'ı "terörizm" suçlamasıyla kınayarak Keşmir'deki Cihâd'ın kalbine bir hançer saplamıştı. Müşerref, Hindistan'ın Kontrol Hattı'nı [LoC - Line of Control] ele geçirmesine fırsat tanımış, böylece Hinduların Keşmir üzerindeki kontrollerini güçlendirmelerine izin vermişti. Pakistan ve Keşmir Müslümanlarına ve Keşmir'deki Cihâd'a karşı bu menfur hıyânetinden dolayı Müşerref Hükümeti'nden nefret etmiş, yıkılması için beddua etmiştiniz. Ne var ki yeni hükümet de Müşerref'in Keşmir politikasını sürdüreceğini net bir dille ifade etmiştir. 6 Nisan 2008 günü Nevâ-i Vakt Gazetesi, yeni Dışişleri Bakanı Şah Mahmûd Kureyşî'nin şöyle dediğini bildirmiştir: "Önceki hükümetin Keşmir politikası takip edilecektir." O kadar ki koalisyon hükümetinin ikinci büyük partisinin lideri ve eski Başbakan Navâz Şerîf, Müslüman düşmanı Hindu devleti ile dostluk kurmaktan öylesine ümitsizdi ki Hindu TV'ye verdiği demeçte şöyle diyordu: "Pakistan, Hindistan vatandaşlarına vize kısıtlamalarını tek taraflı olarak sona erdirmelidir. Hindistan'ın da aynı şey yapmasını beklemeye gerek yok." Pakistan Müslümanlarının Navâz Şerîf'e, niçin Pakistan ile Afganistan arasındaki açık ilişkilerden bahsetmediğini sormaya hakları vardır. Nitekim Pakistan, Amerikan kuklası Karzâî Hükümeti'ni korumak maksadıyla Pakistan-Afganistan sınırını kapatmak için on binlerce askeri sınıra göndermiştir. Yine Müslümanların tek bir Ümmet halinde bütünlük talep ettikleri bir sırada, Müslümanların tek bir devlet altında birleşmelerini sağlamak maksadıyla altmışı aşkın halkı Müslüman ülke ile Pakistan arasındaki sınırların ve vizelerin kaldırılmasını niçin istemediğini sormaya da hakları vardır. Dolayısıyla yeni hükümet, önceki hükümetin Amerikan tasarımı dış politikasını sürdürecek, İslâm'ı ve Müslümanları güçlendirmek yerine bölgedeki sömürgeci menfaatleri korumaya devam edecektir.

Daha önceleri Müşerref Hükümeti, İslâm'ın Müslüman gençliğin gönüllerinden söküp atmak amacıyla "Aydın Ilımlılık" adı altında bir kampanya başlatmıştı. Hükümet; eğitim müfredâtını değiştirerek, kültürel programları yaygınlaştırarak ve yoğun medya propagandası yaparak Pakistan çapında arsızlığın, yolsuzluğun ve rezâletin yayılması için girişimlerde bulunmuştu. O kadar ki pisliğin kokusu, evlerinize ve komşularınıza kadar ulaşmıştı. Yine bunun için de Müşerref Hükümeti'nden nefret etmiş, yıkılması için beddua etmiştiniz. Ne var ki yeni hükümet de oğullarınızın ve kızlarınızın İslâmî bir şekilde yetiştirilmesine yönelik hiçbir gündeme sahip değilidir, hatta bir mürekkep damlası kadar ilerlemeye muktedir olduğu halde, bu yönde en ufak adımları atmaktan geri kalmıştır. Dolayısıyla yeni hükümet de gençliğin İslâmî kıymetlerini yıkmak için çalışacaktır. Batılı Sömürgeciler bu doğrultuda yeni hükümetten mutmaindirler. Nitekim bu Batılı güçler; her aşamadaki geçişleri gözetlemişler ve Müşerref Hükümeti'nin politikalarını kınayan veya Müslümanlar için kurulduklarını iddia eden partiler de dâhil, seçimlere hazırlanan tüm partilerle açıktan yakın temas kurmuşlardır. Gerçekte Batı, bu politikacıların aslında ne için var olduklarını gâyet iyi bilmektedir ve şimdi de bu yeni yöneticilerin, sizleri Batı Sömürgecilerin ellerine daha da mahkum etmeye yönelik çabalarını Müşerref'inkilere katacaklarından emindir.

Bütün bu sayılanların açığa çıkardığı şey şu ki bu yeni hükümetteki tek yenilik, Batı'ya köleliğe yeni bir yüz sağlamasıdır. Nefretinize ve öfkenize uğrayan Pakistan'daki bu sömürü sistemi, anayasal olarak güvence altına alınmıştır. Oysa bu sistem, beşerin kânunlarını, Allah ve Rasulü'nün hükümlerinin önüne geçirmektedir. Bu sistem; Âhiretlerini bu dünya için satmış şahısların, Sömürgeci Kâfirin çıkarlarını güvence altına almaya yönelik olarak kânunlarla rahatça oynadıkları ve İslâm'ın kendileri için hükmettiği, karar kıldığı, emrettiği hususları heder ettikleri bir sistemdir. Muhakkak ki böylesi bir sisteme yahut bu sistem dâhilinde ülkeyi yönetenlere bel bağlamak, insanın kendisini aldatmasından başka bir şey değildir. Hele bu acıklı durumunuzdan sizleri, bu sistemin ve yöneticilerinin kurtaracağını sanmanız, akıllı adamın düşüncesi hiç değildir. Yegane hakikî ve köklü değişim; mevcut kokuşmuş sistemi kökünden söküp atmak ve yerine, ister ekonomik veya toplumsal olsun, ister yönetim veya yargı olsun, ister eğitim, ister dış politikalar olsun hayatın her alanında İslâm'ı tatbîk eden Hilâfet'i geçirmektir. Sistem değişimi, ancak ve sadece Hilâfet ile mümkündür. Zîra Hilâfet, bir küfür konsepti olan Demokrasinin aksine, bütünüyle İslâmî Akîde'ye ve ondan kaynaklanan ilâhî hükümlere dayalı bir sistemdir,

Ey Pakistan Müslümanları! Sekiz sene önce Müşerref, Navâz Şerîf'in demokratik hükümetine son verdiği vakit, yönetiminin erken dönemlerinde Müşerref'e güven duyup bir şans vermiştiniz. O ise Sömürgeci Kâfirlere çalıştı. Hizb-ut Tahrir tâ başından beri, Müşerref iktidara gelir gelmez, sizleri ona karşı uyarmıştı. Ancak onun gerçeğini kabul etmeniz tam iki sene sürmüştü. Şimdi yeni hükümet de Müşerref'in cürümlerinin aynısını yapmakta, o da Sömürgecilere çalışmaktadır. O halde, mevcut sistem dâhilinde asla durumunuzun değişmeyeceği ve Sömürgecilerden asla kurtulamayacağınız gerçeğini kabul etmeniz kaç sene sürecek?

Ey Müslümanlar! Mevcut sistem sizler defalarca kez zaten yılan zehriyle sokmuştur, o halde bir kez daha sokulmak mı istiyorsunuz, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]  [لاَ يُلْدَغُ الْمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ وَاحِدٍ مَرَّتَيْنِ ] "Mü'min aynı delikten iki defa sokulmaz." buyurduğu halde?!

İktidarda kalmak ve Batılı Sömürgeciliği korumak için İslâm'ı ve Müslümanları satan bu yöneticiler reddetmenizin vakti gelmiştir artık. Böylesi hâinleri ortaya çıkaran bu sistemi reddetmenizin de vakti gelmiştir artık. Artık bu beşer ürünü kokuşmuş sistemi kaldırıp atınız ve yerine Hilâfet'i yeniden kurmak için harekete geçiniz ki hem Sömürgecilerden, hem de başınızdaki bu musibetlerden kurtulabilesiniz. Muhakkak ki Allah Müslümanların, üzerlerindeki küfür sistemlerini kabullenmelerini ve küfür hükümleri ile yöneten bu yöneticilere rıza göstermelerini haram kılmıştır. Bizler bu mücrimlerin arasında kaldığımız ve reddetmeye muktedir olduğumuz halde yerimize çakıldığımız sürece günahtan kurtulamayız. İşte Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لاَ يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوُا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلاَ يُنْكِرُوهُ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللَّهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ "Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bir kesimin ameli yüzünden geneli cezalandırmaz. Ne zaman ki aralarında münkeri görürler ve reddetmeye muktedir oldukları halde reddetmezlerse, işte bunu yaptıklarında Allah hem bu kesime hem de genele azâb eder." [Musned-i Ahmed] Ve şöyle buyurmuştur:  سَتَكُونُ أُمَرَاءُ. فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ. فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ. وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ. وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa berî olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim de râzı olur ve tâbi olursa (o başka)!" [Sahîh-i Muslim] Bütünlüğü ile, ekonomisi ile, toplumu ile, hukuku ile, yönetim sistemleri, keza eğitimi ve dış politikaları ile İslâm'ı tatbîk etmek üzerinize farzdır. Bu ise yalnızca Hilâfet Devleti tarafından gerçekleştirilebilir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve Sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tâbi olma!" [el-Mâide 48]

Daha ne zamana kadar bu azîm farzdan geri duracaksınız? "Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz" sözü, Allah'ın Dînini mescitlere ve kişisel ibadetlere hapsettiğiniz, hayatın tüm sorunlarını çözen kapsamlı bir hayat nizâmı olarak İslâm'ı tatbîk etme farzını yerine getirmek için harekete geçmediğiniz sürece, Dîn-i İslâm-ı Mübîn'i mescitlere hapsedip yönetimden ve devlet işlerinden dışlayan bu yöneticilerin başınıza musallat halde kalmaya devam edecekleri açısından ne kadar da doğrudur. Dolayısıyla bu farzın edâsı uğrunda dosdoğru adımlar atmakla mükellefsiniz. O halde sizlere, bu sistemin şerlerine karşı uyararak nasîhatlerde bulunan ve sizleri, bu dünyada ve Âhirette size hayat verecek, sizi ihyâ edecek bir yola çağıran ihlaslı mü'minlere katılınız. Dolayısıyla Hilâfet'i yeniden kurma mücâdelesinde, kapsamlı ve ciddi bir çalışma dâhilinde bütün gücünü bu yola harcayan Hizb-ut Tahrir saflarına katılmalısınız.

Ey Güç Sahipleri! Sizin sorumluluğunuz; İslâm'ı ve Müslümanları bırakıp Sömürgeci Kâfirlerin yardakçıları ve hayranları olarak hareket eden bu yönetimlerin bekçiliğini yapmak değildir. Bilakis sizin sorumluluğunuz, İslâm'ı, Müslümanları ve topraklarını tüm gücünüzle korumak ve İslâm'dan başka hiçbir şeyin otorite sahibi olmasına izin vermemektir. İşte bunun içindir ki sizleri, Hizb-ut Tahrir'e Nusret vermeye çağırıyoruz ki Hilâfet Devleti gölgesinde ancak ve sadece İslâm ile yönetilelim. Şüphesiz ki gerçek başarı budur!

إِنَّ اللّهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللّهِ فَاسْتَبْشِرُواْ بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ "Muhakkak ki Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaâddir. Allah'tan daha çok ahdini yerine getiren kim vardır?! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış-verişinizden ötürü sevinin. İşte bu, (gerçekten) azîm bir kurtuluştur." [et-Tevbe 111]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Mevcut Demokratik Sistemden Ümitvâr Olanlar Gözlerini Şimdi Açsın

Demokrasinin mumu, yatsıya kalmadan ikindide söndü. Federal bakanlardan ve iktidar koalisyonunun üst düzey yetkililerinden gelen son açıklamalar, yeni demokratik açılımdan herhangi bir esasî değişim umanların hayâl âleminde yaşadıklarını kanıtladı. Dışişleri Bakanı Şah Mahmûd Kureyşî'nin, "Müşerref'in dış politikası ve Keşmir politikası devam edecek" açıklaması ve Halk Partisi Başkan Yardımcısı Âsıf Zerdârî'nin Richard Boucher'ın huzurunda, "Terörizme karşı savaş, Amerika'nın savaşı değil, daha ziyade Pakistan'ın savaşıdır" açıklaması; Pakistan'ın yalnızca Amerika'nın sâdık uşağı olmakla kalmayacağını, dahası Pakistan'ın savaş meydanı olmaya da devam edeceğini göstermektedir.

Bu kadar da değil! Savunma Bakanı bile, Müşerref'i hoşnut etme arayışı içinde, onu "millî servet" olarak tanımladı. Hükümet cephesinden gelen bu açıklamalar, Müşerref ile çalışmaya gönüllülüğün, öncekinden daha belirgin hale geldiğini teşhir etmektedir. Benzer şekilde iktidar koalisyonunun ikinci büyük partisinin lideri Navaz Şerîf de gerçek rengini göstermeye başladı. Geçenlerde, Hindu vatandaşların Pakistan'ı vizesiz ziyâret edebilmeleri ve "Keşmir meselesini göz ardı ederek" Hindistan ile karşılıklı ticâretin geliştirilmesini önerdi. Bu da demek oluyor ki Pakistan ile arasındaki hat, sınır çizgisi haline gelecek ve kadîm Hindu rüyası Ahand Barat [Büyük Hindistan] gerçekleşme yoluna girebilecektir. Tüm bu açıklamaların ardından, demokrasinin geri gelmesiyle bir değişim meydana geleceğine ve Pakistan'ın barış ve ilerleme yolunda hızla ilerleyeceğine dair fazlasıyla iyimser olanlar, şimdi gözlerini iyi açsınlar! Böylelerine tekrar söylüyoruz: Demokrasi ve Diktatörlük ikiz kardeştir, Amerika hangisi olursa olsun, çıkarlarına göre yasalar çıkarmaya devam edecek, bunun sonucunda Pakistan'ın köleliği ve teslimiyeti de sürecektir.

Hakîkî değişim yalnızca, mevcut Kapitalist Demokratik Sistemin kökünden yok edilmesi ve Şeriat'ın hüküm süreceği Râşidî Hilâfet Nizâmı'nın ikâmesi ile gerçekleşecektir. Hilâfet, hiçbir beşere yasama hakkı vermez, dolayısıyla hiçbir Sömürgeci güç çıkarlarına göre yasalar ihdâs edemez. Halîfe sözde teröre karşı savaşta asla Kâfirlerin tarafında yer alamaz, Allah'ın haram ve pak kıldığı Müslüman kardeşlerinin kanını akıtan Sömürgeci Kâfirlerin ellerini sıkamaz! Üstelik Şeriat, Müslümanların topraklarını işgâl etmiş bu devletlere muhârip devletler olarak itibar eder ve onlarla her tür ilişkiyi haram kılar. Onlarla hiçbir diplomatik, ticari, ekonomik, hatta turistik ilişki kurulamaz, vatandaşları İslâmî Devlet'e giremez. İşte Allah'ın kanunlarının böyle uygulanmasıyla, hem insanların maslahatları korunur, hem de otomatik olarak devlet korunur.

Devamını oku...

Sosyal Güvenlik Reformuna Karşı Çıkış, İslâmî Akîde'ye Dayalı Olmalıdır

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) kanununda değişiklik öngören tasarı, iki haftadır Meclis'te görüşülmektedir. Sendikalar ile Hükümet arasındaki gelgitli müzâkerelerin, son anda fiyasko ile sonuçlanmasına rağmen Meclis gündemine getirilen bu tasarı, kabul edilmesi halinde Haziran 2008 itibariyle emeklilik, özlük hakları, iş koşulları ve sağlık güvenceleri konularında birçok değişime neden olacaktır. Gerçekte bu tasarı, Kapitalist sosyal devlet politikasından vazgeçmeye yönelik bir adımdır. Nitekim Kapitalist sistemin geçen asır boyunca Komünizme karşı bir katalizör olarak kullandığı sosyal devlet politikası, insanların gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade belirli imkânlarla kapitalist çarkın dönmesine katkıda bulunmalarını sağlayan bir mekanizmadır. Buna göre devlet, çalışanlara ve belirli toplum kesimlerine birtakım haklar ve imkânlar tanımakta, bunu da belirli şartlara bağlamaktadır. Fakat gerek Soğuk Savaş sonrasında Komünizmin çökmesi sonucu, gerekse sosyal politikaların devletlerin bütçeleri üzerine bindirdiği ağır yükten ötürü, Batılı devletler yavaş yavaş neo-liberal politikalar benimsemeye yönelerek bu kamburdan kurtulma çabasına girdiler.

Dolayısıyla AKP Hükümeti'nin Sosyal Güvenlik Reformu adı altında gündeme getirdiği bu tasarı işte bu küresel eğilimin bir neticesidir ve Hükümet'in kendi başına karar verdiği bir şey değildir. Bilakis bu, IMF'nin, Dünya Bankası'nın ve Avrupa Birliği'nin talepleri ve dayatmaları kapsamında gündeme gelmekte ve bunun, bütçe üzerindeki ağırlığı gerekçe gösterilmektedir. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek şöyle diyordu: "Sosyal güvenlik açığını kapatmak için bu yıl bütçeden 38 milyar YTL takviye ettik. Bu parayla GAP'ı iki kez bitirirdik." Buna rağmen Hükümet, bu reformu ısrarla savunmaya devam etmektedir. Başbakan Erdoğan da Ulusa Sesleniş konuşmasında tasarının maksadını şöyle açıklıyordu: "Sosyal güvenlik sistemimizin çok daha sağlıklı işlemesi, çalışanlarımızın daha yüksek standartlara ulaşması, ekonomimizin bu ağır yükten kurtulması içindir."

İslâm'da ise böyle bir sosyal güvenlik sistemi yoktur. Çünkü İslâm, insanları çalışan/çalışmayan, emekli/işçi/memur ve benzeri sınıflandırmalara tâbi tutmaz. Aksine her insana, onurlu bir yaşama lâyık ve temel ihtiyaçları tümüyle karşılanması gerekli bir insan olarak bakar. Bunun için dini, dili, ırkı, rengi, sosyal konumu ne olursa olsun, her bir insanın saygın bir hayat sürmesini sağlayan bir nizâmın uygulanmasını emreder. Böylece emeklilik, sigorta, sağlık karnesi ve benzeri Kapitalist argümanların hiçbirine ihtiyaç kalmaz. Şu halde Müslümanların bu tür Kapitalist düzenlemelere şiddetle karşı çıkmaları, ancak bu karşı çıkışlarını Kapitalist Küfür sisteminin sahte haklarını ve güvencelerini kaybetme endişesine değil, tüm beşerî Küfür sistemlerini ve bu cümleden Kapitalizmi temelden ve detaydan reddeden İslâmî Akîde'ye dayandırmaları kaçınılmazdır. Bu da ancak mevcut sistem kapsamında yapılan bu değişikliğe karşı çıkmakla yetinmeyi değil, bir bütün olarak sisteme karşı çıkmayı ve yerine hayatın her alanında İslâmî Akîdeyi esas alan Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere çalışmayı gerektirir.

Devamını oku...

Ahmediyye Cemaatinin Yasaklanması Hakkında Hizb-ut Tahrir Endonezya'dan Endonezya Cumhurbaşkanı Susilo Bambang Yudoyono'ya Açık Mektup

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Sayın Endonezya Cumhurbaşkanı, Dr. el-Hacc Susilo Bambang Yudoyono,

es-Selâmu alâ men-it Tebe'al Hudâ,

 

el-Hamdulillâhi Rabb'il Âlemin, ve's Salâtu ve's Selâmu alâ Seyyid-il Murselîn, ve alâ Âlihi ve Sahbihi ve men-it tebeâ Hedyihi'l Mubîn ve Hafaza Dînihi'l Kavîm ve ba'd. [Âlemlerin Rabbine Hamd olsun. Salât ve Selâm da, gönderilen (Nebîlerin ve Rasullerin) Efendisine, ehline, ashâbına ve O'nun apaçık hidâyetine tâbi olup O'nun sapasağlam Dînini muhâfaza edenlerin olsun ve ba'd.]

Endonezya'daki Ahmediyye cemaati, Hindistan beldesinde Mirza Gulam Ahmed denilen sahte peygamberin öğretilerin tâbi olan sapık bir cemaattir. Ayrıca kuşkulu zuhûrundan beri, İslâm hakkında sapık öğretilerini yayarak, gerek Endonezya'da gerekse dünya çapında Müslümanları huzursuz etmektedir. Bu şerir yapısından ötürü Hizb-ut Tahrir / Endonezya, bu sapık cemaatin Endonezya'da derhal yasaklanmasını talep etmektedir ve bu talep, hem İslâmî Akîde'yi korumak, hem de Müslümanların düsturlarını korumak bakımından elzemdir.

Bu beldenin Müslüman halkının da arzusu olan bu talebin esbâb-ı mûcibesi aşağıdaki noktalardır:

1.   Endonezya'daki Ahmediyye cemaati, peygamberlik iddiasında bulunan Hindistanlı Mirza Gulam Ahmed isimli şahsa itikat ederek İslâmî Akîde'den irtidat etmiştir. Onun gerçek bir peygamber olduğuna inanmakla kalmamış, İslâm'ın da bunu tasdik ettiğini öne sürmüştür. Oysa Kur'ân-il Kerîm, Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Hâtem-ul Enbiyâ' [Nebîlerin mührü/sonuncusu] olduğunu kesin olarak ikrâr etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ  "Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Velâkin O, Allah'ın Rasûlü ve Nebîlerin mührüdür, sonuncusudur." [el-Ahzâb 40] Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de bizâtihi, kendisinden sonra hiçbir Nebî olmayacağını söylemiştir. Sahîh-il Buhârî'de Ebu Hurayra'dan SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:  كَانَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأَنْبِيَاءُ، كُلّمَا هَلَكَ نَبِيّ خَلَفَهُ نَبِيّ، وَإنّهُ لاَ نَبِيّ بَعْدِي "İsrâiloğulları, Nebîler tarafından siyâset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir Nebî vefât edince, bir diğer Nebî ona halef oluyordu. Artık Benden sonra Nebî yoktur." [el-Buhâri rivâyet etti] Nitekim peygamberlik iddiasında bulunan Museyleme adından biri o zaman kezzâb (çok yalancı) diye isimlendirilmiştir. Gulam Ahmed'in peygamber olduğunu beyânâtlarının 12 bendinde açıkça belirtmeseler de, bunu zımnen belirtmekte, hal ve tavırlarının vâkıası buna işaret etmektedir. Üstelik müntesipleri, Gulam Ahmed'in peygamber olduğu iddiasında ısrar etmektedir. Onun peygamber olduğunu açıkça söylemeseler de, Endonezya'daki Ahmediyye cemaatinin 12 bentlik beyânâtında geçtiği gibi, böylesine yalancı birini kendilerine mürşid ve imâm olarak benimsemeleri bâtıldır. Oysa Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve Halîfesi Ebu Bekr zamanında, böyleleri tevbe ettirilir, onlara mürted haddi uygulanır ve İslâm'a dönünceye kadar onlara karşı savaşılırdı.

2.   Bu sapık cemaat, Mirza Gulam Ahmed ve tâbilerinin mukaddes vahyi olduğunu iddia ettikleri "Tezkira" isimli kitapla, Kur'ân'ın kudsiyetine saldırmıştır. Gerçekte bu kitap, Kur'ân'ın farklı yerlerinden intihâl edilmiş bazı âyetleri, -hâşâ- Allah'ın vahyi olduğu iddia edilen Mirza'nın sözleri ile harmanlamış bir kitaptır. Bu da açıktır ki Kur'ân'ın azametine ve kudsiyetine bir saldırıdır. Bu cemaat sözkonusu beyânâtında, Tezkira kitabını vahiy diye tanımlamadığı halde, "beklenen Mesih ve Mehdi" olduğu iddia edilen Mirza Gulam Ahmed'in "rûhî tecrübeleri" olarak intihâl edilmiş bu kitabın varlığını tanımayı ve referans kaynak olarak benimsemeyi sürdürmüştür ki bu açıkça sapıklık ve inhiraftır.

3.   Bu sapık cemaat, Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'e saldırmak suretiyle, Nebîlerinin ve Kitâblarının kudsiyetine saldırı bakımından Müslümanların haklarına ve şiarlarına saldırmıştır. Hükümet, bu cemaati yasaklamadan serbest bırakması halinde, bu saldırganlığa ve suça iştirak etmiş olacaktır.

4.   Yine Hükümet'e 1969 yılı 5 sayılı kanunu ve dînde bidatler icat edip bunların dînin aslından olduğunu iddia eden cemaatler tarafından dîne muhâlefet ve saldırı hakkında Hükümet'in aldığı 1/PNPS/1965 sayılı kararları hatırlatırız.

Bu esbâb-ı mûcibenin yanı sıra Ahmediyye inancının, İslâmî Akâide alenen muhâlefet ettiği ve Kitâb ile Sünnet'e dayalı sahîh akâidi tahrif ettiği de teyit edilmiştir. Nitekim Endonezya Ulemâ Meclisi, 22 Cumâde'l Âhira 1426 el-muvâfık 29 Temmuz 2005 tarihinde Cakarta'daki 7. Genel Kurul Toplantısı'nda, 1980 yılındaki 2. Genel Kurul Toplantısı'nda aldığı fetvâyı yeniden teyit etmiştir. Bu da Ahmediyye cemaatinin İslâm'da irtidâdının ispatıdır. O halde bu cemaat, sapık ve saptırıcı bir fırka olup müntesipleri de mürteddir! Ayrıca Hak Dîn'e dönmeleri ve Ümmet'in sâfî ve sahîh akîdesini benimsemeleri için müntesiplerin çağrıda bulunulmuş, Hükümet'in bu cemaati yasaklaması, ülkenin dört bir yanına yayılmasını engellemesi, kökünden kazınması ve çalışmalarının durdurulması gerektiği beyân edilmiştir.

Size, konutunuzda âlimler önünde yaptığınız açıklamaları hatırlatıyoruz, Ey Cumhurbaşkanı! Hani bu fırka hakkında Ulemâ Meclisi'nin fetvâlarına müracaat edecektiniz? Artık bu sapık cemaatin yasaklanması için yetkileriniz çerçevesinde sert yaptırımlar almanızın vakti gelmiştir. Biliniz ki Müslüman bir yönetici olarak, Müslümanların akâidini korumak sizin görevlerinizdendir ve bu kat'î akâidin selâmetinden, sâfiyetinden ve hükmettiğiniz bu beldedeki Müslüman halkına akâidine dönük her tür saldırıya mâni olmaktan siz sorumlusunuz.

Size, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Müslümanların başındaki yöneticiler hakkındaki şu iki kavlini hatırlatıyoruz:  إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ فَإِنْ أَمَرَ بِتَقْوَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَعَدَلَ كَانَ لَهُ بِذَلِكَ أَجْرٌ وَإِنْ يَأْمُرْ بِغَيْرِهِ كَانَ عَلَيْهِ مِنْهُ "İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır, onun ardında savaşılır ve onunla korunulur. Şeyet Allahu Azze ve Celle'ye takvâyı emreder ve âdil olursa bunda onun için ecir vardır. Şayet bunun aksini emrederse vebâli ona aittir." [Muslim rivâyet etti.] مَا مِنْ عَبْدٍ اسْتَرْعَاهُ اللَّهُ رَعِيَّةً فَلَمْ يَحُطْهَا بِنَصِيحَةٍ إِلاَّ لَمْ يَجِدْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ "Allah'ın kendisine bir raiyenin riâyetini (halkın yönetimini) tevdi edip de (bu sorumluluğu) nasîhat ile korumayan hiçbir kul yoktur ki Cennet'in kokusunu bulamamış olmasın." [Muslim rivâyet etti]

Umulur ki Hesap Günü, mizân-ı hasenenizde kendinizi İslâmî Akâidi koruyamaya ve selâmeti uğrunda çalışmaya vakfetmeniz de yer alır. Şâyet bu sorumluluğunuzu yerine getirmezseniz, hiç kuşkusuz Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere hıyânet etmiş olursunuz ki böyle bir duruma mâruz kalmanızı size yakıştırmayız.

 

Allah, bizleri de sizleri de doğru yola iletsin. Ey Allahım, Şâhit ol ki biz tebliğ ettik.

Duâlarımızın sonu, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamddir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Dr. Yûsuf Nûr ed-Dâim İle Yapılan Görüşme

Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstâz Nâsır Rıda başkanlığında ve Lecne üyeleri Şeyh Avad Halîl ve Üstâz Muntasır AbdulHâdî ile Resmî Sözcülük Bürosu'ndan Üstâz Takiyyuddîn Cemâluddîn eşliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nden bir heyet, İhvân-ul Muslimîn'in Sudan'daki Genel Murâkıbı Şeyh Dr. Yûsuf Nûr ed-Dâim ile görüştü. Bu görüşme, Hizb'in Sudan'da siyâsî ve partisel çalışma yapan liderler ile temas projesi çerçevesinde gerçekleşti.

Görüşme esnasında İslâmî cemaatler ve partiler arasındaki ilişkinin ne üzerine olması gerektiği, gerek akîdesi, gerekse şeriatı ile İslâm'ın üzerine binâ edilmesi gereken esâsın olması ve Ümmet'in sorunlarının bu esas üzerine çözülmesi için çabaların birleştirilmesi konuları ele alındı ve talep edilen hakka ulaşılması amacıyla birbirimizi daha iyi tanımak için görüşmelerin sürdürülmesi noktasında mutabakata varıldı.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Aşırı Pahalılık, Ücretlerin Arttırılmasıyla Çözülmekten Daha Büyüktür

Dün özel ve resmî eğitim kurumlarına bağlı okullar, kolejler ve üniversiteler, milyonlarca öğrencisinden mahrum kaldı. Zîra öğretmenleri ve eğitim görevlileri; enflasyon, fiyatların hızla yükselmesi ve dolayısıyla başta memurlar olmak üzere dar gelirlilerin alım gücünün zayıflamasının ardından "maaşların ve ücretlerin iyileştirilmemesini" protesto etmek üzere genel grev yaptılar. Bugün grev, özellikle eğitim sektöründe olduğuna göre tüm sektörleri kapsayan kriz, çok yakında daha fazla grevlerin ve protestoların yapılmasına yol açacaktır.

Her zaman olduğu gibi bu ülkedeki siyâsi çevre, insanların işlerini gerçek anlamda gözetmekten uzak bir halde, halkın hukukunun temini ile alâkalı olan insanların geçim sorunlarını bile âdi tavırlar, polemikler ve çekişmeli şantajlar pazarında alay konusu yapmaktadırlar.

Her zaman olduğu gibi biz de Lübnan'daki siyâsî tarafların icra ettiği kokuşmuş alışkanlıklardan uzak durarak bu soruna, insan fıtratına muvâfık ve sorunlarını çözmeye uygun olduğuna kesinlikle inandığımız ideolojimizin yani İslâm'ın gereğine binâen insanların işlerini gözetme zâviyesinden ele alacağız.

Kronik enflasyon sorunu, peşi sıra gelen fiyat pahalılığı ve dolayısıyla dar gelirlilerin alım gücünün zayıflaması, Komünist sistemin çökmesinden sonra tahakküm eden ve iki asrı aşkındır dünyayı kasıp kavuran fâsit Kapitalist sistemin ifrâzâtı olan temel sorunlarından yalnızca biridir. Ayrıca Lübnan'daki aşırı pahalılık sorununun yerel nedenlerine -ki bunların başında insanların başına bela olmuş siyasî ve idârî çevrenin yozlaşması gelmektedir- rağmen açıktır ki enflasyon, aşırı pahalılık ve süregelen ekonomik durağanlık sorunları küresel bir fenomendir ve bunun başlıca müsebbibi, zâlim Kapitalizm Nizâmı ve barbar erbaplarıdır. Gerçek şu ki böylesi bir beyân, bu trajik sorunun tüm faktörlerini kapsayıcı nitelikte olmasa da bu krizin faktörlerinin temel yönüne ışık tutabilir. Dikkat buyurunuz, bu durum, geçen asrın başlarında başlayıp Amerika Birleşik Devletleri'nin altın ile tedavüldeki paraların arasındaki kısmî endekslemeye son vermesinin ardından 70'li yıllarda (altın karşılığı göz ardı ederek) bütünüyle itimat edilen banknot para sorunudur. Böylelikle Amerikan doları, diğer paraların endekslendiği temel para birimi haline gelmiştir.

Dünya ülkelerinde tedavülde olan paraların hiçbir gerçek değeri, yani belirli miktarda altın veya gümüş karşılığı olmamasından ötürü bu paraların değeri, bunları çıkartan devletlerin ekonomilerine olan güven düzeyine bağlıdır. Dolayısıyla devlet, parasına olan güveni koruyabildiği ve Merkez Bankası da sahip olduğu döviz rezervleri yoluyla parasına olan arz-talep dengesizliğini giderebildiği sürece bu para, değer istikrarını korumayı sürdürür. Şayet devletin ekonomik gücüne olan güvenin kaybolmasıyla bu denge bozulur ve insanların hızla parasını terk etmesi karşısında Merkez Bankası, parasına karşı bu aşırı direnci engelleyemezse paranın değeri düşer ve enflasyon, muazzam servetlere denk gelen insanların nakit birikimleri, hiçbir değeri kalmayacak biçimde eritmeye başlar. Ardından da dar gelirlilerin alım gücü, aşırı fakirlik derecesine dayanır; çünkü ceplerindeki kağıt paralar, büyük oranda alım değerini kaybetmiştir. Bu da orta direkten on binlerce insanın fakirleşmesine ve sefâlete uğramasına neden olacak boyutta Lübnan Lirası'nın değerinin düşmesiyle 80'li yıllardan 90'lı yılların başlarına kadar Lübnan'ın tanık olduğu vâkıanın aynısıdır.

Parasının değerini koruyan devlete gelince; paranın çökmesi felâketini savmış olması, banknot para tuzağından kurtulduğu anlamına gelmez. Çünkü parasını dövize endeksler ki bu, genelde ölçü aldığı oranda parasının sabit değerini koruduğu Amerikan dolarıdır. On beş seneyi aşkındır Amerikan Doları / Lübnan Lirası paritesini 1,500 küsurda koruyan Lübnan Lirası gibi. Dolayısıyla kendisini bu meşum paranın esiri haline getirir. Nitekim yıllar boyu dolar düştükçe Lübnan Lirası'nın alım gücü de aynı oranda düşmektedir. Ayrıca Lübnan, ithalâtı ağırlıklı olarak Avrupa Birliği'nden yapmasına ve Lübnan halkının da bu ithalatın bedelini, sürekli olarak dolar karşısında yükselen Euro ile ödemesine rağmen Lübnan'daki mâlî politika, Lira-Dolar endekslemesinde budalaca diretmekte ve bu saçma sapan mâlî politika sonucunda -başta memurlar ve işçiler olmak üzere- Lübnan'daki dar gelirliler, alım güçlerinin günden güne yitirdikleri bir trajedi ile karşı karşıya bulmaktadırlar.

Elbette çözüm, bazı aklıevvellerin sandığı gibi yerli paranın, döviz sepetine endekslenmesinde değildir; çünkü bunların hepsi de hiçbir değeri olmayan banknot paralar olduklarından Amerikan doları için geçerli olan diğer paralar için de geçerlidir.

Bu sorunun, yani finansal enflasyon sorununun yegâne çözümü, İslâm'ın bir kanun kıldığı ve milletlerin fıtrî olarak tarih boyunca itimat ettiği sahîh nizâma, yani tedavüldeki paranın altın olduğu veya tedavüldeki banknot paranın değerinin belirli orandaki altın karşılığı olduğu altın sistemine dönmekte yatmaktadır. Böylece devlet, sahip olduğu altın rezervini aşmayacak şekilde evraklar çıkarır ki devletin parasını taşıyan herkes dilediği zaman bunu, belirlenmiş değerine göre altın ile değiştirebilir. Kimse, mevcut devletlerin merkez bankalarındaki mevcut sistemin bu işlevi yerine getirdiğini sanmasın. Çünkü bugünkü devletlerin bastığı banknot paraları ile altın rezervleri arasında bir endeksleme yoktur. Ellerindeki rezervin tek işlevi, muhtemel ârızî bir sorunun giderilmesi için ihtiyaç halinde kullanılmak üzere ihtiyâtî rezervdir. Üstelik kayıp endişesiyle kullanmada tereddüt etmesi dahi, güven sarsıcı bir faktör sayılır.

Altın sistemine dönüş, dünyayı Amerikan dolarının tasallutundan ve doyumsuz vahşetinden kurtaracak en önemli icraatlardandır. Lübnan gibi hâlihazırdaki devletlerin "iktisâdî ve mâlî yapısı" bu işlevi yerine getirmeye kesinlikle elverişli değildir. Sanırız bu azim misyonun yegâne adayı, İnşâAllahu Te'alâ çok yakında Hilâfet binâsına kavuşacak olan İslâmî Ümmet'tir.

Şundan da eminiz ki deve kuşu gibi başını kuma sokmakta ısrar edenler bu fikri bir ütopya olarak görecektir; çünkü bu fikir, öylelerinin ufkundan daha geniştir. Ancak ufkunu, İslâm'ın gücü ile açanlar veya en azından dışarıdan İslâm'ın azametine vâkıf olanlar, bu fikrin değerini takdir etmeye ve bunu derinlemesine düşünmeye muvaffak olacaklardır. Zîra her kim, insanın -insan olması vasfıyla- yücelmesi için ufkunu açarsa Lübnan kıstasından düşünmeyi terk etmesi kaçınılmazdır.

Azîm olan Allah ne de doğru söylemiştir:  وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقًا "Şayet (hak) yol üzerinde dosdoğru gitselerdi elbette onlara bol bol su verirdik." [el-Cin 16]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER