Pazar, 11 Zilkâde 1445 | 2024/05/19
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Gazze Savaşı, Medeniyet Yıldırımı ve Laik Teolojinin Kaleleri Olan ‘Üniversitelerin’ Ayaklanması

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze Savaşı, Medeniyet Yıldırımı ve Laik Teolojinin Kaleleri Olan ‘Üniversitelerin’ Ayaklanması 

Savaş, kâfir Batı’nın hakikatini ifşa eden ve onun ikiyüzlülük ve aldatma maskesini indiren neredeyse tek doğru andır; savaş, kafir Batı’nın kötü karakterinin hakikatini, suçunun vahşetini, felsefesinin hiçliğini ve medeniyetinin ezikliğini ve nefretini tam bir dürüstlük ve samimiyetle ifade eden istisnai bir zamandır. Zira kâfir Batı savaşta, vahşetini, suçlu doğasını ve tüm insani sahtelik ve medeniyet şarlatanlığı gibi kâfir, ahlaksız, çıplak ve soyut materyalizmini, eziyet, işkence, cinayet, yıkım ve harap etmedeki sadistliğini, İslam’a ve ehline karşı karanlık kin ve nefret dolu bir Haçlı olduğunu, iğrenç ve öldürücü ırkçılığını, kindar ve suçlu ırkçı nitelendirmesini tam bir belagat ve açıklıkla ortaya koymuştur; yeter artık ilkelerin, değerlerin ve ideallerin olmadığı bu barbarlık ve vahşet!

Savaş, ideolojilerin hakikatini, idealler ve değerler sistemini haber vermede en etkili ve en bilgili laboratuvardır. Savaş, herhangi bir sistemin değerlerinin, ideallerinin, mefhumlarının ve standartlarının, dahası bilişsel temellerinin ve felsefi köklerinin en sert ve en dürüst sınavlarıdır. Savaşın felsefi yükünü ve medeniyet mefhumlarını taşımaktan asla ayrılmadığı bilinmelidir; zira savaş, sistemin hedeflerini gerçekleştirme araçlarından biri olup sistem için ani olarak ortaya çıkan bir durum veya sisteme rağmen bilişsel bir bozulma ve kusur değildir. Nitekim pozitif laik teori, savaşı pozitif laik hakların savunulmasında pozitif bir hak olarak görmektedir. Hatta Amerikalı filozof Michael Walzer bile adil savaş mefhumunu öne sürmekte ve bunu (laik) İnsan Hakları Bildirgesi'nin zaferi bağlamında meşrulaştırmaktadır. Zira ‘Haklı Savaş, Haksız Savaş: Ahlaki Bir Tez’ adlı kitabında, barışçıl diplomatik yolların başarısız olmasının ardından kendi laik adaletini ve demokratik rejimlerin yalnızca (laik) haklar uğruna şiddet kullanma hakkını meşrulaştırıyor.

Kültürel ve medeniyet yüklerinden soyutlanmış ve arınmış tarafsız savaşlar tasavvur etmek saçmadır. Nitekim laik savaş, her zaman kendi laik gerekçelerine ve bahanelerine çağrıda bulunur, laik adalet ve hak mefhumlarını geniş ölçüde kullanır ve bunlara muhalefet edilmesini, laik hakları ihlal etmek anlamında suç olarak kabul eder, bunun için Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler, Adalet Divanı, İnsan Hakları Konseyi gibi laik yürütme kurumlarını ve bu konuyla ilgili organları harekete geçirir ve laik savaşını, laik hakları ve kutsallıkları ihlal edenlere karşı misilleme gerektiren yasal bir önlem olarak meşrulaştırır ve pazarlar.

Günümüz laik savaşlarının gerekçesi ve bahaneleri, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, uluslararası hukuk, dünya barışı ve laik hak standartlarının önsözü gibi terimlerle dolu yalan iddialardır ve bu laik haklara karşı çıkanlar suçlu düşmanlardır. Ancak laik teori, sahte laik felsefesinin ve haklarının yozlaşmasına ve batıllığına dayanmakta olup pratikte uygulanan gerçekten tamamen farklıdır. Zira pratik uygulamayla birlikte teori ve sloganları, siyasi olarak uygulanabilir felsefesini, standartlarını ve ölçülerini salgılayan kapitalist gerçeklik karşısında yok oluyor. Bu yüzden savaş, uygulamanın gerçeğini, suçlu katil kapitalist vakıanın hakikatini, felsefesini ve onun siyasi olarak uygulanabilir standartlarını ve ölçülerini açığa çıkaran gerçeğin çıplak anıdır. Ayrıca Batı felsefesi ve medeniyeti hakkındaki gerçeği skandal bir şekilde ortaya çıkaran savaşlar da vardır. Nitekim Birinci ve İkinci Batı Dünya Savaşları, Vietnam Savaşı, Irak’ın işgali ve bugünkü Gazze Savaşı, medeniyet yıldırımının, kültürel depremin, basmakalıp kanaatlerde ve egemen mefhumlarda bir bozulmanın meydana geldiğini skandal bir şekilde açığa çıkaran savaşlardan bazılarıdır.   

Batı laikliği, milyonlarca masum insanın hayatına mal olan şiddetli savaşlara yol açtı, bunu sahte laik kalkınma vaadi olarak pazarladı ve kurbanlarına, insani kardeşlik, eşitlik, demokrasisinin ve özgürlüklerinin zayıf ve kısır vehmini vaat edip bahşetti; oysa bunlar, kapitalizmin onları yağmalama ve köleleştirme hedefini gerçekleştirmek için çalıştığı bir hakikattir. Dolayısıyla laik savaşlar, Batı’nın modernliğini, parçalanmış akılcılığını, suçlu ve katil kapitalizmini taşıyan çirkin bir yüzün hakikatinden başka bir şey değildir. Zira vahşi laik makine, herhangi bir değerden, idealden veya ahlaki standarttan yoksun bir şekilde insanları, ağaçları ve taşları ezmek için yola çıktığında, sadece makineyi bir sebep ve amaç için kullanan ve kontrol eden bir avuç hırsızın çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir.

Tıpkı 1960’lardaki Vietnam Savaşı ve korkunç Holokost gibi bugünkü Gazze savaşı ve devam eden soykırımı, laik sistemi teori ve pratik olarak ifşa edip ortaya çıkarmış, laik teorinin ve pratik uygulamalarının gerçek bir testini oluşturmuş ve test, teorinin başarısızlığını, pratikteki vahşet ve barbarlığını hakikatini kanıtlamış ve teorinin tutarsızlığını ve (İnsan hakları, özgürlükler, halkın egemenliği, uluslararası hukuk...) gibi iddialarının sahteliğini ve geçersizliğini ortaya koymuştur. Ayrıca Gazze soykırımı, laikliğin vahşi doğasını ifşa etmiş ve savaş kapsamı dışında mensuplarının ve takipçilerinin önünde medeni bir ahlaki karakter oluşturmak için taktığı o maskeyi çıkarmıştır.

Gazze savaşı ve onun yok edilmesi, laikliğin şok edici gerçeğini de ifşa etmiştir; nitekim materyalist laiklik, sadece dini değerlerden soyutlanmakla kalmamış, aynı zamanda materyalist vizyonla tutarsız materyalist olmayan standartlar olması vasfıyla tüm değerlerden, ideallerden ve ahlaktan da soyutlanmıştır. Dolayısıyla tek maddi laik standart, ölümlerin sayısı, soykırım, işkencenin boyutu ve bunun sözde düşman üzerindeki etkisi, toprakların işgali, servetin ve birikimlerin yağmalanması ile ölçülen maddi kazanç ve kayıptır; bu da laikliği, insanlığın geleceğini soykırım ve kitlesel imha sınırlarına ulaşan korkunç bir tehdit haline getirmektedir.

Gazze soykırımı ile ifşa olan ve ortaya çıkan bu trajik medeniyet durumu, Batı’da büyük bir medeniyet şoku yaratmış, Batı halklarının laik değerler sistemine yönelik bir medeniyet şokuna neden olmuş ve halklar için onun iddialarının sahteliğinin gerçekliği de ifşa olmuştur. Bunun üzerine bu durum, Batı’nın başkentlerinde ve şehirlerinde yaygın halk gösterileri ve protestolar şeklini almış, son iki hafta boyunca bu gösteri ve protestolar Amerika'nın prestijli üniversitelerine intikal etmiş, daha sonra Amerika ve Avrupa’daki üniversitelere yayılarak 120’den fazla üniversite ve enstitüye ulaşmıştır bu da 200’den fazla kişinin tutuklanmasına neden olmuştur. Bu dönüşümde tehlikeli olan ise üniversitenin Batı laik düşünce ve kültürünün sağlam çekirdeği olmasıdır. Dolayısıyla bizler, laik teorinin fikri ve kültürel üretim laboratuvarının kalbindeyiz; yani sistemin kalbine ve zihnine gelebilecek herhangi bir aksaklık, bizzat laik teorinin de bozulması anlamına gelmektedir. Protestolara ve üniversite hareketine gelince; düşünceye boyanmış bir basım olup temkinli ve geç olarak gelmiştir. Yani bizler, düşüncenin ve kültürün kalelerindeyiz ve bu hareket, halkların duygusal tepkilerinin ötesine geçen ve ilan edilen ve gizlenen nedenleri, amaçları ve kültürel ve felsefi doğadaki fikri meşguliyetlerinin doğasını ve ona ivme ve tehlike kazandıran hata ve kusurlarını derinlemesine araştıran fikri bir sonuçtur. Bu da Batılı devleti, politikacıları ve kurumları ile üniversite protestoları ve gösterileriyle başa çıkmaya çalışan siyasi zümre arasındaki farkı açıklıyor. Oysa yakın zamana kadar Batı, Gazze’deki soykırımı kınayan kitlesel halk gösterilerini ve protestoları küçümsemişti. Ama üniversite protesto ve gösterileriyle birlikte kalın sopa söylemin dili ve baskı da onaylanmış bir yöntem haline geldi. Oysa bu, anayasal kurallarına, kanunlarına ve (fikir özgürlüğü, ifade özgürlüğü, halkın egemenliği ve hukukun üstünlüğü...) gibi felsefi hak iddialarına açıkça aykırı bir durumdu. Dahası Amerika ve Avrupa’daki yetkililer ve politikacıların, laik teolojilerinin kalesi olan üniversitelerinin protestolarından dolayı kalpleri daralmıştır. Nitekim Demokrat Başkan Joe Biden, "Yahudi karşıtı protestoları" ve Filistinlilere neler olduğunu anlamayanları kınadığını söyledi ve 2024 seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olan eski Başkan Donald Trump ise üniversite kampüslerindeki protestoyu "kaotik" olarak nitelendirdi. Ayrıca Amerika’daki birçok politikacı protestoculara karşı güç kullanılması çağrısında bulunduğu gibi Cumhuriyetçi Senatörler Tom Cotton ve Josh Hawley, Columbia Üniversitesi’ne Ulusal Muhafızların konuşlandırılması çağrısında bulundu. Dahası Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson da aynısını yaptı ve Teksas Valisi Greg Abbot da Teksas Eyalet Birliklerini (Ulusal Muhafızlar) kitlesel tutuklamalar yapması için gönderdi, bu da Austin kentindeki Texas Üniversitesi’nde bir gösterinin dağılmasına yol açtı.

Harvard, Yale, Stanford, Columbia, Amerikan başkentindeki George Washington Üniversitesi, Fransa'nın başkenti Paris'teki Sorbonne ve Sciences Po Üniversitesi ve laik teolojinin diğer kaleleri gibi prestijli Batı üniversitelerindeki bu protesto ve gösteriler... Batı için büyük bir medeniyet yıldırımını temsil etmekte olup Batılı politikacılar bunu laik sisteme, onun kapitalist devletine ve egemen yönetici zümrenin çıkarlarına yönelik ciddi bir tehdit olarak görüyor. Bunu ise dayaklarla, tutuklamalarla, meslekten ihraçlarla, üniversiteden atılmalarla, hapis cezalarıyla ve tüm bu suç ve baskıları meşrulaştırmak için hazırlanmış antisemitizmle ilgili konserve suçlamalarla mücadeledeki baskı ve zulüm açıklıyor.

Bu protestolar birçok yapay felsefenin, önceden paketlenmiş laik mefhumların ve sahte bilişsel kalıpların maskelerini düşürmüştür; zira özellikle laik teolojinin kalelerinde gerçekleştirilen ve aydınları tarafından sınanan bu test, laik sistem için gerçek bir sınav teşkil ediyordu. Aksine Batı halkları ve aydınları, laik sistemin iddialarının tam zıddını deneyimlediler. Zira konuşma ve fikir bir suç oldu, temel iddiası özgürlükleri ve hakları korumak olan laik Batılı devlet, söz ve fikir sahibi olanların baskı aracı haline geldi, böylece temel hukukunu çiğneyen ve devletin hukuk iddiasını ve kurumları arkasına atan bizzat laik Batı devleti oldu. Dolayısıyla Batı halkları ve aydınları, laik teorinin sahteliğini ve tutarsızlığını, barbarlığın pratik uygulamadaki gerçekliğini deneyimledikleri gibi halkın egemenliğini, fikir özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün, hukuk devletinin, hukukun ve kurumların sadece kalabalığın tüketmesi için kullanılan içi boş sloganlar olduğunu, devletin her bir gerçek testte düşüp parçalandığını, devleti ve toplumu idare eden tek felsefe ve tek inancın, düşüncenin ve siyasetin pusulasını, yolunu ve gayesini belirleyen nüfuzlu yönetici çetesinin çıkarı olduğunu deneyimlediler. Medeniyetin yıldırımı, bu vahşet ve suçlulukla dolu çelişkiyle daha da şiddetleniyor; zira Gazze’de çocukların ve kadınların katledilmesini kınayan tek bir söz veya görüş dahi Batılı laik demokratik devlet tarafından suç ve antisemitizm olarak kabul ediliyor. Bu arada Gazze’deki soykırım eylemi devam ederken ve Batılı laik demokratik devlet de tüm askeri cephaneliği ve siyasi örtüsüyle bu işin içindeyken bu savunulacak bir hak mıdır ve kime karşı?! Bir asırdır mazlum ve yirmi yıldır kuşatma altında olan insanları tecrit etmek için bir karış toprağa karşı; oysa onların tek suçu zalimlerine karşı ayaklanmalarıdır! Böylece Batı halkları, sefil ve insanlık dışı laik sistemlerinin ifraz ettiği barbarlığı ve vahşeti görmeye başladılar ve bugün onun ateşinin bir kısmıyla yanıyorlar.

Mesele Batılı insanın insanlığını analiz edilmesi değil, bilakis bütün mesele, kendi halkını boğan ve onların karnını, insanlığın sahteliği, insan kaygısı, insan sorumluluğu, insan mutluluğu, insan uygarlığı ve insan kardeşliği ile yüklü terimlerle tıka basa doyuran Batılı laik sistemin analiz edilmesidir... Bilakis insanlık dini onlar için yeni icat edilmiş olup insan vücudunda insan kanına doyamayan bir canavarla uyanan halkı, dünyayı ormana çevirmiş ve insanları da kendi avının nesnesi haline getirmiştir. Bir karış toprak üstündeki savunmasız çocuklara ve kadınlara yönelik Batı Siyonist vahşeti ve barbarlığı ve bu barbarlığın hayatta kalanları bir parça ekmekten ve bir yudum sudan mahrum bırakacak şekilde en üst düzeye ulaşmasının karşısında, insan felsefelerinde eşi benzeri olmayan bir akidevi kararlılık ve sabır olmasaydı, bu medeniyet yıldırımı ve şoku olmazdı. Gazze’nin yok edilmesi, insanlığın hayvan seviyesinin altına düşürülmesi olup bu barbar aşağılanmanın nedeni ve özü ise Batı’nın laik, kâfir, cani ve öldürücü sistemidir. Zira Batılı sistem, tüm şerlerin kaynağı ve insani sefaletin ve sıkıntının fabrikasıdır.

Ayrıca mesele, laik, kafir, ahlaksız ve yıpranmış bir sistemin ve onun suçlu, katil ve kokuşmuş medeniyetinin çöküşünü beklemek değildir. Aksine bütün mesele, laik Batılı sistemin yıkılması, medeniyetinin kökünden sökülüp atılması ve onun zalim ülkelerinin enkazının üzerine azim İslam yapısının ve onun Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetinin ikame edilmesi ve insanlığı onun zifiri karanlığından İslam’ın nuruna ve hidayetine çıkarılmasıdır.

Hak ve hakikat Müslüman topluluğu olarak bizim kendisine iman ettiğimiz şeydir; dolayısıyla mesele Batılı insanın küfrünü yıkması meselesi değildir. Aksine iman ve şeri hüküm olarak Müslümanın meselesi, küfrün yıkılması ve İslam sancağını yükselmesidir. Imanımızın, İslamımızın ve alemlere şahitliğimizin gereği işte budur. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَO (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.” [Tevbe 33] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللهِSiz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Al-i İmran 110]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Almanya’da İslamofobi ve Müslümanlara Yönelik Zulüm Artıyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Almanya’da İslamofobi ve Müslümanlara Yönelik Zulüm Artıyor!

Haber:

Almanya'da 5,5 milyondan fazla Müslüman yaşıyor ve bunların çoğu zulüm ve sosyal izolasyondan şikâyet ediyor. Bilirkişi raporu, Almanya’da Müslümanlara yönelik düşmanlığın giderek arttığını, özellikle örtülü kadınların sözlü ve fiziki saldırıya maruz kaldıklarını ortaya koyuyor.(Bağımsız) uzmanlar komitesi, Almanya'da üç yıl süren İslam ve Müslümanlara yönelik düşmanlığın boyutuna ilişkin araştırmasını tamamladı: bu ise toplumsal sorunun derinliğini ortaya koyan ve Almanya'daki Müslümanların statüsünün güçlendirilmesi ve korunması için hükümete tavsiyeler içeren kapsamlı bir rapordur. (Ahbaru’l Yevm)

Yorum:

Raporda araştırmanın, kamuoyu yoklamasına, mezhepsel ve dini eğilimleri analiz etmeye ve entegrasyon sürecini incelemeye odaklandığı ve toplumsal boşlukları ve nüfus bloklarını ortaya çıkarmayı amaçladığı açıktır. Ama raporda, resmi istatistikler, polis raporları, medya raporları veya saldırı olayları, nedenleri veya bunların arkasında kimler olduğu hakkındaki haberler yer almıyor. Bu nedenle sonuçta, Müslümanların sayısındaki artışa ve yaş gruplarına, etnik aidiyetler ve benzerleri gibi istatistiklere odaklanıldığını görüyoruz.

Örneğin raporda, Almanya’daki Müslümanların oranının nüfusun yaklaşık %6,7'sini oluşturduğu, onların sayılarının 5.3-5.6 milyon arasında değiştiği, bunların yaklaşık %47'sinin Alman vatandaşlığına sahip olduğu, gençler arasında Alman vatandaşlığı taşıyanların oranının yaklaşık %68 olduğu ve bunların çoğunun Almanya’da doğduğu geçmektedir. Türk kökenli olanların oranı %43 olup genç kızların %30’u başörtü takıyor, altmış yaş üstü kişilerde bu oran artıyor... ve benzerleri gibi. Bu nedenle örneğin çocuk sayısının oranının ve dini ve etnik kökene bağlı aile üyelerinin sayısını içeren çok sayıda istatistiksel liste ve tablo hazırladılar. Ayrıca yaş gruplarına ve etnik kökene kıyasla dine bağlı olan ve ibadet eden kişilerin yüzdesi de yer alıyor. Dini münasebetlerle sosyal iletişimin yüzdesine ilişkin başka bir tablo da yer aldığı gibi buradaki karşılaştırma ise camileri ziyaret eden Müslümanlar ile Hıristiyanlar ve diğer dinler arasında yapılıyor. Aynı zamanda araştırma, göçmenin gerek kendi ülkesinde gerekse Almanya’da olsun, sosyal derneklere, etnik birliklere veya siyasi partilere üye olma yüzdesini de incelemiştir.

Araştırmanın her iki cinsiyet konusuna odaklandığı ve kadın ve erkeklerin din ve sosyal ilişkiler konularına bağlılık oranlarına ilişkin istatistikler sunduğu gözlemlenmektedir. Ayrıca araştırmada, sadece yaş grubuna göre değil, aynı zamanda Almanya’da doğan ve herhangi bir göçmen kuşağına mensup olan kişilere göre dini ibadetlere bağlılık oranlarına ilişkin tablolar da sunuluyor.

Anket sırasında sunulan soru formu, Alman hükümetinin, 1960'larda ilk yabancı işçinin gelişinden bu yana onlarca yıldır başarısız olmalarının ardından gerçekleştirme çalıştığı entegrasyon süreci olan araştırmanın amaçlarını ortaya çıkarıyor; zira Alman hükümeti ilk yabancı işçiyi sıcak ve onurla karşılamıştı ama hızla bu aşağılamaya ve küçümsemeye dönüşmüş, bu da yabancıların konut komplekslerinde tecrit edilmesine yol açtığı gibi Almanların yabancılarla komşu olmaya isteksizlikleri de Alman vatandaşları ile yabancılar arasındaki uçurumu artırmıştır.

Rapora geri dönecek olursak burada araştırma komitesinin, bu nitelemeler ve ayrımlar yoluyla bireyleri etnik, dinsel ve mezhepsel aidiyetlerine göre ayırarak toplumda kök salmış fikri arka plana dayandığını teyit edebilirim; zira onlar, Müslümanların dine bağlılıklarının boyutunu ve Müslümanlar arasındaki birbirine bağlılığın ve dayanışmanın boyutunu öğrenmekle ilgileniyorlar. Dolayısıyla bir yandan Müslümanlar arasındaki, diğer yandan da genel olarak gayrimüslimler arasındaki istatistiklerde ayırmalarını teyit eden şey işte budur. Bu nedenle onlar, bölünme vurgusunu artırıyorlar, bunu pekiştiriyorlar ve bunu, nüfustaki azınlıkları ayıran ve onları Alman kökenli vatandaşlardan ayıran sosyal bir varlık olarak görüyorlar.

Sonuç olarak İslam, bir karşılaştırma anlamında değil, Allahu Teala’nın şu sözünde temsil edilen bu ırkçı farklılıkları ortadan kaldıran büyük bir kaide koymuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنْثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” [Hucurat 13] Nitekim Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’nin fethedildiği gün yaptığı konuşmada bu kaideye vurgu yapmış ve şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ اللهَ قَدْ أَذْهَبَ عَنْكُمْ عُبِّيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ وَتَعَاظُمَهَا بِآبَائِهَا، فَالنَّاسُ رَجُلَانِ؛ بَرٌّ تَقِيٌّ كَرِيمٌ عَلَى اللهِ، وَفَاجِرٌ شَقِيٌّ هَيِّنٌ عَلَى اللهِ، وَالنَّاسُ بَنُو آدَمَ، وَخَلَقَ اللهُ آدَمَ مِنْ تُرَابٍ. وقرأ الآية “Ey İnsanlar! Allah cahiliye gururunu ve atalarla övünmeyi sizden kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur; Allah katında değerli, doğru, Müslüman kişi ve Allah tarafından hor görülen isyankâr ve inanmayan kişi olup bütün insanlar Adem oğullarındandır. Allah’ta Ademi topraktan yaratmıştır. Ve ayeti okumuştur.” [Abdullah İbn Ömer rivayet etti ve Tirmizi tahric etti]

Artık insanlar arasında adaletle hükmetmek için geri dönmesinin zamanı gelen bu dinin azametine bir bakın.

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” [Maide 50]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Yusuf Seleme

Devamını oku...

Başkanların Gözyaşları!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Başkanların Gözyaşları!

Haber:

Tunus Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kays Said’in internet sitesi 11/05/2024 tarihinde, (Tunus’un başkenti) Rades Olimpiyat Stadyumu’nun ev sahipliği yaptığı uluslararası yüzme yarışması etkinlikleri sırasında, şüpheli tarafların bayrağı indirmeye ve kaldırılmasını engellemeye çalışmasının ardından cumhurbaşkanının ağlayarak Tunus bayrağını kaldırdığı bir fotoğraf yayınladı.

Ayrıca Radyo Mosaïque sitesi, Ben Arus'taki Asliye Mahkemesi soruşturma hakiminin, Ulusal Dopingle Mücadele Kurumu’nun eski genel müdürü olan yüzme üniversitesinin eski rektörü hakkında iki hapishane depozito kartı çıkarmaya ve dikkatine sunulan diğer yedi kişinin ise serbestlik halinin devamına karar verdiğini vurguladı; bu ise, Rades Olimpiyat Stadyumu’nun ev sahipliği yaptığı uluslararası yüzme yarışması etkinlikleri sırasında Tunus bayrağının göndere çekilmesinin engellenmesiyle ilgili davaydı.

Ben Arus Asliye Mahkemesi Cumhuriyet Savcılığı'nın, Tunus bayrağının çekilmesinin engellenmesi olayıyla ilgili olarak dokuz sanık hakkında soruşturma davası açılmasına izin verdiğinden bahsediliyor; bu da devletin iç güvenliğine karşı komplo kurmak, devletin güvenliğine karşı komplo kurmak, mala ve şahıslara saldırmak ve Tunus bayrağını ihlal etmek amacıyla bir anlaşma oluşturmakla ilgili suçlamalar içindir.

Yorum:

Evet, Tunus Cumhurbaşkanı’nın gözyaşlarının, mal ve can güvenliğine yönelik komplonun ve Tunus bayrağının ihlalinin ortaya çıkmasının ağırlığı altında akması, Batı kültürü ve onun yeni kapitalist ideolojisiyle sırtlanlaşan bir zümre sayesinde Müslümanların vahdetini parçalayan ve İslam’ın hükmünü siyasi varoluştan uzaklaştıran Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra galip gelen ülkelerin kararlaştırdığı yeni bölünmenin bir sembolüdür.

Tunus bayrağı, birleştirici Osmanlı İslami Hilafetin devrilmesinden önce ona karşı olan bir isyanın sembolüdür. Tunus bayrağı, Allah’ın indirdikleriyle olan yönetime isyan eden ve ümmet artık tekrar vahdetine dönmesin diye Sykes-Picot’un taksimi üzerinde sebat eden laik Cumhuriyetçiler gibi sömürgeci kâfir Batı'nın oluşturduğu yeni nesil siyasetçilerin bir sembolüdür; dolayısıyla bir bölge veya sömürge ülkesi onun hakkında şikayetçi olsa, diğer bölgeler onu silah ve yardımlarla destekler.

Mısır, Cezayir, Ürdün, Irak, Pakistan, Malezya, Endonezya, Fas ve Tunus'un ulusal başkanlarının gözleri önünde, kapitalist demokrasinin efendileri Yahudilerin, Amerika’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ve diğer kâfir ve laik güçlerin elleriyle Gazze ve Filistin’deki Müslümanların öldürülmesi ve yerinden edilmesi gibi meydana gelenlerden dolayı gözyaşların deniz ve nehirler gibi akmıyor mu; oysa senin için vatanın simgesi olan bayrağı üretenler bizzat onlar olduğu gibi İslam ümmetinden tecrit edilmiş Müslüman bir halka karşı birleşenler de bizzat onlardır?!

Hizb-ut Tahrir olarak bizler sana, senin döneminde adı geçmeyen gelmekte olan bir yönetimi müjdeliyoruz; bu yönetim ise Yahudileri ve küresel kafir başkanları korkutacak, gerek bu bayrakları gerekse cahiliye bayraklarını yırtacak, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in birleştirici bayrağını yüceltecek, kan, yoksulluk ve bağımlılık renklerini temizleyecek ve İslam’ın hükümlerini tatbik ederek ve onu küresel bir risalet olarak taşıyarak kâfir kapitalizmin hükümlerini ortadan kaldıracak olan Hilafettir.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ahmed Tatar - Tunus

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER