Pazar, 22 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/24
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

بسم الله الرحمن الرحيم

03 Mart 1924: Bugün, Resulullah [SallAlahu Aleyhi ve Sellem]'in Kurduğu Devletin Yıkıldığı Bir Gündür!

كانت بنو إسرائيل تسوسهم الأنبياء، كلما هلك نبي خلفه نبي، وإنه لا نبي بعدي، ولكن ستكون خلفاء فتكثر. قالوا: فما تأمرنا: قال: فوا ببيعة الأول فالأول "İsrail oğulları, nebiler tarafından siyaset ediliyordu (yönetiliyordu). Bir nebi vefat edince, bir diğer nebi ona halef oluyordu. Ancak benden sonra nebi yoktur. Halifeler olacak da çoğalacaktır." Dediler ki: "Öyleyse bize ne emredersiniz?" Dedi ki: "İlk olana, ilk olana biatinize sadakat gösterin." [Sahih-i Müslim]

Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Medine-i Münevvera'da kurmuş olduğu devlet, -birbirini takip eden Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidî Hilafet'ten- önce bilinen yönetimin en üst modelini temsil ediyordu.

Raşid Halifelerin ardından gelen Halifeler, durumlarında farklılıklar göstermişlerdir. Mesela onlardan en bariz olan Ömer İbn-u Abdulaziz, Muhammed Fatih, Kanunî Süleyman ve İkinci Abdulhamid çok büyük yöneticilerdi. Hatta onlardan durumu en düşük olanlar bile bugün İslam dünyasındaki mücrim yöneticilerden daha iyidirler. Nitekim Osmanlı döneminde borçlarının ağırlığından dolayı Hilafet zayıfladığında bile hala uluslararası sahada büyük bir gücü bulunmaktaydı. Çünkü Hilafet, sadece İslam Sistemi'nden başkasıyla yönetmemekle ve yönetmeyi bile düşünmemekle kalmamış, bilakis aynı şekilde devletin ve Ümmetin vahdetini korumak için de mücadele etmiştir.

89 yıl önce, yani 03 Mart 1924'de, (Birinci Dünya Savaşı'nın ardından) Hilafet'in uzuvlarının koparılmasından birkaç yıl sonra ve -Mustafa Kemal'in Ankara'da, Habibimiz Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in kurduğu bir yönetim modeli olan Hilafet Devleti'ni ilga etmesiyle- meydana gelen fikrî düşüşten uzun bir süre sonra Hilafet'in ilga edilmesinin İslam dünyasında büyük bir şok etkisi olmuş ve Hilafet'in ilga edilmesini, "İslam ve hadaratın her biri için bir felaket olarak" nitelendirmişlerdir. Nitekim o günkü uyanık kimseler, bundan sonra İslam dünyasının "bozukluk ve kaos" tuzağına düşeceğini beklemekteydiler. Maalesef tahminlerinin doğruluğunu kanıtladılar. Zira o zamandan bu yana Ümmet parçalandı, sömürüldü, istismar edildi ve işgal edildi. Hala da Müslümanlar şu ana kadar yaşamış oldukları sefaletin üstesinden gelmenin yolunu aramaktadırlar.

Müslümanlar, Hilafet'in ortadan kaldırılmasının ardından on yıllar boyunca Batılı kapitalist sistemini ve yönetimlerini zalim tagutların ve fasit demokrat politikacıların idare ettiği ulusalcı devlet modelini arzulamaya devam etmektedirler. Hilafet Devleti'nin yıkılmasından bu yana İslam'ın uygulanması, bireysel inançlar, namaz, Ramazan ayında oruç ve haccın farziyeti ile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bireysel ibadetlerde Nebevî Sünneti takip ediyoruz ama siyaset ve yönetim noktasındaki sünnetini terk ediyoruz! Oysa Hilafet Devleti'nin olduğu bu azim kurum sayesinde Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bu Ümmete, siyasetin nasıl uygulanacağını, toplumun ve devletin işlerinin Müslümanların ve gayrimüslimlerin lehine nasıl idare edileceğini öğretmiştir.

Hilafet Devleti, Ümmetin vahdetini temsil etmekteydi. Zira Hilafet, bu Ümmetin emiridir. Nitekim Allahu [Subhânehu ve Teâlâ], şöyle buyurmaktadır:

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hepiniz toptan sımsıkı Allah'ın ipine [dinine] sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz." [Âl-i İmrân 103]

Dolayısıyla Hilafet, bu vahdeti sağlayacak olan şeriatın pratik yoludur. Zira Hilafet Devleti'nde insanları birbirlerine bağlayan tabiiyetlik ilişkisidir. Dolayısıyla gerek Müslüman gerekse gayrimüslim olsun İslamî Devletin tabiiyetini taşıyan herkes, ayrımcılıktan korkmaksızın onun tebaasındaki tüm haklara sahip olurlarken tamamının üzerine düşen, "[لهم ما للمسلمين من الإنصاف وعليهم ما على المسلمين من الانتصاف] Müslümanların sahip olduğu insaf onlar için vardır ve Müslümanların aradığı insaf onlar için de vardır" şeklindeki genel şerî kaideye göre tüm kanunlara uymalarıdır. Bu yüzden Hilafet Devleti, Allahu Teâlâ'nın Kur'an-il Kerim'deki şu kavline bağlı kalarak Aşiret ve etnik kökenine bakmaksızın tüm tebaanın işlerini gözetecektir:

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ "Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok ittikâ edeninizdir." [Hucurât 13]

İslam'ın vahdet sistemi ortadan kalkınca Ümmet, ulusalcı devletçiklere bölündü ve milliyetçilik ve mezhepçilik tehlikesi, ülkemizde ve halkımız arasında savaş, çatışma, bölünme ve fitneden başka bir şey getirmedi.

Hilafet Devleti, otoritenin Ümmete ait olduğu siyasî bir sistemdir ve Ümmetin, İslam'ın hükümlerine göre Halife'yi muhasebe etmesi vaciptir. Nitekim efendimiz Ebu Bekir Sıddîk [Radıyallahu Anh], Halife olarak yönetime geldiğinde Müslümanlara şu şekilde bir hutbe okudu: "Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin üzerinize yönetici oldum. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer hata edersem beni düzeltin... Allah ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Şayet Allah ve Resulüne isyan edersem artık bana itaat etmeniz gerekmez."

Hilafet, hükümetin muhasebe edilmesini zorunlu kılmıştır. Çünkü Allahu [Subhânehu ve Teâlâ], emr-i bil marufu ve'n nehyi an-ilmünkeri İslam ümmetinin üzerine vacip kılmıştır. Nitekim Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

والذي نفسي بيده لتأمرن بالمعروف ولتنهونَّ عن المنكر أو ليوشكن الله عز وجل أن يبعث عليكم عذابا من عنده ثم تدعونه فلا يستجاب لكم "Nefsim elinde olana yemin olsun ki; ya marufu emreder ve münkerden sakındırırsınız yada Allah, katından size bir azap gönderir. Sonra O'na dua edersiniz ama (artık) icabet edilmez." [Tirmizi]

Bundan dolayı şeriattaki yargı otoritesinin dallarından biriyle de yöneticiler ve tebaa arasındaki yargılar kasdedilmektedir. Bu da yönetimdeki akit şartlarına muhalefet etmesi halinde Halife'yi azletme yetkisi olan Mezalim Yargısı [Kadâsı] olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla İslam, siyasî partileri yöneticileri muhasebe etmeye teşvik etmektedir. Sonra Ümmetin seçmiş olduğu temsilcilerden oluşan Ümmet Meclisi'nin de yöneticileri muhasebe etmesi vacip olduğu gibi onun yöneticiler üzerindeki haklarından biri de onunla meşverette bulunmasıdır. Ayrıca bağımsız medya organları da aynı şekilde yapmış olduklarından dolayı hükümeti muhasebe edip inceleyecektir. Oysa demokrasinin, hükümeti muhasebe etmenin tek yolu olduğunu iddia ettikleri bir sırada aslında Pakistan, Bangladeş, Irak ve Afganistan gibi ülkelerdeki sözde demokratik sistem, Ümmetin iliğini kurutan, Ümmetin milyon ve milyarlarca servetini yutan ve ülkemizin kapılarını, iğrenç sömürgeciliğin planları için açan fasit yöneticiler ortaya çıkarmaktadır.

Ekonomik boyutta ise ülkemiz, borçlar, yoksulluk, eşitsizlik ve ekonomik sömürü bataklığında boğulmaktadır. Bu ise Ümmetimizin, birçok doğal kaynaklara, geniş verimli tarım arazilerine ve bol insan gücüne sahip olduğu bir zamanda meydana gelmektedir. Nitekim bu durumun nedeni, bugün bu ümmetin işini üstlenen laik politikacılardır. Zira onlar, kaynaklarımızın Batı'nın elinde kalmaya devam etmesini sağlamak için İMF ve Dünya Bankası'nın politikalarını uygulamak amacıyla Ümmetin servetini çalmak ve sömürgeci güçlere yardım etmek için yatırım yapmaktadırlar. Dolayısıyla açıkça İslam ekonomisinin hükümlerini tatbik edecek sadık İslamî liderliğin dışında hiçbir kimse Ümmeti bu mevcut durumdan çıkaramaz. Zira Halife'nin rolü, -zekat, öşür, haraç ve cizye gibi- gelirler ile aynı şekilde kamu mülkiyetleri ile devlet mülkiyetleri gelirleri gibi İslam'ın izin verdiği her türlü geliri toplamak ve bunları Ümmetin işleri için harcamaktır. Örneğin her bir vatandaş, gıda, giyim ve meskene muhtaç olduğu gibi erkek ya da kız olsun her bir çocuğun eğitiminin sağlanması da gerekir. Aynı şekilde devletin, sağlık ve askerî teçhizat için de harcama yapması gerekir.

İslam dünyası, sorunlarının stresiyle inlemekte olup bir alternatife muhtaçtır ki bu alternatif de İslamî Hilafet Devleti'dir. Nitekim Arap Baharı ayaklanmalarının ardından Mısır ve Tunus, hala siyasî krizin ve kötü idarenin içerisinde boğulmaya devam etmektedir. Çünkü beşerî sistem hala esas olarak kalmaya devam etmektedir. Dolayısıyla akidemize dayalı, kimliğimiz, tarihimiz ve kültürümüzle örtüşen, elinde siyasî, ekonomik ve içtimai olmak üzere çeşitli sorunlarımıza yönelik pratik çözümler olan bir hükümet ortaya çıkarmaya muktedir olan sadece Hilafet Sistemi'dir. Bundan daha da önemlisi sadece Hilafet Sistemi'nin sayesinde Allahu [Subhânehu ve Teâlâ]'nın rızasına nail olabiliriz.

Uzun yıllar boyunca dünyaya hükmeden Batılı kapitalist sistem, daha önceden olduğu gibi bugün de kibirlilik yapmakta ve başka küresel krizler oluşturmaktadır. Ayrıca Batılı güçler, Afganistan ve Irak'a açmış olduğu emperyalist savaşlarda güç sınırlarını aşmıştır. Hatta toplumları, parçalanmış aileler ve toplumsal sorunlarla doludur. Dolayısıysa insanlar politikacılarına, giderek daha fazla yolsuzluk yapan ve bankalara ve büyük ticarî şirketlere boyun büken kimseler olarak bakmaktadır.

Sistemlerinin gücüne karşı olan ümitsizlikleri altında büyük şirketler tarafından desteklenen politikacılar ve medya organları, İslam'ın Nebisi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e iftira atmaktalar ve Hilafet Yönetim Sistemi'ni, gerici ve aşırıcıların rüyaları olarak nitelendirmektedirler. Bunun nedeni ise Hilafet Sistemi'nin İslam dünyasındaki siyasî, ekonomik ve askerî hegemonyalarına meydan okuyacağını bilmeleridir.

Ey Kardeşlerim ve Bacılarım!

İngiltere'de yaşayan Müslümanlar olarak bizim üzerimize düşen, İslam'a, Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e, onun yönetim sistemine ve İslam şeriatına yönelik bu yalanlara meydan okumaktır. Bilakis aslında bizim üzerimize düşen, bugün dünyada yaşayan ve yolunda şüpheye düşen insanlara bunun alternatifini sunmaktır. Dolayısıyla komşularımızı, arkadaşlarımızı ve diğerlerini İslam'a davet etmek yoluyla onlara, İslam akidesinin akla nasıl kanaat getirdiğini, insanın fıtratıyla nasıl örtüştüğünü ve insanlığın sorunlarını çözmeye nasıl muktedir olduğunu açıklamalıyız.

Resulullah [SalAllahu Aleyhi ve Sellem], ilga edilmesinin ardından Hilafet'in Nübüvvet Minhacı Üzere yeniden geri döneceğini vaat etmiştir. Zira Resulullah [SalAllahu Aleyhi ve Sellem], diktatör yönetim döneminin ardından şu şekilde olacağını buyurmuştur:

ثمّ تكون خلافة راشدة على منهاج النبوة، ثم سكت "Sonra Nübüvvet Minhacı Üzere Raşidî Hilafet olacaktır. Sonra sustu." [İmam Ahmed'in Müsnedi]

O halde bu dönüşü bekleyip bugün gördüğümüz nebevî yönetim sistemi için bu korkunç bozukluğu çürütmek bizim üzerimizdeki bir hak değil midir? Müslümanlar olarak bizim görevimiz, bu yönetim modelinin görüntüsünü çarpıtıp korku saçan medya organlarını terk etmek yerine bu yönetim modelini öğrenmek ve onun hakikatini başkalarına anlatmak değil midir?

Ey Kardeşlerim ve Bacılarım!

Hilafet, Rabbinizin vaadi ve nebinizin müjdesi olduğu gibi dahası o, farzların tacıdır.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Britanya


H. 19 Rabi’-ul Âhir 1434
M.  Cuma, 01 Mart 2013

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER