- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
GERÇEK DEVRİMLER ZİHİNLERDE VE HALK DESTEĞİ İLE BAŞARILI OLUR
15 Temmuz başarısız darbe girişimi bir kez daha devrimler ve ondan doğan acı vakaları hatırlattı. Tarihte devrimler çoğunlukla hatırlanmak istemeyen kötü anılar ve kötü vakalar olarak hatırlansa da güzel sonuçlar doğuran devrimlerde olmuştur. Bu sebeple devrimi güzel ve kötü sonuçlar getirmesi itibariyle ikiye ayırabiliriz.
Tabi devrim terimi daha çok devletin yönetim sistemi o sistemin dayandığı temel dünya görüşü ve ondan doğan fikir ve nizamların köklü bir biçimde değiştirilmesi anlamında kullanılır. Darbeler ise mevcut sistemin kalıcı olmasıyla beraber bozulmuş sistemi kendilerince iyileştirmek amacıyla ve mevcut yönetim erkinin el değiştirmesi ile olur. Bu yüzden devrimler ve darbeler temelde farklıdır.
Devrimler sonuç olarak ikiye ayrılsa da çeşit itibariyle de ikiye ayırabiliriz. Halk desteği olmadan zorba bir yöntemle bir avuç azınlığın güç kullanarak gerçekleştirdiği devrimler; bu tür devrimler genellikle kısa vadede kalıcı olsa da uzun vadede kalıcılık itibariyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Halk desteği ile oluşan devrimler ise uzun vadede kalıcı olmuştur. Çünkü bir devlet toplumdan oluşur. Ve toplum unsurlarında halk ve onunla bütünleşen fikir ve duyguları yani halkın aynı fikir ve duyguda birleşip, bir araya gelmesi toplumun varlığı için hayati öneme sahip yapıtaşıdır.. Halkın fikir ve duygularından oluşan dayanışma ile bütünleşme olgusu toplumu toplum yapan mühim unsurlar olduğu gibi toplumun idamesinde de varlığı korunması gereken bir olgudur. Öyleyse başarıya ulaşma ve kalıcılık açısından da devrimler halk desteği olan ve olmayan olarak da ikiye ayrılır.
Tabi halk desteği olan devrimler uzun vadede kalıcılık ve kalkınma açısından başarılı gibi görünse de o devrimi gerçekleştiren temel dinamik yapıtaşlarının yani dünya görüşü ve ondan doğan nizamlarının bozukluğundan ötürü halkta bir memnuniyetsizlik, huzursuzluk, tatminsizlik oluşumundan devrimin çatırdamaya ve yavaş yavaş yıkılmaya mahkum olması konunun ayrı bir hakikatidir. Ama her hâlükârda halkın devrimin varlığı ve yıkılmasında etkisi vardır.
Bu hakikatı tarihe dönüp baktığımızda da görebiliriz. Buna misal olarak 1789 Fransız Devrim'i ve 1917 Sovyet Devrim'ini verebiliriz. Her iki devrim de doğru ve sağlıklı olmayan bir dünya görüşüne, ideolojiye sahipti ki bunlar kapitalizm ve komünizmdir. Ama her iki devrimi birbirinden ayıran en önemli faktör halkın devrimi benimseme ve özümseme faktörüydü.
1789 Fransız Devrimi ile başlayan ve dünya çapında etkili devrim burjuva, (ticaretle zenginleşen sınıf) aydınlar ve yoksul haklarla, kral ve aristokratların (soylular ve toprak sahipleri) mücadelesinden doğmuştu. Kraliyet ve teokratik sistemden, ve ağır vergi yükünden kral ve soyluların sömürülerinden rahatsız olan yoksul halk ve aydınlar ayrıca ticaretle zenginleşmiş olmalarına rağmen yönetime etki edemeyen ve yönetimde söz sahibi olmak isteyen burjuva kesimi; dinin dünya işlerinden ayrılıp halkın kendi kendini yöneteceği bir sisteme geçiş için mücadele verdiler ve 1789 devrimini gerçekleştirdiler. Esasında bu devrim iki sınıf arasında olan yönetimde söz sahibi olma çatışmasından doğmuştu. Demokratik sistemi benimseyen ve özümseyen halk ve aydınlar bu devrimin başarıya ulaşmasını sağladı. Bu başarı halkların devrimi benimseme ve özümseme bundan kaynaklı kalkınma zaviyesindendir. Lakin benimsenen ve özümsenen sistemin doğruluğu ve sağlıklı bir kalkınma gerçekleştirip gerçekleştirememesi, şuan itibariyle halkların sistemden memnun olup olmaması, alternatifler üretip üretememesi zaviyesinden farklı bir tablo ile karşılaşırız. Her ne kadar halk aynı fikir ve duygularda birleşmiş ve demokrasiye inanmış olsa da demokrasinin tatbikinden doğan sistemden ve ortamdan pekte memnun görünmemektedir. Fakat şuan itibariyle karşısında başka bir alternatifte görememektedir. Zira komünizm ideolojisi denenmiş ve başarı sağlamamış, İslam ideolojisi ise saptırıcı bir medya algısı ile terör ve vahşet olarak sunulmakta, ortada İslami bir rejim de olmadığı için halklar bu algıya inanmak zorunda bırakılmaktadır.
1917 Sovyet Devrimi ise farklı bir tablo ortaya koymaktadır. Sovyet devrimi; sosyalizmin teorisini yazan Karl Marx'a ve onun kehanetlerine inanmış Lenin ve bir avuç Lenininstler, eşitlik ve ekmek sloganları ile kandırılmış cahil ve yoksul bir kısım halkların desteği ile gerçekleşmişti. Ne var ki sosyalizm (komünizm) tatbike koyulduğunda tüm fıtrata aykırı yöntemleri ile dini tamamen yasaklayan, halkın elindeki mahsulü hatta tohumu bile devlet mülkü ve eşit dağılım adı altında toplamış ve insanları baskı, katliam, sürgün ve açlıkla baş başa bırakan vahşi bir yönetim ortaya koymuştur. Komünizmi sadece slogandan öteye bilmeyen halk hayallerindeki yönetimin ve hakikatin çok farklı olduğunu görmüştür. Ve halk desteğini kaybeden Sovyet rejimi 70 yıl gibi kısa bir zaman içerisinde yıkılmıştır.
Bazen devrimler halk desteği olmamasına rağmen yine saptırıcı ve yanıltıcı bir algıyla halkların zayıf anlarından faydalanarak baskı ve zorbalıkla gerçekleşir. Buna misal hilafetin ilgası ve cumhuriyetin ilanını örnek gösterebiliriz. Hilafet ilga edilirken İslam ümmeti asla onun kaldırılmasından razı değildi. Hatta böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı. Hilafet sisteminin ortadan kaldırılıp yerine laik bir cumhuriyet sisteminin getirilmesinde ümmet büyük bir şok yaşadı. Zira Mustafa Kemal gücü elde edene kadar davasının yabancı istilaları İslam devletinden def etmek olduğunu, asla hilafet ve saltanata dokunulmayacağını söylemişti. Hilafet başkenti İstanbul'un işgal altında olması, halifenin elinin ve kolunun bağlı olması, İngiliz oyunları sayesinde Mustafa Kemal'in kahraman bir komutan olarak ümmete sunulması sayesinde halk Mustafa Kemal'e umut bağlamıştı. Lakin bu umut ve bağlanma hilafetin ilgası için değil yabancı işgallerden halifeyi ve hilafet makamını ve topraklarını kurtarma gayesiyle idi. Lakin Mustafa Kemal ve yandaşları bu ümmetin düştüğü zayıf durumdan faydalanarak ve onlara ihanet ederek gücü eline aldıkları an inkılabı gerçekleştirdiler. Cumhuriyet asla bu ümmetin arzusu olmamıştır. Ve Ümmet iradesi ile de gelmemiştir. Zaten koca çınarın yıkılması ile birlikte Müslümanlara zorbalıkla getirilen demokratik sistemlerden Müslümanlar haz etmemiş ve hayır da getirmemiştir. 90 yılı aşkın varlığını sürdüren rejim asla bir başarı sağlayamamış Müslümanlar o gün bu gündür gün yüzü görmemiştir. Nitekim Tunus'ta Arap baharı ile başlayan halkların ayaklanması domino etkisiyle neredeyse tüm İslam alemini içine almaya başlamıştır. Bu durum başta savunduğumuz devrimler halk desteği ile başarılı ve kalıcı olur tezini kanıtladığı gibi, baskı ve zorbalıklarla getirilen devrimlerin ömrünün de kısa olduğu ve yıkılmaya mahkum olduğu hakikatini kanıtlamaktadır.
Son bir misal Medine'de kurulan İslam Devleti örneğini verebiliriz. Medine'de gerçekleşen devrimse diğer üç devrimden çok farklıdır. Zira o ne iki sınıf kavgasından doğan bir orta çözüm; ne kapitalizme bir tepki olarak halkların eşitliği sloganıyla, ne de ihanet, baskı ve zorbalıkla gerçekleşmemiştir. Kurulduğu andan itibaren 1400 yıl gibi uzun bir dönem varlığını sürdüren İslam devleti hiçbir güç kullanmadan sadece İslam’ın fikir gücü karşısında akılların devrimi ile olmuştur. Önce yönetenlerin sonra yönetilenlerin zihninde fikri bir devrimle gerçekleşti. Ki o tarihte eşi benzeri görülmemiş bütün dünyaya nam salmış saadet yönetimi oldu. Bu devrim sahip olduğu dünya görüşünün ve ondan doğan nizamların doğruluğu sayesinde sağlıklı bir kalkınma gerçekleştirmiş ve hiçbir baskı ve zorlama olmadan zihinlerin devrimi ile gerçekleşmiş tek başarılı devrimdir. Çünkü gerçek inkılap zihinlerde olur. Ve bir de zihinler ona zinhar inanmış ve onu kati surette benimsemişse onun önünde durulamaz ki Medine devrimi de bu şekilde oldu. Hatırlayacak olursak Medine' ye giden bir İslami şahsiyet Mus'ab bin Umeyr bir yıl gibi kısa bir zaman içerisinde İslami daveti yürütmüş ve Medine'de İslam’ın adının duyulmadığı hiçbir ev kalmamıştı. Ve halkta İslami bir duyarlılık ve kamuoyu oluşmuş devamında Evs ve Hazreç'in liderleri Sad bin Muaz ve Usayd bin Hudayr'ın Müslüman olmaları ile birlikte zaten İslami duyarlılığı oluşmuş halk akın akın İslam’a girmişlerdi. Hiçbir güç kullanmadan yönetenler ve yöneticiler gelen davete kendiliğinden icabet etmişlerdi. Ve bu durum İslami bir devrimi kaçınılmaz kılmıştı. İşte kökü sağlam ve sarsılması mümkün olmayan asıl devrim budur.
Tabi bu devrim 1400 yıl gibi uzun bir dönem kalıcılığını sağlasa da hayırsız bir devrim 1924 Cumhuriyet Devrimi ile birlikte yıkılmaya mahkum olmuştu. Bu durumun müsebbibi ise Müslümanların uzun yıllar boyunca yaptıkları hataların sayesinde fırsat kollayan kafirlerin içten içe yıkma planlarını uygulamaya koymaları ve Müslümanların hatalar içerisinde olduklarından bu durumu fark edememiş olmalarıdır. Şu bir hakikattir ki devrimi başarılı ve kalıcı kılan her ne kadar devrimin dünya görüşünün doğruluğu ve halkların desteği olsa da; bu doğruluktan kıl kadar ayrılmamayı ve desteği kesmemeyi gerektirir. Bu konudaki en küçük taviz ve rehavet devrimin yıpranmasına ve zaman içerisinde yok olmasına sebep olur. İşte Müslümanların İslami devrimi koruyamamalarındaki neden budur.
Bugün Müslümanlar ve aslında tüm insanlık büyük buhranlar içerisindedir. Aslında yeniden İslam’a ve İslam’ın devletine ne kadar muhtaç ne kadar da susamışlardır. Komünizm yıkılmış ve kapitalizm de büyük krizlerle boğuşmakta ve yıkılmaya doğru hızla dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Dünya yeni bir alternatif peşinde ama bunun İslam olduğunu bildiği halde sırf hakka karşı kibri yüzünden bu hakikati görmezden gelmektedir. İnsanlık bu hakikati görmezden gelse de Müslümanlar yeniden alternatifin İslam olduğunu görmekte ve ona dönüşün arzusu ile yanıp tutuşmaktadır. Bu arzu sahih fikir ve duygularla birleşince onun önünde durulamayacak ve yeni bir İslami devrimin gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Bütün olaylar ve tarih bunu kanıtlamaktadır. Öyleyse sözlerin en güzeli Rabbimizin sözüne kulak verip bitirelim;
وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
De ki: “Hak geldi, batıl zail oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra 81)
Hizb ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Saliha Aydın