حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Amerika
Medya Bürosu
No: ABD–BA–2025–MB–TR–02 |
H. 11 Raceb 1446 M. Cumartesi, 11 Ocak 2025 |
Trump’ın Politikaları, Sömürgeci Dinamiklere Geri Dönüşün Sinyalini Veriyor ve Küresel Huzursuzluğu Tetikliyor
Trump’ın ikinci başkanlık döneminin, ilk döneminden daha kaotik ve yıkıcı olabileceği ifade ediliyor. Meksika Körfezi’nin adının değiştirilmesi, Kanada’nın ilhak edilmesi, Panama Kanalı’na el konulması ve ulusal güvenlik gerekçesiyle Grönland’ın satın alınması yönündeki son açıklamaları, ABD dış politikasında dramatik bir değişim yaşanacağının sinyallerini veriyor. Biden yönetiminin, dünya çapında otoriter rejimlere destek vermesinin, Filistin’de etnik temizlik yapan ve askeri saldırganlığı sürdüren Siyonist varlığa arka çıkmasının ardından, sanki liberal değerler dönemi sona ermiş ve askeri sömürgeci emelleri çağrıştıran bir gündem benimsenmiş gibi görünüyor.
Cumhuriyetçiler, Trump’ın provokatif açıklamalarını kınamak bir yana, onun cesur dış politika hamlelerini büyük bir coşkuyla desteklediler. GOP’un birçok üyesi, Trump’ın bu tekliflerini Amerikan istisnacılığının ve stratejik vizyonunun bir simgesi ve kanıtı olarak değerlendirdiler. Kanada’nın ilhak edilmesi veya Grönland’a zorla el konulması önerisi, NATO’nun bir üyesine yapılan saldırıyı tüm üyelere yapılmış bir saldırı olarak gören NATO’nun 5. Maddesi uyarınca bir NATO müdahalesine yol açabilir. Dolayısıyla böylesi bir yaklaşım ciddi riskler taşımaktadır. Benzer şekilde Cumhuriyetçiler, Amerika’nın Batı Yarımküre’deki üstünlüğünü göstermek amacıyla Meksika Körfezi’nin adını değiştirme fikrini de desteklediler.
Ancak Avrupa liderleri, Trump’ın Grönland’ı satın alma ve Kanada’yı ilhak etme önerisine açıkça karşı çıktılar. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, Fransız radyosunda yaptığı açıklamada, “Kim olursa olsun Avrupa Birliği’nin egemen sınırlarına saldırmasına asla izin verilmeyeceğini” söyledi. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz da, ‘Sınırların dokunulmazlığı ilkesinin, küçük- büyük, güçlü-zayıf tüm ülkeler için geçerli oluğunu” belirtti.
Danimarka’nın ise daha uzlaştırıcı bir tutum sergilemesi, Avrupa Birliği’nin Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı direnç gösterme konusundaki genel yetersizliğini gözler önüne serdi. Kopenhag’ın, Trump’ın güvenlik endişelerine yanıt vermeye istekli olduğuna dair bir tutum sergilemesi, zayıflık olarak değerlendirildi. Bu tepkiler, Trump yönetimindeki Amerika’nın öngörülemezliğine karşı Avrupa’nın daha ihtiyatlı bir tutum sergilemesiyle transatlantik ayrışmanın artmakta olduğunu ortaya koysa da daha temel bir meseleyi ele almaktan yoksundur.
“İsrail”in Gazze’de işlediği soykırım ve Filistin, Güney Lübnan ile Suriye topraklarını ilhak etmesi, yerleşimci sömürgeciliğin acımasız vahşetini tüm dünyaya gözler önüne sermiştir. Bu eylemler, uluslararası hukukun ulusal sınırların dokunulmazlığı ve işgal altındaki bölgelerin statüsüyle ilgili ilkelerini açıkça ihlal etmektedir. Daha da üzücü olan, dünya genelinde bu duruma verilen tepkinin bölünmüş olup etkisiz kalmasıdır. Güneydeki ülkeler de dahil olmak üzere birçok İslam ülkesi, Yahudilerin Gazze’de işlediği soykırıma büyük ölçüde sessiz kalırken, Batılı güçler, Yahudi varlığını uluslararası forumlarda savunmaya devam etmekte ve silah satışlarıyla eylemlerini aktif olarak desteklemektedirler. Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama kararı çıkarmasının ardından, bu kuruma yönelik yaptırımlar içeren bir yasa tasarısını kabul etti. Bu tavır, uluslararası adaleti baltaladığı gibi, yerleşimci sömürgeciliği meşrulaştırmakta ve sömürgecilik döneminin uygulamalarını yansıtmaktadır.
Bu perspektiften bakıldığında, Amerika’nın Monroe Doktrini’ni yeniden hayata geçirme çabalarının ötesinde, Trump yönetimi altında Pax Americana’yı eski bir Avrupa imparatorluğu modeline dönüştürme amacı taşıdığı gözlemlenmektedir. Bu model, ulusal güvenlik ile bağlantılı stratejik endişeler ya da değerli kaynakların kontrolü gibi nedenlerle, özellikle yükselen bir İslam uygarlığından kaynaklanan rekabet korkusu nedeniyle diğer ulusları sömürgeleştirmeyi amaçlamaktadır. “Güçlü olan haklıdır” zihniyetinin yeniden canlanması, uluslararası düzeni 1945 öncesi döneme geri götürmekte ve büyük güçlerin zayıf ulusları kontrolsüz şekilde ilhak etme olasılığını ve riskini artırmaktadır.
Bu şartlar altında, Hilafetin yeniden doğuşu için gereken şartların giderek oluştuğu gözlemlenmektedir. Uluslararası hukukun zayıflaması ve Batılı güçlerin meşruiyet kaybı, Hilafetin, Müslümanları birleştirme politikası benimsemesi için uygun bir zemin yaratmaktadır. Bu gelişme, sömürgeci güçlere karşı zayıf uluslara koruma sağlamak ve aynı zamanda İslam adaletini uygulama imkânı sunmak açısından İslam Devleti için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Bu durum, acaba Müslüman dünyasının orduları arasında, mevcut küresel koşullardan faydalanarak Hilafeti tesis etmek ve dünyada barış ve adaleti yeniden sağlamak için harekete geçecek birileri yok mudur? sorusunu gündeme getirmektedir.
حزب التحرير Hizb-ut Tahrir Amerika Medya Bürosu |
Adres Bilgileri ve Web Sitesi Telefon: |