Çarşamba, 29 Şevval 1445 | 2024/05/08
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 07/05/2024

  • Kategori Türkiye
  •   |  
Türkiye Vilayeti: Gündem Değerlendirme Toplantısı 07/05/2024
 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

- Gazze'de Ateşkes Süreci ve Refah'ın İşgali
- Enflasyon Rakamları ve Tasarruf Tedbirleri
- Türkiye Yüzyılı Maarif Eğitim Modeli

H. 28 Şevval 1445 El-Muvafık M. 7 Mayıs 2024

Devamını oku...

Batılı Üniversiteler Medeniyet Şokunun Tesiri Altında Yaşıyor!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Batılı Üniversiteler Medeniyet Şokunun Tesiri Altında Yaşıyor!

Belki de hiçbirimiz büyük elit Amerikan üniversitelerinin yanı sıra İngiliz ve Fransız üniversitelerinin de Gazze ve Filistin için ayağa kalkacağını hayal bile edemezdik. Son haftalarda sadece istisnai akademik ortamlarıyla öne çıkmayan, aksine dev şirketlerden (özellikle enerji ve bilgi teknolojisi alanlarında) medya kuruluşlarından ve istihbarat teşkilatlarından Dışişleri, Savunma, Maliye Bakanlıkları ve diplomatik birliklerden geçerek bizzat Amerikan Başkanının ofisine kadar uzanan Amerika’daki derin devletin soğurduğu profesyonel seçkinlerin yetiştirilmesinde kullanılan makineler olarak kabul edilen New York, Harvard, Columbia, Yale ve Stanford'daki Amerikan üniversiteleri ayaklandı. Dolayısıyla kadim üniversiteler kapitalist seçkinlerin karşısında patlama yaşadı ve onların hareketleri tutuklama ve baskıyla karşılandı ve bu hususta öğrenci ile profesör arasında, kadın ile erkek arasında hiçbir fark gözetilmedi; işte bunlar, antisemitizm kartının göstericilerin yüzüne haykırılmasından sonra tüm özgürlük sloganlarını ve demokrasi yanılsamalarını buharlaştıran ve bununla birlikte insan hakları ve kadın haklarının tüm anlamlarını havaya uçuran uygulamalardır.

Üniversite hareketleri aynı şekilde İngiltere’ye kadar da uzandı; zira burada Londra’daki UCL Üniversitesi öğrencileri, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üniversitelerdeki arkadaşlarıyla dayanışma amacıyla kampüste bir gösteri düzenleyerek “İsrail” ile akademik bağların kesilmesini ve silah üreticilerinin yatırımlarının geri çekilmesini talep ettiler. (El-Mayaden Kanalı, 27/04/2024).

Ayrıca Fransa’nın başkenti Paris’teki Siyasal Bilimler Enstitüsü öğrencileri de, Filistinlilerle dayanışmak ve Gazze Şeridi'ndeki savaşı kınamak için kitlesel bir gösteri düzenlediler. Nitekim gösteri, öğrencilerin Gazze'ye desteklerini ifade etmek için Siyasal Bilimler Enstitüsü'nde oturma eylemi düzenlemesinden bir buçuk ay sonra geldi. Göstericiler, Gazze’deki soykırımın suç ortağı olan “İsrailli” üniversiteler ve şirketlerle bağların koparılmasını talep ettiler ve toplantı, bu gösterinin gençlerin ülkelerinin dış politikalarına olan güven eksikliğini gösterdiğini düşünen çok sayıda siyasetçinin katılımına tanık oldu. (El Cezire, 27/04/2024).

Gazze halkına yönelik soykırımı reddeden kalabalıkların üniversite meydanlarını doldurmasıyla birlikte Batı halklarının yaşadığı ve üniversitelerde dile getirilen kitlesel şokun, kapitalist akidenin temelleri ve kurallarına bağlı fikri ve kültürel bir yüzü ve medeniyetsel bir boyutu vardır. Zira bu hareketler, Amerika’nın başını çektiği Batı’nın bugün yaşadığı medeniyet krizinin derinliğini yansıtıyor. Bununla ilgili açıklama aşağıdaki şekildedir:

“Sam Amca’nın” ülkesinde beyaz adam, bu üniversiteler aracılığıyla kendi egemen seçkinlerinin oluşumunu denetler ve onu, sermaye ile akademik kuluçka makinesi arasında on yıllardır konsolide edilmiş bir ilişki içinde sermayeye hizmet edecek şekilde uyarlar ve böylece ikincisi birinciye hizmet eder; dolayısıyla küresel kapitalist sistemin korunmasında ve Amerikan hegemonyasının fikri, kültürel, medeniyetsel, politik ve askeri olarak muhafaza edilmesinde üzerlerine düşen rolü oynayabilmeleri için neoliberalizmin sentezi içinde hem emek piyasasına hem de devlet kurumlarına entegre olmuş uzmanların ve akademisyenlerin üretilmesi ve ortaya çıkmasıyla onu bilişsel olarak teorileştirmekte ve pratik olarak beslemektedir.

Avrupa’da da durum Amerika’dan pek farklı değildir; zira Batı akademisinin ve araştırma merkezlerinin rolü, kapitalizme ve onun sömürgeci projelerine hizmet etmede ideolojik bir kazma olarak kullanılmalarıyla göze çarpıyor; bu nedenle hiç kimse, eğitim kurumunun bağımsızlığı ve akademik özgürlüklerin kapsamı ya da bunların liberal sistemin altındaki otoriteyle ilişkilerinin boyutu hakkındaki soruyu sormaya cesaret edemiyor. Hatta özgürlük, demokrasi ve insan hakları gibi dini hayattan ayırma akidesinden kaynaklanan Batılı değerler, ister profesörler ister öğrenciler arasında olsun aksiyomlardan biri haline gelmiş, aksine hesap verebilirliğin bile üstündedir. Nasıl olmasın ki; zira bunlar, kendisiyle aşılandıkları değerler ve kişiliklerini, varlıklarını ve hayata bakış açılarını şekillendiren ilkelerdir; bu yüzden hükümetlerinin dünya halklarına karşı en iğrenç suçları işlediği bir dönemde tüm bu yanılsamalara ve bu ideolojik uydurmalara inandılar!

Akademik kurumun kendisi, kapitalist finansörün politikalarına tabi olup (en güçlünün hayatta kalması) ilkesine dayanan egemen ideolojiye ve bunun gerektirdiği fikri terörizme boyun eğer, Batılı kişiliği belirli fikri temeller üzerine inşa eder, sömürgeciliğin yüzünü sevdiren bir kılıf olmasına rağmen demokrasiye yardım eder ve Batı ülkelerinde geleceğin devlet adamlarının sömürgeci zihniyetini şekillendirir. Dolayısıyla bu kalıptan sapan ve Batı’nın kesinliğini zayıflatmaya çalışan cepler acımasızca bastırılır; özellikle de bu sapma, ırkçı Siyonist anlatıyı eleştiriyorsa, genel olarak Müslümanlara ve özel olarak Filistin halkına duyduğu sempatiyi teyit ediyorsa veya Holokost kurbanlarını inkar ediyorsa; ancak bu baskı, tweeter'ların azlığı ve sermayenin akademik kurumların ritmini ve medyayı kontrol edebilme yeteneği göz önüne alındığında kamera merceklerinin uzağında gerçekleşiyor.

Ancak 7 Ekim'den bu yana iflas etmiş Batı medyası, Gazze'deki savaşın doğasına dair yanıltıcı bir tablo sunmak için çoğu zaman profesyonellikten yoksun bir şekilde harekete geçti ama yalanın ipi kısadır; zira toplu tecavüzler, çocukların cesetlerinin iplere asılması, ardından elektronik iletişim araçları ve bunların Yahudi varlığının savaş makinesi tarafından işlenen soykırımın gerçekliği üzerine ürettiği bilinç hakkında Siyonist ve Batılı yalan makinesi ifşa oldu. Bu bilinç, hükümetlerin ve onların resmi medyasının iznine ihtiyaç duymadan halklar ve milletler arasında yatay ve hızlı bir şekilde yayıldı; nitekim ABD Hava Kuvvetleri mensubunun kendini yakarak intihar etmesi, Batı kamuoyunda derin bir etki bıraktı; zira o, soykırıma katılmayı reddettiğini ve bu yüzden hissettiği utancın boyutunu ifade etmek için kendini yakmayı tercih etti.

Burada işgalci Yahudi varlığını destekleyen sömürgeci sisteminin gerçeği ortaya çıkınca Batı halkları bir fikri katliam için uyandılar; zira Gazze ve halkıyla dayanışma kampanyası batı caddesinde daha çok genişlemeye başladı, daha da önemlisi milyonlarca gençlik kesimini bünyesinde barındıran üniversiteler, kapitalist evcilleştirme çerçevesinin dışında düşünmeye ve içeriği tek cümleyle özetlenebilecek bir dizi dayanışma faaliyetine tanık olmaya başladı: Yalan, hatalı ve parçalanmış Siyonist anlatının yenilgisi ve mümin Müslüman Filistin anlatısının ve rivayetinin zaferi.

Burada seçkin Amerikan üniversiteleri, kıvılcımı Columbia Üniversitesi öğrencilerinin "Nehirden denize Filistin özgürleşecek" sloganını atan protesto adımlarıyla başlayan çatışma alanlarına dönüştü, üniversite rektörü bunu Yahudi karşıtı bir slogan olarak değerlendirdi; bunun üzerine üniversite kampüsüne saldırması için baskı polisi çağrıldı, yüzlerce profesör ve öğrenci tutuklandı ve protesto kampı yok edildi.

Bu slogan, çeşitli Amerikan üniversitelerindeki ve Avrupa sokaklarındaki dayanışma protesto faaliyetleri için neredeyse birleştirici nitelikteydi. Bu nedenle küresel kapitalizmin hizmetçisi olarak çalışan Yahudi varlığı, Beyaz Saray ve üniversite başkanları çılgına döndüler; bu yüzden bugüne kadar elit üniversitelerden yüzlerce öğrenciyi tutukladılar, birçok öğrenciyi okuldan attılar, öğrenci toplantılarına ve hareketlerine darbe indirmek amacıyla eğitimi yüz yüze eğitimden elektronik eğitime dönüştürdüler ve tutuklamalar ve cezaların, Holokost ve anti-Semitizm hakkındaki “sıkıcı klasik senfoninin” dışında başka fikirlerin peşine düşebilecekleri zannıyla öğrenci hareketiyle dayanışma içinde olan profesörleri hedef aldılar.

Batılı kapitalist şarlatanlık, çelişkileri karşısında patlayan kamuoyunu artık aldatamıyor ve bu bariz çelişki, çocukları medeniyet şokunun etkisi altında yaşamaya başlayan Amerikan üniversitelerinde bir öfke volkanının patlamasına neden oldu; zira özgür dünyanın lideri ve liberal değerlerin koruyucusu olduğunu düşündükleri Amerika, bu vahşi varlığın suçlarına nasıl destek verebilirdi?!

Aksine Amerikan otoritesinin tepkisi, liberal demokrasinin artık kendi melodisinin dışında çalmaya tahammül edemeyeceğini herkes için doğruladı; zira Filistin topraklarını zorla yerle bir eden Batı’nın bölgedeki Haçlı projesinin yanında yer almak yerine Filistin’in kurtuluşu çağrısında bulunan, İslam’a ve Müslümanlara sempati duyan tüm "engelli-asi" evlatlarını cezalandırmaya hazırdı.

Evet, birçok Batılı başkentte atıldığı gibi “Filistin nehirden denizine kadar kurtulacaktır", gerek Filistin anlatısı için gerekse davanın adaletine ve bununla ilgili şerî hükümlere inanan İslami akideye zafer kazandıran ve küresel kapitalizmin desteklediği Siyonist anlatıyı yenilgiye uğratan bir slogandı; bu, varoluşsal çatışmanın tarihinde ilk kez oluyor ve bu varlığın yok olmasını çok değil bir an meselesi haline getiriyor. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي الْمُؤْمِنِينَ “Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin eliyle harap ediyorlardı.” [Haşr 2]

Bu hareketin devam etmesi Batı’nın yaşadığı medeniyet krizini derinleştiriyor; zira sadece tarihin sonu yalanı ya da medeniyetlerin bir arada yaşaması yalanı açığa çıkmakla kalmadı, aksine Batı halkları, Yahudi varlığının suçlarını kınamaya, düşmanlarına karşı Müslümanlarla aynı safta yer almaya ve insanın insanlığı veya özgürlük değerlerinin zaferi için bu tutumlar yolunda mücadele etmeye başladılar; ardından fikri ve kültürel şok, İslam’ı öğrenme, Kur'an-ı Kerim’i inceleme ve insanın kıssasını, akıbetini, yaşamının amacını ve varoluşun büyük sorularının cevaplarını arama yönünde genişledi; işte bütün bunlar, medeniyet savaşının kefesinin, İslam lehine ağır basmasına neden oldu. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ “O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulü’nü hidayet ve hak din ile gönderendir.” [Tevbe 33]

Öte yandan kongre komitelerinin üniversite rektörlerini sorgularken kullandığı provokatif üsluba üstünkörü bir bakış, Batı'nın, özellikle de Amerika'nın yaşadığı medeniyet çöküşünün boyutunu yansıtıyor; nitekim bu sorgulama, feshedilmiş Engizisyon mahkemelerinin başka bir tezahürü olup Amerikan liberal demokrasisinin şerefine onun varlığının yeniden gelmesidir; bu da kapitalist yapının temellerinin ve kurallarının çöktüğünü, insanlığı kapitalizmin suçlarından ve zulmünden kurtarmanın, İslam'ın adaleti ve onun vaat edilen Hilafetinin dışında bir yolu olmadığını teyit ediyor. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: قَدْ مَكَرَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَأَتَى اللهُ بُنْيَانَهُم مِّنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِن فَوْقِهِمْ وَأَتَاهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ “Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmışlardı. Sonunda Allah da onların binalarını temellerinden söktü üstlerindeki tavan da tepelerine çöktü. Bu azap onlara, fark edemedikleri bir yerden gelmişti.” [Nahl 26]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mühendis Visam Atraş – Tunus

Devamını oku...

Erdoğan’ın Yahudi Varlığı ile Ticareti Geçici Olarak Askıya Alması Kamuoyunu Kandırmaktan Başka Bir Şey Değildir!

Haber - Yorum

Erdoğan’ın Yahudi Varlığı ile Ticareti Geçici Olarak Askıya Alması Kamuoyunu Kandırmaktan Başka Bir Şey Değildir!

Haber:

Cuma Namazı çıkışında gazetecilerin gündeme ilişkin sorularına yanıt veren Cumhurbaşkanı Erdoğan “Tüm batı “İsrail”e çalışıyor. Bunun karşısında artık biz daha sabredemezdik ve adımlarımızı attık. Aramızda 9,5 milyar dolarlık bir ticaret hacmi vardı. Bu ticaret hacmini de biz yok farz ederek bu kapıyı kapattık. Bundan sonrası hayırlı olsun” dedi. (03.05.2024 Son Dakika)

Yorum:

Erdoğan, 7 Ekim’den beri yapması gerekeni, yaklaşık 7 ay sonra Türk kamuoyuna bir lütuf olarak lanse etmektedir. İşin ilginç yanı, 9 Nisan 2024 tarihinde 54 ürün grubunun Siyonist varlığa ihracatını kısıtlayan Erdoğan hükümetinin başına taş mı düştü de şimdi tamamen ihracat ve ithalatı durdurma kararı aldı? Gerekçesi, Yahudi varlığının daha fazla soykırım ve katliam yapması elbette olamaz, zira Yahudi varlığı bunları 7 Ekim’den beri, hatta 1948’den beri yapmaktadır. Erdoğan, ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde şehit edilen 34 bin Filistinli kardeşlerimiz için 9,5 milyarlık dolardan kolay kolay vazgeçecek biri değildir. Eğer böyle biri olmuş olsaydı, 7 Ekim’den itibaren Yahudi varlığı ile ticareti hemen durdururdu. Seçim mitinglerinde halk, bakanları protesto etmemiş ve bu protestolarını sandığa yansıtmamış olsalardı, Erdoğan hükümeti, Türk kamuoyunun gözüne baka baka inkâr ettiği Yahudi varlığı ile ticareti askıya almazdı.

Demek ki Erdoğan’ı ya korkutan bir şey oldu ya da alternatif bir yol buldu ki Yahudi varlığı ile ticareti geçici olarak askıya aldı. Yahudi varlığı ticaretin askıya alınmasının, ABD ve Batıyı kasın kavuran öğrenci protestolarının ardından gelmesi dikkat çekici. Zaten ekonomik krizle boğuşan Erdoğan, 2013 yılındaki benzeri protestolar ile yüzleşmek istemiyor. Muhtemelen bu korkudan dolayı, Yahudi varlığı ile ticareti geçici olarak durdurmuştur. Ya da Azerbaycan üzerinden bulduğu alternatif yol ile Yahudi varlığı ile ticari ilişkilerini sürdürecektir. Yahudi Dışişleri Bakanı Katz’ın X’te “Diğer ülkelerden ithalata odaklanan alternatifler bulma talimatı verdiği” paylaşımı bunu doğrulamaktadır. Ya da Batı Şeria’daki hain hükümet üzerinden Yahudi varlığı ile ticaretini devam ettirecektir. Türkiye Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada “İşgal altında yaşamak zorunda kalan Filistinli kardeşlerimizin bu kısıtlamalardan etkilenmemesi için Ticaret Bakanlığımız ile Filistin Milli Ekonomi Bakanlığı arasında gerekli çalışmalar koordine edilmektedir” ifadelerine yer verilmesi de bunun kanıtı sayılabilir. Dolayısıyla Erdoğan’ın hele de ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde Yahudi varlığı ile ticareti askıya alması, Türk kamuoyunu kandırmaktan öte bir şey değildir.

Kaldı ki Türkiye, “Kalıcı bir ateşkes sağlanana ve Gazze’ye yardımların kesintisiz olarak girmesine izin verilene kadar “İsrail” ile tüm ihracat ve ithalatı askıya almıştır.” Buradan da anlaşılıyor ki Amerikan yanlısı Erdoğan, Yahudi varlığını, Amerika’nın ateşkes ve iki devletli çözüm projesine zorlamak amacıyla Yahudi varlığı ile ticaretini askıya almış olabilir. Erdoğan’ın Hamas lideri Haniye ile İstanbul’da görüşmesinin ardından böyle bir hamlenin gelmesi ve Hamas’ın ABD’nin ateşkes teklifine olumlu yaklaşması bunu kanıtlar niteliktedir.

Üstelik yukarıdaki açıklamaların mefhumu muhalifine göre, ateşkes sağlandıktan ve yardımların girişine izin verildikten sonra, Filistin, Gazze ve Mescid-i Aksa işgal atında olsa da ve Yahudi varlığı zaman zaman katliamlarına devam etse de Türkiye, Yahudi varlığı ile askıya aldığı ticaretine tekrar devam edecektir anlamı çıkar. Erdoğan’ın bu hamlesinin Türk kamuoyunu kandırmaya yönelik olduğunun bir diğer göstergesi de Gazze’de soykırım ve hunharca katliam yapan Yahudi varlığı ile diplomatik, turizm ve diğer ilişkileri kesmemiş olmasıdır.

Onun için Erdoğan da dahil olmak üzere İslam beldelerindeki yöneticilerden özelde Filistin ve Gazze halkı genelde İslam ümmeti için bir hayır beklemek, şeytandan medet ummaya benzer. İslam dünyasındaki hain yöneticiler, bencil ve efendilerinin çıkarlarından başka bir şeyi umursamazlar. Gazzeli Müslümanların 7 aydır yaşadıkları soykırım bunun kanıtıdır. Bu yüzden Müslümanların ve Filistinlilerin tek kurtarıcısı, Raşidi Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ercan Tekinbaş

Devamını oku...

Gazzeli Kadınlar, Çoğu Kaçırılma ve İşkence Nedeniyle Kaybolmuş Çocuklarını Ölü Olarak Bulduklarında Allah’a Hamd Ediyorlar!

Haber - Yorum

Gazzeli Kadınlar, Çoğu Kaçırılma ve İşkence Nedeniyle Kaybolmuş Çocuklarını Ölü Olarak Bulduklarında Allah’a Hamd Ediyorlar!

Haber:

26 Nisan'da Middle East Eye gazetesi, Gazze'deki bombalamalarda kendilerinden ayrıldıklarında çocuklarını kaybeden annelerin durumuna ilişkin bir haber yayınladı.Sıklıkla birçok erkek öldürülüp toplu mezarlara gömülüyor ya da kaçırılıp bir daha asla görülmeyecek şekilde bilinmeyen yerlere hapsediliyorlar. Ayrıca çocukların oyun oynadıkları sırada yer yer özellikle küçük çocukları hedef alan silahlı insansız hava araçları tarafından vurulması da alışılmadık bir durum değildir. Kadınların ölü çocuklarının bedenini parçalanmamış ve bir bütün olarak buldukları için gerçekten sevinmeleri fikri hem harika hem de şok edicidir; bu ise Gazze’deki annelere yapılan bir zulümdür!

Yorum:

Savaşta aile yapısının her seviyesinden binlerce kadın erkeklerini kaybederken, Yahudi varlığının yok ettiği bölgelerden çekilmesiyle birlikte birçok kadının çocuklarını ararken, çıplak elleriyle molozları kazarken ya da çatışma bölgelerine girip çıkarken kilometrelerce yürürken kendilerini yalnız başına bulmaktadır.

Ölülere yapılan muamelenin vahşet ve zulmünü temsil eden katliamların en göze çarpanını, Şifa Hastanesi’nde delil toplarken görmek mümkündür. Zira birçoğu kelepçelenmiş, vücutlarının bazı kısımları parçalanmış halde bulundu ve işkence gördüklerine dair açık deliller vardı.Kız kardeşlerimizin karşılaştığı bir başka iğrenç durum da çocuklarının hapishanelerden ceset torbaları içinde ve çoğu zaman da organları eksik olarak geri gönderilmesidir. Vahşi Yahudi varlığı açısından olana gelince; yaş ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün ergenlerin ve çocukların kaçırılması ve işkence edilmesi kabul edilebilir bir durumdur.

Asil ve kerime annelerimizin kalpleri, herhangi bir merhamet ya da kendilerini kurtaracak bir güç olmaksızın yerinden fırlıyor ve işkence çekiyor. Geçtiğimiz yedi ay boyunca, liberal kapitalizmin ırkçı ve açgözlü makinesinin, fikri olarak sağır olduklarında insanları boyun eğmeye zorlamaya yönelik terörist yöntemlere başladığına tanık olunmuştur.

Annelere haklarını verecek müminlerin emiri nerede?! Muttaki Müslüman bir kadının kalbini acıtan bir sözü kabul etmeyen Selahaddin Eyyubi ve Ömer İbn Hattab gibiler hani nerede?  وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاء فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَداً وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَNamuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fasıkların ta kendileridir.” [Nur 4] Yine Subhanehu ve Teala başka bir ayette şöyle buyurmaktadır: إِنَّ الَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ الْغَافِلَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ لُعِنُوا فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌNamuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve ahirette lânetlenmişlerdir. onlar için çok büyük bir azap vardır.” [Nur 23]

Ey Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti; önemsiz çözümlere veya dikkat dağıtıcı şeylere harcayacak zamanımız kalmadı. Haydi Hilafet için çalışın, elinizdeki tüm imkanlarla onu destekleyin, dünyevi kayıplara ve risklere aldırış etmeden Rabbiniz Subhanehu ve Teala’nın davetine sımsıkı sarılın. Allah’ın izniyle sizlere, muhlislerin saflarında en yüksek makamı kazandıracak olan işte budur!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
İmrane Muhammed

Devamını oku...

Aldatılıyorsunuz Ey Takipçiler Zira Sivil Devlet, İslamlaştırılması İmkânsız Bir Anlamı Olan Batılı Bir Mefhumdur!

Haber - Yorum
Aldatılıyorsunuz Ey Takipçiler
Zira Sivil Devlet, İslamlaştırılması İmkânsız Bir Anlamı Olan Batılı Bir Mefhumdur!
Haber:
Sanaa’da günlük olarak yayınlanan hükümetin günlük gazetesi Es-Sevra 03/05/2024 Cuma günü, Devrim Günlükleri sütununda, Abdurrahman Murad’ın “Sivil Olarak Bir Arada Yaşam ve İslam” başlıklı bir makalesini yayınladı; makalede şöyle geçti: “Hicret, köy yaşantısından, Medine Sahifesi’nin tesis ettiği çok kültürlülük ve bir arada yaşama değerleriyle Yesrib’in şekillendirdiği sivil olarak bir arada yaşama ruhuna geçişi oluşturmaktadır; bu, Muhacirler, Ensar, müşrik Araplar, Yahudiler ve Hıristiyanlar da dahil olmak üzere Medine’deki toplumun yelpazeleri arasındaki ilişkiler düzenleyen bir vesikadır; bu, yeni İslam Devleti’ni tesis etmek için ilk anayasayı temsin eden bir vesikadır; bu ise İslam’ın sivil bir doğaya sahip olduğu ve özünde bir arada yaşama, barış ve hoşgörü olduğu anlamına gelmektedir; bu, insan düşüncesinin üzerinde çalıştığı ve Fransız Devrimi ve diğerleri gibi insan toplumundaki devrimler tarafından tesis edilen büyük bir anlamdır...”
Yorum:
Makale dünyayı yakalamak için bir kalkınma fikri gibi görünse de -Ahmed el-Horaş’tan başlayıp son sarıklıya kadar- Yemen’deki 1948 hareketinin kutsal misakını hazırlayanların fikirlerine benzemektedir; zira onlar, “uygar dünyayı”, kendi gerçekliklerinden çıkmak için yol gösterecekleri bir fener yaptılar; nitekim 1962’de ilan edilmemiş bir sivil devlet vardı ve bunun en iyi şahidi de anayasasının Fransız olmasıydı!
Makalenin Mekke-Medine karşılaştırması, Medine kelimesinin göze çarpması ve sonunda da onun sivil olarak ele alınması dışında başarılı olmamıştır. Nitekim sivil devlet hakkında soru sorulanların, bu konuda hiçbir bilgisi olmadıkları şeklindeki sefaletini ve bilenlerin de, cahil olanları bilmedikleri şeylerin takipçisi yapmaları şeklindeki kötülüğünü gördük. Medine dönemi, akide ve tevhid ile ilgili ayetlerin nazil olduğu Mekke döneminin sona ermesinin ardından yasama hükümlerinin nazil olduğu bir devletin varlığını ifade etmektedir.
Dine karşılık gelen Avrupa’daki sivil mefhumuna gelince; kilisenin, orta çağda rönesans çağı ile sona eren on yüz yılı aşkın bir süre boyunca yönetimi elinde tuttuğu sırada dini devlet olarak bilinen şeyden dolayı yaşamı ifsat edince, kilisenin hayat işlerini düzenlemesine alternatif olarak sivil devlet adı altında hayat işlerini tanzim etmeye yönelik akli fikirler geliştiren düşünürler orta çıktı ve bunu, dini hayattan ayıran Bastille devrimiyle, yani dinsizlik anlamına gelen “sekülarizm” ile taçlandırdılar ve bizi saptırmak için de “laiklik” olarak tercüme edildi.Bunların hepsi Müslümanların İslami (reform) hareketlerini kabul etmelerinin başlangıcıdırlar; nitekim bu planı 2017’de başlatan son kişi, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn idi ve o, bunun Müslüman ülkelerde gerçekleştirilmesi rolü için Abdülfettah es-Sisi’yi aday göstermişti.
Her kim İslam’ı istiyorsa onu indirildiği yerden alsın; dolayısıyla İslam’ı yönetimden uzaklaştırmak ve onun suretinde bir başkasını getirmek için ortalıkta dolaşıp durmaya gerek yoktur! Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: بَدَأَ الإسْلَامُ غَرِيباً، وَسَيَعُودُ كما بَدَأَ غَرِيباً، فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ “Şüphesiz İslam garip olarak başladı ve tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Ne mutlu o garip (müminlere)!” Ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra (Yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidi) Hilafet olacaktır.”
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Müh. Şefik Hamis – Yemen
Devamını oku...

Suriye: Cuma Konuşması; "Onurumuz Devrimimizdir... Biz Emredeceğiz Ey Kardeşim!"

  • Kategori Suriye
  •   |  

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti, Cuma Konuşması:
"Onurumuz Devrimimizdir... Biz Emredeceğiz Ey Kardeşim!"

Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti'nin, Suriye'nin El Bab şehrinde düzenlediği ve Abdul Dilli'nin (Ebu Munzir) "Onurumuz Devrimimizdir... Biz Emredeceğiz Ey Kardeşim!" başlıklı konuşması.

#منتهك_الحرمات_عراب_المصالحات

#ماضون_حتى_إسقاط_نظام_الإجرام_وإقامة_حكم_الإسلام

Salı, 12 Şevval 1445 - 21 Nisan 2024

suriye vilayeti

#طوفان_الأقصى

#الجيوش_إلى_الأقصى

#الأقصى_يستصرخ_الجيوش

#AksaTufanı

#OrdularAksaya

#ArmiesToAqsa

#AqsaCallsArmies

suriye vilayeti

İlgili Bağlantılar:

 

Devamını oku...

Aksa Tufanına ve Gazze Savaşına Akidevi Bir Bakış Ve Bunların Seyri ve Sonuçları Hakkında Stratejik Bir Okuma

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Aksa Tufanına ve Gazze Savaşına Akidevi Bir Bakış

Ve Bunların Seyri ve Sonuçları Hakkında Stratejik Bir Okuma

Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, özellikle Batılı laik materyalist sistemin felsefesi ve standartlarına ve onun kurumuş materyalist kurallarına ve hesaplamalarına uygun olarak basılmış ve boyanmış mevcut siyasi ve askeri bağlamda istisnai bir savaş değildir; aksine materyalist sisteme ve onun maddi temellerine karşı köklü bir darbe, savaşta ve gerçeklikte küresel meseleleri kontrol eden maddi standartları paramparça eden bir medeniyet depremi ve Batı’nın Müslüman ülkelerin kalbindeki en büyük stratejik üssü olan Yahudilerin varlığı tarafından temsil edilen sömürgeci Batı’nın stratejik derinliğinin kalbindeki şiddetli bir sarsıntı olmuştur.

Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, savaş felsefesi ve ölüm-kalım mefhumlarında ideolojik bir devrim olduğu gibi savaşların idare edilmesine yönelik askeri ve siyasi vizyonu kontrol eden, egemen laik maddi temelleri yerle bir eden ve savaşın yürütülmesi için sağlanması gereken maddi kuvvetin nedenleri için benimsenen ve güvenilen maddi standartları dinamitleyen son derece yıkıcı bir deprem olmuştur.

Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, İslam akidesinin insanlığın nefsinde ve insanlık tarihi sürecinde yarattığı harikalardan biridir; zira mücahidler, orduların onda birlik sayısına, teçhizatına ve kaynaklarına sahip olmayan küçük bir grup olmalarına rağmen kararlı ve cüretkâr olmuşlar ve düşmanlarının peşine düşme, onların surlarına saldırma, tahkimatlarını yok etme ve öfkeli bir şekilde onun subaylarını, askerlerini ve sömürgeci sürülerini öldürüp esir alma konusunda meydan okumuşlardır. Sonra tüm hain ve utanç verici rejimler tarafından kuşatılmalarına ve her türlü destek ve yaşam nedenlerinden mahrum bırakılmalarına rağmen maddi gücün tüm nedenlerini elinde bulunduran Haçlı-Siyonist ittifakı karşısında yaklaşık yedi ay boyunca gösterdikleri emsalsiz sebatları, kararlılıkları ve yiğitlikleri olağanüstü bir şeydir. Sonra her uçak, insansız hava aracı, füze, bomba, top mermisi ve kurşunlarla kuşatılıp hedef alınan savunmasız ailelerinin razı olunmuş bir sabrı da vardır; zira tüm bunlarda onlar, mustazafların imamları ve çocuğu, babası, anası, kocası, ailesi, parası ve eviyle cömertlerin en cömerdi ve iyilerin en iyisi olmuşlardır ve Rablerine karşı hiçbir şekilde cimrilik yapmamışlardır. Dolayısıyla onların Rablerine olan münacatlarındaki lisanı halleri şöyledir; Sen razı oluncaya kadar sana sığınırım ve Sen razı oluncaya kadar kanlarımızdan al.

Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, yaratıcısının rızasını talep ederek O’nun için nefsin satılması konusunda iman ehlinin ve İslam akidesine sahip müminin lisanı hali olmuştur; dolayısıyla bu kararlılık, meydan okuma, metanet, sebat ve sabır, güzel akıbetin muttakilerin olacağına, Allah’ın müminlerin velisi olduğuna, zaferin Allah’ın dostları için bir lütfu olduğuna, dokunan güvenin, peygamberlerin Rablerinin vaadine olan güven gibi dokunduğuna dair akidevi bir kesinliktir. Dolayısıyla cihadının meyvesini verdirten, bunu sadece canları vererek ve nefisleri, paraları ve meyveleri feda ederek hasat ettiren, fani olanı baki olan için sattıran ve azim olan ehline Rableriyle olan ahitlerini yerine getirten işte bu İslam akidesidir: إِنَّ اللهَ اشْتَرَى مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُم بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقّاً فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنجِيلِ وَالْقُرْآنِ وَمَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ مِنَ اللهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُم بِهِ وَذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُAllah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” [Tevbe 111]

Bu akidevi kesinlik ve gerçek iman, en güçlü silahınızı akideniz yapmaktadır: فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلَاءً حَسَناً إِنَّ اللهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ * ذَلِكُمْ وَأَنَّ اللهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِرِينَ(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını bozar.” [Enfal 17-18] Dolayısıyla materyalist laikliğin prangalarından kurtulmak, dünyevi bağlardan ve materyalist sebeplerden soyutlanmak ve sebeplerin Rabbine tam olarak tevekkül etmek, Zikru’l Hakim’in ayetine tam bir basiretle ve aynel yakin ile bakmakla olur. قالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلاقُوا اللهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللهِ وَاللهُ مَعَ الصَّابِرِينَAllah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir topluluk Allah'ın izniyle çok sayıdaki topluluğa galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler.” [Bakara 249]

Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, bağlamı itibariyle istisnai bir olay değillerdir; aksine bu ikisi, maddi laik bağlamın dışında olup Batı’nın fikir, siyaset ve askeriye için laik kurallar ve standartlar olarak kutsallaştırıp dayattığı, yüz yıl ve daha uzun bir süre boyunca İslam'a ve onun ehline karşı yürüttüğü medeniyet savaşında bunun için çok büyük çabalar ve devasa paralar harcadığı, İslam akidesini Müslümanın hayatından, aklından ve kalbinden koparıp laik Batı’nın felsefesine ve medeniyetine bağlamak için başıboş dolaşan laik bir kafir haline getirmenin başlangıcı olarak bunları Müslümanın zihnini yöneten, kontrol eden ve düzenleyen kurallar ve standartlar olarak pekiştirmek için çalıştığı maddi standartların ötesine geçmektedirler. İşte bakın laik Batı, İslam akidesinin gücü ile akidevi çatışmanın hakikatini test ediyor, İslam akidesinin meydana getirdiği medeniyet depremini ve onun medeniyet şokunun Batı halklarına ulaşacak ve materyalist laik sistemin temellerini kendi merkezinde sarsacak kadar güçlü olduğunu görüyor.

İslam ümmetinin bu akidevi gücü, Batı’nın uykusunu kaçırdı, siyasetçilerini korkuttu ve tüm fikri, siyasi ve askeri çevreleri kabustan uyandırdı; sonra İslam ümmetinin bu akidevi gücü genişledi, yayıldı, kök saldı ve Batı’nın tüm korku ve dehşeti ona odaklandı. İşte mübarek topraklarıyla birlikte tüm Şam, hararetinin şiddetinden kaynamaya başladı, dahası kritik bir seviyeye ulaştı; ister mübarek Şam devrimine karşı yapılanlar olsun, isterse mübarek toprakların ve izzetli Gazze’sinin mücahidlerine karşı yapılanlar olsun bu eşi benzeri olmayan vahşeti, barbarlığı ve imhayı açıklamaktadır.

Ancak İslam akidesi, ne zaman ki akıllara ve kalplere giden yolu bulur, işte o zaman sahiplerinin kanına ve nefislerine karışır ve onu söküp atmak veya yok etmek neredeyse imkansız bir hale gelir; o halde kudretli olan Rabbani manevi bir enerji, nasıl olur da yeryüzündeki bir demir parçası tarafından mağlup edilebilir ki? Zira Batı’nın, uçakları, insansız hava araçları, füzeleri, bombaları ve roketleri gibi tüm askeri cephaneliği İslam akidesinin güçlü kayası üzerinde paramparça oldu. İşte kendi azim İslam’ının kıyadesini ve liderliğini ele geçirmeye çalışan bu akidevi güç ve itici akidevi durum, Batı’nın dehşet verici ve boğucu kâbusu olmuştur; bu akidevi gücün ve akidevi durumun, kahredici bir güçle Batı’nın kapısını çalacak kadar hızlı bir şekilde büyüdüğü bilinmektedir. İslam ümmetinin ve evlatlarının arasındaki durumuna gelince; hadarat savaşını sonsuza dek çözmek için İslami Hilafetinin olduğu kendi devletine yoğunlaşıp odaklanmıştır; işte bu yüzden Batı bizimle varoluş savaşını yürütüyor ve başarısızlığının, kültürel iflasının ve azim İslam'ımız karşısında patırdayan fikri ve kültürel yenilgisinin ardından insan olarak bizi ortadan kaldırıp yok etmekten başka hayatta kalmanın bir yolunu görmüyor.

Batı’nın bu akidevi güce karşı duyduğu korku, İslam ümmetinin yeniden doğuşundan duyduğu büyük ve elem verici şiddetli bir acıya eşlik ediyor; zira Batı, bu akidevi güçte kendi ölümünü ve yok oluşunu görüyor ve bu yüzden bütün barbarlığı ve vahşetiyle ona karşı çıkıyor. İslam ümmeti ise onda doğumunu ve yaşamını görüyor ve bu yüzden evlatları büyük bir imtihandan geçiyor ve olağanüstü bir fedakârlık gösteriyor. Dolayısıyla bu ümmet, Batı ile girdiği her şiddetli savaşı imanına ve İslam'ına karşı şiddetli bir savaş olarak görüyor ve bu yüzden paniğe kapılmıyor, Batı’nın uçaklarından, insansız hava araçlarından, toplarından ve tanklarından korkmuyor; zira her bombalama ve bir patlama sesinde onun imanı, Nebi’si Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu nidasını görüyor: قُومُوا إِلَى جَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُGenişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!” Yine Umeyr İbn Humam el-Ensari’nin şu sözünü işitince icabet ediyor: “Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet öyle mi… bak bak.” Sonra dünyasını sırtının arkasına atıp elindeki birkaç hurmayı da fırlatarak ölünceye kadar savaşıyor.

İslam akidesinin gücü, bu ümmetin aklına ve gönlüne girmiş olup kaçınılmaz olarak da hayatında son bulacaktır; zira bu ümmet, akidevi mücadelesini ve çabasını, hem kendi hayatı hem de azim İslam’ının hayatı olarak görüyor. Bu yüzden o, zayıflığından dolayı Batı’nın cehaletine boyun eğmek için ödün vermiyor, aksine bunu kendi akidesinin gücünün ve büyük seleflerinin örneğinin bir işareti olarak görüyor. İşte bakın ayağı topal olan Amr İbn Cemuh, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i gönderenin hak olduğuna yemin ederek topal ayağıyla cennete ayak basmak için ölünceye kadar savaşmıştır. Yine Enes İbn Nadr Radıyallahu Anh, Uhud günü Ensarın efendisine rastladı ve ona şöyle dedi: Ey Nadr’ın efendisi Sa’d İbn Muaz Uhud tarafından cennetin kokusunu alıyorum; sonra İslam akidesinin harikalarından birini gerçekleştirdi; hatta Sa’d şöyle dedi: “Ben onun yaptığını yapamadım ey Allah’ın Rasulü!” Enes İbn Malik Radıyallahu Anh dedi ki; biz onun üzerinde seksen kadar kılıç yarası, mızrak yarası veya ok yarası bulduk ve onun müşrikler tarafından öldürüldüğünü ve parçalandığını gördük; sadece kız kardeşi onu parmak uçlarından tanıdı. Enes şöyle dedi: Biz şu ayetin onun ve onun gibiler hakkında nazil olduğunu düşüyor veya sanıyoruz: مِنَ الْمُؤْمِنينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللهَ عَلَيْهِMüminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var.” [Ahzab 23] Genç erkek çocukların da harikalar yaratmasına ve onların bir adamlık ve kahramanlık alameti haline gelmesine neden olan şey de İslam akidesinin gücüdür; Ensar’ın mahallesinde iki genç çocuk vardı: bunlardan her biri Bedir günü şöyle yemin ettiler; Şayet onlardan biri Ebu Cehil’i görürse “Onu gölge gibi takip edecek. Artık bizden kimin eceli daha önce ise o ölene kadar bu devam edecek!” Bunu, Ebu Cehil’in peygamberleri Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e hakaretinin intikamını almak için yaptılar; sonra kılıçlarıyla Ebu Cehil’in üzerinde saldırdılar ve ona öldürünceye kadar vurdular.

Azınlığın düşman karşısında acziyet göstermesine izin vermeyen, aksine bunu imanın bir işareti, zamanının delili ve kuvvetiyle büyüyen bir gelecek olarak göre akidenin gücüdür; işte Mute ve Sahabe-i Kiram’dan büyük komutanlar Zeyd Bin Harise, Cafer Bin Ebu Talib ve Abdullah Bin Revaha Radıyallahu Anhum’un komutanlığındaki İslam akidesinin harikalarından üç bin sadık mümin, Heraklius’un Rumlardan oluşan yüz bin kişi ve onun ittifak kurduğu yüz bin Arap müşrikle karşılaştı; işte onların emiri Abdullah Bin Revaha Allah’ın mümin askerlerine şöyle hitap etti: “Ey Kavmim! Vallahi şu an hoşlanmadığınız şey, kendisi için çıkmış olduğunuz şey olan şehadettir. Biz insanlarla kuvvet veya sayı çokluğu ile savaşmıyoruz, ancak Allah'ın bize bahşettiği din ile savaşıyoruz. Yolunuza devam edin, muhakkak ki o iki güzellikten biridir, ya zafer ya da şehadet; her iki durumda da şer yoktur.” Sonra müminlerin imanının kayıtlarından bir destan ve bir ayet ve azim İslam akidesinin harikalarından biri olarak savaşa girdiler.

Burada göğün terazileri, yerin aşırılıklarını ve Batı’nın küfrünü ezmiştir; burada dünya, kesinlikle hiçbir insanın küçümsemediği kadar müminler tarafından küçümsenmiştir; burada yüce ve üstün olan iman, yeryüzünün kısır ve hasta felsefelerini ve Batı’nın laikliğini yok etmiştir; hak ve hakikat olan biz Müslüman toplumların inandığı şeydir; dolayısıyla bizler, Allah’ın bizi kendisiyle şereflendirdiği, bizi Müslümanlar kıldığı ve bizi alemlere şahit yapmak için seçtiği bu din için mücadele ediyor ve savaşıyoruz; bizim İslam akidemiz, harika gücümüz ve harika silahımız işte budur. الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُوا لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقاَلُوا حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُBir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!» dediler.” [Al-i İmran 175]

Bu İslam akidesi, Gazze savaşının gidişatına ve sonuçlarına ilişkin stratejik bakış açısının temelini oluşturmaktadır. Stratejik açıdan Aksa Tufanı, Yahudi varlığı ve Batı’nın Müslüman ülkelerin kalbindeki stratejik üssü için gerçek bir sınavdı ve hatta neredeyse ilk gerçek sınavıydı; zira varlık kurulduğundan beri Aksa Tufanı büyüklüğünde ve şiddetinde stratejik bir depreme maruz kalmamıştır. Nitekim varlık, temel olarak kendisini pekiştirmek ve bir gerçeklik olarak empoze etmek için, “Onur Savaşı’nda” çok nadir görülen kaçış vakaları da dahil olmak üzere yapay savaşlar hazırladı ancak bunlar, bölgeye ve mıntıkaya dayatılan siyasi ve askeri bağlam ve sistemden kaçışlardır. Ancak Aksa Tufanı felsefesiyle, malzemesiyle ve insanıyla eşsiz bir stratejik vaka olup bağlamın ve sistemin dışındadır; aksine o, stratejik olarak Batı sistemi ve bağlamıyla çelişkili ve düşman olup stratejik olarak Batı’nın ilk ve son düşmanı olarak kabul edilen varoluşsal bir düşmanın yaratılmasıdır ki o da İslam’dır. Aksa Tufanını stratejik ve varoluşsal bir tehdit haline getiren ve onun tehlikesini artıran şey, varlığı ve tabanı itibariyle Batı’ya meydan okuyan bir gücün, sayı ve teçhizat olarak bir ordudaki taburdan dahi çok daha küçük olan mümin akidevi bir grubun olmasıdır; bu mümin akidevi grup, olması gereken gücün kıtlığına, kuşatmanın sertliğine, ülkenin yöneticilerinin şiddetli ihanetine ve en amansız düşmanların pusuda beklemesine rağmen elinden geldiğince hazırlandı, sonra tevekkül etti, azmetti, tamamladı, başardı, hayrete düşürdü, varlığın temelini sarstı, onun alçaklığını ifşa etti ve askerlerinin korkaklığını ve cılızlığını ortaya çıkardı.

Bu büyük stratejik eylem, varlığın temelini yok etmeye yönelik ölümcül darbenin gelecekteki vizyonunun stratejik temelini attı; şayet mümin akidevi bir grubun eylemi bu şekildeyse, peki iman edenlerden oluşan akidevi bir ordunun yaptığı şey nasıl olurdu acaba?! Ayrıca varlığın temelini kökünden söküp atmanın ve yok etmenin maliyetinin, önceki tüm beklentilerden çok daha az olduğunu ortaya çıkardı; yine açık stratejik gerçek, varlığın temel yaşamanın hain çevre rejimlerin yaşamının bir parçası olduğunu ve asıl sorunun aşağılık varlık olmadığını, aksine (planlama, donatma ve ordular olarak) gerçek savaşı engelleyenin, hatta işbirliği yapıp komplo kuranların hain ve ajan çemberin içinde olduğunu açığa çıkardı ki açığa çıkan şey ise, varlığın temeliyle yapılacak ilk gerçek savaşın, onun sonu ve yok olması anlamına geldiği yönündeki şok edici stratejik gerçektir. Dolayısıyla mesele, siyasi ve askeri karar alma mekanizmalarını, Batı'nın pençesinden kurtarmak için hain ve utanç verici rejimleri devirerek çemberin kırılmasına bağlıdır.

Ayrıca Aksa Tufanı ve Gazze savaşı, varlığın temelini ve halkının yaşamını test eden stratejik korkunun stratejik temelleridir; peki mümin akidevi bir grubun yaptığı şey bu kadar tehlikeliyse, gelecekte akidevi ordu ve onun akidevi devletiyle bir savaş olduğunda, bu korkunun boyutu ve varlık ve halk üzerindeki etkisi nasıl olur acaba?! Bu stratejik korku, stratejik denklemin bir parçası haline geldiği gibi varlığın arkadaşı ve askerlerinin ve halkının da kabusu olmuştur; bu da Yahudi’nin nefsinin içine daldığı korku ve korkaklığın seviyesini yükseltmektedir.

Ayrıca stratejik sonuçlar ve ideolojik hedefler, ölümlerin sayısı ve yıkımın boyutuyla değil, aksine stratejik akidevi gaye için büyük hedeflerin gerçekleşmesiyle ölçülür. Dolayısıyla bizim en büyük akidevi gayemiz, İslamımız temelinde İslamımızı sömürgeci Batı’nın, onun varlığının, ajan rejimlerinin ve kurallarının pençesinden kurtarmak ve İslam’la hükmederek ve onun devletini kurarak siyasi ve askeri kararlarımızı yeniden tesis etmektir. Aksa Tufanı ve Gazze Savaşı ile Şam’daki mübarek devrim, İslam akidesini fiilinin ve hareketinin temeli olarak alma konusunda ümmetin gidişatında niteliksel bir sıçrama olup İslam’ın kelimesini yüceltmek, İslami hayatımızı yeniden başlatma ve Rabbimizin şeriatıyla hükmetme yolunda büyük bir adım atmak için ciddi bir şekilde çalışılmalıdır. Aksa Tufanı ve Gazze savaşıyla birlikte dava, İslami hakikatine yani İslam’ın ve ümmetinin davasına geri dönmüş olup bunun çözüm yolu da cihad yoluyla varlığın temelini kökünden söküp atmak ve yok etmektir.

Ancak bu akidevi ve stratejik güç, tüm gücüne rağmen mümin gruplar halinde oraya buraya saçılıp parçalanmış bir güçtür; bu yüzden kaçınılmaz olarak tüm güçlerini ve zaferinin şartlarını bir araya getiren ve mümin bir grup gücü olmaktan çıkıp devleti ve ümmeti içinde akidevi ve stratejik bir güce dönüşmesi gerekmektedir. Bununla birlikte merkezini ve namuslarını savunmak için sayı, teçhizat ve ordu bakımından kısıtlı olan mümin grupların yaptığı savunma cihadından İslam Devleti ve ordularının İslam’ı yaymayı, düşmanlarını caydırıp korkutmayı talep ettiği bir cihada dönüşecektir. Böylece stratejik denklem, “İslam En Üstündür, Hiçbiri Ondan Daha Üstün Olamaz” şeklindeki akidevi gerçekle tutarlı olarak yeniden düzeltilecektir. Bu akidevi gerçek ile doğru stratejik denklemin gücünün birleşimi ise; İslam ile hükmetmek, akidesinin ve şeriatının hayatını tercüme etmek için İslam’ın devletini kurmak, İslam davetinin taşınmasında stratejisinin adaletini ve merhametini yerine getirmek, insanlığı Batı’nın çehaletinden kurtarıp onu Batı’nın medeniyetinin gece karanlığından İslam’ın hidayetine ve medeniyetinin nuruna çıkarmaktır.

إِن يَنصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Münâcî Muhammed

Devamını oku...

Uluslararası Seyrüseferi Koruma Bahanesiyle Kızıldeniz'de Silahlanma Yarışı!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Uluslararası Seyrüseferi Koruma Bahanesiyle Kızıldeniz'de Silahlanma Yarışı!

Haber:

Belçikalı bir firkateyn, Avrupa’nın Kızıldeniz’deki "Aspides" misyonuna katıldı. (Ajanslar, 4 Mayıs 2024)

Yorum:

Husiler, Aksa Tufanına destek amacıyla Kızıldeniz’den geçen gemilere yönelik tehditlerini açıkladığından bu yana büyük güçler, Kızıldeniz’in stratejik ve askeri kontrolü için yarışıyor. zira Amerika, Kızıldeniz’de uluslararası seyrüseferin korunması başlığı altında sözde (Refah Muhafızları’nı) kurarak Husilere karşı askeri operasyonlara öncülük etti. Her ne kadar bazı ülkeler Sınır Muhafızı Operasyonu’na (Prosperity Guardian Operasyonu) katılacaklarını açıklasa da operasyondaki aktif ülkeler Amerika ve İngiltere’dir. Bu arada Avrupa Birliği, Kızıldeniz’de seyrüseferi korumak için kendi “Aspides” operasyonunu açıkladı, bu operasyonunu Amerika ile paylaşmadı ve bugün oradaki gemilerin güvenliğini sağlamak için bir Belçika firkateynini ekledi.

Amerika, Kızıldeniz'deki askeri operasyonlara ilişkin İran ve Husilerle doğrudan veya aracılar yoluyla yaptığı görüşmeleri gizlemedi;geçtiğimiz hafta da İran askeri gemisinin “Refah Muhafızı’nın” gözetimi altında Kızıldeniz’den ayrıldığı ve gemiye bir zarar gelmediği açıklanmıştı!Amerika’nın Husilere yönelik operasyonlarının, devrik Ali Salih’in ordusuna ve ülkenin altyapısıyla ilgili sivil hedeflere yönelik sözde “Kararlılık Fırtınası’nın” başlangıcındaki Suudi hava saldırıları gibi hiçbir faydası olmadı!

Görünen o ki Husilerin Kızıldeniz'deki gemilere saldıracağına ilişkin duyurusu,Amerika’ya Kızıldeniz üzerinde stratejik kontrol sağlamak için bir bahane oluşturmak ve uluslararası seyrüseferi koruma bahanesi altında bazı ülkeleri oradaki Amerikan varlığının yararına kullanmak için İran ile Amerika arasında tertip edilmiştir. Zira Husilerin askeri ve sivil açıdan güvendiği Hudeyde Limanı’na halen herhangi bir zarar verilmeden dört bir yanından gemiler kabul ediliyor veya limana giden gemiler herhangi bir denetime tabi tutulmuyor. Tıpkı daha önce Arap Koalisyonunun, Kararlılık Fırtınası’nın başlangıcında Cibuti limanında Hudeyde’ye giden gemilere denetimler uygulaması ve ardından da onların Hudeyde limanına gitmelerine izin vermesi gibi; yani bunların hepsi bugün (Amerikan Refah Muhafızı’nın) koruması altında yapılıyor!

Amerika, stratejik ve ekonomik açıdan aşırı önemi nedeniyle, başta Kızıldeniz olmak üzere uluslararası koridorları ve boğazları kontrol etme yönündeki kadim stratejik arzusunu gerçekleştirmek için İran’ın hizmetlerinden yararlanmakta ve savaş gemilerini seferber etmektedir.

Ancak öte yandan Amerika’nın azılı rakibi olan İngiltere, Amerikalıları Kızıldeniz’de yalnız bırakmamış, varlığını onlarla paylaşmış ve oradaki askeri operasyonlara katılmıştır.Her ne kadar bu Amerika’nın öncülüğünde olsa da Amerika’nın Kızıldeniz’de yalnız olmaması için Avrupa “Aspides” operasyonu kapsamında İngiltere ile ittifak halinde olan Avrupa ülkelerinin varlığıyla birlikte İngiliz varlığı da Avrupa yoluyla mevcuttur. Nitekim İngiliz Independent, İngiltere'nin uluslararası seyrüseferi korumak için BAE himayesi altında kurduğu geçiş konseyini silahlandırmayı düşündüğünü duyurdu. Ayrıca Körfez İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri geçen hafta, uluslararası toplumun, uluslararası seyrüseferi korumak için Raşid el-Alimi’nin meşruiyetine bağlı Yemen Sahil Güvenliğine yardım etmesi gerektiğini belirtti. İşte bütün bunlar Husileri tehdit ediyor ve Amerika’nın Kızıldeniz’deki projesini sekteye uğratıyor.

Sonuç olarak ister Amerikan projesini uygulayan İran’a tabi olanlar olsun, isterse yeni eski sömürgesi Aden’e tutunan İngiltere’ye hizmet eden Birleşik Arap Emirlikleri’ne tabi olanlar olsun, Yemen’in yöneticileri hem ülkeyi hem de halkını umursamıyorlar. Zira kendileri için hiçbir çıkarı olmayan aralarındaki savaşların geride bıraktığı şeylerden dolayı ülke ve halkını aşırı yoksulluk perişan ediyor; aksine bunlar, denizler, koridorlar ve küresel ekonomi üzerindeki uluslararası rekabet adına yapılan ve sömürgeci kâfirlerin ve onun ajanlarının gözünde ucuz yerel askerlerin kullanıldığı savaşlardır.

Ey Yemen halkı: Aksa tufanı, kâfir Batı’nın sizin ve İslam ümmetinin üzerine üşüşmelerinin boyutunu ortaya çıkarmıştır; işte Gazze zili çalışmıştır; sizin yapmanız gereken tek şey, kendinizi işgalcinin araçlarından kurtarmak için bir sonraki adımı atmanızdır; bir sonraki adım ise, İslam ümmetinin Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti kurma yolundaki adımı olsun. Hilafet için çalışanlara ne mutlu; zira sadece Hilafet sayesinde kâfir Batı'nın nüfuzu ortadan kaldırılacak, projelerinden ve araçlarından kurtulunacak, ülkemizdeki servetler muhafaza edilecek, Müslümanların kanı dökülmeyecek, şeref ve haysiyetleri muhafaza edilecektir. Bu yüzden her iki cihanda da kurtuluş için bireyler, gruplar ve ordular olarak sizleri, dinine ve ehline yardım etmek için harekete geçmeye davet ediyoruz; Allah’ın rızası ise daha büyüktür.

Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasulü’nün çağrısına icabet edin.” [Enfal 24]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Dr. Abdullah Bazib - Yemen

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER