Cuma, 20 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
CLINTON YA DA TRUMP NE FARKEDER Kİ!

بسم الله الرحمن الرحيم

CLINTON YA DA TRUMP NE FARKEDER Kİ!

ABD’de yapılan 8 Kasım 2016 seçimleri beklenmeyen bir sonuç ortaya çıkararak cumhuriyetçi parti başkan adayı Donald Trump'ın zaferi ile sonuçlandı. Ve bu sonuç tüm dünyada şaşkınlık ve endişe yarattı. Zira Trump çok küstah ve ırkçı söylemlerle bir seçim propagandası sürdürdü. Özellikle Müslümanlar ve mülteciler hakkındaki söylemleri büyük tepki aldı ve İslam âleminde de büyük yankı uyandırdı. Bu durum ABD halkında da bir rahatsızlık oluşturdu ki hemen ardından halk sokaklara döküldü, protestolar sonucunda hem polis hem de halktan ölenler oldu ve olaylar halen daha devam etmektedir. Her ne kadar medya bu durumu yansıtmakta cılız haberlerden öteye geçmeyen hatta çoğu görmezden gelen bir tavır takınsa da ilerleyen dönem de olayların önüne geçilemez ve halk sindirilemezse hakikat da gün yüzüne çıkacaktır. İlerleyen zaman da durum ne olacak bunu şuan kestirmek mümkün olmasa da söylenilecek hakikat şu ki; Donald Trump'ın zaferi her ne kadar görünürde bir zafer olarak görünse de ABD halkının büyük bir kısmında ve dünya genelinde büyük bir rahatsızlık oluşturdu. Bu durumun Obama'nın seçildiğinde ortaya çıkan tablodan farklı bir durum oluşturduğu bir hakikattir.

4 Kasım 2008'de gerçekleşen seçimler sonucunda demokrat parti adayı Barack Obama, George W. Bush'tan başkanlığı devralmıştı. Bush'un izlediği kötü politika ve gerçekleştirdiği savaşlar sonucu uğradığı başarısızlık ve saplandığı bataklık ABD'nin düşen prestijinin yeniden düzelmesi ayrıca Amerika'nın utanç vesikası siyahlara uygulanan ırkçılık tarihinin üstünü örtmek üzere, siyahîler için bir umut olarak siyahî bir başkan seçildi. İslam âleminde de Obama'nın Müslüman bir kökene sahip olması dolayısı ile büyük bir sevinç ve umut oluşturmuştu. Lakin beklentiler ve umutlar yerini büyük bir hüsrana bırakmış, Obama izlediği politikalarla Müslümanlar adına hiçbir iyilik ve menfaat getirmemiş tam tersi onun dönemi de Amerika tarihinin yanıltmayan ve süregelen sistematik döngüsüyle savaşlar, katliam, işgaller ve sömürüler dönemi olarak tarihte yerini almıştır. Şimdi bu durum mühim bir ispattır ki Amerika başına kimi başkan olarak getirirse getirsin ortaya çıkan sonuç değişmemektedir. Zira George W. Bush bir cumhuriyetçi olarak ve Barack Obama bir demokrat olarak sadece Amerika ve onun menfaatlerine çalışmış ve ortaya koydukları siyaset ve sonuç olarak birbirinden farklı bir durum çıkmamıştır. Öyleyse Trump veya Clinton hangisi gelirse gelsin tek hedefleri ve amaçları ABD'ye hizmet etmek ve onun çıkarları için çalışmak olacaktır. Cumhuriyetçiler üslup bakımından söylem olarak daha sert ve küstah, demokratlar daha yumuşak ve toparlayıcı bir üslup  kullansa da gerçekleştirdikleri eylemler ve sonuç aynıdır. Hepsinin dünyaya armağanı kendi çıkarları için gerçekleştirdiği işgaller, savaşlar ve sömürüdür.

Ayrıca Amerika kapitalist sistemle yönetilen bir devlettir ve kapitalist sistemde adından da anlaşılacağı üzere sermaye sahipleri zenginler yönetime etki etmekte ve dolaylı olarak söz sahipleri ve yönetenler olarak; devlet onların çıkarlarına hizmet etmektedir. Milletin sözcüleri ve vekilleri olarak senato ve temsilciler meclisi olsa da, başkan seçilse de, asla kapital sahibi zenginlere aykırı olarak onların menfaatlerine karşı kararlar alamamaktadır. Çünkü yönetimin ipi, yuları onların elindedir. Bu ortaçağda Aristokratların kraliyete etki edip halkın hiçbir söz ve yetki sahibi olmadan sömürülmesi ile halkın köleleştirilmesi durumu, bugün kapitalist sermayedarların yönetime etki edip halkın sömürülmesi ile modern köleliği getirmiş, kuzu postuna bürünmüş kurt misali yönetim bir aldatmacadan ibaret olmuş, aslında yine parası olan yönetmeye devam etmiştir. Bunun en büyük delili Amerika Merkez Bankası (Federal Reserve Bank)'ın asıl sahiplerinin devlet olması gerekirken bağımsız ve özel bir şirket olmasıdır. Yani bir devlet düşünün ki; devletin parasını basan, devlete borç veren ve faizleri belirleyen devletten bağımsız şahıs endeksli özel bir şirket olsun. “Fed, vergi ödemiyor. Para yaratıyor. Yurt dışında banka açabiliyor, para gönderebiliyor, kendi devletine borç verebiliyor, para arzını, faizleri, enflasyonu, resesyonu, depresyonu kontrol edebiliyor. Kimseye hesap vermek zorunda değil.”(Makro Gerçekler) Ve buna devlet hiçbir şekilde müdahale edemesin. Siz bu devleti yönetenlerin veya devletin, gücünü halkından alan bir devlet olduğunu söyleyebilir misiniz?

1912 seçimlerinde aldığı finansal destek karşılığında 'Başkan olması durumunda Federal Reserve Yasası'nı onaylayacağını' söyleyen Başkan Woodrow Wilson sözünü tuttu. Wilson'un daha sonra söylediği, ''Farkında olmadan ülkemin geleceğini mahvettim,'' sözü tarihe geçti.

Amerika tarihinde suikast girişiminde bulunulan 9 başkanın hepsinin Federal Reserve'in kontrolüne karşı çıkan isimler olması bir tesadüf olarak tarihte yerini aldı.  Amerika tarihinde Kennedy, 4 Haziran 1963'te Amerikan Temsilciler Meclisine danışarak çıkarttığı kanunla Amerikan dolarını basma yetkisini Rotshild ailesine ait olan Federal Reserve Bank'ın elinden alarak Amerikan Merkez Bankası'na vermiş ve ''Bir ülkenin parasının denetiminin şahısların elinde olmasının büyük bir sorun olduğunu''belirterek kendi sonunu hazırlamıştır. Sonuçta Kennedy bir suikasta kurban gitmiştir.

Ayrıca Fed'i elinde bulunduranlar sadece Amerika'nın Merkez Bankasını değil, İngiltere başta olmak üzere Almanya, Fransa, İtalya'nın da merkez bankalarını ellerinde tutmaktadır. Zaten ilk olarak Rotschild'ler İngiltere'nin merkez bankasını ele geçirmişler, diğerleri de arkasından bu kervana dahil olmuştur. 1816 yılında Bank of England'ın özel sektörün eline düşmesinden yaklaşık 100 yıl sonra Amerika Merkez Bankası da özel bankaların kontrolüne geçti. Kurulan 12 ayrı merkez bankasının sahipleri Rothschild's (Londra ve Berlin) Lazard Brothers (Paris), Israel Moses Seaf (İtalya), Kuhn, Loeb & Co. (Almanya ve New York), Warburg & Company (Hamburg, Almanya), Lehman Brothers, Goldman, Sachs, Rockefeller Kardeşler oldu. İşte küresel ölçekte diyebiliriz ki devletler, bir grup azınlığın elinde parasal hususlarda bağımlıdır. Onlar parayı ellerinde bulunduran ve denetlenemeyen bağımsız kuruluşlardır. Henry Ford "Allahtan Amerikan halkı, para politikasının nasıl yönetildiğini anlamıyor. Anlasalardı sabah olmadan devrim olurdu" demiştir.

Paraya ve para politikasına yön verenler sadece banka alanında değil, mallar ve hizmetler konusunda söz sahipleridir. Merkezi Londra'da bulunan Harts Horn J. E. Oil Company es and Goverments'ın yayınladığı istatistiklere göre Ortadoğu petrollerinin % 99'u yedi büyük petrol şirketinin kontrolü altındadır. Bu şirketlerin beşi Rockefeller ailesine aittir. Geriye kalan iki şirketten Shell'in sahibi Marcus Samuel ve Royal Dutch'ın sahibi Wiliam Detending'tir.

Yine silah sanayisinden tutun, uzay teknolojileri, modern teknolojiler, ilaç sanayisi, uyuşturucu vs. birçok sanayi ve hizmetler özel kuruluşların elindedir. Her ne kadar bazıları tarafından bir komplo teorisi gibi görülse de bütün bu mallar ve hizmetleri ellerinde bulunduranların özel şirketler ve bir avuç insan olduğu hakikatinin en büyük delili Fed'dir.

"Dünya 'da yeni bir global sistem oluşmuştur. Dünya 'nın en büyük 5 ekonomisi devletler değil şirketlerdir.(Rahmi Koç, 2004)

Zbigniew Brzezinski’ye göre; “Bütün ülkelerin insanları, hükümetleri ve ekonomileri çok uluslu bankaların ve şirketlerin ihtiyaçlarına hizmet eder.”

Öyleyse Amerika'nın başında seçilen başkanlar öylesine halkın seçtikleri ve sadece halkın ve onların menfaatlerinin hizmetkârları olarak değil, kapitalizmin bir sonucu olarak kapitalist sermayedarların hizmetkârları durumundadırlar. Aslında bu batılıların tüm dünyaya pazarladıkları demokrasi gerçeğinin ne büyük bir yalan ve aldatmaca olduğunu ortaya koymaktadır. Kapitalizmin doymak bilmeyen menfaatçilik anlayışından hareketle tüm dünyanın ekonomisinin yarısını ellerinde tutan ama yine de tamamını ele geçirip hakim olma tamahıyla kapitalistler, küreselleşme (Globalizm) adı altında yeni bir dünya düzenine geçişi arzulamaktadırlar. Onlar istemektedirler ki; tüm dünya bir elden, bir ekonomik ve siyasi güçle ve onun dünya görüşü ile yönetilsin. Bütün ülkeler onlara borçlansın ve yüklü faizlerle bağımlı hale gelsin. Her yeri işgal edip, savaşlar çıkarıp kendi kuklalarını yerleştirip orayı idare etsinler. Oranın her türlü zenginliklerini ele geçirip sömürsünler. Onların gözü doymaz tamahı öyle bir dereceye varmıştır ki; 2 yıl önce dünya nüfusunun yarısının toplam serveti kadar servete sahip olan 85 kişi bulunurken, bu yıl bu sayı 65’e düşmüştür.

Paul Warburg "Kim ne derse desin yakın gelecekte tek dünya devleti kurulacaktır. Tek sorun, bunun uzlaşmayla mı yoksa işgalle mi olacağıdır!" Bu sözleri sarf ederken niyetlerini gizlemeden nasıl da küstahça itirafta bulunuyor Warburg. Uzlaşma yoluyla getiremedikleri yenidünya düzenini işgalle getirmeye çalışıyorlar. Onlar paranın her şeyi yönetip ele geçirecek tek güç olduğunu sanıyorlar. Bakınız yine, David Rockefeller: “Dünyada bir devlet oluşturduğumuzda, modern dünya daha mükemmel ve daha istikrarlı olacaktır. Halkların, kendilerini yönetme hakları, artık dünya bankerleri ve entelektüelleri olan elitin otoritesi altına girecektir. Yüzyılımızda izleyeceğimiz strateji budur.” Dünyayı yönetecek elit güç, dünya bankerleri ve entelektüelleri olacak; halkın kendi kendini yönetme gücü ki; bu hiçbir zaman olmadı, onların otoritesi altına girecektir. Bir dönem Amerika dış ilişkiler bakanlığı yapmış olan Henry Kissinger; “Hangi yol seçilirse seçilsin, Birleşik Devletler ya da Avrupa’ya dayanan çokuluslu şirketler, küreselleşmeyi yönlendiren lokomotifler olarak ortaya çıkmaktadır. ABD ve Avrupa’nın çokuluslu şirketleri, gelişmekte olan ülkelerin şirketlerini yutacaktır.”  Bu hedefleri uzun yıllara yayılmış raporlar ve gerçekleşmesi hedeflenen teoriler, öngörüler halinde thing thang kuruluşları ile birlikte çalışarak gerçeğe dönüştürmeyi amaçlıyorlar. Her yıl thing thang kuruluşları yeni öngörülerde bulunup raporlar yayınlıyorlar. Herkesçe bilinen "Büyük Orta Doğu Projesi" de bu hedefledikleri projelerden biridir.

Hedeflerini gerçekleştirme yolunda da en büyük engel olarak İslam'ı görmektedirler. Ve bu yüzden de hep İslam’ı ve Müslümanları hedef alarak, düşman olarak onlarla savaşmaktadırlar. Onlar tek dünya devleti hayalini kurmaya ve projeler üretmeye devam edip dursunlar, çarpık dünya görüşleri miadını doldurmak üzeredir. Kapitalizmden doğan sorunlar çığ gibi artmakta; insanlar artık onun bozukluğunu görmeye başlamakta, büyük bir memnuniyetsizlik ve güvensizlik açığa çıkmaktadır. Akademisyen ve aydınlar sistem tartışması yapmakta, dünya insanları ABD ve onun izlediği siyasetten nefret etmektedir. Süper güç; adil bir yönetim ve insanlara huzur sunan bir itibarla anılmamaktadır. Şu söz ne kadar hakikatli ve gerçekçi bir sözdür; zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur. Batı ve onun ideolojisi bu insanlığa hiçbir hayır getirmemiştir. Bilakis yine bir avuç azınlığın menfaatlerine ve mutluluklarına hizmet etmiştir. Bugüne kadar hayır getirmediği gibi bugünden sonra da hayır getirmeyecektir. Bilakis bunu onlar kendileri de itiraf etmektedirler; dünyayı baronların otoritesi altında yaşayan modern köleler haline getirmek yani halkları hedef almayı.

ABD ekonomik gücü ve büyük projeleriyle dünyayı devşirmeye çalışırken aslında kendi kendinin sonunu hazırlayacak bir karanlığa doğru yol almaktadır. Nitekim Irak ve Afganistan bataklığına saplanmış; Suriye ise saçlarını ağartan, bir ayağı çukurda ihtiyara çevirmiştir.

Onların durumu Karun'a benzemektedir. Onlar sahip oldukları dünya zenginliklerine güvenerek dünyada bozgunculuk çıkarıp, zulüm ve fesadı yayıyorlar. Ama her zalimin akıbeti gibi onların akıbeti de hüsranla bitecektir. Nitekim Rabbimiz:

اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ ﴿٧٦﴾وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٧٧﴾قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ ﴿٧٨﴾فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ ﴿٧٩﴾وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ ﴿٨٠﴾فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ ﴿٨١﴾وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟ ﴿٨٢﴾

“Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü-kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez. Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir). Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir. Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki, Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış! demeye başladılar.” (Kasas 76-82)

Biz kim gelirse gelsin; Trump ya da Clinton fark etmez diyoruz. Onlar hepsi kafir ve bozgunculardır. Ve kâfirlerden bize asla ne dost olur ne de hayır gelir. Onlar sadece kendi menfaatlerini düşünen kapitalistlerdir. Kaldı ki; kim gelirse gelsin kapitalizm sistemi değişmeyecek ve onlar ona hizmet için çalışacaklarıdır. Bu bilinçle yaşamalı ve siyasetimizi bu bakış açısı ile sürdürmeliyiz. Allah onları ve sistemlerini yerin dibine geçirdiğinde, Allah'ın izniyle bu yakın gelecek İslam’ın olacaktır. Bizler ise ancak bunun arzusu ve hedefi ile çalışanlar olarak Rabbimizin rızasına ulaşabiliriz. Gelecek İslam’ın olacak, küffar bunu istemese de...

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Saliha Aydın

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER