بسم الله الرحمن الرحيم
Hizb-ut Tahrir'den, Doğu'da Endonezya'nın Bulunduğu Pasifik Okyanusu'ndan Batı'da Fas'ın Bulunduğu Atlas Okyanusu Kıyılarına Kadar, Müslümanların Beldelerindeki Tüm Yöneticilere, Krallara, Başkanlar
Allah'a hamd olsun, Salât ve Selâm da Rasûlullah'ın, Ehlinin, Ashâbının ve ona tabi olanların üzerine olsun ve ba'd:
Bildiğiniz gibi, bir süredir, Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması için sizden nusret talep etmek üzere sizlere ne bir heyet gönderiyoruz, ne de bir mektup yazıyoruz. Çünkü can kulağı ile işitiyor ve çıplak gözle görüyoruz ki sizler Hilâfet'i arkanıza atmaktasınız ve Allah'ın Kitâbı ile Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden, Hilâfet'in kurulması için çalışmayı farz kılan, daha da ötesi Müslümanların boyunlarında bey'ata müstahak bir Halîfenin çıkarılması için çalışmaktan geri kalanın ölümünü câhiliye ölümü haline getiren sahîh şer'î delîllere isyân etmektesiniz. Nitekim İmâm Muslim'in, Abdullah ibn-u Ömer'den tahriç ettiği hadîs-i şerîfte Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur: وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda bey'at olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölür." Bu ise böylesi bir çalışmadan geri kalanlara duçar olacak günahın büyüklüğüne delâlet etmektedir.
Bu durum, halkın fertlerinden bir fert olarak Müslüman hakkındadır.
Yöneticilere gelince; elbette onların azâbı daha şiddetli, günahları daha büyüktür. Allah Subhânehu onlara vaatte bulunmuştur; Allah'ın indirdikleri ile de yönetmeyen, Hilâfet'i de îlân etmeyen yöneticilere, Allah'ın yasakladıklarını yapan, Kâfirlerle dostluk kuran, onlara sevgiyle yaklaşan, onlar yanında izzet arayan yöneticilere, işte bütün bu yöneticilere Allah, oldukça şiddetli bir vaatte bulunmuştur:
Allah'ın indirdikleri ile yönetmeyen ve İslâm'ı da inkâr eden yöneticiyi, Allah'ın âyetleri küfür ile vasfetmiştir. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâ'ide 44]
Allah'ın indirdikleri ile yönetmeyen, ancak İslâm'ı da inkâr etmeyen yöneticiyi ise âyetler fısk ve zulüm ile vasfetmiştir. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir." [el-Mâide 45] Ve şöyle buyurmuştur: وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [el-Mâ'ide 47]
Allah'ın yasakladıklarını yapan, İslâm ve Müslüman düşmanı Kâfirlerle dostluk kuran, onlara sevgiyle yaklaşan, onlar yanında izzet arayan yöneticiler, muhakkak ki kendileri için elîm bir azap bulunan münâfıklar zümresi hakkındaki apaçık âyetlerin kapsamındadırlar. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1] Ve şöyle buyurmuştur: بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için çok elîm bir azap olduğunu müjdele! (138) Onları ki Mü'minleri bırakıp da Kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) onların yanında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izzetin tamamı Allah'a aittir." [en-Nisâ 138-139]
İşte bütün bunlar ve söz konusu vâkıanız sebebiyle size karşı böyle bir tutum takınıyor, bildiğiniz gibi, bir süredir, Hilâfet'in kurulması için sizden nusret talep etmek üzere sizlere ne bir heyet gönderiyor, ne de bir mektup yazıyoruz.
Fakat son zamanlarda iki hususun vâkıası şiddetlendi, hacmi büyüdü ve bu da bizi başka bir tutum takınmaya yöneltti. Bu iki husus şunlardır:
Birincisi: Müslümanların Hilâfet meselesine dikkat çekici bir yöneliş ile yönelmeleridir. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in Hilâfet konusunda geçmişte düzenlediği konferanslara, seminerlere ve oturumlara onlarca yahut yüzlerce kişilik katılımlar görülürken, şu anda binlerce, hatta yüz binlerce ve daha fazla sayıda katılım göstermektedirler. Bu da Hilâfet'in, yalnızca fikrî yönden değil, aynı zamanda amelî yönden de Müslümanların meselesi haline gelmeye başladığına işaret etmektedir.
Dolayısıyla bu hususu dikkate alan ve üzerinde tefekkür eden yöneticiler, Müslümanların Hilâfet'e, kurulması için çalışmaya ve onu desteklemeye dönük bu kalabalık yönelişinin aksine hareket edemezler.
İkincisi: Batı'nın, bilhassa Amerika'nın bu İslâmî bölgeye yönelik yeni stratejisidir. Zîra onlar, kargaşa tohumları ekmekte, ayrılık ateşleri körüklemekte, sonra saldırganlık ve düşmanlık fitilleri ateşlemektedirler. Sonra çeşitli yeni yönetim planları çizmektedirler; federalizm, konfederalizm, özerklik... Buna terettüp eden ise, rollerini tüketen yöneticilerin atılacak, böylelikle Allah'ın indirdikleri ile yönetmemelerinden ve Allah düşmanlarını dost edinmelerinden ötürü evvelemirde dînlerini kaybetmelerinden sonra dünyalarını da kaybedecek olmalarıdır.
Dolayısıyla bu hususu dikkate alan ve üzerinde tefekkür eden yöneticiler, bunda bir ibret, hem de nasıl bir ibret göreceklerdir.
İşte bu iki husus üzerinde çok durduk, sonra size gönderdiğimiz bu mektup ortaya çıktı. Bilginiz olsun, mektup gönderilme açısından sizleri üç kesim olarak görüyoruz:
Birinci kesim: Devlet dinamiklerine sahip İslâmî beldeleri yöneten, heyetimiz yoluyla zor da olsa ulaşabildiğimiz kesimdir. Bu kesime mektubumuzu heyetimizle taşıyarak ulaştırıyoruz.
İkinci kesim: Devlet dinamiklerine sahip İslâmî beldeleri yöneten, fakat emniyet birimleri ve şerîr zebânileri ile kendini çevreleyip, heyet veya ferd vasıtasıyla hak sözün kendisine ulaşmasını engelleyen kesimdir. Bu kesime mektubumuzu heyet dışında başka bir vesileyle ileteceğiz.
Üçüncü kesim: Devlet dinamiklerine sahip olmayan İslâmî beldeleri yönetenler ile kendilerine ulaşılmasının bir yararı olmayan kesimdir. Bu kesime ise mektubu göndermekte acelemiz yoktur.
Bu şekilde sizleri üç kesim halinde görüyoruz ve bu mektubu ona göre ulaştırıyoruz.
Ey Müslümanların Beldelerindeki Yöneticiler!
Diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'i böylesine cüretkâr kılan nedir ki gelip kapılarımızı zorluyor, bize sıfatsız hitap ediyor? Yakaladığımızda nasıl yakaladığımızı bilmez mi hiç? Sonra gönderdiği heyetin kendisine sâlimen dönüp dönmeyeceğinden endişe etmez hiç?
Deriz ki size sıfatsız hitap ediyoruz, çünkü konuşmada tekellüften ve hitapta gösterişten hoşlanmıyoruz. Yakaladığınızda nasıl yakaladığınızı da elbette biliyoruz ve bunu, Kaviyy-ul Azîz-ul Cebbâr olan Allah da bizlere haber vermiştir: وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ "Yakaladığınız zaman zorbalar gibi yakalıyorsunuz" [eş-Şu'arâ 130] Lâkin şunu da biliyoruz ki Allah'ın yakalaması daha ağır, daha şiddetlidir: إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ "Şüphesiz Rabbinin yakalaması mutlaka çok şiddetlidir." [el-Burûc 12] Heyetimiz için endişe edip etmediğimize gelince; bizler kesinlikle îmân ediyoruz ki Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isâbet etmeyecektir: قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ "De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla isâbet etmeyecektir. O bizim Mevlâmızdır, o halde mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [et-Tevbe 51]
Yine diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'in derdi yönetimi ele geçirmektir...
Deriz ki bizim derdimiz, Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurarak yeryüzünde İslâmî hayatı yeniden başlatmaktır ve Allah Subhânehu'nun ve Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in emrine icâbeten kendimizi buna adamışızdır. Bizim derdimiz, yönetime, herhangi bir yönetime ulaşmak değildir, bilakis azîm Hilâfet farzının edâsına ulaşmaktır. Bu ise yalnızca bize emredilmiş azîm bir farz değildir, bilakis her Müslümana farzdır, hele yöneticilere daha şiddetlice ve daha azîmce farzdır.
Yine diyebilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir'in Hilâfet'i kurmaya yönelik çabası, hayaldir, boşa kürek çekmektir. Devamla da diyebilirsiniz ki varsayalım Hilâfet kuruldu, o zaman büyük devletler başına üşüşecek, onu darmadağın edecektir!
Deriz ki tam aksine Hilâfet'in kurulması için çalışmamak boşa kürek çekmektir. Hilâfet'in kurulması ise Allah'ın izniyle fiilî bir hakîkattir; şu dört hakîkat bunu teyit eder:
Birincisi: Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın îmân edip sâlih ameller işleyenlere, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağına dair vaadidir. Allah Subhânehu şöyle buyurmaktadır: وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الفَاسِقُونْ "Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra her kim küfrederse, işte asıl fasık onlardır." [en-Nûr 55]
İkincisi: Şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra yeniden Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet'in geri döneceğine dair Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir. Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh, İmâm Ahmed'in Huzeyfe ibn-ul Yemân'dan tahriç ettiği sahîh hadîste şöyle buyurmaktadır: تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]
Üçüncüsü: Allah'ın vaadi tahakkuk edinceye değin Hilâfet'in kurulması için çalışmaya, bu çalışmayı desteklemeye, ardından Hilâfet'in korunması için gözünü kırpmaksızın nöbet tutmaya ve onu bağrına basmaya hazır, capcanlı, faal bir ümmetin varlığıdır. Zîra İslâm Ümmeti, Allah'ın kendisini uğrunda ortaya çıkardığı aslî mecrasına hızla yönelmektedir. Allah Subhânehu şöyle buyurmaktadır: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]
Dördüncüsü: Allah Subhânehu'ya karşı muhlis, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e sâdık, Allah'ın vaadi ve Rasulü'nün müjdesi kendi eliyle tahakkuk edinceye değin gecesini gündüzüne katarak ilerleyişini hızlandıran, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan, Allah'ın izniyle hiçbir mihrakça gevşetilemeyen, hiçbir zorbaca zayıflatılamayan ve Allah'ın emri, vaadi gelinceye kadar böyle kalacak olan ve âdeta Salâvâtullahi ve Selâmuhu Aleyh'in kavlini doğrulayan bir Hizbin varlığıdır. Nitekim İmâm Muslim'in Sevbân'dan tahriç ettiği hadîs şöyle buyurmaktadır: لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتَّى يَأْتِي أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ "Ümmetimden hak üzere zâhir olan bir tâife dâima var olacaktır. Kendilerini yardımsız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Tâ ki onlar bu haldeyken Allah'ın emri gelinceye kadar."
İşte bu dört hakîkatin her biri, Hilâfet uğrunda çalışmanın bir hayâl ve boşa kürek çekmek olmadığını haykırırken, bu dördünün toplamı nasıl olur öyleyse?!
Hilâfet kurulduğunda büyük devletler başına üşüşüp darmadağın ederler sözüne gelince; süregelen vâkıaları kavrayış, bu sözü yerin dibine geçirir! Zîra bu büyük devletlerin başı olan Amerika Birleşik Devletleri ve bu büyük devletlerden olan müttefikleri, düşmanlardakinin onda biri kadar bile maddî kuvvet araçlarına sahip olmayan Müslüman fertlerin direnişi karşısında Irak'ta ve Afganistan'da istikrar bulmaya güç yetirememişlerdir. Hem de bu fertler, sayıca ve teçhizatça kayda değer dinamiklere sahip bir devlet olmadıkları halde böyle olmuştur.
O devletler, elebaşları ile birlikte Irak'ta ve Afganistan'da o Müslüman fertlerin karşısında istikrar bulmaya güç yetirememişlerse, nasıl olacak da Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?! Böyle bir sözü ancak bakma ve görme yetisini yitirmiş, İslâm'ın azametini ve İslâm Devleti'nin azametini idrâk edememiş ve Zikr-ul Hakîm'in; إِنْ تَنْصُرُوا اللَّهَ يَنْصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a [Dînine] nusret verir, Allah da size nusret verir, ve ayaklarınızı [Dîni üzere] sâbit kılar." [Muhammed 7] anlayışını ve Allah Subhânehu'nun kavlini; إِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ ءَامَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الأَشْهَادُ "Muhakkak ki Rasullerimize ve îmân edenlere hem bu dünya hayatında hem de şâhitlerin (şâhitlik için) kalkacakları günde nusret vereceğiz." [Ğâfir/Mu'min 51] ve İmâm el-Buhârî ile İmâm Muslim'in tahriç ettiği ve lafzı el-Buhârî'ye ait hadîste Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in; نُصِرْتُ بِالرُّعْبِ مَسِيرَة شَهْرٍ "Bir aylık mesafeden (düşmanlarıma) korku salmakla muzaffer kılındım." kavlini hiç kavrayamamış ve kezâ târihî hakîkatleri, bilhassa İslâmî Ordu'nun Allah'ın izniyle asla kahredilmeyeceği hakîkatini kavrayamamış olanlar söyler.
Ayrıca Irak'ta ve Afganistan'da kendilerine direnen Müslüman fertler karşısında istikrar bulamayan bu büyük devletlerin acziyetine ekleyeceğimiz bir diğer husus daha var; gerçek şu ki Müslümanların beldelerindeki ajan yöneticiler, ülkelerini karadan, havadan ve denizden açmasaydı, Müslümanların beldelerine saldırmak üzere bombardıman uçaklarının hareket ettikleri üsler açmasaydı, bu devletler Afganistan ve Irak topraklarını çiğnemeye asla güç yetiremezlerdi. Dolayısıyla Müslümanların beldelerindeki bu yöneticilerin vâkıası, bu büyük devletlerin düşmanlıkları için bir destek ve dayanak olmalarıdır. Yapabildiklerinin en iyisi; Amerika ve müttefiklerinin uçakları ve gemileri Müslümanların beldelerine bombalar yağdırdığı sırada, bir yandan Amerika ile müttefikleri arasında, öte yandan Irak ve Afganistan halkı arasında kendisini tarafsız gösterenlerin yaptığıydı.
Hilâfet'in kurulması halinde ise, bu ajan yöneticilerin bu durumu söz konusu olmayacaktır. Onlardan hangisi, Azîz İslâm Ümmeti'nin koruyup kollayacağı Hilâfet karşısında dikilmeye cüret edebilir ki? Bilakis bu ajanlar, gönüllü yada gönülsüz mutlaka gözden kaybolacaklardır. İşte o takdirde düşmanlar kendilerine, ellerini kollarını sallayarak girdikleri İslâmî beldelerin kapılarını ardına kadar açan hiçbir hâin bulamayacaklardır.
İşte böylece açıklığa kavuşmaktadır ki Hilâfet'in kurulması, Allah'ın izniyle çok da uzak olmayan bir vakitte vukuu bulacak fiilî bir hakîkattir. Kurulmasından sonra da dayanıklılığı ve istikrârı muhakkak olacaktır, İnşâAllah. Bugün "büyük" olan bu devletlerin binası da, bu devletler ile birlikte derin bir çukura düşecektir.
Son olarak diyebilir ve emin de olabilirsiniz ki Hizb-ut Tahrir kesin olmasa da muhtemelen bizim kendisine icâbet etmeyeceğimizin farkındadır, o halde niçin bize bir heyet gönderiyor yahut bir mektup yazıyor?
Deriz ki evet, bunu söyleyebilirsiniz, emin de olabilirsiniz. Yine de size bir heyet gönderiyor yahut bir mektup yazıyoruz, çünkü Azîz-ul Hakîm olan Rabbimizin kavlinden hareket ediyoruz: مَعْذِرَةً إِلَى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ "Rabbimize mazeret beyan edelim diye, bir de sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)." [el-A'râf 164]
Belki sakınırsınız da Âhiret'i, Hesap Günü'nü hatırlarsınız. O gün adâletli hâkim; Kaviyy, Azîz ve Cebbâr olan Allah'tır. O gün hiç kimseye zulmedilmez ve karşılık da Cennet yahut Cehennem olur: فَمَن زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَأُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ "Her kim ateşten uzaklaştırılır da Cennet'e sokulursa o kazanmıştır." [Âl-i İmrân 185]
Belki sakınırsınız da, ömrünüz ne kadar uzun olursa olsun, bir gün toprağın altına gömüleceğinizi, tahtlarınızı, taçlarınızı, servetlerinizi, zenginliklerinizi, görkemli bahçelerinizi, saraylarınızı terk etmek zorunda kalacağınızı, o gün halinizin nasıl olacağını hatırlarsınız: كَمْ تَرَكُوا مِن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ 25 وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ 26 وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ 27 كَذَلِكَ وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ 28 فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالأَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ "Geriye nice şeyler bıraktılar; bahçeler ve pınarlar, (25) ekinler ve seçkin konaklar, (26) zevkini sürdükleri nice nîmetler, (27) İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık. (28) Semâ ve arz onlara ağlamadı, onlar mühlet verilenlerden de değildi." [ed-Duhân 25-29]
Belki sakınırsınız da, yüklendiğiniz günahların ağırlığını görürsünüz: Sizler, Allah'ın indirdikleri ile yönetimi engellediniz, sizler Allah yolunda Cihâd'ı terk ettiniz, sizler Allah düşmanları ile dostluk kurdunuz, Müslümanların pek çok beldesi helâk edilirken sizler bakakaldınız, işte Filistin, işte Keşmir, işte Kıbrıs, işte Doğu Timor, işte Irak ve Afganistan'ın parçalanması, işte Güney Sudan'ın koparılması, işte Somali'de ve Çeçenistan'da yaşanan katliamlar... Bütün bunlarda iki konumdan birindeydiniz: ya kayıplara ortak oluyordunuz, yahut kabirlerin sessizliği gibi susuyordunuz. Bu da zillet, hezimet ve aşağılanma getirdi, musibet üstüne musibet getirdi... Yine de ne tevbe ediyorsunuz, ne de ibret alıyorsunuz! أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ "Onlar her sene bir kez yahut iki kez imtihân edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar!" [et-Tevbe 126]
Belki sakınırsınız da, bizi üzerinde çok durduran, sonra size bu mektubu gönderten iki hususu tedebbür edersiniz. O halde bunlar, sizi de icâbet etmeye yöneltsin de bu günahlarınızı biraz olsun hafifletsin, Allah'a selîm bir kalp ile gelenden başka, hiçbir malın ve evladın fayda vermeyeceği gün sâhifeleriniz ak olsun.
Mektubumuzun konusu olan, "Hilâfet'in kurulması için bize nusret verme" konusunda bize icâbet ederseniz, heyetimiz bunu sizden işitmeye hazırdır. Ardından bu icâbetinizin gerektirdiği hususlar konusunda size geri dönülecektir. İcâbet edeceğiniz halde size heyet göndermemiş isek, bu mektubun sonunda medya büromuzun yazılı adresleri ile temas kurunuz. İcâbetiniz bize ulaştığı anda, bu icâbetinizin gerektirdiği hususları size bildireceğimizden kuşkunuz olmasın.
Îcâbet etmemiş iseniz, o takdirde sizler Allah'a hiçbir şey ile zarar veremezsiniz, Hilâfet'in kurulmasını da asla engelleyemezsiniz. Onun kurulacağı, Allah Subhânehu'nun vaadi ile, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesi ile muhakkaktır. İcâbet etmeyen sizler ise her iki yurtta, dünyada ve Âhiret'te mutlaka horluğa ve hüsrana uğrayanlardan olacaksınız. وَذَلِكَ هُوَ الْخُسْرَانُ الْمُبِينُ "İşte bu, gerçekten apaçık hüsrândır!" [el-Hacc 11]
İşte biz tebliğ etmiş, uyarmış olduk... Sonra Rabbimize göstereceğimiz bir mâzerete sahip olduk.
وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
H. 20 Raceb 1429
M. Çarşamba, 23 Temmuz 2008