- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Dr. Afiyet Sıddıki’nin Çözülemeyen Davası
Amerika’nın “terörizme karşı” savaşının meşhur bir sembolü haline gelen, saygın bir Müslüman ve sinir bilimci olan Dr. Afiyet Sıddıki’nin (Aafia Siddiqui) şok edici davası, Amerikan istisnacılığının son yıllardaki en iğrenç örneklerindendir.
Afiyet, 2003 yılında Müşerref hükümeti döneminde Pakistan güvenlik güçleri tarafından kaçırılmış ve kötü bir şöhrete sahip Bagram hapishanesinde tutulmak üzere Amerikan makamlarına teslim edilmişti.
Ayrıca üç oğlu da yıllarca ortadan kayboldu ve onların da aynı şekilde hapsedildikleri iddia edilmekte ve yeni doğan bebeğinden ise hiçbir haber alınamamaktadır.
Afiyet ile 11 Eylül arasında bir bağlantı olduğu şüphesi, o zamandan beri maruz kaldığı tüm vahşet ve adaletsizlik için yeterli olmalıydı. Nitekim Afiyet’in maruz kaldığı gerçeği ortaya çıkaran İngiliz araştırmacı gazeteci Yvonne Ridley oldu ve onu “dünyanın en mazlum kadını” olarak nitelendirdi. Zira o, 650 numaralı mahkûm Afiyet’in, yıllarca tutulduğu askeri hapishanenin koridorlarında beş yıl boyunca işkence gören ve defalarca tecavüz çığlıkları atan Bagram’ın Gri Leydi’si olarak bilindiğini ortaya çıkardı.
Bagram'da geçen bunca yıldan sonra başına gelenler yetmezmiş gibi bir de Afiyet
-44 kiloluk bu küçük kadın kaçmak için gardiyanlara silah doğrulttuğu(!)- şüphesinin olduğu suçlamasıyla Amerika’da yargılandı. Dahası el-Kaide’nin üst düzey ajanı olduğuna suçlamasına dair kesinlikle hiçbir kanıt da bulunamamıştır. Hatta davanın kendisi, dünya çapında bir kınama ve Amerika’nın teröre karşı savaşına yönelik bir duygu ve eleştiri dalgası haline gelmiştir.
Ancak bacımız Afiyet’in, Teksas’ın Fort Worth kentindeki FMC (Federal Tıp Merkezi) Carswell adlı üst düzey bir hapishanede 86 yıl hapis cezasına çarptırılmış olması akıl almaz bir şeydir. Bu yüzden tüm yorumcular için tamamen açıklığa kavuşan şey, onun şüpheli delillere rağmen bariz işkence ve kötü muamelelerinin yanı sıra cezasının asla iddia edilen suçla orantılı olmadığıdır. Ama Amerika, İslam ümmetini susturmak için Afiyet’i bir örnek olarak göstermeye kararlıdır. Böylece Amerikan güçlerinin Irak ve Afganistan halkına karşı yürüttüğü habis hegemonya savaşına karşı yükselebilecek her türlü hak sese karşı gündemini güvence altına alabilecektir.
Başkan Bush’un ve onun katı hükümetinin bu kurnaz planları sonraki hükümetler tarafından da devam ettirilmiştir. Zira dünya çapında İslam’ın ve Müslümanların kalkınmasını engellemeyi amaçlayan bu “uzun savaş”, Amerika’yı Afiyet davasını gizlemeye teşvik etmektedir. Ama İngiliz yardım kuruluşları olan Cage ve JVAC, Afiyet’in davası için bu kez avukatların finanse edildiklerinden ve ailesiyle teması sürdürdüklerinden emin olmak için çalışmış ve Afiyet için küresel farkındalık ve endişe oluşturmak amacıyla her zaman ön saflarda yer almıştır.
Ancak nezih kuruluşların içerisindeki birçok bilinçli ve başarılı kişilerin samimi çabalarına rağmen, Afiyet hala Teksas ceza evinde bitip tükenmeye devam etmekte, hala yıllarca hücre hapsinde tutulmakta, onu delirtecek kadar dövülmekte ve işkence görmektedir. Dahası yüzüne bir fincan sıcak kahveyi fırlatan ve neredeyse “kör olmasına” neden olan bir mahkûmun vahşice bir saldırısına uğramıştır. Ayrıca kendisinin “yürümeye takati olmadığını” ve “tekerlekli sandalye ile hareket ettiğini” açıklamıştır.
Dr. Afiyet Sıddıki, en onurlu Müslüman kadınlardan biridir. Ayrıca mesleğinde üstün başarı gösteren ve onu tanıyan herkese örnek olan özverili bir anne ve onurlu bir davet taşıyıcısıdır. Nitekim kendisi muttaki Müslüman bir kadının rolünü ve sorumluluklarını mükemmel bir şekilde özetlemiştir. Ancak İslam’ın kadınlara verdiği büyük onur ve konuma rağmen bu istisnai kadın, Müslümanların liderleri tarafından tamamen terk edildiği gibi serbest bırakılması için hiçbir girişimde bulunmamışlar, hatta kesinlikle bunu talep bile etmemişlerdir!
Oysa Müslümanların başındaki yöneticiler ve özellikle Pakistan hükümeti, Afganistan ve Pakistan bölgesinde Amerika’ya verdikleri siyasi ve askeri desteği geri çekmekle tehdit edebilecek diplomatik bir güce sahiptirler.
Nitekim her ülkenin, diplomatik olmasa bile birtakım araçlarla mahkumların serbest bırakılmalarını talep etme hakları vardır. Dahası mahkumların serbest bırakılmasının güvence altına alınması, uluslararası bir hukuk, bir örf ve medeniyetler boyunca var olan bir haktır. Dolayısıyla devletin gerçek liderliğin meşruiyetini garanti etmesi, halkın güvenliğini sağlamak için kullandığı yöntemlerde yatmaktadır.
Peki İslam beldelerindeki yöneticiler, neden Batı karşısında aciz kalıyorlar? Batı’ya karşı olan korku ve endişe ne zaman Allah korkusu ve endişesine dönüşecek? Ebu Bekir Sıddîk Radıyallahu Anhu’dan, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: إِنّ النَّاسَ إِذَا رَأَوُا الظَّالِمَ فَلَمْ يَأْخُذُوا عَلَى يَدَيْهِ أَوْشَكَ أَنْ يَعُمَّهُمُ اللهُ بِعِقَابٍ مِنْهُ “Şüphesiz ki insanlar zalimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.” [Ebu Davud ve Tirmizi rivayet ettiler.]
Bu bağlamda Müslüman mahkumlar, zulme ve baskıya maruz kalan tüm erkek ve kadınlar, gerçek bir İslami otoritenin geri dönüşünü sabırla beklemektedirler. Bu otorite ise; Allah Subhanehu’nun Kur’an’da emrettiği gibi İslam ümmetini önceliği kılacak ve insanları büyük zulüm işlemeye sürükleyen şer ve açgözlülüğe karşı çıkmak için yeterince istek ve cesarete sahip bir liderlik olacak olan Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet’tir.
Nitekim şeriat, mazlumlara karşı güçlerini izhar etmenin, esirlerimizi kurtarmanın ve Allah’ın Kelimesini yüceltmenin Müslümanların ordularının görevi olduğunu belirtmiştir. Aynen Subhanehu ve Teala’nın, Kur’an’ı Kerim’de şöyle buyurduğu gibi: وَمَا لَكُمْ لاَ تُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالْمُسْتَضْعَفِينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاء وَالْوِلْدَانِ الَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا أَخْرِجْنَا مِنْ هَـذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ أَهْلُهَا وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ وَلِيّاً وَاجْعَل لَّنَا مِن لَّدُنكَ نَصِيراً “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” [Nisa-75]
Dolayısıyla azim İslam ümmetinin saraylarda, iktidar koridorlarında ve her yerde yankılanan daveti, İslam’a göre Allah Subhanehu ve Teala’ya itaat etmek için cemai görevimizi yerine getirecek, bu dini İslam beldelerinde yeniden ikame edecek ve sömürgeci zalim ve kendi çıkarlarına dayalı korkunç Kapitalist ideolojisinin alıp götürdüğü birçok insanın onurunu ve şerefini geri iade edecek İslam’daki yönetim şekli olması itibariyle Hilafete ve ona iman etmeye davet olmalıdır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Meliha Fehimuddin