- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları,
“Aile: Zorluklar ve İslami Çözümler” Başlıklı Uluslararası Kadınlar Konferansı
2. KONUŞMA - HOLLANDA
Eşitlik Düşüncesinin Aile Bireylerine Yaptığı Zulüm
Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu
Kıymetli kardeşlerim,
Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
﴿وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ﴾
“Mümin erkekler ile mümin kadınlar birbirlerinin velileridir.” [Tevbe 71]
Kur’an-ı Kerim’deki bu ayette Allah Subhânehu ve Teâlâ hikmeti ilahiyesiyle birbirlerini himaye etmeleri için erkek ve kadının birbirlerine karşı rollerinin nasıl olacağını öğretmektedir. Subhanallah bu ne kadar da güzel? Erkek ve kadından her birisinin karşı tarafa karşı istediği de tam olarak bu değil mi?
Ancak buradan bizim cevaplamamız gereken soru, “cinsler arası adalet” daha net bir ifade ile “cinsler arasında eşitlik” gibi önemli bir hedef gerçekleşir mi? Bugünkü konuşmamda Allah’ın izniyle bu hususu ele alacağım
Birincisi: Erkek ile kadın arasında adalete yapılan çağrı, siyasi, hukuki, iktisadi, eğitim ve yargı konularda erkek gibi kadının da aynı hakları elde etmesi demek değildir. Bilakis, evlilikte, aile hayatında ve genel bir nitelikle de “erkek ve kadın arasında eşitlik” örtüsü altında toplumda kadın ve erkek olarak üzerlerine düşen görevleri, rolleri ve hakları belirlemek, ayrımcılık ve zulüm hatta kadına karşı şiddet bakımından cinsler arasındaki ihtilafları bir sonuca bağlamaktır. Örneğin, “cinsler arası adaleti” temsil ettiği gerekçesiyle, erkeklerin ve kadınların ailenin geçimini, ev işlerini ve çocukların terbiye edilmelerini paylaşmalıdırlar, denilmektedir.
On yıllar boyunca kadın hakları savunucuları; kadınlara saygı gösterilmesi, mutluluk, daha iyi bir evlilik ve çocukların daha mutlu olmaları kavramları çerçevesinde cinsiyet eşitliğini savundular. Kadınları ve kamuoyunu yanlarına çekebilmek, devletlerin anayasalarına ve kanunlarına bunları yerleştirebilmek için de “kadınların güçlendirilmesi”, “kadın hakları” ve “cinsiler arası adalet” gibi şeker kaplı terimlerle pazarladılar. Sonra da cinsiyet eşitliği çağrısına karşı çıkanlar, aile hayatında erkek ve kadının rolünü yeniden tarif ettiler, kadına karşı şiddet suçlamasıyla da onları geri kalmışlıkla nitelendirdiler.
Bununla birlikte şekerle kaplama acılığın ve cinsler arası eşitliğin tadını gizledi. Toplum mühendisliği alanındaki bu tehlikeli deney, evlilik, annelik ve aile birliği üzerindeki en yıkıcı güçlerden biri oldu. Kadınlar, çocuklar ve erkekler için tarif edilemez sefalete yol açmasının yanı sıra toplumlar için çok çeşitli problemler yarattı. Bunun nedeni, toplumu yozlaştıran bu kavramın bir bütün olarak; kadın, erkek, çocuk ve toplum için en iyisi ne olursa olsun, kadınların kendi haklarını ve görevlerini tanımlamalarına teşvik etmiş olmasıdır. Aile hayatına kadın merkezli ve toplumun sorunlarını çözme konusuna cinsiyete dayalı yaklaşım evlilik hayatında ve ebeveyn sorumluluklarında kafa karışıklığına ve anlaşmazlıklara yol açmış, anneliğin değerini düşürmüş kadının, anne ve ev hanımı olarak hayati rolünü yerine getirme yeteneğini kaybetmesine neden olmuştur. Amerikalı gazeteci, öğretim görevlisi ve feminist felsefenin muhaliflerinden biri olan Dale O'Leary, "Kalite Gündemi: Eşitliği Yeniden Tanımlama" adlı kitabında şu ifadelere yer verdi. “Feministler kadınların ilerlemesini desteklediklerini iddia ettiler, ancak bana göre feminizm, kadın olmamın ne anlama geldiği konusunda çok çarpık bir fikir olduğu gibi sözde ilerleme bakımından da son derece uzak bir düşüncedir.”
Bununla birlikte cinsler arası adalet ve cinsel eşitlik temel kuramı çerçevesindeki fikirler, sömürgeci politikalar, laik rejimler ve batı değerlerini esas alan bakış açısını teşvik eden, zorlayan yönetimler tarafından uygulanan siyasetler neticesinde batı dünyasının ötesine İslâm dünyasında da varlık buldu. Anayasalar, kanunlar, medya, sistemler, eğitim girişimleri çerçevesinde kadın hakları kavramı da halklar arasında yerini aldı. Örneğin Tunus’ta toplumda erkek ile kadın arasında tam eşitliği sınırlayan yeni anayasaya ilave olarak şahsi haller kanununda bunu görmek mümkündür. Veya Arap dünyasında yürütülen yoğun kampanyalara bağlı olarak eğitim sistemleri aracılığıyla cinsel eşitlik düşüncesi yaygınlaştırılmaktadır. Örneğin kadınları anneler ve eşler olarak gösteren ders kitapları artık eskimiş ve değişime ihtiyaç duyulan kitaplar olarak değerlendirilmektedir. Bu laik hükümetler, kadın hakları temelinde kadınların kendi topluluklarında özgürce faaliyet göstermelerine ve İslâm ümmeti içinde bozuk fikirlerin yayılmasına izin verdi. Bunların yanında ayrıca devletlerin yasa ve politikalarında cinsiyet eşitliğini güçlü bir şekilde destekleyen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW) gibi uluslararası antlaşmalar ve sözleşmeler kabul edildi.
Sonuç olarak, İslâm ülkelerinde Müslüman Ümmet’teki birçok insan, kadınların saygınlığına ve ilerlemesine katkı sağlayacağı, toplumlarını siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak kalkındıracağı inancıyla cinsiyet eşitliğini ve diğer feminist fikirleri benimsedi. Müslüman kadının başarısına dair vizyonumuzu yeniden şekillendirdiler. Kadının başarılı bir anne ve ev hanımı olması için Rabbi Subhânehu ve Teâlâ nezdinde başarılı ve hadim olması yerine kocalarından mali olarak bağımsız, rollerinde ve görevlerinde kocası ile ortak olan ve başarılı bir işi olmasıyla yeniden şekillendirdiler. Bunun neticesi olarak İslâm ümmetinde; erkeğin söz sahibi olması, kadının kocasına itaat etmesi, kadının asıl görevinin evin hanımı ve çocuklarının eğitmeni olması, çok eşlilik, boşanma ve miras hükümleri gibi içtimai hayatı ilgilendiren hükümler ve Müslüman aile hakkında birçoklarında hoşnutsuzluk ve şüpheler oluştu. Kadın ile erkek arasındaki farkların İslam'ın toplumsal cinsiyete özgü farklılıkları kabul etmesinin bir yansıması olduğunu dolayısıyla aile yaşamını ve toplumun etkili bir şekilde düzenlenmesini sağlayan bir araç olduğunu kabul etmek yerine aralarında cins farkı olması nedeniyle erkeklerin kadınlara karşı üstün olmaları veya kadının erkeğin kölesi olması gibi şeylerle şer’î hükümler itham edildi.
Müslümanlardan bir kısmı ise yalan söyleyerek İslâm'ın kadın erkek eşitliğini desteklediğini yaydılar. Nitekim günümüzde "Müslüman Feministler" denen kadınların; miras, boşanma, roller ve evlilik hakları gibi hususlarda erkek ile kadının eşit olması çerçevesinde İslami metinleri toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi ile yeniden yorumlanması çağrısında olduklarını görüyoruz.
Ancak gerçekte hayatta kadının rollerinin ve haklarının sınırlandırılması düşüncesine çağıran cinsel eşitlik ve toplumsal cinsiyet adalet öyküsünü kabul eden ve destekleyen Müslümanlar, feminist hareket kavramlarını anlamayı başaramadı. Zira bu düşünceler İslâm akidesiyle temelden çelişki halindedir. Çünkü İslâm'da kadın ve erkeğin rolleri eşitlik veya özel isteklerine göre sınırlandırılmaz. Sadece Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın hükümlerine göre sınırlandırılır. Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
﴿وَمَا كَانَ لِمُؤمِنٍ وَلَا مُؤمِنَةٍ إِذَا قَضَى ٱللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ ٱلخِيَرَةُ مِن أَمرِهِم وَمَن يَعصِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَد ضَلَّ ضَلَـٰلاً مُّبِينًا﴾
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [Ahzap 36]
Buna ilave olarak İslâm, aile ve toplum içinde erkeğin ve kadının hakları, görevleri ve rolleri ile ilgili bazı ihtilaflara açık ve net bir şekilde yer vermektedir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:
﴿الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ﴾
“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur...” [Nisa 34]
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise şöyle buyurdu:
«كُلُّكُمْ رَاعٍ وَكُلُّكُمْ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ، وَالْأَمِيرُ رَاعٍ، وَالرَّجُلُ رَاعٍ عَلَى أَهْلِ بَيْتِهِ، وَالْمَرْأَةُ رَاعِيَةٌ عَلَى بَيْتِ زَوْجِهَا وَوَلَدِهِ...»“Hepiniz çobansınız ve hepiniz yönettiklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden sorumludur. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden sorumludur. Kadın, kocasının evinden ve çocuğundan sorumludur.” [Buhari, Müslim]
Buna ilave olarak Müslüman kadının başarısı erkeğin hakları ve sorumluluklarıyla karşılaştırılarak değerlendirilemez. Tam tersine yaratıcısı Allah Subhânehu tarafından belirlenen nitelikler çerçevesinde görevlerini yerine getirmesine göre değerlendirilir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
﴿وَلَا تَتَمَنَّواْ مَا فَضَّلَ ٱللَّهُ بِهِ بَعضَكُم عَلَىٰ بَعضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا ٱكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاءِ نَصِيبٌ مِّمَّا ٱكتَسَبنَ وَسـَٔلُواْ ٱللَّهَ مِن فَضلِهِ إِنَّ ٱللَّهَ كَانَ بِكُلِّ شَىءٍ عَلِيمًا﴾
“Allah'ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri (başkasında olup da sizde olmayanı) hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah'tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.” [Nisa 32]
Feminist hareketin fikirlerini benimseyen bu Müslümanlar, insanlık tarihi boyunca yaşanan tecrübelere dayanan bu kavramların Batılı ülkelerdeki kadınların yaşadığı temel politik, ekonomik, eğitimsel ve yasal hakların yokluğu ve adaletsizliğin ve ezilmenin tarihsel deneyimlerinin sonucu olduğunu, İslâm'ın ve İslâmî yönetimin bunda herhangi etkisinin bulunmadığını kavrayamadılar. Ancak bundan daha önemlisi cinsler arası adalet hikâyesini benimseyen Müslümanlar, cinsel eşitlik ve diğer feminist kavramların bir bütün olarak; aile, kadın, çocuk ve toplumun yapısında yarattığı toplumsal yıkımın kapsamını da anlamadılar.
(1) Evlilik Oranlarındaki Düşüş, Uluslardaki Doğum Sayısında Açık Ve Evlilik Dışı İlişkilerde Artış:
Birincisi: Feminizm ve cinsel eşitlik hareketi, baskıcı bir yapı olduğu, kadınlardan ziyade erkekler için faydalı olduğu ve kadının sadece kocasının kölesi bir eş olduğu gerekçesiyle birçok kadın arasında, evlilik karşıtı bir durum meydana getirdi. Bu durum, birçok kadının kendilerini ötelenmiş bir eş ve anne statüsünde görmelerine, mesleklerinin ve işlevlerinin arkasında koşturmaktan daha değersiz saymalarına neden olmuştur. İşte bu durum birçok kadının evliliği veya anneliği ertelemelerine veya reddetmelerine yol açmış buna bağlı olarak da evlenme ve doğum oranları düşmüş, yaşlı nüfusun bakım ve gözetimini üstlenecek çocuklarda bir boşluk meydana gelmiştir. Yine buna ilave olarak feminist hareketin cinsel özgürlüğü motive etmesi, evlilik dışı ilişkilerde, zinada artışa neden olmuştur. Bu durum aynı zamanda parçalanmış aileleri çocukları gündeme getirmiş, bu çocuklar evlilik dışı doğumlar yapmışlar ve kürtaj oranlarının artmasına neden olmuştur.
(2) Evlilikte Kaos Ve Çatışma:
İkincisi: Aile desteği, ev işi ve çocuk bakımı açısından erkekler ve kadınlar için evlilik içinde açıkça tanımlanmış rollerin ve görevlerin aşınması nedeniyle feminizm ve cinsel eşitlik düşünceleri evlilik ve babalık sorumluluklarında birtakım ihtilaflara ve kaosa neden olmuştur. Böylelikle, karı koca evlilik ve aile yükümlülüklerini yerine getirdikleri homojen bir birlikten ziyade, roller ve sorumluluklar üzerinde cinsiyet ilişkisine rekabet hâkim olmuştur. Ayrıca evlilik, sevgi, merhamet ve eşlerin birbirlerine karşı sorumlulukları tarafından belirlenen bir yakınlık bağı olmaktan ziyade kişisel tercihler ve haklar üzerinde bir savaş alanı haline gelmiştir. Üstelik birçok erkek ve kadının zaman içinde uzun ve zorlu işlerde çalışıyor olmaları evliliğin başarısı için daha az enerji harcanmasına ve evlilik bağlarının zayıflamasına neden olmaktadır. Örneğin, Amerika'da Pew Araştırma Merkezi tarafından yürütülen ve 2013 yılında yayınlanan bir anket çalışmasına göre, ankete katılan yetişkinlerin yarısı, artan sayıda çalışan kadının evlilik yapmasını daha zorlaştırdığını söyledi.
(3) Kadınların İstihdama Zorlanması:
Üçüncüsü: Feminizme göre cinsel eşitlik hikâyesi erkeklerin ve kadınların hayatta eşit roller üstlenmelerini gerektirir ve kadın değerini çalışmasından, parasal olarak erkekten bağımsız olmasından elde eder. Bu ise, kadının çalışmasını bir seçenek olmaktan çıkartıp tam tersine olması gereken, beklenen bir toplum anlayışına neden oldu. Hatta evli olmayan anneler, çocuklarının bakımını tek başına üstlenmek zorunda kaldılar. Bu nedenle genellikle kadınlar, ailelerinin bir çalışanı olarak erkeklerin rolünü üstlenmeye zorlanmışlar, hatta evlerinde oturup çocuklarının bakımlarını üstlenmek istemelerine rağmen piyasanın kölesi haline gelmişlerdir. 2013 yılında İngiliz Guardian gazetesi, “Ailenin Geçimini Sağlayan Annelerin Artması Eşitliğin Zannedildiği Kadar Başarılı Olamadığının Göstergesidir” başlığı altında yayınladığı makale ile eşitlik düşüncesinin daha az başarılı olduğunu ifade etmektedir. Zira makalede Pew Research Center raporundan elde edilen istatistiklere göre, ABD'li tüm hanelerin %40'ının çocukları olup anneler tek veya temel bakıcı konumundadırlar. Makale, % 40’ın yani ailelerin üçte bir kadar çoğunluğunun bekâr anneler olduğunu açıkladı. Bunlar birçoğu ev bakım sorumluluklarını ve çocuk bakım sorumluluklarını omuzlamak için mücadele ediyor. Makale aynen şu açıklamayı yapıyor: “Görünen o ki, yorgunlukları, yeterli desteğin olmaması ve yaygın imaj kaybı nedeniyle özellikle evli olmayan annelerin bakıma muhtaç kimseler olmaları feminizmin daha az başarılı olduğunu göstermektedir.”
Kadınların başarısını iş sahibi olmakla irtibatlandırmak aynı zamanda başarılı bir iş bulmak veya görevini korumak için birçok kadının çocuk sahibi olmasını geciktirdi ya da engelledi. Dolayısıyla feminizm ve cinsel eşitlik, birçok kadını annelikten mahrum bıraktığı gibi milletleri de gelecek nesillerden ve güçlü nüfuslardan yoksun bıraktılar. Ayrıca çalışma düşüncesinin kadına toplumda daha üstün bir yer sağlayacağı bir vehimdir. Çünkü birçok kadın düşük ücretli ve basit işlerde çalışmakta, çoğu kere de yaptığı işler nedeniyle sömürülmektedir.
(4) Çocukların Hakları İhmal Edildi:
Dördüncüsü: Feminist kampanya, anneleri toplumsal cinsiyet eşitliği adına işyerlerine itti, anneler olarak hayati rolünü zayıflattı ve çocukların ihtiyaçlarını göz ardı etti. Her iki ebeveynin de çalışıyor olmaları, birçok ebeveynin çocuklarını etkili bir şekilde büyütme kabiliyetini zedelemiş ve olumsuz yönde etkilemiştir. 2013 yılında Amerika'da Pew Research Center tarafından yapılan bir araştırmada, çalışan kadınların oranının %75'i varmış olması ailenin çocuklarını yetiştirmesini zorlaştırdığını söyledi. Feminist hukuk teorisinin en etkili isimlerinden biri olan Profesör Martha Albertson Veneman, iki ebeveynli bir aileyi “çocuklara bakacak kimsenin BULUNMAMASI muhtemel bir kurum” olarak tarif ediyor. Diğer taraftan Ahlak ve Sosyal Felsefe Profesörü “Parçalanmış Aile” kitabının yazarı Brenda Almond, çalışan annelerin büyük bir kısmının, “çalışma günü boyunca her iki ebeveynin de evde bulunmamasının kaçınılmaz olduğuna” razı olmak zorunda kaldığını yazmıştır. Ayrıca, çalışan anneler, çocuklarına bakmak için harcadıkları zamanın azlığı nedeniyle, birçok kişi tarafından suçlanmaktadır. Bu durum aynı zamanda çocukların ruh sağlığını ve eğitim performansını etkilemesinin yanı sıra günümüzde birçok toplumu etkilemiş olan gençler arasında suçlu ve sosyal olmayan davranışların yüksek olmasının nedenlerinden birisidir.
(5) Kadınların Hayatları Eziyete Dönüştü:
Beşincisi: Çalışma baskısı ile ev işleri ve aile sorumlulukları arasında mücadele etmek zorunda kalan kadınlara yönelik yüksek baskı, kadınlar arasında kaygı ve depresyonda belirgin bir artışa neden olmuştur. Avrupa Birliği Nöroloji ve Nörobilim Koleji tarafından 30 Avrupa ülkesinde yürütülen ve 2011 yılında yayınlanan bir çalışmada, aile yükümlülüklerini iş gereksinimleriyle bağdaştırmak zorunda kalmanın "muazzam yükü" nedeniyle Avrupa'da aile içindeki depresyonun, son 40 yılda ikiye katladığı görülmüştür. 2009 yılında, Birleşik Krallık'taki Ulusal Sağlık Bilgi Merkezi, istihdamın sürdürülmesi, çocukların yetiştirilmesi ve yaşlı ebeveynlere bakım nedeniyle baskıya maruz kalan kadınların oranının önemli oranda arttığını bildirdi. Bu nedenle, cinsel eşitlik çağrısı bir zulüm halini almıştır çünkü "her şeyi al, kadın" rüyası "her şeyi yap, kadın" kâbusuna dönüştü. Zira kadın kaçınılmaz olarak hem ev kadını hem de evin ihtiyaçlarını karşılama baskısıyla yüz yüze kaldı. Bu ise kadın için adalet olmaktan çok uzak bir durumdur.
(6) Annelik değersizleştirildi:
Son olarak, feminist propagandaya göre kadınların ev içi görevleri ve çocuklarının terbiyesi kadınların yeteneklerinin israf edilmesidir. Çünkü onlar toplumdaki gerçek potansiyellerini gerçekleştirme sıkıntısı ile karşı karşıyadırlar. Feministlere göre görev almak ve çalışmak kadına; değer, saygı, başarı ve varlık bulma fırsatı sağlamaktadır. Oysa bu durum annelik rolünün hayati öneme sahip olmasına dair toplum rüyasını olumsuz yönde etkilemektedir. Kadınların eş ve anne olarak temel rolü fikrini destekleyenler, kadınlara “çocuk yetiştirme makineleri” olarak hakaret etmekle suçlandılar. Bir hakikat olarak annenin, çocuğun bakım ve terbiyesinde toplum içinde en değerli varlıklarından birisi olmasına rağmen. Bunun neticesinde çocuklarının bakım ve terbiyelerinin üstlenen anneler ikinci dereceye itilmekte ve saygı görmemektedirler. Yine buna bağlı olarak kadınlar kendilerini, özgür kadın fikrine ihanet ediyor gibi hissettiler ve topluma tam olarak katkıda bulunamadılar. Kadınların hayatlarına birtakım hedefler muhtaç kimseler olarak bakılıyordu. Çoğu kere de düşük sınıf, daha az eğitimli, daha az yetenekli, daha az başarılı ve toplum için daha az değerli olarak değerlendiriliyordu. Bunun ardından da erkeklerin üstlenmiş oldukları görevler ve roller altın standardı haline getirildi ve buna bağlı olarak cinsel eşitlik düşüncesinin gerçekleşmesine yapılan çağrı kadınların güçlendirilmesi fikriyle tümüyle çelişir bir hal aldı. Bütün bunların sonucunda kadının değerini düşürdüler. Hatta kadının biyolojik doğasını insan ırkının taşıyıcısı olma özelliğini küçümsediler.
Sonuç olarak kardeşlerim:
Cinsel eşitlik çatlamış bir kavramdır ve toplumsal erozyonun sebebidir. Çocukların esenliğinin yanı sıra aile hayatının birliği ve uyumunda telafisi mümkün olmayan zararlara neden oldu. Kadınların biyolojik doğasını, insan ırkının taşıyıcıları olarak görmezden gelmek, bunu bir kenara itmeye çalışmak, her iki cinsiyet için de evlilik ve aile yaşamındaki rollerini ve haklarının belirlenmesinde ana eksen rolünü üstlendi. Aynı zamanda annelik kavramının çocuğun hayatında merkezi eksen olmasının da reddedilmesini gerektirdi. Bunlara ilave olarak, konuşmamın başında da değindiğim gibi Allah Subhânehu Teâlâ’nın Kur’an’da emrettiği gibi erkek ve kadının birbirlerinin yardımcıları, destekçileri ve koruyucuları olması gerekirken bu düşüne eşler arasında çatışma ve rekabet meydana getirmiştir. Ayrıca kadına ait rollerin ve hakların sınırlandırılması düşüncesi onu zulümden kurtarmamış tam tesrine zulmün çeşitli türlerine maruz bırakmıştır. Çünkü bireysel ve dar kapsamlı bu feminist bakış, kendisine göre kadın için sözde en iyi olanı istiyor olmasına rağmen, evlilik, çocuklar, mutlu aile ve bir bütün olarak toplum için en iyi olanı göz ardı eder.
Bütün bunlara rağmen cinsel eşitlik ve cinsel arası adalet -ki bu düşünce İslâm dışı yabancı bir düşüncedir- kadınların statüsünü artıracak birtakım kanunlar, programlar ve siyasetleri İslâm topraklarında halen daha sürdürmektedirler. Şüphe yok ki Müslümanlar olarak bizlerin, başarısız yabancı sosyal tecrübeleri tekrarlamak yerine dinimize, kanunlarımıza, değerlerimize, sağlıklı bir metoda sahip olan, kadın ve erkeğin görev ve rollerini ve haklarını daha sağlıklı yollarla belirleyen ilahi İslâm nizamımıza sımsıkı bağlı kalmamız gerekir. Bu nedenle kadınların, çocukların ve ailelerin karşı karşıya kalmış olduğu sayısız sorunların çözümü için dinimize dönmemiz gerekir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
﴿وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ﴾
“Biz sana kitabı her şeyi açıklayıcı olarak indirdik.” [Nahl 89]
Yasmin Malik
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Üyesi
Kampanya Sayfası İçin TIKLAYINIZ