Sialkot’ta bir gayri Müslim’in öldürülmesi ve yakılması olayının ardından Pakistan Müslümanları ile laik devlet arasındaki uçurum iyice netleşti. Müslümanlar ve âlimler, Sialkot olayını kınasa da liberal yönetici elit, olayın Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in onurunu korumakla alakalı olduğunu söyledi. Batı düşüncesine hayran kalanlar, öyle ileri gittiler ki, dine olan düşkünleri ve Şeriatı uygulama kararlılıkları nedeniyle Müslümanların her şeyi yapabileceklerini iddia ettiler. Gerçekten de Batılı efendileri gibi mevcut laik yöneticiler de, Allah’ın indirdiğiyle yönetimi ve dinin kutsallıklarının korunmasını aşağılamaktadır. Müslümanların Hilafeti yeniden kurma ve İslam’ı kapsamlı bir şekilde uygulama arzusunu “aşırılıkçılık” olarak görmektedir. Bu nedenle Sialkot olayından hemen sonra yönetici elit, “aşırılığı” yok etmek için acımasız Ulusal Eylem Planının yenileneceği tehdidinde bulundu. Arada uçurum var, çünkü mevcut laik, liberal devlet, Batı düşünce ve ideolojisi hayranı iken Müslüman kitleler İslam ideolojisi ve dini hayranıdır. Üstelik egemen sınıf, Ulusal Eylem Planı aracılığıyla İslam’a daveti zorla bastırmak istemekte, Müslümanları Batılı, liberal düşünceye boyun eğmeye zorlamaktadır.

Burada sorulması gereken soru şu: yönetilecekleri ideoloji ve düşünceyi halk mı belirler yoksa devlet kendi ideoloji ve düşüncesine halka zorla dayatabilir mi? Böyle bir durum, güvenli, istikrarlı ve sürekli gelişen bir toplum üretir mi? Halk ile devlet arasında uçurum var. Bu da Sialkot olayı gibi olaylara, devlete, kurumlara ve yapılarına derin bir güvensizlik duyulmasına yol açmaktadır. Aslında, Pakistan’ın mevcut liberal, laik devleti, yapay bir devlettir. Sömürgeci İngiliz Raj’ın Alt Kıta’da Batı yasalarına dayalı kurduğu bir devlettir. İslam Devleti kurmak için mücadele eden Müslümanların İslami duygularıyla örtüşmemektedir. Dolayısıyla yöneticilerin ideolojisi ve düşüncesi, Müslümanların dini ve İslami düşüncesiyle sürekli bir çatışma halindedir. Devlet, Batılı laik düşünceyi savunurken, Müslümanlar Şeriat’in uygulanmasını ve Hilafetin yeniden kurulmasını istemektedir.

Hilafet, sadece erkeklerden alınan cizye karşılığında tüm gayrimüslim vatandaşlarının güvenliği sağlar. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَنْ قَتَلَ مُعَاهَدًا لَمْ يَرَحْ رَائِحَةَ الْجَنَّةِ، وَإِنَّ رِيحَهَا يُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ أَرْبَعِينَ عَامًا  “Kim emanlı birini öldürürse, kokusu kırk yıllık yolculukta geldiği halde cennetin kokusunu alamaz.” ^[Buhari] Şeriat mahkemeleri, Müslüman veya gayrimüslim vatandaşları arasındaki davaları Kur’an-ı Kerim ve Sünneti Şerif ışığında karara bağlar. Halife de Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in onuru da dâhil olmak üzere İslami kutsalların korunmasından sorumludur. Şanlı İslam döneminde Hilafet, sadece zimmi vatandaşlarının haklarını ve güvenliklerini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda tehdit ve cihat yoluyla Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in onurunu da korudu. Bugün bile Hilafet sadece Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kutsallığını korumakla kalmayacak, aynı zamanda gayrimüslim vatandaşlarının güvenliğini de garanti edecek, devlet ile toplum arasındaki uçurumu etkin bir şekilde yok edecektir. Pakistan, Ulusal Eylem Planı yerine nusret ehlinin çürük laik devleti yıkacak adım atmasını, Hilafetin yeniden kurulması için Hizb-ut Tahrir’e nusret vermesini bekliyor.