Pazartesi, 17 Safer 1447 | 2025/08/11
Saat: 08:23:10 (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Ey Netanyahu! Ağlasan da Sızlasan da Hilâfet Kesinlikle Kurulacak ve Metemorfoz Yahudi Varlığını Kökünden Söküp Atacaktır

Gaspçı Yahudi varlığının eski Başbakanı "Benjamin Netanyahu", uluslararası topluma seslenerek İran'ın nükleer silaha sahip olmasının engellenmesini ve nükleer silah ülkesi Pakistan'ın İslâmî Devlet'e dönüşmesine izin verilmemesini istedi. Bu bağlamda mendebur Yahudiye deriz ki; dilediğin kadar ağlayıp sızlanabilirsin ve başta Amerika olmak üzere dünyadaki her türlü küfür gücünden yardım isteyebilirsin. Ancak bu, Hilâfet'in kurulmasını engelleyemeyecektir. Zîra o, kaçınılmaz bir durumdur ve Allah'ın, imân edip sâlih amel işleyenlere kesin bir vaadidir.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, Filistin'i gaspeden Yahudi varlığının eski başbakanına şu hakikati vurgulamak ister, kendisine bugün de olduğu gibi Müslümanların düşmanı Benî Kurayza ve Hayber'den olan atalarının tarihini-akibetini hatırlatır, Pakistan'daki Müslümanlar'ın sadece nükleer silaha sahip olmadıklarını iyi bilmesini isteriz. Bilakis onlar, cihat için yanıp tutuşmaktalar ve Beyt-il Makdis'i -ki o, Kıbleteyn'in ilki ve Haremeyn'in üçüncüsüdür- Yahudilerin pisliğinden kurtarmak için can atmaktadırlar. Bu vaadedilmiş günün gecikmesi ise, Müslümanların boyunlarına musallat edilerek, Müslümanların Beyt-il Makdis'i kurtarmasını engelleyen ve Müslümanları birbirine kırdıran hain yöneticilerden başka bir şey değildir.

Allah'ın yardımı ile Hizb-ut Tahrir'in Ümmet'e liderlik yapacağı o gün, artık yaklaşmıştır ki böylece Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla Pakistan'daki Müslümanlar kâfirlerin hegemonyasından kurtulacaktır. İşte o zaman, yeryüzünde metamorfoz Yahudi varlığını Hilâfet Devleti'nin hışmından kurtaracak hiçbir güç olmayacak ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli tecellî edecektir:

يقاتل المسلمون اليهود فيقتلهم المسلمون حتى يختبئ اليهودي من وراء الحجر والشجر فيقول الحجر والشجر يا مسلم يا عبد الله هذا يهودي خلفي تعال فاقتله "Müslümanlar Yahudilerle savaşacaktır.  Müslümanlar onları öylesine öldürecekler ki Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da o taş yahut ağaç şöyle diyecek: ‘Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu! Bu arkamdaki Yahudidir, haydi gel de onu öldür!'"

İşte o zaman, Allah'ın izniyle Yahudi varlığının Beyt-il Makdis'i ve çevresini kirletmesi sona erecektir.

 

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcülüğü İslâmî Ümmet’in Mübârek ‘Iyd-ul Adhâsını Tebrik Eder

Mübârek ‘Iyd-ul Adhâ [Kurban Bayramı] münâsebetiyle Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcülüğü, İslâmî Ümmet'e bayramının mübârek olması için tebriklerini sunar, Allah [‘Azze ve Celle]'den udhiyelerini [kurbanlarını] ve itaatlerini kabul buyurmasını niyaz ederek, bayramlarını kafir sömürgeci devletlerin ve onların emirlerine amade olan hain yöneticilerin gölgesinde buruk bir sevinç yerine, geçmişte olduğu gibi İslam sancağı altında izzetli ve onurlu bir şekilde karşılayacakları günlerin, Allah'ın izniyle yakın olduğunu müjdeler.

Ey Müslüman Türkiye Halkı!

Başınızdaki kapitalist ribavi ekonomik nizamın takipçisi hain yöneticilerin, size layık gördüğü ne ekonomik sıkıntılar, ne de hayırlı ameliniz hakkında medya kanalları ile yürütülen fitne kampanyaları, Allah'a sadakatinizin göstergesi olan udhiye kesmekten sizleri alıkoymadı/alıkoymayacaktır. Eğer Allah'ın bu hükmünde gösterdiğiniz sebat gibi, hayatın tüm meselelerine köklü çözümler sunan İslam hükümlerini topyekûn hayata geçirmekte de acele ederseniz, Allah'ın nusreti/yardımı muhakkak sizinle olacak, sizleri içine sürüklenmiş olduğunuz bu zelil halden, layık olduğunuz izzete yeniden kavuşturacaktır.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O size nusret verir ve ayaklarınızı kaydırmaz. [Muhammed 7]

O halde ikinci Râşidî Hilâfet Devleti ile Ümmetinizi yeniden birleştirmek, artık can çekişmekte olan kokuşmuş kapitalist ideolojiye son darbeyi vurmak, tüm insanlığa hayrı, adaleti ve huzuru taşımak, kafir sömürgeci devletleri dize getirmek üzere Hizb-ut Tahrir ile birlikte harekete geçin!

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Allah, sizlerden iman edip salih amellerde bulunanlara, kendilerinden öncekilerini yeryüzünde halife kıldığı gibi kendilerini de halifeler kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven vereceğini vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler, hiçbir şeyi bana ortak tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkarlardır."[Nur 55]

Devamını oku...

الله أكبر الله أكبر الله أكبر، لا إله إلا الله، الله أكبر الله أكبر ولله الحمد Hacc, Allah'a Ubudiyettin ve Müslümanların Vahdetinin Görüntülerinden Bir Görüntüdür

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Hacc farizasını edâ ederek Allah'ı tazîm ve emrine icâbet etmek üzere milyonlarca Müslüman, tehlillerle, tekbirlerle, İslâm nimetinden dolayı Allahu Subhânehu'ya hamdetmek, putlar, mahlukatlar ve beşerî nizamlar gibi bütün şirklerden berî olduklarını ilân etmek amacıyla Allah'ın Beyt-il Harâmı'na akın etti. Zîra Hacc, azîm bir ibâdettir; Müslümanlar, onun şiarlarıyla yalnızca Allah'a ubudiyetlerini cisimleştirmekteler ve Arefe günü, dört bir yandan gelen Arabıyla, Acemiyle, halklarıyla ve kabileleriyle Müslümanların vahdetinin cesetleştiği görkemli bir manzara altında, sapa sağlam bir kulpla İslâm'a bağlanan azîm bir Ümmet'in etrafa korku saçan buluşması altında aynı alanda bir araya gelmektedirler. Zîra İslâm, ümmetin hem akîdesidir, hem de hayat nizâmıdır. Dolayısıyla kalkınması, izzeti ve vahdeti sadece onda olup ne başka nizamlardadır, ne beşerî kanunlardadır, ne bozuk milliyetçiliktedir, ne de sunî Sömürgecilik sınırlarındadır. Yine el-Adhâ günü Müslümanlar, Allah yolunda adha kesmenin anlamını yüceltmek ve babaları İbrâhîm Aleyhi's Selâm'ı örnek alarak emrine itaat etmek üzere hazırlık yaparlar. Böylece âhiret yurdunda kurtuluşa ve daha ötesi Allah'ın rızâsına nail olmak üzere dünyada İslâm'ın şiarlarını ikame edilmesi için canın ve malın infâk edilmesinde Allahu Subhânhu ile ahit yinelerler.

Ey Müslümanlar!

Hacc'ın içerdiği akaidi, hükümleri ve yüce değerleri tedebbür etmek; her neye mal olursa olsun içerisinde bulunduğumuz Küfür hegemonyasından, beldelerimiz ile toplumlarımızdaki nizâmlarından, parçalanmışlıktan, zayıflıktan, işgalden ve aşağılanmışlıktan dolayı Ümmetimizi çektiği sıkıntılardan kurtarmak üzere bizleri ciddi şekilde düşünmeye ve sıkı bir çalışmaya sevk etmelidir. Zîra Allah'ın tevhidi, hayatın tüm işlerindeki yasamada, ubudiyette ve itaatte O'nun birlenmesini gerektirir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur: إِنِ الحُكْمُ إِلاَّ للهِ "Şüphesiz hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

Bu da sadece İslâm ile hükmedilmedikçe mümkün değildir. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur: وَأَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve onların arzularına uyma!" [el-Mâide 49]

Aynı şekilde İslâm'ın hakim kılınması ve Müslümanların tüm meselelerinde -sadece- ona muhakeme olunması ile mümkündür. Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur: فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda Sana [İslam'a] muhâkeme olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Müslümanların bugünkü vakıasına gelince; İslâm'ın onaylamadığı bir vakıadır. Zîra beldeleri, gerek devlet, gerekse toplum işlerinde Allah'ın inzâl ettikleriyle hükmedilmeyip krallık, demokratik cumhuriyet, beşer ürünü olan Batılı anayasalar gibi Kapitalizm nizâmları ve bozuk yönetim şekilleriyle hükmedilmektedir. Bunların bekçiliğine ise; çıkarlarını koruması, İslâm Devleti'nin ve nizâmlarının hayata geri dönüşünü engellemesi için Batının Müslümanların başına diktiği fâsit yöneticiler yapmaktadır. Kezâ Müslümanların beldeleri; İslâmî Ümmeti zayıflatmak, evlatlarının arasına milliyetçilik, ırkçılık ve fırkacılık tohumları ekmek ve tek bir siyâsî yapı altında -ki o, Hilâfet Devleti'dir- gerçek vahdetlerini engellemek amacıyla Sömürgeci Batının dayatarak sunî sınırlarla ayırdığı elli kusur kıytırık yapılara parçalanmıştır. Ey Lübnan'daki Müslümanlar! Şüphesiz Allahu Subhânehu, sizleri İslâm ile şereflendirmiş ve insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir Ümmet olan kerîm Ümmet'in bir parçası kılmıştır. O halde milliyetçi, mezhepçi ve siyasî arzular yüzünden birbirinizle çekişmeniz câiz değildir. Aksi takdirde gücünüz gider. Bilakis yapmanız gereken, İslâm'ın hükmüne yönelmenizdir. Zîra izzetiniz ve şerefiniz ona sımsıkı sarılmanızdadır. Hizb-ut Tahrir / Lübnan Vilâyeti, Allah'ın inzâl ettikleriyle hükmedecek, Müslümanların dört bir tarafını ve kelimelerini bir araya toplayacak, üzerlerinden zulmü kaldıracak, düşmanlarına karşı onları cihada sevk edecek ve İslâm risâletini alemlere taşımak üzere onlara liderlik edecek tek bir Halîfe'nin liderliğindeki Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde İslâm yönetimini ikâme etmek üzere fikrî ve siyasî metotla İslâmî daveti taşımak için sizleri kendisi ile birlikte çalışmaya davet eder. Aleyhi's Salâtu's Selâm şöyle buyurmuştur: إنما الإمام جنة يقاتل من ورائه ويتّقى به " İmâm [Halîfe] ancak bir kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." O halde sizleri, dünyanın izzetine ve ahretin nimetlerine çağırıyoruz ey Müslümanlar! يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - AKP Hükümeti'nin Ekonomik Paket Muamması

AKP Hükümeti üzerinde çalışma yaptığını iddia ettiği ekonomik paketi, geçtiğimiz Cuma günü yada bu hafta başında açıklayacağını duyurmuştu. Ancak henüz herhangi bir paket açıklanmadı. Aksine 29 Kasım'da Kızılcahamam'da AKP bünyesinde düzenlenen 13'üncü İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada Erdoğan, ekonomik paket yerine alışılagelmiş demokrasi naraları atmakla yetindi. Hatta paket hakkında gelen tek açıklama "Ne paketi? Paket, maket yok biz tedbirlerimizi uygulamaya koyduk bile!" şeklindeydi.

Öte yandan Erdoğan'ın 20 Kasım 2008'de Hindistan yolculuğu öncesi yaptığı açıklama şöyleydi: "Şu anda IMF ile masadayız, konuşuyoruz." Anlaşılan o ki AKP Hükümeti görüşmeleri tamamlayıp, IMF'nin direktiflerini net alıp, daha sonra bu direktifleri  "ekonomik paket" adı altında kamuoyuna duyuracaktır.  Hâlbuki kendisi değil miydi "IMF'ye ümüğümüzü sıktırmayız" diyen?

Ey Müslüman Türkiye Halkı!

260 milyar dolar rezerve sahip IMF'nin kapısında kuyruğa girmiş ülkeler arasında 120 milyar dolara ihtiyacı olan Türkiye'nin payına düşebilecek olası miktara bel bağlamak, hangi sorunu çözecektir? Kaldı ki IMF'nin, anlaşma yaptığı ülkeleri ve daha 2001'de Türkiye'yi uğrattığı tahribat herkes tarafından bilindiği halde bizi IMF'nin olmayan insafına terk eden sömürgeci kâfir devletlerin taşeronu bu hain yöneticileri daha ne kadar sırtınızda taşıyacaksınız? Artık kapitalizmin çirkefliğini örten pembe tablolar darmadağın olmuş, takke düşmüş kel görünmüştür.

Muhakkak ki bu hain yöneticilerden ve IMF'nin kapısında bizleri dilenci yapmalarından, topyekûn kapitalizmin kısırdöngüsünden ve onu besleyen karşılıksız kâğıt para sisteminden, anonim şirketleşmeler, borsa kıskacı ve kapitalist bankacılık sisteminden kurtarıp, İslam'ın ekonomik nizamını da kapsayan eşsiz İslam ahkâmını topyekûn hayata geçirerek, gerçek esenlik, refah ve mutluluğu getirecek olan, kuruluşunun yakın olduğu artık kafirler tarafından da itiraf edilen ikinci Raşidi Hilafet Devleti'dir.

 

Devamını oku...

  • Kategori Pakistan
  •   |  

26 Kasım 2008'de Hindistan'ın Bombay şehrinde sürpriz bir kriz patlak verdi. Zîra hafif çaplı silahlar ve el bombaları ile donanmış silahlı bir grup insan, beş yıldızlı iki otele, tren istasyonuna ve diğer önemli noktalara saldırdı. Bazı raporlarda ise polisin, saldırganlara ateş açmayı reddettiği geçti. Bu kriz, Hindistan Özel Kuvvetleri "Siyah Kedileri'nin" krizi sona erdirmesine kadar yaklaşık altmış saat devam etti.

Krizin sona ermesinden bir gün sonra Hindistan Başbakanı, bir basın açıklaması düzenleyerek herhangi bir delil sunmaksızın Pakistan'ı krizin arkasında olmakla suçladı. Saldırı ise, yaklaşık iki yüz kişinin ölmesi ve yüzlerce kişinin yaralanmasıyla sonuçlandı. Açıktır ki Pakistan'a yönelik Hindistan'ın bu tür suçlamaları, vatandaşlarının işlerini adil ve eşit bir şekilde gözetmedeki Hint yönetiminin başarısızlığı üzerindeki dikkatleri başka yöne çekmekten öte bir şey değildir. Zîra Hindistan, farklı dîni ve etnik gruplardan oluşmaktadır ki bu da onu, parçalanmaya ve bölgelerini birbirinden kopmaya aday bir ülke haline getirmektedir.

Nitekim belli başlı birçok Keşmirli hareketlerin yanı sıra Assam Eyaleti'ndeki Assam Birleşik Kurtuluş Cephesi, Poodland'daki Ulusal Demokratik Cephesi, Tripura Ulusal Kurtuluş Cephesi, Pro-Ulusal Kurtuluş Cephesi, Arnjal Drgon Gücü, Kahilstina Kurtuluş Gücü ve benzeri pek çok Hindistanlı ayrılıkçı hareketler bulunmaktadır. Bu hareketlere ilâveten seçim maksatlarına dönük Müslümanlara karşı direniş sloganını kullanagelen "Baharatiya Canata" Partisi gibi Müslümanları ve Hıristiyanları hedef alan birçok hareketler bulunmaktadır. Bunun da ötesinde "Gucarat'ta" yaptığı gibi Müslümanları diri diri yakmak, geçen altmış yıl boyunca Keşmir'deki Müslümanları ezmeye ve katletmeye devam etmek gibi vahşî eylemlerde bulunmayı bırakmayan Hindistan Devleti'nin bizzat kendisi vardır.

Hindistan demokrasisine veya "dünyadaki demokrasilerin en büyüğü" denilen şeye gelince; yönetiminde nüfuz sahipleri ile elit zümresinin çıkarlarını gözeten, onların taleplerini gerçekleştiren ve azınlıkları bir kenara atan diğer demokrasilerden bir farkı yoktur. Dolayısıyla azınlık grupları, onların kafilesine katılmak için koşuşturdukları halde, haklarının ve maslahatlarının peşinde soluk soluğa kalmaya devam etmektedir. Böylece Hint safsatalarına, bir de demokrasi tradjedisi eklenince, bu ikisinden Hindistan demokrasisi oluşmuştur. Aslında katı Hindu kast sistemi, yoksul Hindu tabakası ile bu tabakanın içerisindeki nüfuzlu kimseler arasında bile ayrım yapmaktadır. O halde Müslümanlara karşı ırkçılık yaptığını nasıl düşünmek bile istemezsiniz!

Amerika'ya gelince; Hint çıkarlarını önemseyen ve soruşturmada işbirliği yapması için Pakistan'a baskı yapan bir görüntü ile ortaya çıkmıştır. Zîra 01 Kasım 2008'de Amerika Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice söyle demiştir: "Nerede olursa olsun kanıtların araştırılmasına, bunun da kusursuz bir sorumluluk ve etkinlik içerisinde yapılmasına gerek duyulduğunu Pakistan Hükümeti'ne vurgularız." Seçilmiş Başkan Barack Obama ise yine aynı tarihte şöyle demiştir: "Geçmişte eksiksiz bir şekilde soruşturmalar hakkında işbirliği yapacağını ifade eden Pakistan Devlet Başkanı Zerdârî'den beklentim odur ki fiilen bunu yapsın." İşte tüm bunlar, küfrün tek millet olduğunu teyit etmektedir. Dolayısıyla Pakistan'ın Amerika'ya boyun eğmesine ve bükmesine rağmen o, her zamanki gibi Sömürgecinin durumunda olduğu üzere Müslümanlara karşı Hinduların saffında yer almıştır. Aynen vakti zamanında İngiltere'nin Hint Yarımadası'nı işgal ettiği günlerde olduğu gibi.

Pakistan yöneticilerine gelince; güçlü, kararlı ve izzetli bir tavır takınmak yerine Amerikan baskıları ile Hint suçlamaları karşısında zelîl bir şekilde boyun eğdiler. Zîra 01 Ekim 2008'de, Devlet Başkanı Âsıf Zerdârî, saldırıların arkasında devlet dışındaki odakların olduğunu ve kendi ifadesine göre "silahlı grupların takip edilmesi için yapabileceği her şeyi" yapmayı söz verdi. Başbakan Rızâ Gilânî ise, Hindistan'ın isteğini yerine getirmek üzere alelacele bir şekilde Pakistan Gizli Servisi'ni [ISI] Hindistan'a göndermeye muvafakat ettiyse de bu zelîl muvafakatinden dolayı halkın eleştirilerine maruz kalınca, bu hazırlıktan vazgeçerek Hindistan'dan Pakistan'ın saldırılara karıştığını kanıtlayan deliller sunmasını talep etti! O halde daha fazla saldırmaları için saldırganlara cesaret veren ödlek ve korkak yöneticilere yazıklar olsun!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Gerek Bombay saldırılarında Pakistan'a yönelik Hint tehditleri ve suçlamaları, gerekse Pakistan'daki mevcut kaotik ve anlaşmazlık durumundaki Hindistan'ın rolü, bir gün olsun Hinduların Müslümanların dostu olmayacağını, dahası Müslümanlara kötülük yapmak için hiçbir fırsatı heder etmeyeceklerini teyit etmektedir. Bu da onlar ile Müslümanlar arasında güven ve normalizasyon inşâ edilmesi fikrinin ahmakça bir hareket olduğunu göstermektedir.

Müslümanlar ile Hindular arasında dağlar kadar fark vardır; Müslümanlar yaklaşık bin sene Hindulara hükmettiklerinde, güvenlik, istikrar ve adalet içerisinde yaşamışlardır. Bu da bir asrı geçkindir süren İngiliz işgalinden önce olmuştur. Ancak Hindistan'a, bir asrı geçkin süredir Hindistan Hükümeti hükmedince, o zaman Pakistan'daki, Bangladeş'teki, Keşmir'deki ve bizzat Hindistan'daki Müslümanlara yönelik zulümlerinde kılını dahi kıpırdatmamıştır. Dolayısıyla Azîm olan Allah, şöyle buyurarak bizleri düşmanlarımız kâfirlerden sakındırırken ne kadar da doğru söylemiştir:

إِنْ يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler de ellerini ve dillerini size kötülükle uzatırlar. Zaten onlar sizin küfre sapmanızı arzu ederler. " [el-Mumtehine 2]

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Sizin kuvvetiniz, en ufak bir şiddet eyleminde bile, sizleri hemen yüzüstü bırakan ne Hindu saldırganlardan, ne de kendinizi Amerika'ya teslim etmekten kaynaklanmaktadır. Bilakis gücünüz, İslâmî Hilâfet Devleti'ni kurarak azîm dîninizin ikâmesinde yatmaktadır. Zîra Hindu saldırılarına karşı koymak ve bölgede İslâm ile yönetimi tesis etmek için Muhammed ibn-ul Kâsım ve ordusunu gönderenin Hilâfet olduğunu hatırlayınız. Bugün de güçlü ordulara, muazzam nüfusa, engin arazilere ve enerji kaynaklarına sahip olan Ümmeti, dünyada en güçlü ve en azîm devletin râyesi altında birleştirecek olan ancak Hilâfet'tir. Dolayısıyla bir kez daha bölgeyi Hinduların zulmünden kurtaracak olan sadece Hilâfet'tir.

Şunu da unutmamalıyız ki Hindular, ister İngiltere olsun, isterse Amerika olsun yabancı güçler tarafından desteklenmedikçe Müslümanlara karşı bir adım dahi atamayacak kadar ödlektirler ve Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla, bu yabancı güçler sökülüp atılacak ve Hinduların kalplerine korku salınacaktır.

Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar! Ey Muhammed İbn-ul Kâsım'ın Torunları!

Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bizleri Hindistan'ın fethi ile müjdelemiş, onu fethedene azîm bir ecir vaadetmiş ve bu müjde, pek çok hadiste vârit olmuştur. Nitekim Ebû Hurayra [Radıyallahu Anh]'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bize Hint gazvesini vaadetti. Eğer ona yetişirsem, canımı ve malımı infâk edeceğim. Eğer öldürülürsem, şehitlerin en üstünü olurum. Yok eğer (şehit olmadan) geri dönersem, ben Muharrer (kurtulmuş) Ebû Hurayra olurum" [en-Nesâî Ebû Hureyra kanalıyla rivâyet etmiştir.]

Yine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

عِصَابَتَانِ مِنْ أُمَّتِي أَحْرَزَهُمَا اللَّهُ مِنْ النَّارِ، عِصَابَةٌ تَغْزُو الْهِنْدَ وَعِصَابَةٌ تَكُونُ مَعَ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ عَلَيْهِمَا السَّلام "Ümmetimden iki grup vardır ki Allah, onları ateşten korumuştur. (Birisi) Hindistan gazvesine (katılacak) grup, ikincisi de İsâ İbn-i Meryem Aleyhi's Selâm ile birlikte olan gruptur." [Tabrânî, Mu'cem-il Avsat'ta Rasulullah'ın kölesi Sevbân kanalıyla tahriç etmiştir.]

O halde sizler ölüm ve yaşam arasında kalmışken hem Hindistan'a komşu olmanız, hem de İslâmî beldeler arasında en güçlü belde olan "Pakistan'daki" durumu değiştirmeye muktedir olmanız sayesinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesini gerçekleştirmek ve Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]nın Hindistan'ı fethedecek kimseye vaadettiği sevaba nail olmak için altın bir fırsata sahipsiniz. Ancak bunun gerçekleşmesi, hârici siyâseti tüm dünyaya İslâm risâletini taşımaya dayanan Hilâfet Devleti kurulmadıkça imkansızdır. O halde niçin Hilâfet Devleti'nin kurulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermezsiniz? Ensârdan olan kerîm sahâbe gibi olmak istemez misiniz? İslâm Devleti'nin kurulması için nusret vermez misiniz? Yeryüzündeki en güzel kokuyla nimetlenmeyi arzulamaz mısınız? Zîra Hâkim'in, Mustadrik-il Sahiheyn'de tahriç edip Muslim'in şartına göre sahîh dediği ve İbn-u Abbâs [Radıyallhu Anhuma]'nın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Alî İbn-u Ebî Tâlib [Radıyallhu Anh], şöyle demiştir: "Yeryüzünün en güzel kokusu, Hindistan'dır."

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Lahor'da "Yeni Bir Liderlik-Yeni Bir Nizâm" Başlıklı Bir Konferans Düzenledi.

Hizb-ut Tahrir, Lahor'da yüzlerce Müslümanın katılımıyla "Yeni Bir Liderlik-Yeni Bir Nizâm" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansta Üstâz Sa'd Rahmân Cağrânafî, Dr. İftihâr ve Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmî Sözcüsü Nâvid Butt birer konuşma yaptı. Üstâz Sa'd, Pakistan Hükümeti'nin Amerika ile birlikte İslâm'a karşı savaşa karışmasını şiddetle kınadı ve Afganistan'a saldırarak istilâ etmeye sevk eden sebeplerden biri olan ve bölgede giderek büyüyen İslâmî etkiye karşı Amerika'nın korkusuna ve kaygısına dikkat çekti. Ayrıca hain yöneticilerin, Amerika'yı korumanın ve müdafaa etmenin de ötesine geçerek Müslümanlarla savaştıklarını ve katlettiklerini ekledi. Ve konuşmasına, bu krizden tek çıkış yolunun bu yöneticileri alaşağı etmek ve Hilâfet'i kurmak olduğunu teyit ederek son verdi.

Pakistan'daki ekonomik kriz hakkındaki ikinci konuşmayı ise Dr. İftihâr yaptı ve konuşmasında şunlar geçmiştir: "Pakistan'daki krizin sebebi, Pakistan'ın geçen on yıllarca IMF'in politikalarını takip etmesidir. Ne üzücüdür ki Pakistan, bir kez daha IMF'in kapısını çalmıştır. Hem Ümmet'in kaynaklarının özelleştirilmesi politikası, hem de insanlara vergi konulması planı, Pakistan'a IMF tarafından dayatılmaktadır. Bu da ekonomimizin felç olmasına yol açmıştır." Bu cümlelerini, Pakistan'daki mevcut elektrik krizinin sebebinin, özel şirkete satılmasıyla enerjiye yönelik alt yapının özelleştirilmesidir, söz konusu şirketin, elektrik üretimini düşürmesi ise sanayi sektöründe devasa zararların yaşanmasına yol açmıştır ifadesiyle destekledi. Ayrıca Dr. İftihâr, ülkedeki servetin ve kaynakların devasa boyutta olduğunu ve Hizb-ut Tahrir'in, Hilâfet Devleti'ni kurup İslâm'ın ekonomik nizâmını tatbik etmesiyle ekonominin bağımsızlaşacağını ve Allah'ın izniyle dünyanın en güçlü ekonomisi olacağını teyit etti.

Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcüsü ise konuşmasında; mevcut siyasî liderliğin başarısızlığı ve Hizb-ut Tahrir'in onun yerine alternatif bir liderlik sunduğu konusunu açıkladı. Zîra Hizb-ut Tahrir'in dünyadaki en büyük siyasî Hizb olduğunu, tek bir liderlik altında dünyanın kırktan fazla ülkesinde çalıştığını, bir gün olsun gayesinden ve metodundan sapmadığını, Müslümanların ajan yöneticileri tarafından envaî türde baskılara, sindirmelere ve işkencelere maruz kaldığı halde en ufak bir gevşeklik ve zafiyet göstermediğini ifâde etti. Ayrıca Ümmet'in, İslâm Nizâmı'na yönelik derin anlayışa, siyasî uyanıklığa ve dünya işlerinde dirayete sahip Hizb-ut Tahrir gibi muhlis bir liderliğin naspedilmesine hasret kaldığını teyit etti. Konuşmasını, İslâm'ın tatbik edilmesi ve Ümmet'in tek bir liderlik altında toplanması amacıyla görevlerini yerine getirmeleri ve Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeleri için güç ve kuvvet ehli açısından artık zamanın geldiğini ifâde ederek tamamladı. Konferansın sonunda ise konuşmacılar katılımcıların sorularını cevapladılar.

 

Nâvid Butt

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü

Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Güvenlik Anlaşmasının Onaylanması, Allah'a, Rasulü'ne ve Mü'minlere Hıyanettir

Nihayet Irak Parlamentosu, 27.11.2008 Perşembe akşamı, Irak ile istilacı Amerika arasındaki Güvenlik Anlaşması'nın onaylanmasına son noktayı koydu. Böylece işgalciler, bu anlaşmanın ülkeyi ve halkını satmasına, Irak'ı imtiyazlı Amerikan vesayetine döndürmesine ve Müslümanların maslahatları adına sorgusuz-sualsiz şekilde alan-veren bir gözetici haline getiren işgale meşruiyet elbisesini giydirmesine rağmen milletvekillerini bazen tehdit etmek, bazen de makam-mevkiiyle ayartmak yoluyla onu parlamentodan geçirmeyi başardılar. Gerçekten bu, içerisinde bütün batıl sebepleri barındıran teslimiyet ve baskı anlaşmasıdır. Zira bu meşum anlaşmanın onaylanmasıyla "güdümlü" Irak hükümeti, aslen ihlal edilmiş Irak "egemenliğine" dokunan her türlü metni değiştirme ile silme hamleleri ve müzakere görüşmeleri üzerindeki perdeyi kaldırmıştır. Bu anlaşmanın aleyhtarları ve lehtarları tarafından ortaya atılan aşağılık teklifler sona ermiştir. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ne kadar da doğru söylemiştir: إنما الأعمال ُ بالخواتيم "Ameller, sonuçlarına göredir."

Zira "seçilmiş" hükümetin yoğun uğraşlarının sonucu, işgalci kâfirlerin görüşlerini onaylamak ve milletvekillerinin dinlerini, ümmetlerini ve beldelerini reddetmesi olmuştur. İşte tüm bunların insanlar teskin edilsin ve bu korkunç musîbeti kabullensinler diye saptırma, çarpıtma ve gözlere kum zerrecikleri saçma silsilesi olduğunda hiçbir şüphe yoktur. 2009'un ortalarında yapılacağı iddia edilen referanduma gelince; trajedi komiklikten başka bir şey değildir..! Beldenin tüm anahtarları, hakkımızda ne bir ahit ne de bir zimmet gözeten, ülkeyi tahrip eden, halkını boğazlayan, tüm hurumatları çiğneyen, Irak'ı idârî ve malî yolsuzluk sıralamasında birinci ülke haline getirecek derecede altı küsür yıldır servetleri yağmalayagelen azgın ve zorba bir düşmana teslim edildikten sonra hangi halktan, hangi referandumdan bahsedilmektedir? Tâ ki ekonomik durgunluk, korkunç işsizlik, zoraki göçler, dul kadınlar, kimsesiz çocuklar, yetimler ve şeytana pabucunu ters giydirecek komplolar gibi yalancı demokrasinin acı "semerelerini" hasat edegeldiğimiz halde hangi halktan, hangi referandumdan bahsedilmektedir..? Zîra Irak, tarihi boyunca hiç bilmediği gerekçeler ve isimlendirmeler adı altında kardeşin kardeşi, Müslümanın Müslümanı katletmesine şahitlik etmektedir. MaazAllah gelecek, daha vahim ve daha acıdır..! Ey Müslümanlar! Bu anlaşma, onu pazarlayanların ve propagandasını yapanların alınlarında bir utanç lekesi ve boyunlarında ebediyen bağışlanmayacağını sandığımız azîm bir günah olarak kalacaktır... O halde var gücünüzle hem onu, hem de kâfirlerin tüm planlarını boşa çıkarmaya koşunuz ve Allah [Azze ve Celle]'nin istediği gibi kardeşler olunuz:

تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i İmrân 110]

Nübüvvet Minhâcı Üzere Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için tam bir ciddiyet ve aktiflik içerisinde Hizb-ut Tahrir ile çalışanlarla birlikte çalışınız. İşte o zaman, Ümmet'e hıyanet veya düşmanına yardım eden herkesten intikam alınacaktır. Ayrıca onları, Allahu Te'alâ'nın azâbı beklemektedir.

بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا 138 الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا "Münâfıklara kendileri için çok elîm bir azap olduğunu müjdele! (138) Onlar ki Mü'minleri bırakıp da Kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) onların yanında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izzetin tamamı Allah'a aittir." [en-Nisâ 138-139]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Irak Vilâyeti
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Bugün, Etiyopyalı yetkililer, Somali'deki kuvvetlerini bu yılın sonunda geri çekme kararı aldıklarını açıkladılar. Bu açıklama, son aylarda Aden Körfezi ile Somali sahilleri açıklarında korsan eylemlerinin dikkat çekici bir şekilde artması üzerine gelmiştir. Nitekim bu eylemler, bir milyon varil petrol taşıyan Suudi bandıralı bir tankerin kaçırılmasıyla taçlanarak son günlerde daha dikkat çekici bir şekilde artmıştır. Diğer taraftan medya organları, 16.11.2008 günü, Somali'nin geçici Başbakanı Yûsuf Abdullah'ın; Mücahit Gençler Hareketi, ülkenin çoğunluğuna hakim oldu ve başkent Mogadişu'ya ulaşmak üzeredir şeklindeki açıklamasını naklettiler. Etiyopya ise, Somali'de kalmaktan ve orada korkunç kayıplar vermekten yakınmaktadır. Nitekim haber ajansları, 18.11.2008 günü, Adis Ababa'da düzenlenen "İGAD" devletleri dışişleri bakanlarının kongre kutlamalarında Etiyopya Dışişleri Bakanı'nın şu açıklamasını yayınladılar: "Açık bir şekilde tekrar vurgulamak isterim ki Etiyopya kuvvetleri, belirsiz bir tarihe kadar ağır sorumluluklar taşımayı sürdürmeye hazır değildir ve önemli olan böylesi zor bir zamanda Somalili liderlere doğru mesajın ulaşmasıdır."

O halde bu, Amerika'nın kendi adına savaşmaları için görevlendirdiği ajanlarının hezîmete uğradıklarını ve daha fazla direnecek dermanlarının kalmadığını mı gösterir? Ayrıca 26.10.2008 günü imzalanan Cibuti Anlaşması diye bilinen anlaşmanın bu meseledeki rolü nedir? Son olarak her ne olursa olsun bu tür grupların yalnız başına teknik ve askerî açıdan böylesi düzenli eylemler yapması mümkün müdür, yoksa arkasında büyük devletler mi vardır?

Cevap:

Korsan eylemlerinin son zamanlarda dikkat çekici bir şekilde arttığı doğrudur. Bu meselenin incelenmesi sonucunda aşağıdaki hususlar mülâhaza edilir:

1. Kaçırılan gemilerin geneli ya Avrupa yada diğer devletlerin gemisi olup aralarında Amerikan gemisi bulunmamaktadır. Amerikalılar ise, müdahale etmeksizin olan bitene seyirci kalmaktadır. Nitekim haber ajansları, 17.11.2008 tarihinde, Amerikan CENTCOM (Merkez Kuvvetler Komutanlığı) Komutanı Amiral "Mike Mullen"in; rehinelerin olmasından dolayı herhangi askerî bir operasyonun yapılmasının zor olacağı ve korsanların hepsinin de oldukça iyi eğitildikleri şeklinde bir açıklamasını naklettiler. Beşinci Filo Komutanı Jean Campbell ise, 18.11.2008 tarihinde, BBC Radyosu'na yaptığı açıklamada şöyle demiştir: "Her yerde bulunmaya güç yetiremiyoruz... Bununla birlikte her türlü önleyici tedbirlerin alınmasını da teşvik ediyoruz." Yine 19.11.2008 günü "el-Arabiyye" televizyon kanalının naklettiği başka bir açıklamasında ise, bunların askerî eylemler olmayıp âdi suç eylemleri olmasından dolayı olaya müdahale etmeye niyetlerinin olmadığını ifâde etmiştir. BBC Radyosu'nun internet sitesi ise, 20.11.2008 günü, Beyaz Saray Sözcüsü Jeff Morrill'in; dünyanın tüm deniz kuvvetleri oraya konuşlanmış olsa bile bu sorun çözülmez şeklindeki açıklamasına yer vermiştir.

2. Aden Körfezi ile Somali sahilleri açıklarındaki yabancı gemilerin sayısı yoğun şekilde artmıştır. Zîra orada Beşinci Amerikan Donanması, geçen ay 09.10.2008'de bu bölgeye deniz gücü gönderme kararı alan NATO gemileri ve bu ayın onunda, görevi Kızıldeniz'in güneyindeki deniz geçitlerini korsanlardan korumak olup karargahının da İngiltere'nin Nortwood eyaletinde olacağı bir İngiliz Amirali komutanlığı öncülüğünde Yona Atlanta denilen bir deniz gücü ile hava gücü konuşlandırma kararı alan Avrupa Birliği'ne bağlı savaş gemileri bulunmaktadır. Nitekim bu kararın üzerine, Somali sahilleri açığına yedi adet Avrupa savaş gemisi gönderilmiş ve daha önce de yaklaşık 12 ilâ 15 savaş gemisinden oluşan Anti Terörizm Deniz İttifakı [Task Force 150] adında çok uluslu bir kuvvet oluşturulmuştu. İşte tüm bunlara rağmen korsan eylemleri artmıştır!

3. Yaşanan bu olaylardan dolayı Avrupalıların, bilhassa Fransızların "çıldırdıklarına", dolayısıyla da kuvvet üzerine kuvvet oluşturduklarına şahit olmaktayız. Ayrıca uzatılabilirliği olmakla birlikte altı ay boyunca korsanlar ve gemilere yönelik silahlı yağmalama eylemleriyle mücadele etmek üzere savaş gemilerinin Somali kara sularına girmesine izin veren 02.06.2008'de Güvenlik Konseyi'nde alınan 1816 sayılı kararının arkasında da onlar vardır. Zaten bu da Fransız girişimi ile olmuştur. Nitekim Fransız haber ajanslarında geçtiği üzere Fransa, 16.09.2008 günü, Dışişleri Bakanı Kouchner yoluyla gelecek Aralık ayında Güney Kızıldeniz bölgesindeki, yani Aden Körfezi ile Somali sahilleri açıklarındaki korsanlarla mücadele etmek amacıyla deniz ve kara yoluyla olmak üzere askerî bir operasyon başlatılması önerisinde bulunmuştur. Yine Fransız Haber Ajansı A.F.P, Hint Okyanusu'ndaki Fransız Deniz Kuvvetleri Komutanı Cerard Now'un; Aden Körfezi ile Arap Denizi'ndeki korsanlar, mükemmel şekilde donatılmış ve eğitilmiş gerçek askerî bir güce benzer güç haline geldiklerini teyit eden bir açıklamasını nakletmiştir. Benzer şekilde Almanya da orada askerî eylemler yapılması talebinde bulunmuş ve Güvenlik Konseyi, oy birliğiyle 20.11.2008 günü, İngiltere'nin şekillendirip arkasında Avrupa'nın olduğu bir karar çıkartmıştır. Bu karar ise, korsanları kapsayacak şekilde Somali topraklarında ve sahillerinde kaos ve şiddetin yayılmasına katkıda bulunan herkesi cezalandırmayı içermektedir.

4. 18.11.2008 günü el-Cezîre kanalı ise, Cibuti Kanadı Somali Kurtuluş Cephesi Başkanı Şeyh Şerif Ahmed'in; bölgedeki mevcut büyük kuvvetlere bağlı savaş donanmaları altında korsan eylemlerinin artmasından duyduğu şaşkınlığını ve bunun anlaşılması zor bir muamma olduğunu ifâde eden açıklamasını nakletmiştir. Yine aynı tarihte el-Cezîre kanalında yayınlanan Günün Konuğu Programı'nda Asmara Kanadı olarak bilinen Somali Kurtuluş İttifakı Lideri Ömer İmân Ebû Bekr, korsanların bir Amerikan türetmesi olduğunu, Somali sahillerinde yoğun bir şekilde Amerikan savaş gemilerinin bulunduğunu ve bu devasa Amerikan gemilerinin varlığına rağmen bu korsanların onların gözü ve kulağı önünde bu eylemleri yaptıklarını bildiklerini ifâde etmiştir. Dahası haberler, Amerikan kuvvetlerinin Somali ve diğer ülkelere emtia taşıyan bu gemileri rehin alan korsanları eğittiklerini ve bu eylemlerine göz yumduklarını teyit etmiştir!

5. İşte tüm bunlardan aşağıdaki şu sonuçları çıkarırız:

Birincisi: Amerika, ister Somali topraklarında on sekiz aydan fazla kalamayarak zelîl ve aşağılanmış bir şekilde gerisin geriye döndüğü 1993 yılında yaptığı gibi doğrudan kendi kuvvetleri ile olsun, isterse gitmek üzere askerlerinin tasını tarağını toplayan Etiyopya'nın yaptığı gibi kendi yerine görevlendirdiği ajanları ile olsun, Somali toprakları üzerindeki savaşta "zafer" elde etmeyi başaramamıştır! En azından yakın gelecekte de kazanması uzak bir ihtimaldir.

Bu başarısızlığın üzerine Amerika, siyasî müzakereler oyunuyla siyasî bir zafer elde etmeye yönelmiştir. Bu da Abdullah Yûsuf Hükümeti ile İslâmî Mahkemeler Kanadı arasındaki sunî bir koalisyondan oluşan ortak bir hükümeti gerçekleştirerek olmuştur. Bunun yanı sıra o, Abdullah Yûsuf Hükümeti ile İslâmî Mahkemelerin Cibuti Kanadı arasında, 26.10.2008 günü imzalanan anlaşmanın ortaya çıkarılmasını başardıysa da bu anlaşmanın, Mücahit Gençler Hareketi'nin kötü hatırata sahip bu anlaşmaya karşı çıkması, Somali'deki bölgelerin çoğunu ele geçirmesi, hatta bizzat Abdullah Yûsuf'un açıklamasına göre, başkente varmak üzere olmasından dolayı amacına ulaşması beklenmemektedir. Bilindiği üzere bu hareket, Asmara ve Cibuti Kanadı olmak üzere İslâmî Mahkemeler'den ayrılmıştır. Zîra 2007 Eylül ayındaki Asmara Anlaşması'nı imzalamalarından sonra onları, laiklerle koalisyon kurmak ve Allah yolunda cihâdı terk etmekle itham etmiştir.

İşte böylece Amerika, Somali topraklarında istediği anlamda askerî ve siyasî bir zafer elde etmeyi başaramamıştır.

Amerika'nın Somali topraklarındaki bu başarısızlığından sonra sanki o, deniz yoluyla bölgeye hakim olmaya yönelerek Somali ve Aden sahillerini, devletlerarası, bilhassa Avrupa bandıralı gemileri kaçırma merkezi haline getirmiştir. Böylece güvenlik açısından Avrupa'yı, bu kaçırma eylemleriyle meşgul etmiş, dolayısıyla da "kara çatışmasında" kendi yükünü hafifletecek Avrupa için denizde bir "baş ağrısı" oluşturmuştur. Ardından o, deniz yoluyla Afrika Boynuzu sahillerine inecek, akabinde de Ortadoğu bölgesindeki "Yaratıcı Kaos" teorisi politikasına benzer "kaçırma" kaosu yaratmak yoluyla içlerine sızacak, dolayısıyla da bu deniz kaosunun arkasından bir tarafında Yemen'in, öteki tarafında Cibuti'nin yer aldığı Aden Körfezi'ndeki Bâbu'l Mendeb Boğazı'na hakim olmaya yönelik hedeflerini gerçekleştirecek ve ileride tekrar Somali'ye sızması kolaylaşacaktır. Böylece Avrupa, kaçırma politikasıyla meşgul olup kendisine ait ticarî ve savaş gemileri bu bölgeden uzaklaşmışken Amerika da Kızıldeniz'e, geçitlerine ve çevresine hakim olacaktır. Bilindiği üzere hem ihraç edilen petrolün üçte biri, hem de muhtelif emtia üzerinde dönen devletlerarası deniz ticaretinin buradan geçmesinden dolayı burası, stratejik ve ekonomik açıdan kritik ve önemli bir bölgedir. Dolaysıyla bu bölge, binlerce ticaret gemisinin geçidi durumundadır.

İkincisi: Korsan eylemlerine karşı Amerika, umursamaz bir tavır takınırken, mülahaza edildiği üzere Amerika'dan daha çok zarara maruz kalmasından dolayı Avrupa bu durumu önemsemektedir. Zîra Amerikalılar buna karşı askerî bir operasyon yapılmasını gerektiren terörist bir eylem olmaktan ziyade âdi bir suç eylemi olarak görmekteler. Dolayısıyla onlara göre bunun hiçbir faydası ve yararı olmayacaktır. Dahası dünyanın tüm devletleri bir araya gelmiş olsa bile bunu durdurmayacaklarını ifâde etmekteler!

Nitekim bu tutum, bölgedeki Amerikan ajanlarına yansımıştır. Zîra Mısır, Kızıldeniz boyunca beş Arap devletini kapsayan 20.11.2008 günkü Kahire Zirvesi sonrasında korsanlara karşı koyulurken, Somali kara toprakları ile kara sularının egemenliğine saygı duyulmasının belirtildiği sonuç bildirgesine etki etmeyi başarmıştır. Bu da devletlerin sınırları ve kara suları aşılarak bölgede askerî bir operasyon yapılması çağrısında bulunan Fransız projelerine karşıt bir durum olduğu anlamına gelmektedir.

Korsanlara karşı Amerika'nın tutumu işte bu şekildedir. Avrupalıların tutumuna gelince; Sarkozy'nin tanımladığı üzere bunu, askerî güç benzeri bir durum, gerçek bir suç endüstrisi olarak değerlendirmekteler ve gelecek ay buna karşı geniş çaplı askerî bir operasyon açılması gerektiğini düşünmekteler.

Üçüncüsü: Amerika, bir an olsun gözlerini Cibuti'den ayırmamaktadır. Zîra orada ayağını basacak sabit bir yer olması için çalışageldiyse de Fransa, Cibuti'yi bölgedeki ana üssü görmektedir. Çünkü iki bin yedi yüz (2.700) Fransız askerinin bulunduğu, Afrika ortalarına kadar bölgedeki nüfuzunu korumak üzere hava ve kara noktası olarak kullandığı dışarıdaki en büyük Fransız askerî üssü buradadır. Fransa, Amerika'nın Cibuti için can attığının farkındadır; bunun içindir ki hem Amerika'nın Cibuti'ye olan aşırı isteğini, hem de onun için çatışmasını frenlemek ümidiyle kendisine ait olan Camp Lemonier adındaki eski üssünü Amerika'nın kullanmasına ve bin askeri geçmeyen basit bir kuvvet yerleştirmesine müsamaha göstermiştir. Ancak Amerika alternatif yollar da düşünmektedir. Zira o, hâlihazırda bu üstte bulunan sekiz yüz askerini (800) kendisi için son durak olmaktan ziyade bir hareket noktası olarak görmektedir ve terörizmle mücadele gerekçesi altında iki bin Amerikan askeri alacak derecede bu üstü genişletmek için çalışmaktadır. Bu gerekçe de Fransa'nın genişletmeye müsamaha göstermesine bir giriş noktası olacaktır. Nitekim 28.10.2008 tarihli, eş-Şark-ul Avsat gazetesinde geçtiği üzere, Fransa Savunma Bakanı, Birleşik Devletleri'nin hedefinin terörizmle mücadele için bir geri askerî üst inşa etmek olduğunu ifade ederek Amerikan varlığının kalıcı olmayıp terörizmle mücadeleyle ilişkilendirerek Fransız varlığının kalıcı olduğunu vurguladı. Bu açıklama, Fransa'nın varlığının gitmesine ve Cibuti'deki Amerikan varlığının uzamasına yönelik bir korkunun olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar bakanın bu açıklamasında böyle bir işaret olsa da Fransız üst düzey askeri bir yetkilinin aynı gün aynı gazeteye verdiği röportajda bir açıklama daha geçmiştir. Zîra Savunma Bakanı'nın Fransız üstünü ziyaret ettiği sırada görüştüğü bu üst düzey askeri yetkili şöyle demiştir: "Birleşik Devletleri'nin Cibuti'ye konuşlanmaktan maksadı, Afrika Boynuzu'ndaki kalıcı Amerikan varlığını güvence altına almak, Yemen'deki, Somali'deki, hatta Sudan'daki gerilim noktasına odaklanmaktır."

Yine Amerika'nın planlarından biri de geçmişte İngiltere'nin yaptığı gibi Aden'de kendisine ait kalıcı bir üst inşâ etmek ve nüfuzunu Yemen'in diğer bölgelerine yaymak için burayı bir hareket noktası edinmektir. Bunun içindir ki Yemen, son gelişmelerden kaygı duymaktadır. Nitekim 18.11.2008 günü el-Cezîre kanalı, Yemen Dışişleri Bakanı Ebû Bekr el-Karbî'nin; korsanlarla mücadele gerekçesi altında Aden Körfezi'nde konuşlanan Batılı donanmaların yoğunluğundan duyduğu endişeyi, bunu, Arap ulusunun güvenliği için bir tehdit olarak değerlendirdiği ve bu donanmaların konuşlandırmasının Kızıldeniz'i uluslararasallaştırmaya yol açacağını ifâde eden açıklamasını yayınlamıştır.

Gerek Cibuti'ye, gerekse Aden'e yönelik bu Amerikan özlemi, önce güvenlik açısından Avrupa'yı meşgul etmek, ardından da bu bölgeden uzaklaştırmak veya varlığını azaltmak amacıyla Amerika'yı "Avrupa" bandıralı devletlerarası gemileri "terörize" etmeye sevk eden dürtülerden bir dürtüdür.

Görüldüğü üzere korsanlar meselesi, birincisi; Somali içerisindeki mevcut durum ve ikincisi; Aden Körfezi ile Somali sahilleri bölgesine hakim olmak üzere iki hususla ilişkilidir. Mülahaza edilen odur ki Amerika, korsan eylemlerine "göz yummakta" ve kara sularından hareket etmek amacıyla gözlerini Afrika Boynuzu'na dikmektedir. Avrupa ise, çıkarlarını korumak amacıyla askerî açıdan da olsa korsan alevini söndürme kaygısındadır.

İşte tüm bunlar, bölgede meydana gelen korsan eylemlerinin arkasında uzun bir Amerikan elinin olduğuna dair güçlü bir kanıt ortaya koymaktadır.

Son olarak; İslâmî beldelerin böylesi bölgelerle kuşatıldığı bir sırada Kızıldeniz ile Somali sahillerinin Sömürgeci Kâfir devletlerinin bir çiftliği olması elbette yürekleri parçalamaktadır. Ne var ki Kızıldeniz ile Somali sahilleri civarındaki Müslüman beldelerinin yöneticileri, Müslümanların kara sularına, hava sahalarına ve topraklarına egemen olmaya dönük çatışmalarında bu devletlerin birbirlerine karşı koz olarak kullandıkları bir kuklaya ve araca benzemektedirler.

Gerçekten bu yöneticiler, ruveybidadır ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ne kadar da doğru söylemiştir:

سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ "İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihânetle suçlanacaklardır. İşte o zaman Ruveybida konuşacaktır." Denildi ki: "Ruveybida da nedir?" Buyurdu ki: "Kamunun işleri hakkında müptezel (söz sahibi olan) adamdır!" [İbnu Mâce rivâyet etti]

 

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER