Perşembe, 19 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Amerika, İslâm'ı Kökünden Sökmek için Demokrasi Kampanyası Yürütüyor هَذَا بَلاَغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنذَرُوا بِهِ  "İşte bu, insanlar için ve uyarılsınlar diye (gönderilmiş) bir bildiridir." [İbrâhîm 52]

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Pakistan Müslümanları, Benâzir Butto suikastinden sonra çok sayıda insanın ölümü ve yaralanması, birçok özel mülkün tahrip edilmesi, yakıt ve gıda sıkıntısı ile baş gösteren şiddet dalgasında boğuştukları sırada dahi Amerika, Pakistan'da demokrasi kampanyası yürütmektedir. 28 Aralık 2007 günü Amerikan Dışişleri Bakanı Dr. Condoleezza Rice şöyle diyordu: "Fakat açıkçası, demokratik sürecin ileri gitmesi gerçekten oldukça önemlidir." Aynı gün Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Boucher ise şöyle diyordu: "Yumuşama ve kesinleşen seçimlerde ilerleme görmek istiyoruz." Ne var ki Amerika'nın demokrasi kampanyası, Pakistan'da gerçekten temsilî bir hükümet için değil, daha da ötesi İslâm'ın yükselişini önleme girişimidir.

Pakistan Müslümanları, uzun süredir diktatörlüğün baskısına mâruz kalmıştır. Bu durumda Amerika, Müslümanlara, diktatörlüğün yerini alacak olanın yalnızca demokrasi olduğunu hissettirmek istemektedir. Bu demokrasi kampanyası dâhilinde Amerika, Müslümanların kendi yöneticilerini seçtikleri temsilî bir hükümet için yapılacak seçimleri demokrasi ile ilişkilendirerek duyguları ile oynamaya uğraşmaktadır. İslâm, otoriteyi gasp edeni reddettiği ve yöneticinin rızâ ve tercih ile seçilmesini emrettiği için Amerika, demokrasiyi onlara süslü göstererek Müslümanları demokrasiye başvurmaya sevk edeceğini ummaktadır. Bu ise demokrasinin, Allah'ın hükümlerinden başkasını yasamak şeklindeki gerçek özünü görmesinler diye Müslümanların gözlerine karasu indirmek ve bakışlarını, demokrasinin temsilî hükümet bağlamında neye çağırdığından çevirmektir.

Her hâlükârda eminiz ki Amerika'nın bu demokrasi kampanyası Pakistan'da fiyasko ile sonuçlanacaktır. Gerçekten de Müslümanların inancı ile çatışan hiçbir şey, onların akıllarında ve kalplerinde asla pekişemeyecektir. Yine de Amerika, onu yaymak için çabalarını yoğunlaştıracaktır ve zaten onu dayatmak üzere ajanlarını çoktan harekete geçirmiş durumdadır. Amerika'nın çağırdığı demokrasinin ana temeli, egemenliğin beşere ait kılınmasıdır. Buna göre beşer, doğruya ve yanlışa, güzele ve çirkine, iyiye ve kötüye özgürce karar verebilmekte, başkalarına karşı da sorumlu olmamakta, bu nedenle temsilcileri vasıtasıyla, egemenlik sıfatıyla yasamada bulunabilmektedir. Dolayısıyla demokraside neyin helâl, neyin haram olduğuna karar veren, Allah'ın emrini hevâsına göre kabul yahut reddeden bizâtihi beşerdir. Böylelikle beşer, zulmen ve udvânen, gayri-meşru bir şekilde kendisini, yalnızca Allah'a ait olan -hâşâ- ilahlık konumuna yükseltmektedir. Oysa hiçbir Müslüman, Allah ve Rasulü'nün emirleri ve nehiyleri dururken, şer'an neyin helâl, neyin haram olup olmadığı kararının herhangi bir insana yada meclise verilmesini asla kabul edemez. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ  "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkeğin ve mü'mine bir kadının artık işlerinde hiçbir seçeneği yoktur." [el-Ahzâb 36] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ  "Rasul size her neyi getirdiyse onu alın ve sizi her neyden nehyettiyse ondan da kaçının. Allah'a ittika edin, şüphesiz ki Allah cezalandırması şiddetli olandır." [el-Haşr 7] Yine Allah [Subhânehu ve Te'alâ] İslâm'dan başkası ile yönetimi şiddetle zemmetmiş, bunu "tâğut" diye tanımlamıştır:  أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا  "Sana ve Senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten Şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ  "Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45] Bu âyetler, egemenliğin Allah'a ait olmadığı yahut beşerin egemenliği Allah ile paylaştığı herhangi bir sistemin, -ister demokrasi ister diktatörlük olsun- kesinlikle küfür sistemi olduğuna dâir oldukça sarih âyetlerdir.

Demokraside ve kezâ diktatörlükte, egemenlik beşere ait olduğu içindir ki bu durum, Sömürgeci güçler nazarında bu sistemi oldukça elverişli hale gelmektedir. Çünkü bu sistem, Sömürgeci Kâfir'in çıkarlarını koruyan yasaların çıkarılmasına kapı açmaktadır. Son zamanlarda Müslümanlar aleyhindeki Amerikan savaşını desteklemek üzere Pakistan Hükümeti tarafından tüm adımlar atılarak yasal işlerlik kazandırılan 17. Reform Paketi, bunun en açık örneğidir.

Üstelik Amerika'nın, Pakistan'da temsilî hükümet arzuladığı iddiasının da hiçbir gerçekliği yoktur. Amerika bilmektedir ki şayet Müslümanların görüşü temsiliyet kazanırsa, artık Pakistan'ın hiçbir yöneticisi, Keşmir Müslümanlarından yüz çevirerek Hindu müşrikleri teşvik etmeye yahut dünyanın yegâne Müslüman nükleer gücü olan Pakistan'ın nükleer programını zayıflatmaya yahut eğitim müfredâtından İslâmî kıymetleri yok etmeye yahut Lâl Mescid'de yüzlerce Müslüman talebeyi acımasızca katletmeye yahut Afganistan'daki Amerikan işgâlini güvence altına almak için Müslüman askerlere kabileler bölgesindeki Müslüman kardeşlerine karşı savaşmayı emretmeye cüret edemez. Oysa Müşerref bunların hepsini, şu ana kadar hep "gerçek demokrasi" palavrasıyla arsızca yapmıştır. Muhakkak ki Amerika, rızâsız ve tercihsiz bir biçimde Müslümanlara dayatılan Müşerref'e dâima müteşekkir olacaktır. Ve Amerika bilmektedir ki diktatörlük ardından, yalnızca demokrasi, Müslümanların gerçek temsilinin yönetime ulaşmasını engelleyebilir.

Müslümanların İslâm'ın bir devlet olarak ikâmesi hakkındaki görüşlerine gelince; Amerikan İç Güvenlik Bakanlığı tarafından desteklenen ve Maryland Üniversitesi tarafından Aralık 2006 ilâ Şubat 2007 aralığında yapılan bir araştırmanın sonuçlarında görüldü ki Pakistan'daki Müslümanların çoğunluğunun "tüm İslâmî ülkeleri tek bir İslâmî Devlet veya Hilâfet içinde birleştirmek" şeklinde bir hedefi vardır. Artık bundan sonra Amerika'nın, dinleri olan İslâm'a göre Müslümanları temsil edecek -ve sonrasında doğal olarak dünyanın en büyük ve en güçlü devletini ortaya çıkaracak- bir yönetime nasıl tahammülü olabilir? Nasıl, Ey Müslümanlar, Nasıl?

İşte bunun içindir ki genel olarak Batılılar, özel olarak Amerikalılar, İslâm'ın yükselişine karşı bir kampanya yürütmekte, demokrasinin yayılması için ajanlarını ve kuruluşlarını finanse ederek ve İslâm'a çağıranların vahşice ezilmesini teşvik ederek tüm gücünü harcamaktadır. Cezayir örneği, sizden hiç de uzak değildir. Orada Batı'nın ve ajanlarının fırıl fırıl dönen gözleri önünde açılan oy sandıkları gösterdi ki insanlar İslâm'ı istemişlerdir. Bunun üzerine Batı'dan gelen alkışlar ve kutlamalar eşliğinde, Cezayir'in yöneticileri, seçim sonuçlarına saygı göstermek yerine, Müslümanları vahşice ezmeye başlamışlardır.

Dolayısıyla âyân-beyân görülüyor ki Amerika'nın demokrasi kampanyası Müslümanların temsiline izin verilmesi için değil, tam aksine İslâm'ın yükselişinin engellenmesi içindir. Bu nedenle, Müslümanların kanıtsız, mesnetsiz suçlanması, İslâmî toprakların çiğnenmesi ve işgâl edilmesi, İslâmî değerlere saldırılması ve hatta kendi hapishanelerinde Kur'ân'a bile hakâret edilmesi için herhangi bir fırsatı kaçırmamaya da özen göstereceklerdir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:  قَدْ بَدَتْ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ  "(Size karşı) duydukları kin ve nefret ağızlarından (dökülen sözlerinden) taşmıştır. Kalplerinde besledikleri (kin ve nefret ise) çok daha büyüktür." [Âl-i İmrân 118]

Ey Pakistan Müslümanları! Amerika'nın derdi, başınıza gelen musîbetlerin ve felâketlerin müsebbibi olan demokrasiyi yükseltmektir. Öyle ki yegâne Hak dîn olan İslâm'ın tatbîk edildiğini kutlamanın tadına hiç varamayasınız! İşte bunun için sizleri, kararlı ve kesin bir tavırla demokrasiyi reddettiğinizi göstererek bu seçimleri boykot etmeye çağırıyoruz. Hepinizi, İslâm Âlemi'ne zorbalıkla dayatılan demokrasiyi ortadan kaldırmak ve yerine Râşidî Hilâfet Devleti'ni yeniden kurmak için ciddiyetle çalışmak üzere, Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak bizimle birlikte durmaya çağırıyoruz.

Biliniz ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ] îmân edip sâlih amel işleyenlere, kendilerinden öncekilere vaat ettiği gibi kendilerine de, Küfür yönetiminden sonra İslâmî yönetimi nasip edeceğini, onları yeryüzünde pekiştirip egemen kılacağını ve geçirdikleri korku dönemini güvenlik ve esenlik dönemine çevireceğini vaat etmiştir. Hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لاَ يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا  "Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vâdetti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar." [en-Nûr 55]

Devamını oku...

İslâm'ın Suçlanması ve Müslümanların Haksızca Hapsedilmesi Ancak, Müslümanların Dînleri Üzerindeki Sebatlarını Artırır

  • Kategori Danimarka
  •   |  

Bugünlerde Hizb-ut Tahrir'in Danimarka'daki Temsilcisi Fâdî AbdulLatîf, 17.11.2007'de İstinaf Mahkemesi'nin kendisini çarptırdığı 60 günlük haksız mahkûmiyet nedeniyle hapishanede ceza çekmektedir. Bu ve diğer haksız mahkûmiyetlerin hakîkatini, arka plânını ve boyutlarını açıklamak üzere aşağıdaki hakîkatleri vurguluyoruz:

  • Dalavere ve yalan üzerine kurulu Danimarka Hükümeti, 2003 yılı Mart ayından bu yana, Müslümanların beldelerinde bulunan işgâl güçlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla Danimarkalı askerler, Irak'ta ve Afganistan'da sivillerin katledilmesine ve işkence edilmesine ortaktır. Yoksa Danimarka Hükümeti'nin maktullerin ailelerine ödediği diyetler neyin nesidir? Yine bir Danimarka televizyonunun ifşâ ettiği gibi, işkence eylemlerine katılan ve Afgan esirleri Amerikan işkence hapishanelerine teslim eden Danimarka askerlerin yargılanması da ancak bu cürümlere bir delildir.
  • Danimarka Hükümeti, Yahudi varlığının Müslümanlara yönelik katliamlarına büyük oranda bulaşmıştır. Bu da Yahudi varlığına silahlar ve savaş uçaklarının yedek parçalarını göndererek ve Yahudi varlığının Filistin'de çocuklara ve sivillere karşı işlediği katliamlara verdiği dâimî siyâsî desteği çerçevesinde onlara mazeretler sunarak olmuştur. Danimarka Başbakanı Rasmussen, 2005 yılı Şubat ayında Århus Üniversitesi'nde şöyle diyordu: "İsrail'in bütüncül bir şekilde Birleşmiş Milletler kararlarına bağlı kalmadığını kabul ediyorum, ancak İsrail diktatör bir devlet değildir. Açık fark budur. Benzer şekilde İsrail, kendisini denize dökmek isteyen düşmanlar ile çevrilidir. Dolayısıyla İsrail'i nefs-i müdâfaaya mecbur hale getiren özel bir târih bulunduğunu nazar-ı itibara almak zaruridir." Yine Yahudi varlığının Lübnan'da işlediği katliamlara bulaşmıştır. Çünkü Danimarka Dışişleri Bakanlığı, sürekli olarak Yahudi varlığının nefs-i müdâfaa hakkı bulunduğunu açıklayagelmiştir. Yine Danimarka Hükümeti, 12.07.2006 tarihinde Güvenlik Konseyi'nde, Lübnan'a yönelik savaşın durdurulmasına ilişkin karar tasarısı için çekimser oy kullanmıştır. Yine Danimarka, Müslümanlar ile Yahudi varlığı arasındaki çatışma meselesini, "anti-semitizm" olarak değerlendirmektedir.
  • Danimarka Hükümeti, İslâm'a karşı bir savaşın başını çekmektedir. Nitekim Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen, İslâm'a ve Kur'ân-il Kerîm'e dil uzatmasına ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i en çirkin vasıflar ile tanımlamasına bir mükâfat olarak "Özgürlük Ödülü"nü 21.11.2004'te Hollandalı politikacı Ayan Hırsî'ye vermiştir. Yine Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakâret eden karikatürler ancak, Danimarka Kültür Bakanı Brian Mikkelsen'in 25.09.2005'te aydınları ve sanatçıları Kur'ân ile ve Rasul-il Kerîm [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ile istihzâya teşvik etmesinden sonra meydana gelmiştir. Ardından Danimarka Başbakanı'nın, karikatürleri yayınlayan Jyllands-Posten Gazetesi'ni epik savunması ve buna uyumlu olarak başsavcının, mezkur gazete aleyhinde Şubat 2006'da açılan dâvâyı reddi, sonra da başsavcının, Mart 2006'da gazetenin kovuşturulmasını reddettiğini teyidi gelmiştir.

Bu esnada Hizb-ut Tahrir / Danimarka, Danimarka Hükümeti'nin İslâm'a karşı savaşını ve Müslümanların beldelerini işgâllerindeki skandalları deşifre etmeye başladı. Bunları da gösteriler, konferanslar ve oturumlar gibi bazı aktiviteleri ile gözler önüne serdi. Bunun üzerine Danimarka Devleti, Hizb-ut Tahrir'i Danimarka'da yasaklamaya yönelik bazı girişimlerde bulundu. Lakin bu girişimler, Danimarka Anayasası'na göre Hizb'i yasaklama imkânı bulunmadığını teyit eden başsavcı raporu ile başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Hizb'in durumu Danimarka Parlamentosu'nda ele alındı. Tartışma, sorunun çözümü için Hükümet'in sunduğu öneri ekseninde döndü ve bu öneri, Hizb'in şebâbının yargılanması ve açılan dâvâların artırılması yoluyla Hizb'in yasaklanmasına zemin hazırlanmasına dayanıyordu.

Böylece Danimarka Hükümeti, hakkında soruşturma açılan ve kapanmasının üzerinden sekiz ay geçen, Amerika'nın el-Fellûce'deki katliamına dâir Hizb'in 8 Kasım 2004 tarihinde yayınladığı ve başsavcının Danimarka Hükümeti'ne yönelik bir tehdit olarak değerlendirdiği beyân hakkındaki dosyayı 2005 yılı Temmuz ayında yeniden işleme koydu. Bu dosyaya bir de Yahudi'nin Filistin'de işlediği katliama dâir Hizb-ut Tahrir'in 2001 yılı Mart ve Mayıs aylarında yayınladığı ve başsavcının Danimarka'daki Yahudiler için tehdit içerikli olarak değerlendirdiği iki beyân eklendi.

Tüm bunlara binâen, İstinaf Mahkemesi'nin 17 Ağustos 2006 tarihinde Hizb'in temsilcisini hapis cezâsına çarptırması gâyet doğal idi. Zîra yargıcın ve başsavcının, işgâl kuvvetlerini temsil ettikleri açıktı. Üstelik Medya Temsilcimiz aleyhindeki iddialara yönelik hiçbir delîl sunulamamıştı. Dolayısıyla bu dâvâ, siyâsî bir dâvâ idi. Bunun delili, 5 Ağustos 2005'te Adalet Bakanlığı'ndan Kopenhag Polisi'ne bu konu hakkında gönderilen fakstır ki bu, Müslümanların beldelerinde kullanılan yöntemin aynısıdır. Oralarda siyâsî yöneticiler bir karar verirler ve uygun gördükleri bu kararın alınması için mahkemeye emir verirler.

Gerçek şu ki Cihâd âyetlerinin suç kabul edilmesi, hukukî bir emsâl teşkil etmektedir ve Müslümanların evlatları bu esâsa binâen, Kur'ân-il Kerîm âyetlerinin yargılanmasına binâen yargılanmaktadırlar. Zîra başsavcı, Cihâd'a ilişkin Kur'ânî âyetlerin delil gösterilmesini hukuken suç olarak değerlendirmektedir ki bu, Müslümanların İslâm'a dâveti ve Şeriat'ı tatbîki durdurmaları gerektiği anlamına gelmektedir. Oysa İslâm buna, hayatî mesele olarak itibar etmektedir. Bunun bir benzerini, "Glostrup ve Odense" dâvâlarında da görmekteyiz. Bunlarda açıkça görülmektedir ki mesele, İslâmî görüşleri benimsemekle alâkalıdır. Bunun delîli, Glostrup mahkemesi yargıcının, üç sanığın serbest bırakılmasının, üzerlerine atılı suçun kanıtlanamamasına binâen olduğuna ilişkin açıklaması ve savunma avukatının Politiken Gazetesi'ne yaptığı şu açıklamadır: "Müvekkilimin tek suçu, Müslüman olması ve İslâmî hükümleri öğrenmekle suçlanmasıdır." el-Aksâ Hayır Cemiyeti hakkındaki dâvânın da bundan geri kalır yanı yoktur. Orada da, yargıcın cemiyet yöneticilerini üzerlerine atılı suçlamalardan aklamasına rağmen Hükümet dâvâyı yeniden başlatmaya uğraşmıştır. Son olarak görüşlerine terör suçlaması atfedilerek haksızlıkla mahkûm edilen Kardeş Sa'îd Mansûr'un dâvâsı da pek farklı değildir. İşte Hizb-ut Tahrir Medya Temsilcisi hakkında açılan dâvâ da, bu dâvâlardan biridir ve İslâm'a ve dâvetinin taşınmasına yönelik savaştan bir parçadır.

Şu halde Hizb-ut Tahrir / Danimarka aşağıdaki hususları vurgular:

-     Muhakkak ki İslâm; İslâmî Ümmet'e, Müslümanların beldelerinin işgâline karşı Cihâd'ı farz kılar, ister Filistin'de, ister Irak'ta, ister Afganistan'da, isterse diğerlerinde olsun, fark etmez!

-     Müslümanların Yahudi düşmanlığı; Yahudi inancına sahip olanlara karşı değil, Müslümanların topraklarını gasp eden, yurtlarından çıkaran ve kendilerine karşı harp ilan eden Yahudi varlığına karşıdır.

-     Dâveti taşıyanların hapsedilmesi; dînleri üzerindeki sebâtlarından ve çağrıda bulundukları görüşlere sarılmaktan başka bir şeyi artırmayacaktır. Yine İslâm'a karşı savaş ve bu cümleden açılan bu zâlimâne dâvâlar, ancak Batılı Hadârat düşüncesinin iflâsına delildir.

-     Allah'ın Şeriatı'nı ikâme etme ve Müslümanların beldelerinde İslâmî hayatı yeniden başlatma çalışması, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bizlere emrettiği bir farzdır. Bunu terk etmek de, bunda gevşeklik göstermek de câiz değildir. Bu, aynen salâhın ve siyâmın farziyeti gibi farzdır.

Bizler, İslâmî Ümmet'in bu ülkede bulunan ayrılmaz bir parçasıyız ve üzerimizdeki yükümlülüğü asla unutmuyoruz. Bizim bu ülkedeki yükümlülüğümüz, zayıf taraf olmamak için, birbirimizle dayanışma içerisinde olmamız ve omuz omuza durmamızdır. Aksi takdirde bu zaaf, Akîdemize ve dînimizin hükümlerine bağlılığımızı sarsmak için istismar edilir. O halde dâveti taşımamızda önümüzü aydınlatan kandil, Rasulümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli olmalıdır:

والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

Allahu Te'alâ'dan, bizi ve tüm Müslümanları, dînleri ve dünyaları hakkında Müslümanları emin kılacak Hilâfet Devleti ile en kısa zamanda nimetlendirmesini niyâz ediyoruz.

وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوا في الأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ أَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ "Biz istiyorduk ki mustaz'aflara yeryüzünde lütufta bulunalım, onları liderler yapalım ve (ülkelere) vâris kılalım." [el-Kasas 5]

Devamını oku...

Şeyh AbdulKadîm Zellûm

Hizb’in Liderliğinde Hayırlı Selefin Hayırlı Halefi

Şeyh AbdulKadîm Zellûm

zellum abdulkadimO; Büyük Âlim Şeyh AbdulKadîm ibn-u Yûsuf ibn-u AbdulKadîm ibn-u Yûnus ibn-u İbrâhîm’dir. Şeyh Zellûm -râcih görüşe göre- H. 1342 – M. 1924 yılında el-Halîl şehrinde, dîndarlığı ile meşhur ve ma’ruf bir âilede doğmuştur. Babası Rahimehullah, Kur’ân hâfızlarından olup hayatının son anına kadar Kur’ân’ı içtenlik ile okumuş, Hilâfet Devleti zamanında müderris olarak çalışmıştır.

Babasının amcası AbdulĞaffâr Yûnus Zellûm ise, Hilâfet Devleti zamanında el-Halîl müftüsü idi. Zellûm Âilesi, el-Mescîd-il İbrâhîmî’ye hizmet eden âilelerdendi ki onlar, hem Efendimiz Ya’kûb -Aleyhi’s Selâm’a- hizmet edenlerden, hem Cumâ günlerinde ve münâsebetlerde minber üzerinde alem (bayrak) kaldıran, hem de bayramlarda ve kutlamalarda alemi taşıyan kimselerdi.

Nitekim Osmanlı Devleti, el-Mescîd-il İbrâhîmî’ye hizmet görevini, el-Halîl’deki meşhur âilelere dağıtır, âileler de bunu, el-Mescîd-il İbrâhîmî’ye hizmet olması bakımından kendileri için bir şeref ve ikrâm olarak addederdi.

Şeyh AbdulKadîm Zellûm, el-Halîl şehrinde doğdu ve on beş yaşına kadar orada büyüdü. İlköğretimini el-İbrâhîmiyye Medresesi’nde tamamladı. Sonra babası -Rahimehullah- hem fıkıh öğrenmesi, hem fıkıh taşıyıcılarından hem de Allah’a dâvet edenlerden olması için onu el-Ezher-iş Şerîf’e göndermeye karar verdi. Nitekim M. 1939 yılında on beş yaşına geldiğinde, Kâhire’deki el-Ezher Üniversitesi’ne gönderdi ve H. 1361 – M. 1942 yılında el-Ezher Üniversitesi’nden İlk Yeterlilik Diploması, ardından H. 1366 – M. 1947 yılında yine el-Ezher’den Şeria Fakültesi Diploması aldı. Daha sonra H. 1368 – M. 1949 yılında lisans diplomasi ile birlikte, şimdilerde doktora diploması olarak itibar edilen Hukuk Uzmanlığı belgesi aldı.

Filistin-“İsrail” Savaşı esnasında Filistin’de Cihâd etmeleri için gençleri toplamaya ve Mısır’dan dönmeye çalıştı, ancak geri döndüğünde ateşkes îlan edilmiş, savaş sona ermiş, silahlar bırakılmıştı. Dolayısıyla niyet etmesine karşın Filistin’de Cihâd etmeye imkân bulamamıştı. Kendisi, el-Ezher Üniversitesi’ndeki arkadaşlarınca çok seviliyordu. Bunun için ve derslerindeki üstün başarısından dolayı kendisine “Melik” diyorlardı.

M. 1949 yılında el-Halîl’e döndüğünde, öğretim alanında çalıştı. Ardından iki seneliğine Beyt Lahim okullarına tâyin edildi. Sonra 1951 yılında el-Halîl’e geçti ve Usâme ibn-u Munkiz okulunda öğretmen olarak çalıştı.

Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî -Rahimehullah- ile buluşması 1952 yılında oldu. Onunla koordinasyon kurmak, ders almak ve Hizb ekseninde münâkaşa etmek üzere el-Kuds’e gelir-gider olur. İş başlar başlamaz, Hizb’e katıldı ve 1956 yılından beri Hizb’in liderlik üyesi olageldi. Kendisi, usta bir hatip ve insanlar tarafından sevilen biri idi. Cumâ günleri salâhtan önce, el-Mescîd-il İbrâhîmiyye’nin el-Yûsufiyye diye bilinen kısmında dersler veriyor, halkın çoğu hazır bulunuyordu. Ardından Cumâ’dan sonra el-Mescîd-il İbrâhîmiyye’nin es-Sahn diye bilinen kısmında hutbeler irâd etmeye başlıyor, yine halkın çoğu hazır bulunuyordu. Hem 1954 yılında hem de 1956 yılında milletvekilliği seçimleri îlan edilince aday oldu. Lâkin devletin (Ürdün Devleti’nin) sonuçlara hile karıştırmasından dolayı kazanamadı. Ardından Şeyh tutuklanarak el-Cifr-us Sahrâvî Hapishanesi’ne konuldu. Allah kendisine kurtuluş verinceye kadar orada senelerce kaldı.

Şeyh -Rahimehullah- gerçekten Müessis Emîr’in sağ kolu, sadağının bir oku idi. Onu büyük görevlere gönderir, o da hiç tereddüt etmeksizin dâveti, ehlinin, çocuklarının ve hayatın geçici metâının önüne geçirirdi. Nitekim onu bir gün Türkiye’de, ertesi gün Irak’ta, ardından Mısır’da, daha sonra Lübnan’da ve Ürdün’de… görürdün. Emîri her ne zaman kendisini çağırsa, Hak ile kâim bir nefer olarak yanı başında bulurdu. Nitekim Irak’taki görevi, ancak adam gibi adamların yapabileceği büyük bir görev idi ve bu görevi, Müessis Emîr’in teklifi ve gözetimi altında üstlenmişti. Onun bu görevdeki konumu, Allah’ın izni ile azîm idi.

Ne zaman ki Allah Müessis Emîr’i vefât ettirdi, ondan sonra emânetin taşınması için onu seçti. O da emâneti hakkıyla yüklendi ve onu, yüksekten daha yükseğe taşıdı. Dâvetin kulesini daha da yükseltti. Çalışma meydanını, Orta Asya ve Güneydoğu Asya Müslümanlarına varacak kadar genişletti. Hatta Dâvetin sesinin, Avrupa’da ve diğer bölgelerde yankılanması onun sayesinde oldu.

Büyük Âlim’in son günlerinde Neks (Döneklik) Fitnesi zuhur etti. Zira Şeytan, Şeyh’in yumuşak başlılığını istismâr eden bir grubun akıllarını istilâ etti. Bunun üzerine bir gecede bir iş düşündüler ve gidişâtı dosdoğru çizgisinden saptırmaya çalıştılar. Nitekim bu nâkisler (dönekler) zümresi, evvelâ Allah’ın lûtfu sonra Şeyh’in hikmeti olmasaydı Hizb’in cisminde derin bir yara açacaklardı. Ne var ki bu nâkislerin girişimleri basit bir sıyrıktan öte geçmedi ve çok geçmeden, iyileşti ve öncekinden daha güçlü hale geldi. Bu zümre ise sindi ve unutulmaya yüz tuttu.

Büyük âlim, seksen yaşına kadar dâveti taşımaya ve liderliğini yapmaya devam etti. Sanki o, ecelinin yaklaştığını hissedercesine, ömrünün üçte birini, yaklaşık yirmi beş senesini Müessis Emîr’in sağ kolu olarak ve bir o kadar da Hizb’in Emîri olarak yükünü kaldırmada tükettiği bu dâvetin üzerinde bulunduğundan mutmain olduğu halde Allah Subhânehu’nun huzuruna çıkmayı arzuladı. Bunun için Hizb’in emîrliğinden ayrılmayı ve kendisinden sonraki emîrin seçimini görmeyi arzuladı. Öyle de oldu. Zîra H. 14 Muharram-ul Harâm 1424 el-muvâfık 17 Mart 2003 Pazartesi günü Hizb’in liderliğinden ayrıldı.

Bundan yaklaşık kırk gün sonra, Hizb-ut Tahrir’in Emîri Büyük Âlim Şeyh AbdulKadîm Yûsuf Zellûm, H. 27 Safer-ul Hayr 1424 el-muvâfık 29 Nisan 2003 Salı gecesi yaklaşık seksen yaşında iken Beyrut’ta vefat etti. O’nun için el-Halîl’deki “Ebû Ğarbiyyet-uş Şa’râvî” Dîvânı’nda taziye evleri kuruldu. el-Halîl şehri böylesine hiç tanık olmamıştı. O kadar ki her şehirden ve köyden insanlar heyetler halinde geliyorlar, taziyeye gelenler, şâirler ve konuşmacılar, taziyeye şiirleri ve nesirleri ile iştirakte birbirleri ile yarışıyorlardı. Taziyeleri taziye kabul edenlere ve taziyede hazır bulunanlara iletmeleri için Sudan’dan, Kuveyt’ten, Avrupa’dan, Endonezya’dan, Amerika’dan, Ürdün’den, Mısır’dan ve diğer birçok bölgeden aranan mikrofon bağlantılı telefonlar hiç susmuyordu. Kezâ Amman’da ve başka yerlerde de taziye evleri kurulmuştu.

Rahimehullah, hak hususunda cesur idi, hiçbir kınayıcının kınamasından Allah için korkmazdı. Aktif idi, dâveti taşımada bıkmaz ve usanmaz idi. Tevâzusu, güzel ahlâkı, haram olmayandan başkasına karşı sinirlerine hâkim, halîm, yumuşak huylu, kerîm, cömert olarak bilinirdi. Yine kıyâm-ul leyh yapardı, Allah Subhânehu’nun âyetlerini okurken onu bir ağlamak tutardı, dâvet üzerinde sabırlı ve sebatkâr idi. Zâlimlerin tâkibatı karşısında, Allah Subhânehu’nun rahmetin kavuşuncaya kadar garip olarak yaşadı. Artık ecri Allah’a aittir. Allah ona geniş bir rahmet ile rahmet etsin.

Kendi teliflerinden ve onun döneminde Hizb’in yayınladığı kitaplardan ve kitapçıklardan bazıları şunlardır:

1.       Hilâfet Devleti’nde Mâliye

2.       Genişletilmiş ve Düzeltilmiş Yönetim Nizâmı

3.       Demokrasi Küfür Nizâmıdır

4.       Klonlama, Organ Nakli ve Diğer Hususların Şer’î Hükmü

5.       Hizb-ut Tahrir’in Değiştirme Metodu [Minhâc]

6.       Hizb-ut Tahrir’in Târifi

7.       İslâm’ı Yok Etmeye Yönelik Amerikan Kampanyası

8.       Bush’un Müslümanlara Yönelik Haçlı Saldırısı

9.       Malî Piyasalardaki Sarsıntılar

10.     Hadâratlar Çatışmasının Kaçınılmazlığı …

Devamını oku...

Şeyh Atâ Ebu’r Raştâ

Hizb’in Şimdiki Emîri:

Usûl-ul Fıkh Âlimi Atâ Ebu’r Raştâ

Hizb-ut Tahrir Mezâlim Dîvânı Başkanı, H. 11 Safer-ul Hayr 1424 el-muvâfık M. 13 Nisan 2003 tarihinde, Usûl Âlimi ve Mühendis Atâ Ebu’r Raştâ’nın [Ebû Yâsîn] Hizb-ut Tahrir’in Emîri olarak seçildiğini îlan etti. Nitekim dâvete verdiği üstün ihtimâmın etkisi, Hizb’in çalışmasını güzel idâresi ve şebâbın enerjisini en verimli bir şekilde değerlendirmesi bakımından, Allah Subhanehu’nun Nusrete onun eliyle ulaştıracağına dair büyük bir ümit beslenmektedir.

Hayatından Bir Nebze:

O, Atâ İbn-u Halîl İbn-u Ahmed İbn-u AbdulKadîr el-Hatîb Ebû er-Raştâ’dır. Râcih görüşe göre H. 1362 el-muvâfık M. 1943 yılında, Filistin diyarındaki el-Halîl bölgelerinden Ra’nâ adındaki küçük bir köyde, halkı dindarlığı ile meşhur mütedeyyin bir aile içerisinde doğdu. Henüz küçük yaşta iken Filistin trajedisine, İngiltere’nin desteği ve Arap yöneticilerin ihâneti ile meydana gelen 1948’deki Yahudi işgaline tanık oldu. Bundan sonra ailesi ile birlikte el-Halîl civarındaki mülteci kamplarına taşındı.

İlk ve orta öğrenimini mülteci kampında tamamladı. Ardından 1959 yılında el-Halîl’deki el-Huseyn bin Alî okulundan ilk lise diplomasını (Ürdün terk) ve 1960’da el-Kuds-uş Şerîf’teki el-İbrâhîmiyye okulundan (Mısır çıkışlı) genel lise diplomasını alarak lise öğrenimini tamamladı. Bundan sonra 1960–61 eğitim yılında Kâhire Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’ne girdi ve oradan 1966’da inşaat mühendisliği lisans diploması aldı. Mezuniyetinden sonra bazı Arap ülkelerinde mühendis olarak çalıştı. Nitekim inşaat mühendisliği çalışmaları alanında “Nicelikler Hesabının Çözümü ile Yapıların ve Yolların Kontrolü” isimli bir kitabı da vardır.

Hizb-ut Tahrir’e 1950’lerin ortasında orta öğrenimi sırasında katıldı ve zâlimlerin zindanlarında iken Allah yolunda birçok eziyetlere mâruz kaldı. Fakat Hizb’in tüm idârî teşkilât konumlarında; dâris, üye, müşrif, mahalliye nakîbi, vilâyet meclisi üyesi, mûtemed, resmî sözcü, Emîrin Bürosu üyesi olarak çalıştı, sonra da 11 Safer-ul Hayr 1424 el-muvâfık 13.04.2003 itibariyle, Allah’ın izniyle ve Allah’tan yükünü kaldırmada kendisine yardım etmesini niyâz ederek Hizb’in emîrliğini omuzlarına aldı.

İslâmî telifleri aşağıdakilerdir:

1. Bakara Sûresinin Tefsiri – (et-Teysîr fî Usûl-it Tefsîr – Sûrat-ul Bakara)

2. Usûl-ul Fıkh Etütleri – Teysîr-ul Vusûl ile’l Usûl

3. Kitapçıklarından bazıları

a. Ekonomik Krizler – İslâm’ın Bakış Açısından Vâkıası ve Çözümü

b. Arap Yarımadası ile Körfez’de Yeni Haçlı Saldırısı

c. Sanayileşme Siyâseti ve Sınâî Devletin İnşâsı

4. Onun döneminde (şu ana kadar) Hizb’in aşağıdaki kitapları yayınlandı:

a. İslâmî Nefsiyetin Dinamiklerinden

b. Siyâsî Meseleler – İşgâl Edilmiş Müslüman Beldeler

c. Genişletilmiş ve Düzeltilmiş Siyâsî Mefhumlar

d. Hilâfet Devleti’nde Nizâmî Öğretimin Esâsları

e. Yönetimde ve İdârede Hilâfet Devleti’nin Cihazları

O, Allah Subhânehu ile Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in hoşnut olacağı veçhile dâvet emânetini hakkıyla taşıyabilmede Allah Subhânehu’dan kendisine yardım edip doğrultmasını ve Râşidî Hilâfet’in ikâmesinin açılışını kendi eliyle nasip etmesini Allah’tan niyâz etmektedir. Muhakkak ki O, İşitendir, İcâbet Edendir.

O’nun dönemindeki en dikkat çekici amellerden birisi, bundan seksen dört sene önce Hilâfet’in yıkılışının elîm yıldönümü münâsebeti ile H. 28 Raceb 1426 el-muvâfık M. 02 Eylül 2005 tarihinde Hizb’in tüm Müslümanlara yönelik nîdâsıdır. Nitekim Hizb, o gün Cuma sâlahından sonra Doğuda Pasifik Okyanusu üzerindeki Endonezya’dan başlayarak Batıda Atlas Okyanusu üzerindeki Fas’a kadar olan Müslümanların tamamına bu nidâ ile haykırmış ve nîdânın müthiş bir tesiri olmuştur, hem de ne tesir! Buna ilaveten Hizb, hakkı haykırdığı konferanslar, yürüyüşler ve seminerler gibi… birçok genel ameller de yapmıştır.

Şimdiki Emîrin geçen üç yıllık dönemi, Allah Subhânehu’dan sürdürmesini ve artırmasını niyâz ettiğimiz hayırlar ile dolu idi. Nitekim nusret alâmetleri, Allah’ın izniyle Hizb üzerinde şimdiki Emîr ile birlikte görünmeye başladı ve bu dönem, tüm ümitlerin Allah’ın nusretini ihsân edeceği bir dönem olacağına dair ortak bir ümit olarak bütünleştiği bir dönem haline geldi.

Bu celîl Emîr; zühdü ile, takvası ile, şiddetli sadâkati ile, bağlılığı ile, kararlılığı ile ve ilmi ile göz kamaştırıcıdır. Hizb’in çalışmasının idâresindeki muhtelif sorumluluklarda, bilhassa resmî sözcülük, mûtemedlik, önceki Emîrin Bürosunda üyelik gibi kendisini Hizb’e liderlik ettiren sorumluluklarda gösterdiği uyanıklılığından faydalananlar yeterince faydalanmıştır. Nitekim o, üstlendiği tüm sorumlulukların, çalışma, tâkibat ve aktiflik gerektirdiğinin tamamen farkındadır. Bunun içindir ki şebâb, âdeta detaylara kadar dahi onun kendileri ile birlikte olduğu halde kendilerine liderlik ettiğini hissederler. İşte kendisini, şebâbın tüm kudretlerini en efdâl yönden sonuna kadar değerlendirir hale getiren budur…

İşte böyle; geçen asrın 50’li yıllarının başında, el-Mescid-il Aksâ el-Mubârak’te Hizb-ut Tahrir’in aktif olarak harekete geçtiği îlan edilmiş, başlıca hedefi olarak Râşidî Hilâfet’in ikâmesi üzere çalışmak konulmuş ve Hizb’in kıyâdesini, Âlim-ul Allâme Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî, Hizb’e liderliğinin üzerinden yaklaşık yirmi beş sene geçip de vefât edinceye dek sürdürmüştür.

Ondan sonra Hizb’in emîrliğini 1977 yılında Büyük Âlim Şeyh AbdulKadîm Zellûm üstlenmiş, kendi döneminde Hizb’in çalışmasını iyice büyütmüş, üyelerinin sayısını artırmış, Hizb’in elini dünyanın birçok ülkesine uzatmış ve Hizb, binlerce Müslüman şebâbı onun döneminde bünyesine katmıştır. Büyük Âlim AbdulKadîm Zellûm, Hizb’in kıyâdesinde yaklaşık çeyrek asır geçirdikten sonra seksen yaşına doğru vefât etmiştir.

Ondan sonra Hizb’in emîrliğini 2003 yılında Hizb’in önde gelen celîl âlimlerinden biri olan Usûl-ul Fıkh Âlimi Şeyh Atâ Ebu’r Raştâ üstlenmiş, Hizb’e güçlü bir atılım ile ivme kazandırmış, kendisinden önceki iki Şeyhin ektiklerinin hasadını toplamak üzere çalışmış ve daha da ötesine geçip yepyeni güzel tohumlar atmıştır.

Bu üç emîr hakkında söylenenlerin en güzeli, şebâbdan birinin şu harika sözüdür:

O üçüdür ki Allah onların eliyle üç şeyi tamamlamıştır: Üç emîr, üç devreyi tamamlamıştır:

Birincisi: Kurdu ve kitleleştirdi,

İkincisi: Etkinleştirdi ve duyurdu,

Üçüncüsü: Nusret istiyor ve Allah’ın izniyle nusret bulacak(Âmîn).

Devamını oku...

Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî

Müessis (Kurucu) Şeyh

Takiyyuddîn en-Nebhânî

en NebhaniO; Âlim-ul Allâme, Hizb-ut Tahrir'in Müessisi (Kurucusu) Şeyh Takiyyuddîn ibn-u İbrâhim ibn-u Mustafa ibn-u İsmâ'îl ibn-u Yûsuf en-Nebhânî'dir. Filistin'deki Bedevî Araplardan, Filistin'in kuzeyindeki Hayfa şehrine bağlı Safad kazasının İczim köyünü yurt edinmiş Ben-i Nebhân kabîlesine mensuptur. Şeyh, -râcih görüşe göre- H. 1332 - M. 1914 yılında İczim köyünde, dindarlığı ve takvası ile meşhur bir ilim yuvasında doğmuştur. Babası Şeyh İbrâhim, Filistin Maarif Nezâreti'nde Şer'î İlimler müderrisi olarak çalışan Fakih bir Şeyh idi. Kezâ annesi de, kendi babası Şeyh Yûsuf'tan kazandığı şer'î konularda son derece büyük bilgi birikimine sahip idi.

Şeyh Yûsuf, hakkındaki biyografilere göre, Yûsuf ibn-u İsmâ'îl ibn-u Yûsuf ibn-u Hasen ibn-u Muhammed en-Nebhânî eş-Şâfi'î idi. Künyesi, "Ebu'l Mehâsin" idi. Edîb, şâir ve sûfî idi. Önde gelen Kâdîlerden biri idi. Nablus bölgelerinden Cenîn Kasabası'ndaki [Bugün Nablus ve Cenin Filistin'in iki şehridir] dâvâlara bakan Kadâyı üstleniyordu. Ardından İslâmbul'a gitmiş, Bekvî Sancağı'nda Mûsul [Bugün Irak'tadır] dâvâlara bakan Kâdî olarak, sonra Lazkiye'ye [Bugün Suriye'dedir] sonra da el-Kuds'e (Kudüs'e) Cezâ Mahkemesi Başkanı olarak, daha sonra da Beyrut'a Hukuk Mahkemesi Başkanı olarak tayin edilmişti. Kırk sekize (48) varan çok sayıda eserin müellifidir.

Böylesi bir ortamda yetişmesi, Şeyh Takiyyuddîn'in İslâmî şahsiyetinin oluşumunda son derece müessir olmuştur. Öyle ki erken yaşlarda, henüz on üç (13) yaşına basmazdan evvel Kur'ân'ın tamamını zihnine nakşederek hıfzetmişti. Anne tarafından dedesinin takvasından ve uyanıklığından etkilendi, onun engin ilminden alabildiğine faydalandı, erken yaşlarda siyâsi uyanıklık ile, bilhassa dedesinin Osmanlı Devleti'ndeki yönetim adamları ile olan sıkı ilişkileri yoluyla elde ettiği önemli siyâsî meselelerdeki tecrübesinden beslendi. Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî, dedesi Şeyh Yûsuf'un düzenlediği fıkıh meclislerine ve münâzaralarına katılımlarından da istifade etti. Nitekim bu ilmî oturumlara katılımı esnasındaki sergilediği üstün yeteneği ve zekâsı dedesinin dikkatini çekti. Ona büyük ihtimam gösterdi ve babasını, şer'i eğitimini sürdürebilmesi için onu el-Ezher'e göndermesi noktasında ikna etti.

İlmi ve Eğitimi:

Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî, 1928 yılında ez-Ezher Lisesi'ne girdi, aynı yıl üstün başarı ile tamamladı ve el-Ğurabâ' Diploması [Yabancı öğrenciler için Bilimsel Diploma] aldı. Ardından o zaman el-Ezher'e bağlı olan Dâr-ul Ulûm Fakültesi'ne girdi. Öte yandan dedesinin referans verdiği, Muhammed el-Hadır Huseyn [Rahimehullah] gibi şeyhlerin el-Ezher-iş Şerîf'teki ilmî halakalarına katılıyordu. Zîra el-Ezher'deki eski öğretim müfredatı buna imkân tanıyordu. Şeyh en-Nebhânî, hem el-Ezher'in eski müfredatını hem de Dâr-ul Ulûm'u birlikte götürmesine rağmen, ciddiyetinde ve çalışkanlığında başarısı ve seçkinliği ile göze çarpıyordu. Nitekim Kâhire'de ve Müslümanların diğer beldelerinde o zamanlar bilimsel enstitülerce düzenlenen fikrî münakaşalarda ve münâzaralarda açığa çıkan fikrî derinliği, ileri görüşlülüğü, kıvrak zekâsı, kuvvetli delilleri ve üstün ikna kabiliyeti ile akranlarının ve muallimlerinin dikkatini çekiyordu.

Şeyh en-Nebhânî'nin aldığı diplomalar şunlardı: el-Ezher Lisesi Diploması, el-Ezher Ğurabâ' Diploması, Kâhire'deki Dâr-ul Ulûm Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Diploması. Ayrıca el-Ezher'e bağlı Yüksek Şer'î Kadâ Enstitüsü'nden Kadâ İcâzeti aldı. 1932 yılında Şeria Lisans Diploması alarak el-Ezher'den mezun oldu.

Çalıştığı Alanlar:

Şeyh, 1938 senesine kadar Maarif Nezâreti'nde şer'î öğretim hizmetinde çalıştı. Ardından Şer'î Kadâ cihetine intikâl etti. Hayfa Merkezî Mahkemesi'nde Baş Kâtip vazifesi ile başladığı bu alanda, ardından Müşâvir [Kâdî Yardımcısı], sonra da er-Rimle Mahkemesi Kâdîsi olarak 1948 yılına kadar terfi etti.  O zaman Yahudi eliyle Filistin'in düşmesi üzerine Şâm'a gitti, sonra el-Kuds (Kudüs) Şer'î Mahkemesi'ne Kâdî olarak tâyin edilmek üzere aynı sene geri döndü. Ondan sonra 1950 senesine kadar Şer'î İsti'nâf Mahkemesi'ne Kâdî tayin edildi. O zaman istifa etti ve 1952 senesine kadar Amman'daki İslâmî İlimler Fakültesi'nde Lise merhalesi talebelerine dersler verdi. Nitekim Rahimehullah, tüm ilimlerde engin bilgi sahibi bir ilimler deryası idi. Mutlak müctehid idi ve belîğ bir biçimde, son derece düzgün ve fasih olarak delil ile konuşur idi.

Eserleri:

1.       İslâm Nizâmı

2.       Hizbî Kitleleşme

3.       Hizb-ut Tahrir Mefhumları

4.       İslâm'da İktisâdî Nizâm

5.       İslâm'da İctimâî Nizâm

6.       İslâm'da Yönetim Nizâmı

7.       Anayasa

8.       Anayasa Mukaddimesi

9.       İslâmî Devlet

10.     İslâmî Şahsiyet - 3 Cilt

11.     Hizb-ut Tahrir'in Siyâsî Mefhumları

12.     Siyâsî Bakışlar

13.     (Hizb-ut Tahrir'den Müslümanlara) Sıcak Bir Nîdâ

14.     Hilâfet

15.     Düşünme

16.     Kıvrak Zekâ

17.     (Hizb-ut Tahrir'in) Harekete Geçme Noktası

18.     Topluma Giriş

19.     Mısır'ın Silahlanması

20.     Mısır-Suriye-Yemen Arasındaki İkili Anlaşmalar

21.     Amerikan-İngiliz Metodu ile Filistin Meselesinin Çözümü

22.     Eisenhower Projesi Ekseninde Siyâsî Boşluk Teorisi

Bunların yanı sıra binlerce fikrî, siyâsî ve iktisâdî yayın kaleme almıştır. Ayrıca kitaplarının piyasada dolaşımına ve yayımına yasal yasaklama konulmasının ardından Hizb'deki üyeler adına çok sayıda kitabı yayınlanmıştır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1.       İdeal İktisâdî Siyâset [AbdurRahmân el-Mâlikî adına]

2.       Marksist Komünizmin Çürütülmesi [Ğânim Abduh adına]

3.       Hilâfet Nasıl Yıkıldı? [AbdulKadîm Zellûm adına]

4.       Beyyinât Hükümleri [Ahmed ed-Dâ'ûr adına]

5.       Ukûbât Nizâmı [AbdurRahmân el-Mâlikî adına]

6.       Ahkâm-us Salâh [Alî Râğıb adına]

7.       İslâmî Fikir

Daha önce -Hizb'i kurmadan evvel- de "Filistin'in Kurtuluşu" ile "Arapların Mesajı" eserlerini yayınlamıştır.

Vasıfları ve Ahlâkı:

İslâmî İlimler Fakültesi'nde İdârî Müdür olarak çalışan ve Şeyh Takiyyuddîn'in fakülteyi ayak bastığı günden beri ondan hiç ayrılmayan Üstâz Zuheyr Kuhâle şöyle anlatır: "O, nezîh, şerîf, nazîf, muhlis, coşkun enerjili ve Ümmet'in kalbine "İsrail" varlığının saplanmasından dolayı da içi yanan ve elem duyan seçkin bir şahsiyet idi."

Orta boylu, metin bünyeli, dinamik yapılı, keskin mizaçlı, tartışmada maharetli, delil ile susturucu ve hak olduğuna inandığı şeylerde ısrarcı idi. Bıyıkları ile birleşen orta halli bir sakalı vardı. Güçlü bir şahsiyete ve konuştuğunda etkileyici, tartıştığında ikna edici bir karaktere sahip idi. Beyhude çabalardan, gerisin geriye dönülmesinden ve Ümmet'in maslahatlarını bırakıp uzlete çekilmesinden hiç hoşlanmazdı. Yine kişisel hayatı ile ilgili işler ile meşgul olmasından hiç hoşlanmazdı. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in «من لم يهتم بأمر المسلمين فليس منهم » "Müslümanların işi (derdi) ile ilgilenmeyen (dertlenmeyen) onlardan değildir" kavlini sergileyerek hep Ümmet'in hayrı için çalışırdı. Bu hadisi o kadar çok tekrar ederdi ki hep bunu delil gösterirdi. Bunun için "İhyâ-u Ulûm-ud Dîn" yazarı İmam el-Ğazâlî'nin, İslâmî beldelere saldıran Haçlıları bırakıp kendisini mescide kapatarak kitaplarını yazmaya koyulduğu zaman öldüğünü söylerdi.

Hizb-ut Tahrir'i Kurması ve Onunla Birlikte Seyri:

Şeyh Takiyyuddîn kendisini, Hicrî dördüncü (4.) asırdan beri ortaya çıkan partileri, hareketleri ve örgütleri derinden titizlik ile araştırmaya verdi. Üslupları, fikirleri ile yayılma veya başarısızlık sebeplerini araştırdı. Kendisini bu partileri araştırmaya yönelten faktör; Şeyh'in, Mücrim Mustafa Kemâl "Atatürk" (!) eliyle ilgâ edilmesinin ardından, o zamanlar bu uğurda çalışan İslâmî örgütlerin varlığına rağmen Müslümanların geri getiremediği Hilâfet'in geri getirilmesi için çalışan İslâmî kitleleşmenin varlığına ve gerekliliğine yönelik ihsâsı idi. 1948 yılının Mart ayında Filistin toprakları üzerinde "İsrail" (!) varlığının kurulması ve Ürdün, Mısır ve Irak'a tahakküm eden İngiliz Mandası'nın bağrına bastığı Yahudi çeteleri karşısında Arapların zaafa düşmesi, Şeyh'in ihsasını daha da şiddetlendirdi. Bunun üzerine Müslümanları kalkındıracak hakiki sebepleri araştırmaya başladı. Böylece milliyetçilik fikri yoluyla Ümmet'i kalkındırmaya teşebbüs etti. Bu yönde iki risâle yazdı: Risâlet-ul Arab (Arapların Mesajı) ve İnkâz-u Filistîn (Filistin'in Kurtarılması). Bunlar 1950 yılında yayınladı. Onun bu iki risâlede görülen milliyetçi çıkışı; fikirden, akîdeden ve Ümmet mevcut gerçek mesajından -ki İslâm Risâleti'dir- kopuk değildi. Kendisi ile Ümmet'i gerçek risâletinden koparan, Ümmet aleyhine Batılı sloganlara, ilkelere ve ideolojilere çağıran, Ümmet'in akîdesi, tabiatı ve kıymetleri ile çelişen Arap milliyetçileri arasındaki fark budur! Nitekim daha sonra Şeyh Takiyyuddîn, ilk etapta edindiği bu istikameti terk etti. Ardından diyaloglara girişti ve ortalıkta dolaşan her şeye kulak verdi. Ama hiçbirine ikna olmadı.

Henüz Kadâya (kâdilik mesleğine) intikal etmemiş iken, tanıdığı âlimler ile temas kuruyor, onlar ile Mısır'da buluşuyor ve onlara; Müslümanları kalkındırmak, izzetlerini ve mecdlerini iâde etmek üzere İslâm esâsına dayalı siyâsî bir hizbin inşâsı fikrini arzetmeye başlıyordu. Bu maksatla Filistin'in birçok şehrini dolaşıyor ve mayalanan bu fikrinin, âlimlerden ve kanaat önderlerinden bâriz şahsiyetlere aktarıyordu. Nitekim seminerler düzenliyor, Filistin'in farklı şehirlerinden âlimleri bir araya getiriyor, bu esnada sahih kalkınma metodu hakkında onlar ile diyaloglar kuruyor ve çoğu zaman seyirlerinin hatasını ve çalışmalarının akâmetini kendilerine beyân ederek İslâmî cemiyetler ile Milliyetçi-Vatancı siyâsî partilerin aktivistleri ile tartışıyordu. Kezâ Mescid-il Aksâ, Mescid-i İbrâhim el-Halîl (el-Mescîd-il İbrâhîmî) ve diğer mescidlerin her birinde dînî münâsebetler vesîlesi ile irâd ettiği hutbelerinde birçok siyâsî meselelere değiniyordu. Nitekim Arap nizâmlara, Batılı Sömürgeciliğin kuklaları olduklarını, Müslümanların beldelerinin pençesinde kalması için onunla işbirliği yapan maşalardan birer maşa olduklarını ifade ederek hücûm ediyor, Batılı devletlerin siyâsî plânları ifşâ ediyor, İslâm'a ve Müslümanlara karşı niyetlerini açığa vuruyor, Müslümanlara vâciplerini gösteriyor ve onlara İslâm esâsına dayalı partileşmeye çağırıyordu.

Sonra Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî öne çıkarak Temsilciler Meclisi'ne aday oldu... İdeolojisi İslâm olan siyâsî bir hizbin inşâsına yönelik girişimci tavırları, siyâsî aktivitesi, ciddî çalışması, İslâm'a sımsıkı sarılması, neticelerde devlete etki etmesi göz önüne alındığında, tüm bunlar seçim sonuçlarının aleyhine sonuçlanmasına katkıda bulundu.

Ancak Şeyh'in siyâsî faaliyeti durmamış, azmi kırılmamış ve fazîletli âlimlerden, gözde kâdîlerden, bâriz fikrî-siyâsî şahsiyetlerden bir topluluğu, İslâm esâsına dayalı siyâsî bir hizbin inşâsına iknâ edebilinceye kadar temaslarını ve tartışmalarını sürdürmüş, kendilerine hizbî kadrolaşmayı ve bu hizbe kültürel donanım olabilecek fikirleri arzetmeye başlamış, nihâyet fikirleri bu âlimler nezdinde rızâ ve kabul görmüş, artık siyâsî faaliyeti, Hizb-ut Tahrir'i teşkil ederek taçlandırmıştır.

Hizbin teşkîline yönelik çalışma el-Kuds (Kudüs) şehrinde başladı. Zîra Şeyh, oradaki Şer'î İsti'nâf Mahkemesi'nde çalışıyordu ve o vakit birçok kimse ile temas kurmuştu ki onlardan bazıları şunlardır: Kalkilya'dan Ahmed ed-Dâ'ûr; Lad ve Rimle'den es-Seydân Nimr el-Mısrî ve Dâvud Hamdân; el-Halîl'den AbdulKadîm Zellûm, Âdil en-Nablûsî, Ğânim Abduh, Munîr Şekîr, Şeyh Es'ad Beyûd et-Temîmî ve diğerleri.

İşin başında müessis fertler arasındaki görüşmeler gelişigüzel ve düzensizdi. Bunların çoğu, ya el-Kuds'te ya da el-Halîl'de, görüş alışverişine ve yeni fertler kazanmaya yönelik olarak yapılıyor ve tartışmalar Ümmet'in kalkınmasında müessir İslâmî konular üzerinde yoğunlaşıyordu. Durum, bu fertlerin siyâsî hizbin sıfatını edinmeye başladığı 1952'nin sonlarına kadar böyle devam etti.

1952 yılının Kasım ayının on yedisinde (17.11.1952) siyâsî parti kurma ruhsatı almak maksadıyla Ürdün İçişleri Bakanlığı'na resmî talep ile Hizb'in müessis üyelerinden beş kişi öne çıktı. Onlar şu kişilerdi:

1.    Takiyyuddîn en-Nebhâni / Hizb'in Başkanı

2.    Dâvud Hamdan / Başkan Yardımcısı ve Hizb Sekreteri

3.    Ğânim Abduh / Mâlî Sekreter

4.    Dr. Âdil en-Nablûsî / Üye

5.    Munîr Şekîr / Üye

Osmanlı Cemiyetler Kânunu'nda talep edilen yasal prosedürleri tamamladı. Hizb'in merkezî el-Kuds idi ve bu kânuna göre "bilgilendirme ve haber verme" işlemini yaptı.

Hizb, esâsî nizâmnâmesine (temel tüzüğüne) ek olarak beyânını Hükümet'e sunması ve bundan önce 14.03.1953 târihli 176 sayılı es-Sarih Gazetesi'nde keyfiyetin yayınlanması ile Hizb-ut Tahrir, H. 28 Cumâdâ es-Sâniye 1372 el-muvâfık M. 14 Mart 1953 Cumartesi günü itibariyle yasal bir parti haline geldi ve yürürlükteki Osmanlı Cemiyetler Kânunu'na göre partisel faaliyetlerini yerine getirme ve tüm partisel çalışmalarını yürütme salâhiyetlerine sahip oldu.

Ancak Hükümet, beş kurucu üyeye celp çıkarttı, haklarında soruşturma başlattı ve onlardan dördünü tutukladı. Ardından H. 07 Raceb 1372 el-muvâfık 22.03.1953 târihinde Hizb-ut Tahrir'in yasal olmadığını ve aktivistlerinin her tür çalışmadan [her tür partisel faaliyetten] men edildiğini değerlendiren bir bildiri yayındı ve 01.04.1953 târihinde de el-Kuds'teki bürosunda asılı Hizb-ut Tahrir tabelalarının kaldırılmasını emretti ve bilfiil kaldırıldı.

Ne var ki Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî, bu yasaklamaya hiç aldırış etmedi ve Hizb'i üzerine tesis ettiği Risâleti taşıyarak ilerlemede devamlılıkta ısrarlı davrandı. 1956 yılında Dâvud Hamdân ile Nimr el-Mısrî, Hizb'in liderliğinden çıkınca, onların yerine liderliğe Şeyh AbdulKadîm Zellûm ve Şeyh Ahmed ed-Dâ'ûr girdi. Böylece Hizb'in kıyâdesi (liderliği), Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî liderliğinde bu iki celîl âlimden oluşur hale geldi. İşte bu liderlik, Allah'ın fadlı ve rıdvânı ile en hayırlı kıyâm ile Dâvet'in yükü ile kâim oldu.

Hizb, el-Aksâ meydanlarından yola çıkarak İslâmî Hayatı yeniden başlatmak üzere halk kitlelerini kültürlendirme kampanyasına girişti ve geniş bir aktivite sergiledi. Bu yüzden otoriteler, şekillenişini ve organizasyonunu güçlendirmesini engellemek üzere sert adımlar atmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Şeyh en-Nebhânî, 1953 yılının sonunda beldeyi (el-Kuds'ü) kendi isteği ile terk etmek zorunda kaldı. Ancak ikinci kez geri dönüşü men edildi.

1953 yılı Kasım ayında Şeyh en-Nebhânî, zorunlu olarak ancak kısa bir süre kalabildiği Dimeşk'e [Suriye'nin başkenti Şam'a] gitti, çünkü Suriye otoriteleri bir süre sonra kendisini tutuklayıp Suriye-Lübnan sınırından dışarı attılar. Fakat bu kez de Lübnan otoriteleri kendisini topraklarına girmekten men etti. Bunun üzerine Vâdî'l Harîr'deki Lübnan Polis Merkezi yetkilisinden Lübnan'da kendisini tanıyan bir şahıs ile bağlantı kurmasına izin vermesini talep etti. Lübnanlı güvenlik yetkilisi de bağlantı kurması için ona izin verdi. Böylelikle Şeyh en-Nebhânî, o arkadaşından Lübnan Müftüsü Şeyh Hasen el-Ulâyâ ile görüşmesini talep etti. Bu haber Şeyh el-Ulâyâ'nın kulağına ulaşınca, Şeyh en-Nebhânî'nin Lübnan topraklarına derhal girişini emretmeleri için Lübnanlı yetkililere doğru süratle harekete geçti, aksi takdirde devletin bir yandan demokrasi çağrısında bulunurken öte yanda İslâmî dîn âlimlerinden bir âlimi topraklarına ayak basmaktan men ettiği haberini ülkenin her tarafına yayacağını söyledi. Lübnan Müftüsünün bu tavrı karşısında Lübnanlı otoriteler boyun büküp teslim etmek zorunda kaldılar.

Şeyh en-Nebhânî, Lübnan'da yerleştiğinden beri fikirlerini yaymaya çalıştı ve 1958 yılına kadar bu hususta sıkıntısız olarak devam edebildi. O vakit Lübnan otoriteleri, fikirlerinin tehlikesini idrâk etmelerinden sonra kendisini sıkboğaz etmeye başladılar. Bunun üzerine Şeyh, gizlice Beyrut'tan Trablus'a [Lübnan'daki Trablus] gitmek zorunda kaldı. Onu tanıyanlardan güvenilir birisi şöyle diyordu: "Şeyh, vaktinin çoğunu okuyarak, yazarak ve güçlü siyâsî neşriyâtını yazmak için dünya haberlerini dinlediği radyoyu dinleyerek geçirirdi. Kendisi adıyla sanıyla takî (takvalı) idi. Bakışında ve dilinde afîf idi. İctihâdlarının ihtilâfına rağmen Müslümanlardan herhangi birini, bilhassa İslâm'a dâvet edenleri sövdüğünü, azarladığını yahut küçümsediğini bir gün olsun işitmedim."

Irak'taki Nusret operasyonuna büyük ihtimâm gösteren Müessis Şeyh, merhum AbdusSelâm Ârif ve diğerleri ile olan temaslar da dâhil olmak üzere, bazı temaslar için orada bulunan Şeyh AbdulKadîm'in [Ebu Yûsuf'un] katılımı ile bu uğurda Irak'a birçok seferler düzenlemişti. Bu gezilerin sonuncusu, Irak'ta tutuklandığı vefâtından evvelki idi. Nitekim kendisine çok işkence etmişler, ancak sorgucuların uyguladığı işkence kendisinden bir şey elde etmede hiç işe yaramadı. Söylediği kendisinden öğrenilen şey tek bir cümle idi: «شيخ يبحث عن العلاج!» "Bir yaşlı ilaç arıyor!" Bunun üzerine kendisinden bıktılar ve tâğutlardan gördüğü şiddetli ve korkunç işkence sonucu eli felçli olmuş ve takatsiz kalmış bir halde Suriye sınırı üzerinden kovdular. Onun sınırdan bu kovulması, Ürdün istihbâratçılarının kendilerine gelmesinden hemen önce olmuştu ki onlar kendilerine şöyle demişti: "Elinizdeki tutuklu, sizin de aradığınız Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî idi!" Velâkin Allah'a hamdolsun ki fırsatı kaçırmışlardı.

Şeyh -Rahimehullah- Hizb'i sâbit adımlar üzerine tesis etmiş, hedefe varmaya âdeta ramak kalmıştı. Velâkin her şey için yazılı bir vakit vardır.

Nihâyet H. 01 Muharrem 1398 el-muvâfık M. 11 Aralık 1977 Pazar sabahı İslâmî Ümmet; önde gelen seçkin şahsiyetlerinden bir simge, ilimler deryâsı, genel mânâda bu asrın en meşhur fakihi, 20. yüzyılda İslâmî Âlem'de İslâmî Fikr'in tartışmasız müceddidi, Fakih, Muctehid, Âlim-ul Allâme ve Hizb-ut Tahrir'in Müessis Emîri Şeyh Takiyyuddîn en-Nebhânî'yi kaybetti. Kendisi, Allahu Te'alâ'nın vefât ettirdiği Beyrut'taki el-Evzâ'î Mezarlığı'na defnedildi. Uğrunda tüm ömrünü harcadığı çalışmasının semerelerini hasât edemedi ki o, Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'dir. Emâneti, halefi ve yol arkadaşı olan Büyük Âlim Şeyh AbdulKadîm Yûsuf Zellûm'a terk etti. Ne var ki o, Rahimehullah da, gerçekleşmesi için zahmet ile çalıştığı hedefe şâhid olamadı. Ancak onun çabaları; kendisine intisâb edilen, fikri binlercesi tarafından taşınan, milyonlarca destekçisi bulunan, adamları yaşanılan her yere ve kâfirlerin, tâğutların ve zâlimlerin nice zindanlarına kadar yayılan bir Hizb olarak meyvesini verdi.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER