Cumartesi, 21 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/23
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Mevcut Demokratik Sistemden Ümitvâr Olanlar Gözlerini Şimdi Açsın

Demokrasinin mumu, yatsıya kalmadan ikindide söndü. Federal bakanlardan ve iktidar koalisyonunun üst düzey yetkililerinden gelen son açıklamalar, yeni demokratik açılımdan herhangi bir esasî değişim umanların hayâl âleminde yaşadıklarını kanıtladı. Dışişleri Bakanı Şah Mahmûd Kureyşî'nin, "Müşerref'in dış politikası ve Keşmir politikası devam edecek" açıklaması ve Halk Partisi Başkan Yardımcısı Âsıf Zerdârî'nin Richard Boucher'ın huzurunda, "Terörizme karşı savaş, Amerika'nın savaşı değil, daha ziyade Pakistan'ın savaşıdır" açıklaması; Pakistan'ın yalnızca Amerika'nın sâdık uşağı olmakla kalmayacağını, dahası Pakistan'ın savaş meydanı olmaya da devam edeceğini göstermektedir.

Bu kadar da değil! Savunma Bakanı bile, Müşerref'i hoşnut etme arayışı içinde, onu "millî servet" olarak tanımladı. Hükümet cephesinden gelen bu açıklamalar, Müşerref ile çalışmaya gönüllülüğün, öncekinden daha belirgin hale geldiğini teşhir etmektedir. Benzer şekilde iktidar koalisyonunun ikinci büyük partisinin lideri Navaz Şerîf de gerçek rengini göstermeye başladı. Geçenlerde, Hindu vatandaşların Pakistan'ı vizesiz ziyâret edebilmeleri ve "Keşmir meselesini göz ardı ederek" Hindistan ile karşılıklı ticâretin geliştirilmesini önerdi. Bu da demek oluyor ki Pakistan ile arasındaki hat, sınır çizgisi haline gelecek ve kadîm Hindu rüyası Ahand Barat [Büyük Hindistan] gerçekleşme yoluna girebilecektir. Tüm bu açıklamaların ardından, demokrasinin geri gelmesiyle bir değişim meydana geleceğine ve Pakistan'ın barış ve ilerleme yolunda hızla ilerleyeceğine dair fazlasıyla iyimser olanlar, şimdi gözlerini iyi açsınlar! Böylelerine tekrar söylüyoruz: Demokrasi ve Diktatörlük ikiz kardeştir, Amerika hangisi olursa olsun, çıkarlarına göre yasalar çıkarmaya devam edecek, bunun sonucunda Pakistan'ın köleliği ve teslimiyeti de sürecektir.

Hakîkî değişim yalnızca, mevcut Kapitalist Demokratik Sistemin kökünden yok edilmesi ve Şeriat'ın hüküm süreceği Râşidî Hilâfet Nizâmı'nın ikâmesi ile gerçekleşecektir. Hilâfet, hiçbir beşere yasama hakkı vermez, dolayısıyla hiçbir Sömürgeci güç çıkarlarına göre yasalar ihdâs edemez. Halîfe sözde teröre karşı savaşta asla Kâfirlerin tarafında yer alamaz, Allah'ın haram ve pak kıldığı Müslüman kardeşlerinin kanını akıtan Sömürgeci Kâfirlerin ellerini sıkamaz! Üstelik Şeriat, Müslümanların topraklarını işgâl etmiş bu devletlere muhârip devletler olarak itibar eder ve onlarla her tür ilişkiyi haram kılar. Onlarla hiçbir diplomatik, ticari, ekonomik, hatta turistik ilişki kurulamaz, vatandaşları İslâmî Devlet'e giremez. İşte Allah'ın kanunlarının böyle uygulanmasıyla, hem insanların maslahatları korunur, hem de otomatik olarak devlet korunur.

Devamını oku...

Sosyal Güvenlik Reformuna Karşı Çıkış, İslâmî Akîde'ye Dayalı Olmalıdır

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) kanununda değişiklik öngören tasarı, iki haftadır Meclis'te görüşülmektedir. Sendikalar ile Hükümet arasındaki gelgitli müzâkerelerin, son anda fiyasko ile sonuçlanmasına rağmen Meclis gündemine getirilen bu tasarı, kabul edilmesi halinde Haziran 2008 itibariyle emeklilik, özlük hakları, iş koşulları ve sağlık güvenceleri konularında birçok değişime neden olacaktır. Gerçekte bu tasarı, Kapitalist sosyal devlet politikasından vazgeçmeye yönelik bir adımdır. Nitekim Kapitalist sistemin geçen asır boyunca Komünizme karşı bir katalizör olarak kullandığı sosyal devlet politikası, insanların gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade belirli imkânlarla kapitalist çarkın dönmesine katkıda bulunmalarını sağlayan bir mekanizmadır. Buna göre devlet, çalışanlara ve belirli toplum kesimlerine birtakım haklar ve imkânlar tanımakta, bunu da belirli şartlara bağlamaktadır. Fakat gerek Soğuk Savaş sonrasında Komünizmin çökmesi sonucu, gerekse sosyal politikaların devletlerin bütçeleri üzerine bindirdiği ağır yükten ötürü, Batılı devletler yavaş yavaş neo-liberal politikalar benimsemeye yönelerek bu kamburdan kurtulma çabasına girdiler.

Dolayısıyla AKP Hükümeti'nin Sosyal Güvenlik Reformu adı altında gündeme getirdiği bu tasarı işte bu küresel eğilimin bir neticesidir ve Hükümet'in kendi başına karar verdiği bir şey değildir. Bilakis bu, IMF'nin, Dünya Bankası'nın ve Avrupa Birliği'nin talepleri ve dayatmaları kapsamında gündeme gelmekte ve bunun, bütçe üzerindeki ağırlığı gerekçe gösterilmektedir. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek şöyle diyordu: "Sosyal güvenlik açığını kapatmak için bu yıl bütçeden 38 milyar YTL takviye ettik. Bu parayla GAP'ı iki kez bitirirdik." Buna rağmen Hükümet, bu reformu ısrarla savunmaya devam etmektedir. Başbakan Erdoğan da Ulusa Sesleniş konuşmasında tasarının maksadını şöyle açıklıyordu: "Sosyal güvenlik sistemimizin çok daha sağlıklı işlemesi, çalışanlarımızın daha yüksek standartlara ulaşması, ekonomimizin bu ağır yükten kurtulması içindir."

İslâm'da ise böyle bir sosyal güvenlik sistemi yoktur. Çünkü İslâm, insanları çalışan/çalışmayan, emekli/işçi/memur ve benzeri sınıflandırmalara tâbi tutmaz. Aksine her insana, onurlu bir yaşama lâyık ve temel ihtiyaçları tümüyle karşılanması gerekli bir insan olarak bakar. Bunun için dini, dili, ırkı, rengi, sosyal konumu ne olursa olsun, her bir insanın saygın bir hayat sürmesini sağlayan bir nizâmın uygulanmasını emreder. Böylece emeklilik, sigorta, sağlık karnesi ve benzeri Kapitalist argümanların hiçbirine ihtiyaç kalmaz. Şu halde Müslümanların bu tür Kapitalist düzenlemelere şiddetle karşı çıkmaları, ancak bu karşı çıkışlarını Kapitalist Küfür sisteminin sahte haklarını ve güvencelerini kaybetme endişesine değil, tüm beşerî Küfür sistemlerini ve bu cümleden Kapitalizmi temelden ve detaydan reddeden İslâmî Akîde'ye dayandırmaları kaçınılmazdır. Bu da ancak mevcut sistem kapsamında yapılan bu değişikliğe karşı çıkmakla yetinmeyi değil, bir bütün olarak sisteme karşı çıkmayı ve yerine hayatın her alanında İslâmî Akîdeyi esas alan Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere çalışmayı gerektirir.

Devamını oku...

Ahmediyye Cemaatinin Yasaklanması Hakkında Hizb-ut Tahrir Endonezya'dan Endonezya Cumhurbaşkanı Susilo Bambang Yudoyono'ya Açık Mektup

  • Kategori Endonezya
  •   |  

Sayın Endonezya Cumhurbaşkanı, Dr. el-Hacc Susilo Bambang Yudoyono,

es-Selâmu alâ men-it Tebe'al Hudâ,

 

el-Hamdulillâhi Rabb'il Âlemin, ve's Salâtu ve's Selâmu alâ Seyyid-il Murselîn, ve alâ Âlihi ve Sahbihi ve men-it tebeâ Hedyihi'l Mubîn ve Hafaza Dînihi'l Kavîm ve ba'd. [Âlemlerin Rabbine Hamd olsun. Salât ve Selâm da, gönderilen (Nebîlerin ve Rasullerin) Efendisine, ehline, ashâbına ve O'nun apaçık hidâyetine tâbi olup O'nun sapasağlam Dînini muhâfaza edenlerin olsun ve ba'd.]

Endonezya'daki Ahmediyye cemaati, Hindistan beldesinde Mirza Gulam Ahmed denilen sahte peygamberin öğretilerin tâbi olan sapık bir cemaattir. Ayrıca kuşkulu zuhûrundan beri, İslâm hakkında sapık öğretilerini yayarak, gerek Endonezya'da gerekse dünya çapında Müslümanları huzursuz etmektedir. Bu şerir yapısından ötürü Hizb-ut Tahrir / Endonezya, bu sapık cemaatin Endonezya'da derhal yasaklanmasını talep etmektedir ve bu talep, hem İslâmî Akîde'yi korumak, hem de Müslümanların düsturlarını korumak bakımından elzemdir.

Bu beldenin Müslüman halkının da arzusu olan bu talebin esbâb-ı mûcibesi aşağıdaki noktalardır:

1.   Endonezya'daki Ahmediyye cemaati, peygamberlik iddiasında bulunan Hindistanlı Mirza Gulam Ahmed isimli şahsa itikat ederek İslâmî Akîde'den irtidat etmiştir. Onun gerçek bir peygamber olduğuna inanmakla kalmamış, İslâm'ın da bunu tasdik ettiğini öne sürmüştür. Oysa Kur'ân-il Kerîm, Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Hâtem-ul Enbiyâ' [Nebîlerin mührü/sonuncusu] olduğunu kesin olarak ikrâr etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ  "Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Velâkin O, Allah'ın Rasûlü ve Nebîlerin mührüdür, sonuncusudur." [el-Ahzâb 40] Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de bizâtihi, kendisinden sonra hiçbir Nebî olmayacağını söylemiştir. Sahîh-il Buhârî'de Ebu Hurayra'dan SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:  كَانَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الأَنْبِيَاءُ، كُلّمَا هَلَكَ نَبِيّ خَلَفَهُ نَبِيّ، وَإنّهُ لاَ نَبِيّ بَعْدِي "İsrâiloğulları, Nebîler tarafından siyâset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir Nebî vefât edince, bir diğer Nebî ona halef oluyordu. Artık Benden sonra Nebî yoktur." [el-Buhâri rivâyet etti] Nitekim peygamberlik iddiasında bulunan Museyleme adından biri o zaman kezzâb (çok yalancı) diye isimlendirilmiştir. Gulam Ahmed'in peygamber olduğunu beyânâtlarının 12 bendinde açıkça belirtmeseler de, bunu zımnen belirtmekte, hal ve tavırlarının vâkıası buna işaret etmektedir. Üstelik müntesipleri, Gulam Ahmed'in peygamber olduğu iddiasında ısrar etmektedir. Onun peygamber olduğunu açıkça söylemeseler de, Endonezya'daki Ahmediyye cemaatinin 12 bentlik beyânâtında geçtiği gibi, böylesine yalancı birini kendilerine mürşid ve imâm olarak benimsemeleri bâtıldır. Oysa Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ve Halîfesi Ebu Bekr zamanında, böyleleri tevbe ettirilir, onlara mürted haddi uygulanır ve İslâm'a dönünceye kadar onlara karşı savaşılırdı.

2.   Bu sapık cemaat, Mirza Gulam Ahmed ve tâbilerinin mukaddes vahyi olduğunu iddia ettikleri "Tezkira" isimli kitapla, Kur'ân'ın kudsiyetine saldırmıştır. Gerçekte bu kitap, Kur'ân'ın farklı yerlerinden intihâl edilmiş bazı âyetleri, -hâşâ- Allah'ın vahyi olduğu iddia edilen Mirza'nın sözleri ile harmanlamış bir kitaptır. Bu da açıktır ki Kur'ân'ın azametine ve kudsiyetine bir saldırıdır. Bu cemaat sözkonusu beyânâtında, Tezkira kitabını vahiy diye tanımlamadığı halde, "beklenen Mesih ve Mehdi" olduğu iddia edilen Mirza Gulam Ahmed'in "rûhî tecrübeleri" olarak intihâl edilmiş bu kitabın varlığını tanımayı ve referans kaynak olarak benimsemeyi sürdürmüştür ki bu açıkça sapıklık ve inhiraftır.

3.   Bu sapık cemaat, Nebî Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'e saldırmak suretiyle, Nebîlerinin ve Kitâblarının kudsiyetine saldırı bakımından Müslümanların haklarına ve şiarlarına saldırmıştır. Hükümet, bu cemaati yasaklamadan serbest bırakması halinde, bu saldırganlığa ve suça iştirak etmiş olacaktır.

4.   Yine Hükümet'e 1969 yılı 5 sayılı kanunu ve dînde bidatler icat edip bunların dînin aslından olduğunu iddia eden cemaatler tarafından dîne muhâlefet ve saldırı hakkında Hükümet'in aldığı 1/PNPS/1965 sayılı kararları hatırlatırız.

Bu esbâb-ı mûcibenin yanı sıra Ahmediyye inancının, İslâmî Akâide alenen muhâlefet ettiği ve Kitâb ile Sünnet'e dayalı sahîh akâidi tahrif ettiği de teyit edilmiştir. Nitekim Endonezya Ulemâ Meclisi, 22 Cumâde'l Âhira 1426 el-muvâfık 29 Temmuz 2005 tarihinde Cakarta'daki 7. Genel Kurul Toplantısı'nda, 1980 yılındaki 2. Genel Kurul Toplantısı'nda aldığı fetvâyı yeniden teyit etmiştir. Bu da Ahmediyye cemaatinin İslâm'da irtidâdının ispatıdır. O halde bu cemaat, sapık ve saptırıcı bir fırka olup müntesipleri de mürteddir! Ayrıca Hak Dîn'e dönmeleri ve Ümmet'in sâfî ve sahîh akîdesini benimsemeleri için müntesiplerin çağrıda bulunulmuş, Hükümet'in bu cemaati yasaklaması, ülkenin dört bir yanına yayılmasını engellemesi, kökünden kazınması ve çalışmalarının durdurulması gerektiği beyân edilmiştir.

Size, konutunuzda âlimler önünde yaptığınız açıklamaları hatırlatıyoruz, Ey Cumhurbaşkanı! Hani bu fırka hakkında Ulemâ Meclisi'nin fetvâlarına müracaat edecektiniz? Artık bu sapık cemaatin yasaklanması için yetkileriniz çerçevesinde sert yaptırımlar almanızın vakti gelmiştir. Biliniz ki Müslüman bir yönetici olarak, Müslümanların akâidini korumak sizin görevlerinizdendir ve bu kat'î akâidin selâmetinden, sâfiyetinden ve hükmettiğiniz bu beldedeki Müslüman halkına akâidine dönük her tür saldırıya mâni olmaktan siz sorumlusunuz.

Size, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Müslümanların başındaki yöneticiler hakkındaki şu iki kavlini hatırlatıyoruz:  إِنَّمَا الإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ فَإِنْ أَمَرَ بِتَقْوَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَعَدَلَ كَانَ لَهُ بِذَلِكَ أَجْرٌ وَإِنْ يَأْمُرْ بِغَيْرِهِ كَانَ عَلَيْهِ مِنْهُ "İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır, onun ardında savaşılır ve onunla korunulur. Şeyet Allahu Azze ve Celle'ye takvâyı emreder ve âdil olursa bunda onun için ecir vardır. Şayet bunun aksini emrederse vebâli ona aittir." [Muslim rivâyet etti.] مَا مِنْ عَبْدٍ اسْتَرْعَاهُ اللَّهُ رَعِيَّةً فَلَمْ يَحُطْهَا بِنَصِيحَةٍ إِلاَّ لَمْ يَجِدْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ "Allah'ın kendisine bir raiyenin riâyetini (halkın yönetimini) tevdi edip de (bu sorumluluğu) nasîhat ile korumayan hiçbir kul yoktur ki Cennet'in kokusunu bulamamış olmasın." [Muslim rivâyet etti]

Umulur ki Hesap Günü, mizân-ı hasenenizde kendinizi İslâmî Akâidi koruyamaya ve selâmeti uğrunda çalışmaya vakfetmeniz de yer alır. Şâyet bu sorumluluğunuzu yerine getirmezseniz, hiç kuşkusuz Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere hıyânet etmiş olursunuz ki böyle bir duruma mâruz kalmanızı size yakıştırmayız.

 

Allah, bizleri de sizleri de doğru yola iletsin. Ey Allahım, Şâhit ol ki biz tebliğ ettik.

Duâlarımızın sonu, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamddir.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Dr. Yûsuf Nûr ed-Dâim İle Yapılan Görüşme

Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstâz Nâsır Rıda başkanlığında ve Lecne üyeleri Şeyh Avad Halîl ve Üstâz Muntasır AbdulHâdî ile Resmî Sözcülük Bürosu'ndan Üstâz Takiyyuddîn Cemâluddîn eşliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nden bir heyet, İhvân-ul Muslimîn'in Sudan'daki Genel Murâkıbı Şeyh Dr. Yûsuf Nûr ed-Dâim ile görüştü. Bu görüşme, Hizb'in Sudan'da siyâsî ve partisel çalışma yapan liderler ile temas projesi çerçevesinde gerçekleşti.

Görüşme esnasında İslâmî cemaatler ve partiler arasındaki ilişkinin ne üzerine olması gerektiği, gerek akîdesi, gerekse şeriatı ile İslâm'ın üzerine binâ edilmesi gereken esâsın olması ve Ümmet'in sorunlarının bu esas üzerine çözülmesi için çabaların birleştirilmesi konuları ele alındı ve talep edilen hakka ulaşılması amacıyla birbirimizi daha iyi tanımak için görüşmelerin sürdürülmesi noktasında mutabakata varıldı.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Aşırı Pahalılık, Ücretlerin Arttırılmasıyla Çözülmekten Daha Büyüktür

Dün özel ve resmî eğitim kurumlarına bağlı okullar, kolejler ve üniversiteler, milyonlarca öğrencisinden mahrum kaldı. Zîra öğretmenleri ve eğitim görevlileri; enflasyon, fiyatların hızla yükselmesi ve dolayısıyla başta memurlar olmak üzere dar gelirlilerin alım gücünün zayıflamasının ardından "maaşların ve ücretlerin iyileştirilmemesini" protesto etmek üzere genel grev yaptılar. Bugün grev, özellikle eğitim sektöründe olduğuna göre tüm sektörleri kapsayan kriz, çok yakında daha fazla grevlerin ve protestoların yapılmasına yol açacaktır.

Her zaman olduğu gibi bu ülkedeki siyâsi çevre, insanların işlerini gerçek anlamda gözetmekten uzak bir halde, halkın hukukunun temini ile alâkalı olan insanların geçim sorunlarını bile âdi tavırlar, polemikler ve çekişmeli şantajlar pazarında alay konusu yapmaktadırlar.

Her zaman olduğu gibi biz de Lübnan'daki siyâsî tarafların icra ettiği kokuşmuş alışkanlıklardan uzak durarak bu soruna, insan fıtratına muvâfık ve sorunlarını çözmeye uygun olduğuna kesinlikle inandığımız ideolojimizin yani İslâm'ın gereğine binâen insanların işlerini gözetme zâviyesinden ele alacağız.

Kronik enflasyon sorunu, peşi sıra gelen fiyat pahalılığı ve dolayısıyla dar gelirlilerin alım gücünün zayıflaması, Komünist sistemin çökmesinden sonra tahakküm eden ve iki asrı aşkındır dünyayı kasıp kavuran fâsit Kapitalist sistemin ifrâzâtı olan temel sorunlarından yalnızca biridir. Ayrıca Lübnan'daki aşırı pahalılık sorununun yerel nedenlerine -ki bunların başında insanların başına bela olmuş siyasî ve idârî çevrenin yozlaşması gelmektedir- rağmen açıktır ki enflasyon, aşırı pahalılık ve süregelen ekonomik durağanlık sorunları küresel bir fenomendir ve bunun başlıca müsebbibi, zâlim Kapitalizm Nizâmı ve barbar erbaplarıdır. Gerçek şu ki böylesi bir beyân, bu trajik sorunun tüm faktörlerini kapsayıcı nitelikte olmasa da bu krizin faktörlerinin temel yönüne ışık tutabilir. Dikkat buyurunuz, bu durum, geçen asrın başlarında başlayıp Amerika Birleşik Devletleri'nin altın ile tedavüldeki paraların arasındaki kısmî endekslemeye son vermesinin ardından 70'li yıllarda (altın karşılığı göz ardı ederek) bütünüyle itimat edilen banknot para sorunudur. Böylelikle Amerikan doları, diğer paraların endekslendiği temel para birimi haline gelmiştir.

Dünya ülkelerinde tedavülde olan paraların hiçbir gerçek değeri, yani belirli miktarda altın veya gümüş karşılığı olmamasından ötürü bu paraların değeri, bunları çıkartan devletlerin ekonomilerine olan güven düzeyine bağlıdır. Dolayısıyla devlet, parasına olan güveni koruyabildiği ve Merkez Bankası da sahip olduğu döviz rezervleri yoluyla parasına olan arz-talep dengesizliğini giderebildiği sürece bu para, değer istikrarını korumayı sürdürür. Şayet devletin ekonomik gücüne olan güvenin kaybolmasıyla bu denge bozulur ve insanların hızla parasını terk etmesi karşısında Merkez Bankası, parasına karşı bu aşırı direnci engelleyemezse paranın değeri düşer ve enflasyon, muazzam servetlere denk gelen insanların nakit birikimleri, hiçbir değeri kalmayacak biçimde eritmeye başlar. Ardından da dar gelirlilerin alım gücü, aşırı fakirlik derecesine dayanır; çünkü ceplerindeki kağıt paralar, büyük oranda alım değerini kaybetmiştir. Bu da orta direkten on binlerce insanın fakirleşmesine ve sefâlete uğramasına neden olacak boyutta Lübnan Lirası'nın değerinin düşmesiyle 80'li yıllardan 90'lı yılların başlarına kadar Lübnan'ın tanık olduğu vâkıanın aynısıdır.

Parasının değerini koruyan devlete gelince; paranın çökmesi felâketini savmış olması, banknot para tuzağından kurtulduğu anlamına gelmez. Çünkü parasını dövize endeksler ki bu, genelde ölçü aldığı oranda parasının sabit değerini koruduğu Amerikan dolarıdır. On beş seneyi aşkındır Amerikan Doları / Lübnan Lirası paritesini 1,500 küsurda koruyan Lübnan Lirası gibi. Dolayısıyla kendisini bu meşum paranın esiri haline getirir. Nitekim yıllar boyu dolar düştükçe Lübnan Lirası'nın alım gücü de aynı oranda düşmektedir. Ayrıca Lübnan, ithalâtı ağırlıklı olarak Avrupa Birliği'nden yapmasına ve Lübnan halkının da bu ithalatın bedelini, sürekli olarak dolar karşısında yükselen Euro ile ödemesine rağmen Lübnan'daki mâlî politika, Lira-Dolar endekslemesinde budalaca diretmekte ve bu saçma sapan mâlî politika sonucunda -başta memurlar ve işçiler olmak üzere- Lübnan'daki dar gelirliler, alım güçlerinin günden güne yitirdikleri bir trajedi ile karşı karşıya bulmaktadırlar.

Elbette çözüm, bazı aklıevvellerin sandığı gibi yerli paranın, döviz sepetine endekslenmesinde değildir; çünkü bunların hepsi de hiçbir değeri olmayan banknot paralar olduklarından Amerikan doları için geçerli olan diğer paralar için de geçerlidir.

Bu sorunun, yani finansal enflasyon sorununun yegâne çözümü, İslâm'ın bir kanun kıldığı ve milletlerin fıtrî olarak tarih boyunca itimat ettiği sahîh nizâma, yani tedavüldeki paranın altın olduğu veya tedavüldeki banknot paranın değerinin belirli orandaki altın karşılığı olduğu altın sistemine dönmekte yatmaktadır. Böylece devlet, sahip olduğu altın rezervini aşmayacak şekilde evraklar çıkarır ki devletin parasını taşıyan herkes dilediği zaman bunu, belirlenmiş değerine göre altın ile değiştirebilir. Kimse, mevcut devletlerin merkez bankalarındaki mevcut sistemin bu işlevi yerine getirdiğini sanmasın. Çünkü bugünkü devletlerin bastığı banknot paraları ile altın rezervleri arasında bir endeksleme yoktur. Ellerindeki rezervin tek işlevi, muhtemel ârızî bir sorunun giderilmesi için ihtiyaç halinde kullanılmak üzere ihtiyâtî rezervdir. Üstelik kayıp endişesiyle kullanmada tereddüt etmesi dahi, güven sarsıcı bir faktör sayılır.

Altın sistemine dönüş, dünyayı Amerikan dolarının tasallutundan ve doyumsuz vahşetinden kurtaracak en önemli icraatlardandır. Lübnan gibi hâlihazırdaki devletlerin "iktisâdî ve mâlî yapısı" bu işlevi yerine getirmeye kesinlikle elverişli değildir. Sanırız bu azim misyonun yegâne adayı, İnşâAllahu Te'alâ çok yakında Hilâfet binâsına kavuşacak olan İslâmî Ümmet'tir.

Şundan da eminiz ki deve kuşu gibi başını kuma sokmakta ısrar edenler bu fikri bir ütopya olarak görecektir; çünkü bu fikir, öylelerinin ufkundan daha geniştir. Ancak ufkunu, İslâm'ın gücü ile açanlar veya en azından dışarıdan İslâm'ın azametine vâkıf olanlar, bu fikrin değerini takdir etmeye ve bunu derinlemesine düşünmeye muvaffak olacaklardır. Zîra her kim, insanın -insan olması vasfıyla- yücelmesi için ufkunu açarsa Lübnan kıstasından düşünmeyi terk etmesi kaçınılmazdır.

Azîm olan Allah ne de doğru söylemiştir:  وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقًا "Şayet (hak) yol üzerinde dosdoğru gitselerdi elbette onlara bol bol su verirdik." [el-Cin 16]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Kur'ân Karşıtı Filmi Protesto Etti

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün Cumâ salâhı akabinde Millî Mescid önünde, faşist Hollandalı milletvekili Geerts Wilders tarafından yayınlanan Kur'ân karşıtı filmi protesto etmek üzere bir gösteri düzenledi. Mevlânâ Me'mun-ur Raşîd ve Ahmed Cemâl İkbâl, gösteri öncesinde birer konuşma yaptı. Konuşmalarında sözde ifade özgürlüğü adı altında Batı'nın peş peşe saldırılar yaptığını, oysa yapmaları gereken tek şeyin, Kur'ân'ın meydan okumasına karşılık verme cüreti göstermek olduğunu, çünkü bunun, Batı'nın fikren iflâsını kanıtladığını dile getirdiler.

Başımızdaki omurgasız krallar, devlet başkanları, cumhurbaşkanları ve başbakanlar Ümmet'in yönetiminde kaldıkları sürece Akîdemizi ve izzetimizi zinhar koruyamayacağız. Onların ağzı, yalnızca kınama söylemleriyle laf yapar. Daha fazla kınamayı Akîdemiz ve Ümmetimiz için değil, Müslümanları yatıştırmak ve tahtlarını korumak ümidiyle yaparlar. Oysa kalplerinde zerre miktarı îmân olsaydı, geveledikleri lafların Müslümanların hissettiği acıları asla dindiremeyeceğini kavrarlardı. Ümmet'in yürekten arzusu, Salâhuddîn'in Haçlıların kapılarını vura vura kırdığı gibi, bugün de modern Haçlılara meydan okunmasıdır. Batılı Haçlılara lâyık oldukları şekilde meydan okuyabilecek tek güç ise hiç kuşkusuz Hilâfet'tir. Zîra Müslümanlar, en zayıf olduğu dönemlerde dahi, Hilâfet'in gölgesinde yaşarlarken, Kâfirler Nebîmiz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'imize saldırmaya asla cüret edememişlerdi.

Devamını oku...

- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan Basın Açıklaması - "Fitne" Filmini Kınamak Amacıyla Hollanda Büyükelçiliğine Yapılan Ziyaret

Vilâyet Meclisi üyeleri; Üstâz Hafîd AbdurRahmân, Üstâz Rahme Korinya, Üstâz Enver el-İmân, Üstâz Ferîd Vecdî ve Üstâz Abdullah Fenânî eşliğinde Resmî Sözcü başkanlığında Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan bir heyet, "Fitne" filminin çıkarılmasını protesto etmek amacıyla 01.04.2008 Salı günü sabah saat 10:30 ilâ 12:00 arasında (Jalan H.R. Rasuna Said Kav. S-3 Kuningan Cakarta 1295) adresindeki Hollanda Büyükelçiliğine gitti ve yaklaşık elli kişi de elçilik önünde kendilerine iştirak etti. Heyeti, sabah 11:00'de Büyükelçi Dr. Nicholas van Dam karşıladı ve heyet başkanı, ziyaretin amacının "Fitne" filminin çıkarılmasını kınamak olduğunu açıkladı. Büyükelçi ise, hükümetin tutumu ile filmin yayıncısı Geert Wilders'in tutumunun aynı olmadığını, filmin hükümetin tutumunu değil filmin yayıncısının şahsî tutumunu yansıttığını ve bunu, küçük bir azınlık dışında parlamento içinde ve dışında hiçbir kimsenin desteklemediğini ifâde etti. Resmî Sözcü şu üç husustan oluşan basın açıklamasını kendisine teslim etti:

1.   Filmin üretilmesi, yayınlanması ve dağıtılması kınanmalı, sürümü derhal durdurulmalı ve yapımcı Geert Wilders en ağır cezaya çarptırılmalıdır. Aksi takdirde Hollanda Hükümeti ve Avrupa devletleri, sözde ifâde özgürlüğü noktasında çifte standart uygulamış olacaktır. Bir taraftan "Yahudi soykırımı" meselesinin doğruluğundan şüphe eden bir kimse mahkeme önünde yargılanırken -ki bu ifâde özgürlüğünü kısıtlamaktır- öteki taraftan İslâm'a, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e ve Kur'ân-il Kerîm'e hakâret eden bir kimse ifâde özgürlüğü hakkı gerekçesi ile hesaba çekilmemektedir. Böylece ifâde özgürlüğü konusunda Batının iddialarının sahteliği ortaya çıkmaktadır.

2.   Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de ve başka yerlerde olduğu gibi Batılıların İslâm'a ve mukaddesâtına karşı cüretkârlaştığı, Müslümanları şiddet ve askerî güç yolu ile bastırdığı bir sırada, Batı ile Müslümanların bazı aydınlarının ve siyâsilerinin dillendirdiği hadâratlar arası diyaloga çağrının ciddiyetini sorgulamamız kaçınılmazdır.

3.   Filmin dağıtımını durdurması amacıyla Hollanda Hükümetine baskı yapması için özel olarak Endonezya Hükümetine ve genel olarak da Hilâfeti kurmak üzere muhlis şekilde çalışanlarla birlikte çalışmaları için de Müslümanlara bir çağrıda bulunulmuştur. Zîra Hilâfet olmaksızın Müslümanlar hedef ve mustazaf olarak kalacaklardır. Oysa Hilâfet, izzetlerini geri iade etmek için onları birleştirecektir ki böylece İslâm'ın, Kur'ân'ın ve Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in saygınlığını savunabileceklerdir.

Büyükelçi, basın açıklamasını Hollanda'daki hükümetine göndereceğini teyit etti, görüşme sona erdi, heyet geri döndü ve Üstâz Rahme görüşme hakkında bir açıklama yaptı.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Şebâbı Serbest Bırakıldı

31 Mart 2008 Pazartesi günü, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik ile beraberindekilerin, Adana Adliyesi'nde yapılan duruşması neticesinde yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan Sayın Yılmaz Çelik ve beraberindeki Hizb-ut Tahrir şebâbı serbest bırakıldı.

Hatırlanacağı gibi Sayın Yılmaz Çelik, uzun bir süredir Türkiye toplumu içerisinde etki ve yetki sahibi kimselere yönelik olarak, İslâm'ı bir ölüm-kalım meselesi olarak algılamaları maksadıyla geniş kapsamlı bir temas projesi yürütmekteydi. Bu proje kapsamında, çok sayıda sivil toplum kuruluşları, sendikalar, partiler, dernekler, vakıflar, yazarlar, akademisyenler ve medya temsilcileri ile görüşmelerde bulunmuştu. İslâmî Ümmet'in mevcut durumu, İslâmî çözüm yolları, Hilâfet'in farziyeti ve Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında yürüttüğü dâvet çalışması hakkında çoğu karşılıklı ihtiram çerçevesinde olumlu geçen bu görüşmeler, Laik Dikta ve Yeni-Muhâfazakâr Demokratik Kukla içerisinde büyük bir rahatsızlık uyandırdı ve görüşülen kesimlerden bazıları, yeniden görüşmemeleri konusunda uyarıldı. İşte Sayın Yılmaz Çelik ile beraberindeki Hizb-ut Tahrir şebâbının tutuklanmaları, bu rahatsızlık neticesinde gerçekleşmişti. Zîra Hilâfet'in korkusu kalplerinin derinlerine inmiş, uykusuz geceler geçirmeye başlamış ve küstah dillerini uzatarak İslam'a ve Müslümanlara eziyet eder olmuşlardı.

Bu duruşmada Hizb-ut Tahrir şebâbının serbest bırakılması, temelleri çatırdayan Laik yargı sisteminin merhametinden dolayı değildir. Çünkü kokuşmuş Küfür kânunlarında merhamet yoktur, yalnızca zulüm vardır. Merhamet, adâlet ve insaf yalnızca İslam'dadır. Hizb-ut Tahrir şebâbının zindana girmesi de zindandan çıkması da ancak Allah'ın takdiri iledir. Bununla Allah [Subhânehu ve Te'alâ] onları imtihan edip ecirlerini artırmakta, onların peşine düşüp zindanlara atanların ise cürümlerini ve günahlarını artırmaktadır.

Bu vesileyle, bu hak ve adil dâvâ uğrunda mâruz kaldığımız zâlimane eziyetler karşısında yanımızda olup bizi kucaklayan, destekleyen, yardımlarını ve dualarını esirgemeyenlere, insaflı medya organları ile sivil toplum kuruluşlarına ve "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" olan İslâmî Ümmet'in Türkiye'deki tüm yiğit evlatlarına en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي نَجَّانَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ "Bizi zâlimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamd olsun." [el-Mu'minûn 28]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER