29 Haziran 2014 tarihinde Irak Şam İslam Devleti [IŞİD] tarafından Hilafetin ilan edilmesinden itibaren tüm dünya, Hilafete yönelik uluslararası medyanın görülmemiş ilgisine tanık oldu. Bu heyecan ve ilgi Rus medyasını da teğet geçmedi. Hilafet ile ilgili haberler, Runet sitelerinde büyük başlıklar halinde verildi: "Rusya'nın ana düşmanı yeni Hilafettir" "Hilafet 2.0" vb. Hemen hemen her yayın, TV kanalı ve haber ajansı, İslam Devleti konusu hakkında spekülasyonu kendilerine görev addettiler. Aslında çoğu yayın ve raporların ana fikirleri aşağıdaki gibiydi:

• Hilafet, gerici Ortaçağ devletidir. Ağır cezai yaptırımlar, devletin otoritesinin saçma anti-demokratik yapısı bu devletin ana özelliğidir.
• 1924 yılında Hilafetin kaldırılmasından sonra yeniden onu kurmak için yapılan tüm girişimler, sadece cihat örgütleri tarafından yürütülmüştür.

Hizb-ut Tahrir, 1953 yılından beri Hilafetin kurulması çağrısında bulunmaktadır. Parti, bu konuda birçok çalışmalar yaptı, yeniden Hilafetin kurulması ve İslam Devleti Hilafetin işleyişi konusunu ele aldı. Hilafet projesi hakkında medyaya çok yanlış bilgiler sızdırıldı. Bu amaç için IŞİD eylemleri ve ifadeleri kullanıldı. Bu nedenle biz aşağıdaki hususları açıklığa kavuşturmak istiyoruz:

1- IŞİD örgütü tarafından Hilafetin ilan edilmesinin hiçbir şeri dayanağı yoktur. IŞİD, hâlâ askeri bir grup olma özelliğini korumaktadır. Buna göre Ebu Bekr el-Bağdadi de Müslümanların Halifesi değil, hâlâ bu örgütün lideridir. Devlet dinamiklerinin olmaması, iç ve dış tehditlere karşı güvenliğin sağlanmaması, İslam Devleti Hilâfetin kurulmasına olanak vermez.

2- İslam Devleti Hilâfetin kurulmasının metodu, İslam'a davet eden, Medine halkı tarafından kabul edilene kadar 10 yıl boyunca büyük Arap kabilelerine Allah'ın Şeriatını sunan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in metodudur. Aynı metot, yarım yüzyıldan fazla Hilafetin kurulması için siyasi çalışmaya önderlik eden ve bu proje ile ilgili tüm soruları insanlara açıklayan Hizb-ut Tahrir tarafından takip edilmektedir.

3- Hilafet, İslam'a dayalı benzersiz bir siyasal sistemdir. Hilafet Devletinin tarihi, sadece İslami sistemin yönetime uygunluğunu değil, aksine bugün tüm diğer mevcut sistemler üzerindeki üstünlüğünü de gösteriyor. Hilâfet, bazı Rus medyasının da sunmaya çalıştığı gibi vatandaşları terörize etmez, onlara zulüm yapmaz. Hilâfet, tüm insanlığa gönderilen İslam'ı uygulayan bir devlettir. İslami değerler, insan tabiatına uygundur ve Müslüman veya Yahudi veya Hristiyan olup olmasına bakmaksızın insanların sorunlarını çözer. Bizim ifadelerimiz asılsız değildir. Aksine herkes tarafından bilinen gerçeklere dayalıdır. Çünkü İslami Hilâfetin uzun geçmişi, İslami sistemin uygulanmasının, en iyi şekilde devletin ve toplumun temel ilkelerini koruduğunu kanıtlar. Ne yazık ki tam olarak bugün sözde "demokratik ülkeler" ya da Rusya'da bunları görmek mümkün değildir. Aksine bugün biz, toplumun hızla bozulduğuna, devletin, insanları ahlaksız demokratik değerlerin yayılmasından koruyamadığına tanık oluyoruz.

4- Bugün bütün insanlık, demokrasinin iç çelişkilerle parçalandığına, sözde "hak ve özgürlüklerin" Batı toplumlarını nasıl kritik noktaya getirdiğine şahit oluyor. Demokrasi, temel aile değerlerini bile yok etti. Çünkü insanın tutku ve arzularından gelen bu değerler sisteminin bizatihi kendisi ahlaksızlıktır. Bu yüzden biz, Müslümanların, tam ve adilane şekilde tebaasını koruyan, topluma gerçek insani değerleri geri getiren bir devlet içinde yaşamak istemelerini oldukça doğal görüyoruz. İnsanlar, "balığın balığı yediği" ve maddi yararın eylemlerin tek ölçüsü olduğu bir toplumda yaşamaktan yorgun ve bitkin düştüler. İslami siyasi parti olan Hizb-ut Tahrir, değerler sistemi insanlardan değil, Yaratıcıdan gelen İslam'ı uygulamak için çalışıyor. Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devletini kurarak Müslüman toprakları tekrar İslam'a iade etmek için çalışmakta ve İslam'ın ön kabulleri hakkında daha derin bir anlayışa sahip olmaları için onları Batı toplumlarına sunmaktadır. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

مَثَلُ الْقَائِمِ عَلَى حُدُودِ اللَّهِ وَالْوَاقِعِ فِيهَا، كَمَثَلِ قَوْمٍ اسْتَهَمُوا عَلَى سَفِينَةٍ، فَأَصَابَ بَعْضُهُمْ أَعْلاهَا وَبَعْضُهُمْ أَسْفَلَهَا، فَكَانَ الَّذِينَ فِي أَسْفَلِهَا إِذَا اسْتَقَوْا مِنَ الْمَاءِ، مَرُّوا عَلَى مَنْ فَوْقَهُمْ، فَقَالُوا: لَوْ أَنَّا خَرَقْنَا فِي نَصِيبِنَا خَرْقًا، وَلَمْ نُؤْذِ مَنْ فَوْقَنَا، فَإِنْ يَتْرُكُوهُمْ وَمَا أَرَادُوا هَلَكُوا جَمِيعاً، وَإِنْ أَخَذُوا عَلَى أَيْدِيهِمْ نَجَوْا وَنَجَوْا جَمِيعًا "Allah'ın hudutlarını koruyan ile bunları aşan kimseler; kura sonucunda bir kısmı geminin güvertesine bir kısmı da alt kata yerleşen gemi yolcularına benzerler. Su ihtiyaçlarını karşılamak için sürekli üst kata uğramak mecburiyetinde olan alt kattakiler: "Biz bulunduğumuz yerde bir delik açarsak ve yukarıdakilere hiç dokunmasak' derlerse ve yukarıdakiler de bunları arzularına göre bırakırsa hepsi helâk olur. Onları engellerlerse hepsi kurtulur."