Çarşamba, 29 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/02
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti’nden Bir Heyet, Ankara’daki Pakistan Büyükelçiliği’ne Bir Beyanname Teslim Etti

H. 02 Cumâde'l Ahira 1430 el-muvâfık M. 27 Mayıs 2009 Çarşamba günü, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti'nden bir heyet, Ankara'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne, Pakistan Hükümeti'nin, Kabileler bölgesinde başlatıp Kuzey Batı bölgesindeki güvenli bölgelere dayandırarak yürüttüğü askerî operasyonlara ilişkin olarak Pakistan'daki silahlı kuvvetlere Raşidi Hilâfeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verme çağrısında bulunan "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun" başlıklı beyannameyi Arapça, Türkçe ve İngilizce olarak teslim etti.

Beyanname'de Pakistan Hükümeti'nin yürüttüğü askerî operasyonların hakikati şöyle açıklandı "Amerika, tek başına Afganistan'daki başarısızlığını çözmeye muktedir değildir. Bunun içindir ki Amerika, içerisinde boğulduğu okyanusların derinliklerinden kendisini kurtarması için Pakistan ordusuna dayanmaya çalışmaktadır. Bunun içinde Afganistan'a yönelik savaşında ve vahşî saldırılarında kendisi ile birlikte savaşması ve kendisine destek vermesi için Pakistan ordusundan ivedi olarak harekete geçmesini istemiştir."

Arkasında yüz binlerce mülteci bırakan, asil Müslüman kadınları toprağı örtünüp semaya bürünerek gecelerini ve gündüzlerini açıkta geçirmeye terk eden, yaşlıları ve çocukları ümitsizliğe-çaresizliğe gark eden, Müslümanların kanlarını soğukkanlılıkla akıtan bu operasyonlar karşısında Pakistan'daki Müslümanlara ve Silahlı Kuvvetlere şöyle nidada bulunuldu:

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınız, Müslüman kardeşlerinizi bombardımana tutmak ve onları katletmekle emredilirlerken bu sessizliğinizi ne zamana kadar sürdüreceksiniz? Ordunuzun en şerli düşmanınız olan Amerika'ya hizmet amacıyla bölgedeki Müslümanları kahretmek için kullanılmasına şahit olurken bir damla gözyaşı dökmez misiniz? Bu askerî operasyonların durdurulması için Hizb-ut Tahrir'i seçiniz ve ona katılınız. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], Nebîsi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in lisanı yoluyla sizlere, zalimlerin ve hainlerin karşısında durmanızı emretmiştir..."

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için hiç özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devam edeceksiniz? Sizleri utanç ve zillet tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İslâmî Hilâfet, Ümmeti İslâm Esası Üzerine Birleştirecek, Güçlü ve Kapsamlı Sanayileşmiş Bir Politika Bina Edecektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, Dakka'daki Mühendislik Fakültesinde "İslâm'da Sanayileşme Politikası" başlıklı iktisadî bir sempozyum düzenledi. İlk konuşmayı Hizb'in üyesi Mustafa Menhâz yaparken konferansa, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ile yardımcısı Murşid il-Hakk, Şeyh Memnûr Râşid, Muhammed Şevket Hüseyin ve Âsım el-Evden da iştirak etti.

Sayın Mustafa Menhâz, dünyanın sanayileşmiş öncü devleti haline gelmesine imkân verecek Hilâfet Devleti'ndeki sanayileşme politikasını açıkladı:

1- Siyasî Vizyon: Hilâfet Devleti'nin, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmeye ilişkin programı, itici ve onu ileriye sevk edici bir güç olarak İslâmî akîde üzerine bina edilecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, İslâmî Ümmeti, İslâm'ı tüm dünyaya egemen kılacak olan açık bir siyaset vizyonu temelinde birleştirecektir. 2- Sanayinin Temelinin Askerî Sanayileşme Kılınması: Hilâfet, temelde ekonominin temel dayanağı olacak olan harp sanayisi üzerine yoğunlaşacaktır. İşte bu siyaset, birçok istihdam alanları oluşturacak, serveti önemli ölçüde geliştirecek ve İslâmi Ümmete tuzak kuran diğer milletleri caydırmaya yönelik hayatî bir faktör olacaktır. Dolayısıyla askerî sanayileşmeye dayalı bir ekonominin bina edilmesi, çelik, demir ve kömür gibi ağır sanayinin yanı sıra harp sanayinin gelişimine de imkân verecektir. 3- Madenlerin Çıkarılması: Hilâfet Devleti, maden kaynakları ile sanayisinde ve üretiminde maden kullanan fabrikalarının işlerini idare edecek ve bugün olduğu gibi diğer milletlerin bunları işletmesine izin vermeyecektir. Çünkü madenler, birçok sanayilerde zaruridir ki Hilâfet Devleti, kendisinde mevcut olmayan madenleri de sömürgeci olmayan ve İslâmî beldelere tamahkârlığı bulunmayan devletlerden ithal edecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, sömürgeci devletlerin bir kuklası haline gelmesini engellemek için de İslâmî âlemdeki kiralık Batı şirketleriyle muamelede bulunmaya yönelik kararlı bir siyaset benimseyecektir. 4- Ziraat: Güçlü ve bağımsız bir ekonomi, gıdada kendi kendine yeterliliğe muhtaçtır. Bunun içindir ki Hilâfet Devleti, gıdada İslâmi beldelerin diğer devletlere olan bağımlılığına son vermek için özenle çalışacaktır. Dolayısıyla Hilâfet Devleti, Allah Subhânehu ve Tea'lâ'nın yalnızca bize bahşettiği tarım arazilerinin kullanılmasını da içeren bir siyaset benimseyecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, tarım sektöründeki ileri tarım teknolojisine de girecektir.

Sayın Mustafa Menhâz şöyle dedi: Bugün Ümmet, hiçbir siyasî bir vizyona sahip olmayan ve sömürgeci efendilerini memnun edecek Kapitalizm nizamını tatbik eden mevcut yönetimlerin benimsedikleri başarısız politikalar sebebiyle sanayileşme açısından dünyadaki diğer milletlerden geri kalmıştır. Servetlerimiz pahasına sömürgeci ellerde bir kukla olan yöneticilerimiz, gücümüzü ve kudretimizi kullanmamıza imkan vermeyeceklerdir.

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Daha önceleri utanılarak araştırılırken bu günlerde açıkça yaygınlaşan bilimsel araştırmalar vardır ki bunlar, "embriyonun dondurulması ve bebeğin cinsiyetinin belirlenmesidir." Artık bunlar, Batı ülkelerinde satılan bir eşya haline geldi, ardından Müslümanların beldelerine sirayet etti ve sadece bilimsel bir araştırma olarak kalmanın ötesinde bazı Müslümanların bunlarla ilgilenmeye yönelmesi boyutuna dayandı. O halde bu iki husus hakkındaki şer'î hüküm nedir? Allah, sizleri hayırla mükâfatlandırsın.

Cevap: Cevaptan önce deriz ki Allahu Subhânehu, insanı yarattı, ona bilmediklerini öğretti. Kâinatta, insanda ve hayatta, insanın yaşambilimlerinden faydalanmasının ve bu bilimleri insanlara faydalı olacak şekilde kullanmasının önünü açacak muayyen özellikler, ölçüler ve biçimler oluşturdu. Allahu Subhânehu, faydalı bilimi ve faydalı bilim adamlarını methetti. Çünkü onlar, Allah'a imân etmeye, bu kâinatın, insanın ve hayatın sırlarından şahit olduklarını yaratıcının azâmitine, hikmetine ve kudretine delil getirmeye daha muktedirlerdir. Zira Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء "Allah'tan ancak âlim kulları korkar." [Fâtır 28]

Yine SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ العُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلا دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا العِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِر "Âlimler Enbiyâ'ın vârisleridir. Enbîya ne bir dinar ne de bir dirhem mirâs bırakırlar. Onlar ancak ilim mîras bırakırlar. Öyleyse her kim onu alırsa, bereketli bir nasip almış olur." [İbn-u Mâce, Ebî'd Derdâ Radıyallahu Anhâ kanalıyla rivayet etmiştir]

Ancak şeytan, şeytanın taraftarları ve şer ehli, bilimi kötülük yapmak, zarar vermek, insan hayatını değiştirmek ve onu müstakîm konumundan çıkarmak için kullandılar. Zira bu bilimleri, kullanılmaması gereken yerde kullandılar. Dolayısıyla klonlama, sperm hücrelerinin, yumurtaların, daha sonra embriyoların dondurulması ve başka bir rahme transfer edilmesi, ölü üzerinde otopsi yapılması, organlarının satılması, hatta canlı insanların kaçırılması, katledilmesi ve insan organlarının ticaretinin yapılması, embriyolar üzerinde bilimsel denilen deneyler yapılması ve dondurulması, ceninin hayatıyla oynanması ve bazen tıp, bazen de bilim gerekçesiyle organlarının çıkarılması hususları ortaya çıktı!

Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آَدَمَ "Andolsun ki Biz, insanoğlunu kerîm kıldık." [el-İsrâ 70]

Bilimde aslolan, Allah'ın insanı pek çok mahlûkatından üstün kılmak üzere ona verdiği kerîmlik noktasından hareket etmesidir. Bu da insanın mutluluğu, fiziksel ve zihinsel yaşamının gelişimi içindir... Ancak bu şerir bilim adamları, insanı hayvandan daha aşağı bir noktaya dönüştürme noktasından hareket ettiler ve insanı, her türlü şer ve zarar için adeta bir deneme sahası haline getirdiler. Bundan sonra deriz ki:

Sorunun mevzusu hakkındaki şer'î hüküm aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Embriyonun Dondurulması

Karı-kocada, normal yolla kadının yumurtası ile kocanın sperm hücresinin döllenmesini engelleyen bazı hastalık halleri ortaya çıkmıştır. Bu da rahim kanallarında tıkanıklık veya sperm hücrelerinin yumurtaya erişme hareketliliğindeki zayıflık veya uzmanlar tarafından bilinen benzeri nedenlerin olması gibidir. Bunun üzerine bazı bilim adamları, rahmin dışında uygun koşullarda tüpler içerisinde yumurtanın döllenmesine ulaştılar. Şöyle ki; kadına bir anda çok sayıda yumurta üretimi yapmasını sağlayan alklomid gibi ilaçlar verilmektedir. Daha sonra uzman doktor, belirli zamanda spekulum ve sonda aletini yumurtalığa girdirerek yumurtalıktan bir dizi yumurta almaktadır... Daha sonra da her bir yumurtayı, özel bir sıvının bulunduğu petri kabına koymakta ve bu yumurtaları, kocanın sperm hücresi ile döllendirmektedir.

Tüp içerisindeki bu döllenme tamamlandıktan sonra "bir veya daha fazla" döllenmiş yumurtalar, tekrar eşin rahmine transfer edilmektedir. Eğer Allahu Subhânehu, bu döllenmiş yumurtadan yaratma takdir etmişse, bu yumurta rahme yapışmakta ve sperm bir et parçasına dönüşmektedir... Eğer Allahu Subhânehu, bu döllenmiş yumurtadan yaratma takdir etmezse, bu yumurta ölüyor ve yok oluyor.

Hem çoğu durumlarda başarısız olmasından -ki bazen başarısızlık oranı %90'ulaşmaktadır-, hem de karı-kocanın gebeliğe olan ilgilerinden dolayı karı-koca bunu bir kez daha denemektedirler. Bu da kadını, yıpratmaktadır. Çünkü kadın, genellikle birden fazla yumurta üretmesi için, yumurtalığı uyarıcı farklı uyuşturucular ve ilaçlar almaktadır. Çünkü rahim dışında bir "tüp" içerisinde gerçekleştirilen döllenme işleminin garantisi yoktur. Dolayısıyla yumurtalık, birden fazla yumurta üretmeye uyarılmaktadır ki yumurtanın biri döllenmeyi gerçekleştiremediği zaman diğeri gerçekleştirsin. Ardından döllenmiş yumurta alınarak tekrar rahme transfer edilmekte ve biri öldüğünde diğerinin başarılı olması için de bazen rahme birden fazla döllenmiş yumurta transfer edilir.

Döllenmiş yumurtalar, kadının rahmine özel bir aletle transfer edilmekte, birinin başarılı olması için rahme üç yumurta transfer edilmesi takip edilmekte ve geriye kalan döllenmiş yumurtalar ise, rahme transfer edilmemektedir. Bilakis rahme transfer edilen yumurtalardan başarılı sonuç elde edilemediği zaman bunlar, bir ileriki aşamada kullanılmaktadır. Yani transfer edilen yumurta başarısız olduğu zaman onlar, kadını yeniden tedavi etmeye ve onu yıpratmaya gerek duymamaktadırlar. Bilakis fazladan döllenmiş yumurtaları alarak rahme transfer etmektedirler. Böylece bir kez daha başarısız olunduğunda, kadını yeniden ilaçlarla yıpratmaksızın diğerini almaktadırlar.

Ancak transfer edilen döllenmiş ilk yumurtanın başarısızlığı hemen gerçekleşmemektedir. Bilakis ancak saatler veya günler sonra ortaya çıkmakta ve bu dönem içerisinde fazladan olan diğer döllenmiş yumurtalar, uygun sıcaklık derecesinde ve koşullarda dondurulmaması halinde ölmektedir. Bunun içindir ki fazladan olan yumurtalar, ilk operasyon başarısız olduğunda transfer edilmeye hazır olması için sıvı azotla dondurulmaktadır.

İşte böylece embriyoların dondurulması fikri ortaya çıktı ki bu, aslında kadının tekrar ilaçlarla ve tedavilerle yıpratılmaması için ilk denemenin başarısızlığı durumunda tekrar anne rahmine transfer edilmesi içindir.

Ve daha sonra bu embriyolar, özellikle kâfir ülkelerde olmak üzere birer ticarî eşya haline gelmiştir. Zira bazen seneleri bulan uzun bir süre dondurucuda bekletilmeye alınmış, bazen de anneye iade edilmeyip başka eşlere, hatta eşleri olmayan kadınlara bile satılmaktadır. Böylelikle dondurulmuş embriyoları saklama bankaları denilen bankalar ortaya çıkmış ve son günlerde çıkan haberlere göre de bazen embriyolar karışmakta ve "yabancı" olan başka döllenmiş bir yumurta ilk denemede başarısız olan kadına transfer edilmektedir... İşte bu şekilde nesepler karışmakta ve insan hayatı değişmektedir...

Dediğimiz gibi sadece döllenmiş yumurtalar dondurulmamaktadır. Bilakis hem yumurtaları, hem de erkek spermlerini dondurmaktalar, isteyen kimselere satmaktalar ve bu yumurtanın veya şu erkek sperminin seçkin kişilerden olduğunun reklamını ve benzerlerini yapmaktalar.

Özet olarak dondurulmuş embriyoların vakıası işte budur ve araştırmalarında bu bölümün pek çok detayı bulunmaktadır. Ancak özet olarak vakıa, açıkladığımız şekildedir ve detaylar bunun dışına çıkmamaktadır.

Binaenaleyh şer'î hüküm, aşağıdaki şekildedir:

1. Normal yolla gebeliğin gerçekleşmemesi bakımından, durumları için bir hastalık tedavisi olarak eşlerin, rahim dışında döllenmeye başvurması caizdir. Çünkü bu bir tedavidir ve Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de tedavi olmayı emretmiştir. Nitekim Ebû Dâvud, Usâme İbn-u Şerîk'ten Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلا وَضَعَ لَهُ دَوَاءً غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ "Tedavi olunuz! Çünkü Allah Azze ve Celle, bir tek yaşlılık hastalığı dışında devasını vermediği hiç bir hastalık bırakmamıştır." Yani ölüm dışında demektir.

Ancak bu, iki şartla mümkündür:

Birincisi: Tüp içerisindeki döllenmenin, sahîh bir akitle evli olan erkek ile kadına ait spermden olmalıdır. Zira Ruveyfa İbn-u Sâbit el-Ensâri'den Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

لا يَحِلُّ لامْرِئٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَنْ يَسْقِيَ مَاءَهُ زَرْعَ غَيْرِهِ "Allah'a ve âhiret gününe imân etmiş bir kişinin, suyunu başkasının tarlasına akıtması helal olmaz." [Ahmed rivayet ett] Dolayısıyla kocanın spermi dışında herhangi bir kadının yumurtasının döllenmesi caiz değildir.

İkincisi: Bunun, yani tüp içerisindeki döllenmenin ve döllenmiş yumurtanın kadının rahmine transfer edilmesi, Batıda yapıldığı gibi kocanın vefatından sonra değil de hayatta iken yapılmalıdır. Zira onlar, ister kocası sağ veya ölü olsun dondurulmuş yumurtanın anne rahmine istedikleri zamanda transfer edilmesinde bir sakınca görmemektedirler! Bu ise, İslâm'da helal değildir. Çünkü gebeliğin başlamasından beri hayatta olan bir koca olmaksızın kadının gebeliği haramdır ve bundan dolayı ceza gerekir. Zira bir koca olmaksızın gebelik, zina beyyinâtlarındandır. Dolayısıyla bir koca olmaksızın gebe kalan herhangi bir kadın, büyük  haram ve günah işlemiş bir günahkârdır. Bu da Ömer ve Alî [Radıyallahu Anhumâ]'dan rivayet edilen sözlerinin olması ve sahabenin içerisinden de onların sözlerini inkâr eden birisinin çıkmamasından dolayıdır. Oysa bu durum, sabit olmamış olsaydı, inkâr edilirdi. Binaenaleyh bu da icmaa olmaktadır.

Dolayısıyla bir koca olmaksızın gebelik, zina beyyinâtlarındandır. Eğer cinsî ilişki sonucunda olursa, onun için had vardır. Eğer gebelik, bir cinsî ilişki olmaksızın, yani tüp içerisine konulan döllenmiş yumurta, kocasının ölümünden sonra kadının rahmine konulur ve gebelik, kocanın ölümünden sonra olursa, onun için şiddetli ta'zir cezası vardır.

Hakeza rahim dışındaki döllenme işlemi ve ardından da anne rahmine transfer edilmesi, kocadan eşine ve koca da hayatayken olmalıdır ki bu, caizdir. Yani "tüp bebek" denilen şey, mezkûr şartlarda caizdir.

2. İlk denemenin başarısını görmek için bekletilmek üzere döllenmiş yumurtanın yada döllenmiş yumurtaların dondurulmasına gelince; başarı elde edilemediği zaman dondurulan döllenmiş yumurtayı alıyorlar, ardından tekrar anne rahmine transfer ediyorlar. Bunda da başarı elde edilmezse diğerini alıyorlar ve bu şekilde devam ediyor...

Eğer bu dondurulan döllenmiş yumurtalar, "dondurulan embriyolar", anneden olduğu ve başkasıyla karışmadığı kesinse, mezkûr şartlarda yeniden anne rahmine transfer edilmeleri caizdir.

Ancak dondurulan embriyoların karıştığına dair haberlerin çıkması, ilk denemenin başarısız olması durumunda dondurulan embriyoların yeniden anne rahmine transfer edilmesi operasyonunu, aşağıdaki şekilde caiz kılmamaktadır:

1. Genellikle tüp içerisinde başarıyla döllenen, ardından da rahme transfer edilen ilk döllenmiş yumurtaya dikkat edilmekte, buna olan dikkatlilik ve takibat devam etmektedir.

2. Fazladan dondurulan diğer döllenmiş yumurtalara dikkat edilmesi ve bunların takip edilmesi ise, ancak ilk denemenin başarısız olmasından sonra gerçekleşmektedir. Dediğimiz gibi döllenmiş yumurtanın başarısızlığı, hemen olmamaktadır. Bilakis başarısızlıktan emin olunması, kısa veya uzun bir süreyi gerektirmektedir. Bu dönem içerisinde ise, fazladan veya daha fazladan dondurulmuş yumurtalar, dondurucuda durmaktadır.

3. Dondurulan "döllenmiş yumurtaların" embriyoların karıştığına dair haberler geçmektedir ki bu haberler, dondurulmuş embriyoların karışması yoluyla, neseplerin karışmasına imkân veren bir durum haline getirmektedir.

4. İlk denemenin başarılı olması hali, fazladan dondurulmuş embriyoların imha edilmesini gerektirmektedir. Ancak özellikle dondurulmuş embriyoların ticaretine dair haberler geçmesi bu imhayı, belirsiz kılmakta ve imha edilmemesi de şüpheli olarak kalmaktadır.

Çünkü şer'î kaide şöyledir: [الوسيلة إلى الحرام حرام] "Harama vesile olan da haramdır" ve kaidede zannı galip yeterlidir. Çünkü ister hata isterse ticaret maksadı kastıyla olsun dondurulmuş embriyonun karışması, neseplerin karışmasına yol açar ki bu, haramdır. Zira İslâm, neseplerin muhafaza edilmesini ve korunmasını vacip kılmıştır. Nitekim İbn-u Mâce, Süneni'de İbn-u Abbâs kanalıyla Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini tahriç etmiştir:

من انتسب إلى غير أبيه، أو تولى غير مواليه، فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين "Her kim, kendisini babasından başkasına nisbet ederse veya mevlasından başka birini mevla (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun."

Yine ed-Dârimî, Ebî Hurayra kanalıyla lianleşme âyeti indiğinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittiğini tahriç etmiştir:

أيَّما امرأة أدخلت على قوم نسباً ليس منهم فليست من الله في شيء، ولم يدخلها الله جنته "Herhangi bir kadın, onlardan olmadığı halde nesebini, başka bir kavme isnat ederse, Allah katında hiçbir şeye sahip değildir ve Allah onu Cennet'ine de koymayacaktır."

Binaenaleyh bu vesile, yani fazladan embriyo dondurulması, haramdır ve ilk kez rahme transfer edilenin fazlası olan döllenmiş yumurtaların imha edilmesi, yani ilk denemenin başarısız olması durumunda diğer döllenmiş yumurtalar dondurulmaksızın imha edilmesi vaciptir. Bilakis ilk deneme başarısız olursa, ilk durumda olduğu gibi kadın, yeni döllenmiş yumurta üretmek için bir kez daha tedavi görür ve kadının maruz kaldığı yıpranma da neseplerin karışmasına, dolayısıyla harama götürecek embriyoların dondurulması için bir gerekçe olamaz.

Şöyle denilebilir: Şer'î kaide, dondurulmuş embriyoların karıştığına dair zannı galibi gerektirir. Oysa burada zannı galip değil, zan varit olmuştur. Özellikle de tedavi eden kurum, güvenilir ve embriyoları güvenli bir yolla dondurduğu gibi ilk denemenin başarısı halinde fazladan dondurulmuş embriyoları da imha ediyorsa, o halde ne diye ilkinin başarısızlığı halinde yeni bir yumurtanın döllenmesi için kadını tekrar yıpranmaya maruz bırakacak olan fazladan embriyoların dondurulmasının haram olduğunu söylüyoruz?

Bunun cevabı şöyledir: Kaide için zannı galibin gerekliliği doğrudur ve tedavi eden kurumun güvenilir olması halinde bu zannı galip mevcut değildir. Evet, embriyoların karışmadığından tamamen emin olunursa, ilk denemenin başarılı olması durumunda diğerlerinin imha edilmesi şartıyla bu caizdir. Ancak bu durum, oldukça hassas bir durumdur ve çıkan haberler bu güveni şu iki aşamada zayıflatmaktadır:

Birincisi: İlk denemenin başarılı geçtiğinden ve gebeliğin meydana geldiğinden emin olma sürecindeki geçen dönem içerisinde fazladan dondurulmuş embriyolar, ilgi ve gözetim altında değildir. Çünkü takibat, ilk denemenin başarısı için olmaktadır.

İkincisi: İlk veya ikinci denemenin başarısı durumunda fazladan dondurulmuş embriyoların imha edilmesi gerekir. Ancak bu imha, ilgi ve takibat altında gerçekleşmemektedir. Zira kadın, gebe kaldığı zaman, ne o ne de eşi fazladan dondurulmuş embriyolarla ilgilenmemektedirler. Bazen sormakla ve kendilerine imha edildi denmesiyle yetinmektedirler. O halde dondurulmuş embriyo ticareti haberleri çıktığı halde nasıl olur da güven oluşabilir?!

Ayrıca söz konusu kaideye göre haramın hâsıl olması için zannı galip oluşmasa dahi bu şüphelidir. Nitekim Tirmizî, Hasen-i Sahîh hadis dediği ve Hasan İbn-u Alî [Rasıyallahu Anhumâ] kanalıyla şöyle dediğini tahriç etmiştir: Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den şunu hıfzettim:

دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لا يَرِيبُكَ "Şüpheli olanı bırak, şüpheli olmayana bak."

Velhâsıl:

Normal yolla olmadığı sürece kadının gebeliği konusunun tedavisi amacıyla; kadının yumurtasının, rahmin dışında bir "tüp" içerisinde eşinin spermiyle döllenmesi caizdir.

Döllenmiş yumurta alınarak tekrar rahme transfer edildikten sonra tüplerdeki diğer döllenmiş yumurtalar imha edilmelidir.

Eğer Allah'ın izniyle ilk deneme başarılı olursa, eşler Allahu Subhânehu'ya hamd etmelidirler. Eğer başarılı olmazsa, ilk denemeden geriye kalan fazladan dondurulan döllenmiş yumurtalara başvurmaksızın yeniden tüplerde döllenme yapmak üzere bir kez daha denemelidirler.

Tüm bunlar da yumurta ile spermin, sahîh şer'î akit ile evli olan karı-kocaya ait olması ve kocanın da hayatta olması şartıyla caizdir. Yani yumurtanın rahmin dışında döllenmesi ve tekrar rahme transfer edilmesi koca hayatta iken olmalıdır.

İkincisi: Bebeğin Cinsiyetinin Belirlenmesi:

Eskiden beri insanlar arasında, istedikleri bebeği seçmek ve istemedikleri bebeği de ellerine geçen imkânla imha etmek isteyen kimseler olmuştur.

-Mesela cahiliyede gazvede kendilerine yardım etsinler ve nesebi korusunlar diye erkek çocuk istemişlerdir. Dolayısıyla kız çocuklarını yok ediyorlar ve canlı iken defnediyorlardı.

وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ "Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldü? Diye sorulduğunda." [Tekvîr 8-9]

-Ne zaman ki gebe kadının karnına ultrason cihazı ile bakılması gibi başka yöntemler ortaya çıktı ve cenin de istenmeyen bir cinste olunca, anne karnında iken onu düşürmek için kürtaj kullanır oldular.

-Daha sonra özellikle anne karnındaki cenini kuşatan koşulları gözetleme bakımından yeni modern teknikler ortaya çıkınca asitli ortamın dişi spermi için daha uygun olduğunu ve "alkalik-bazik" ortamın da erkek spermi için uygun olduğunu keşfettiler. Bu durumda cinsel ilişkiden önce kadının rahminde alkalik-bazik ortamı aktifleştirmek için belirli yöntemlere başvurdular. Bunu da erkek çocuk doğurganlığına yardımcı olması itibarıyla vajinanın içini alkalikle yıkama işlemiyle yaptılar.

Kız çocuğu doğurganlığına yardımcı olması itibarıyla da cinsel ilişkiden önce vajinayı asitle yıkama işlemiyle yaptılar.

-Ardından kadının bedeninde alkalik-bazal ve asit ortamı oluşturmaya yardımcı olacak diyetler aramaya başladılar.

Gıdanın, ceninin cinsiyetini belirleme sürecine şu iki yönden etki ettiğini gördüler:

Birincisi: Rahmin ve vajinanın kanallarındaki asit ve alkalik-bazal ortamını değiştirmektedir.

Mesela potasyum ve sodyum; ortamı, asitli bir ortama çevirmekte, dolayısıyla erkek çocuk doğma şansı daha çok olmaktadır.

Magnezyum ve kalsiyum ise; ortamı, alkalik-bazal ortamına çevirmekte, dolayısıyla kız çocuğu doğma şansı daha çok olmaktadır.

İkincisi: Erkek veya kadın yumurtasının geleceğini bir ölçüde arttırmak için yumurtanın duvarında değişim meydan getirmektedir.

Böylece onlar, eşlerin, özellikle de erkek bebek isteyen kadının, tuzlu gıda ve aşırı tuzlu et diyeti gibi alkalik-bazal ortamını aktifleştiren gıdalarla beslenmeleri, aşırı baharat, süt, süt ürünleri tüketmemeleri, potasyum içeren meyveler yememeleri ve ilaçları almamaları... bedende alkalik-bazal oluşturmaya yardımcı olacak gıdalardan kaçınmaları tavsiyesinde bulundular.

Kız çocuğu açsından ise, süt, süt ürünleri tüketilmesi, tuz tüketiminin azaltılması, özellikle tuzlu olmak üzere etlerden, meyvelerden, çeşnilerden ve baharatlardan uzak durulması... asit içeren ilaçların ve bedende asit oluşturmaya yardımcı olacak gıdaların alınması gibi bedende asit oluşturmaya yardımcı olacak gıdalar tavsiyesinde bulundular.

-Ardından başka bir yöntem daha gördüler ki o, kadın erkeğin spermi boşaltmasından önce yumurtlarsa, yani sperm yumurtanın olmasından sonra gelir ve döllenme olursa, erkek çocuğu olma şansının daha çok olduğunu gördüler... Eğer erkek, spermi yumurtlamadan önce boşaltırsa, yani yumurta spermden sonra gelir ve döllenme olursa, kız çocuğu olma şansının daha çok olduğunu gördüler... Mesela yumurtlama meydana geldikten sonra cinsî ilişki olduğu zaman, olasılık dengesi erkek çocuğu lehine ve diğer durumda ise bunun tam tersi olmaktadır. Dolayısıyla yumurta olduğu halde cinsî ilişki gerçekleşirse, öncelik erkek çocuk için olmaktadır. Ancak cinsî ilişki, yumurtlamadan uzun bir dönem önce gerçekleşirse, öncelik kız çocuğu lehine olmaktadır. Binaenaleyh ceninin cinsiyetinin oluşmasını istenmediği günlerde azil yapılmakta ve istenilen cinsiyetin olasılığı lehte olduğu dönemde ise azilden imtina edilmektedir...

Böylelikle azil, ceninin cinsiyetinin tercihi için bir vesile olmaktadır.

Bu da kadında yumurtlama zamanının gözetilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla erkek çocuk beklentisi içerisinde olunduğunda; erkek, spermin boşalmasından sonra yumurta gelmemesi için yumurtlamadan önce kadınla cinsi ilişkiye girmemelidir. Binaenaleyh bu durumda bu günlerde azil yapmalı ve yumurtlama gerçekleştiğinde ise erkek cinsî ilişkide acele etmelidir ki sperm, yumurta varken insin.

Ancak kız çocuğu isteniyorsa; erkek, yumurtlamadan sonra kadınla cinsî ilişkiye girmemelidir. Bilakis yumurtlama döneminde azil yaparak kadınla cinsî ilişkiye girmemeli ve kadınla ancak yumurtlamadan hemen önce cinsî ilişkide bulunmalıdır. Çünkü erkek, kadınla muayyen bir zamanın ötesinde yumurtlamadan önce cinsî ilişki kurarsa, sperm hücresi yumurta ile döllenmeden önce ölür.

Muhtemelen bu son durum, Sünnetin işaret ettiği olsa gerek. Zira el-Buhâri'nin tahriç ettiği hadiste Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

Müslim'in, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in kölesi Sevbân kanalıyla Sahîh'inde rivayet ettiği şu hadis ise, bunu açıklamaktadır: Yahudilerin hahamlarından biri, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e bir soru sordu ve O da uzun bir hadiste ona cevap verdi. Ta ki şöyle dedi: Sana çocuktan sormak için geldim. Bunun üzerine Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ona şöyle cevap verdi:

وَأَمَّا الْوَلَدُ فَإِذَا سَبَقَ مَاءُ الرَّجُلِ مَاءَ الْمَرْأَةِ نَزَعَ الْوَلَدَ وَإِذَا سَبَقَ مَاءُ الْمَرْأَةِ مَاءَ الرَّجُلِ نَزَعَتْ الْوَلَدَ "Çocuğa gelince; eğer erkeğin suyu kadının suyuna baskın gelirse çocuk erkek olur, yok eğer kadının suyu erkeğin suyuna baskın gelirse çocuk kız olur."

Doğal olarak erkeğin spermi, kadının spermine baskın gelirse, yani erkeğin spermi kadının sperminden fazla gelir ve daha önce var olması dışında bir şey bir şeyin üzerine gelmezse, bu durumda Allah'ın izniyle erkek çocuk olma şansı daha çoktur. Aksine kadının spermi, erkeğin spermine baskın gelir ve kadının spermi de erkeğinkinden sonra gelirse, bu durumda Allah'ın izniyle kız çocuğu olma şansı daha çoktur.

-Daha sonra bir bilimsel yönteme ulaşarak bunun daha teknik olduğunu söylediler ki onu, ayrıştırılmış sperm dölleme yöntemi olarak isimlendirdiler. Bu yöntem, deney tüpü içerisinde [X] dişilik kromozomunu, [Y] erkeklik kromozomundan ayrıştırılması, yani farklı yöntemlerle bedenin dışında ayrıştırılması için sperm üzerinde testler yapılmasını gerektirmekte ve bu da teknik bir tıbbî müdahaleye gerek duymaktadır.

Bu fikirle bilim adamları, sperm kromozomlarının "erkeklik kısmı Y ve dişilik kısmının X" olmak üzere [X Y] olduğunu gördüler. Keza yumurtanın kromozomlarının da [XX], "yani iki dişilik kısmının" olduğunu da gördüler. Böylece yumurta ile döllenen spermdeki erkeklik kısmı olan Y olduğu ve dolayısıyla [XY], yani erkek cenin oluştuğunu ve yumurta ile döllenen "X" olduğu ve dolayısıyla "XX", yani dişi cenin oluştuğunu gördüler. Binaenaleyh spermdeki "Y" erkeklik kısmını, "X" dişilik kısmından ayrıştırmak için testler yaptılar, ardından da erkek cenin istediklerinde yumurtayı erkeklik kısmı ile tüpte döllediler ve dişi cenin istediklerinde de yumurtayı dişilik kısmı ile tüpte döllediler.

Basit bir fark ile burada buna benzeyen bir yöntem vardır. Bu yöntem, yumurtaların tüplerde döllenmesi, ardından da döllenmelerinden sonra incelenmekle gerçekleşmektedir. Zira XX taşıyan döllenmiş yumurta dişi olurken, XY taşıyan yumurta erkek olmaktadır. Erkek çocuk isteyen bir kadının rahmine XY döllenmiş yumurta transfer edilmekte ve kız çocuğu isteyen bir kadının rahmine ise, XX döllenmiş yumurta transfer edilmektedir. Her iki yöntem de maksat bakımından birbirine benzese de birincisinde döllenme ve erkeklik kısmının dişilik kısmından ayrıştırılması öncesinde sperm incelenmesi yapılmaktadır. İkincisinde ise, "embriyoların", yani döllenmiş yumurtaların incelenmesi ve ardından erkek embriyoların dişiden ayrıştırılması yapılmaktadır.

Eskiden günümüz asrına kadar çocuğun cinsiyetini seçmeye yönelik insan girişimlerinin özeti işte budur.

Vakıanın bilinmesinden, yani menâtın gerçekleşmesinden sonra şer'î hükmü aşağıdaki şekilde açıklarız:

a-İstenmeyen çocuğun öldürülmesine gelince; bu, haramdır. Çünkü bu, kasten canın öldürülmesidir ve âhiretteki cezası ise içinde ebediyen kalınacak Cehennem'dir.

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mü'mini kasten öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalacağı Cehennem'dir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nisâ 93]

Dünyadaki cezası ise, bağlayarak kısastır. Yani maktulün velîsi affetmez veya diyet istemezse öldürmektir.

b- Ebeveyn erkek çocuğu istediği halde kız olması gibi ehlinin, istemedikleri bir cenin olduğunu bildiklerinde anne karnındayken ceninin öldürülmesine gelince; aynı şekilde bu da haramdır ve buna ceza gerekir. Zira el-Buhâri ve Müslim, Ebî Hureyra kanalıyla şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

اقْتَتَلَتْ امْرَأَتَانِ مِنْ هُذَيْلٍ فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ فَقَتَلَتْهَا وَمَا فِي بَطْنِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّ دِيَةَ جَنِينِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ وَلِيدَةٌ "Huzeyl'den iki kadın birbiriyle kavga etti. Onlardan biri diğerine bir taş atıp hem onu, hem de karnındaki cenini öldürdü. Bunun üzerine bunu Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e götürdüklerinde, Rasulullah [SallAlahu Aleyhi ve Sellem], cenin diyeti olarak kadın veya erkek köle ödenmesine hükmetti." [Metin el-Buhâri'ye aittir]

c- İster belirli günlerde geçici cinsî ilişki kurulmaması, isterse bu günler içerisinde cinsî ilişki ve dışarı boşalma şeklinde olsun azil yapılması ve aynı şekilde belirli gıda türleri ile beslenilmesi veya vajinanın alkalik-bazal veya asitle yıkanmasına gelince; bunlar caizdir ve bir sakınca yoktur.

Azile gelince; el-Buhâri'nin, Ebî Saîd el-Hudrî'den tahriç ettiği hadisten dolayıdır ki o, şöyle demiştir:

فَأَرَدْنَا أَنْ نَعْزِلَ وَقُلْنَا نَعْزِلُ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ أَظْهُرِنَا قَبْلَ أَنْ نَسْأَلَهُ فَسَأَلْنَاهُ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لا تَفْعَلُوا مَا مِنْ نَسَمَةٍ كَائِنَةٍ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِلا وَهِيَ كَائِنَةٌ "...Azil yapmak istedik ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] aramızda olduğu halde O'na sormadan önce azil yapıyoruz dedik ve sonra bunu O'na sorunca O da dedi ki: Yapmamanızda bir sakınca yoktur. Kıyamet Günü'ne kadar olacak olan her bir canlı, mutlaka olacaktır." [Müslim de tahriç etmiştir]

Beslenme ve vajinayı yıkamaya gelince; yemek, içmek ve yıkamak... bakımından olan delillerin genelliğinden dolayıdır.

d- Erkeklik kısmının, spermdeki dişilik kısmından ayrıştırılması, ardından da erkek çocuk istendiğinde yumurtanın erkeklik kısmı ile döllenmesi ve kız çocuğu istendiğinde dişilik kısmı ile döllenmesi veya erkeklik embriyolarının dişilikten ayrıştırılması ve istenen ceninin rahmine transfer edilmesine gelince; bu operasyonlar, caiz değildir. Çünkü bunlar, bir tedavi değildir. Yani gebe kalmayan, ardından gebe kalmak için tedavi olan kadının gebeliği için bir tedavi değildir. Diğer bir ifadeyle kadının yumurtasının normal yolla kocanın spermi ile döllenmesi imkânsızlığı için bir tedavi değildir. Dolayısıyla yumurtanın tüplerde döllenmesi tedavisine başvurulmuştur... Bilakis bunlar, spermdeki erkeklik bölümünü dişilik bölümünden ayrıştırılmasına veya embriyoların ayrıştırılmasına ilişkin başka bir şey olup normal yolla gebe kalması imkânsız olan kadın için bir tedavi değildir. Yani bu operasyonlar, gebe kalınmaması hastalığı için bir tedavi değildir.

Zira bunlar, ancak avretin açılmasıyla gerçekleşmektedir. Çünkü yumurtaların alınması ve tekrar transfer edilmesi bunu gerektirmektedir. Oysa avretin açılması haramdır ve bu haram, tedavi dışında caiz değildir. Madem ki bu operasyonla bir tedavi değildir, o halde bunlar, caiz olmayan bir haramdır.

Son olarak: Önemli bir hakikatin zikredilmesi kaçınılmazdır ki o, akideyle ilişkilidir. Yani kişinin Müslümanlığı, ona bağlıdır. Bu hakikat şudur ki bu operasyonların ve işlemlerin hepsi, insanın yaratmaya muktedir olduğu anlamına gelmez. Bilakis insan, Allahu Subhânehu'nun erkeklik, dişilik ve döllenme keyfiyetinin özelliklerinde ortaya çıkardığı özellikleri ve sıfatları mülahaza etmekte, şahit olduklarını tahlil etmekte ve gözlemledikleri üzerinde deneyler gerçekleştirmektedir... Dolayısıyla belirli gıdalar kullanmakta, muayyen ortamlar oluşturmakta, erkeklik bölümünü dişilikten ayırmakta... yumurta dölleme operasyonları gerçekleştirmekte ve onu rahme iade etmektedir... Tüm bunlar da bir yaratmayı ortaya çıkarmaz. Bilakis bunlar, yaratıcı olan Allahu Subhânehu'nun kudretine muhtaçtır. Dolayısıyla Allah, ondan bir yaratma takdir ederse canlı olur ve ondan ölümü yaratma takdir ederse o da olur. Ne kadar deney olursa olsun eğer Allah, ondan bir yaratma takdir etmez ise olmaz.

Bu durum, yani yalnızca Allahu Subhânehu'nun yaratıcı ve erkek ile dişiyi yaratanın yalnızca Allahu Subhânehu olması, subûtu ve delaleti kat'î delillerle sabittir ki bunlardan bazıları şunlardır:

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلا هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ "İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka İlah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir." [el-Enâm 102]

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ "Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan ve alîmdir." [Hicr 86]

أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لا يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ "O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu hiç? Hâla düşünmez misiniz?" [en-Nahl 17]

هَذَا خَلْقُ اللَّهِ فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ "İşte bunlar Allah'ın yarattıklarıdır. Şimdi (ey kâfirler!) O'ndan başkasının ne yarattığını bana gösterin! Hayır (gösteremezler)! Zalimler apaçık bir dalalet içindedirler." [Lokman 11]

يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ "Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de istenen de aciz!" [el-Hac 73]

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ "Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, şu muhakkak ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra da uzuvları görünen ya da görünmeyen bir et parçasından yaratmaktayız ki, size (ne olduğunuzu) anlatalım. Dilediğimizi de belli bir süreye kadar rahimlerde durdururuz. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız, sonra da olgunluk çağına gelmeniz için geliştiririz. Bununla beraber, içinizden kiminizin canı alınıyor, kiminiz de biraz bilgiden sonra bir şey bilmemek üzere, ömrünün en kötü devresine getiriliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün; ama üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her dilber çiftten bitkiler bitirir." [el-Hacc 5]

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنْسَانَ مِنْ سُلالَةٍ مِنْ طِينٍ ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ "Andolsun ki biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir." [Mu'minûn 12-14]

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَاءُ عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir." [Şûra 49-50]

يَا أَيُّهَا الإِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ فِي أَيِّ صُورَةٍ مَا شَاءَ رَكَّبَكَ "Ey insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu." [el-İnfitâr 6-8]

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لا إِلَهَ إِلا هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ "Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O azizdir, hakîmdir." [Âl-i İmrân 6]

Dolayısıyla bunun çok iyi idrak edilmesi gerekir ki Müslüman, sapmasın ve delalete düşmesin maazAllah! Allahu Subhânehu, bu kainata bilimler koymuş ve insana da bilmediklerini öğretmiştir. Dolaysıyla ona akıl, tefekkür ve tedebbür özellikleri koymuştur ki imân edenlerin imânı artsın ve küfredenler de dünyada zelîl bir şekilde yüzüstü sürünsünler ve ahrette onlara elîm bir azab vardır.

Son duamız, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamddır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'nın Manifestosu, Ümmetin Olumlu Tepkisini Kazandı

Cakarta / Endonezya

Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyet Meclisi, 21.05.2009 Perşembe günü, Cakarta'nın Mardika Caddesi'ndeki Devletlerarası Haber Ajansı binasının salonunda düzenlenen özel oturumdaki "İslâm ve Hadârat Halkası" programı altında Hizb-ut Tahrir / Endonezya adına resmî bir manifesto yayınladı. Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyeti Meclisi'nden oturuma şu kişiler katılmıştır: Üstâz Muhammed İsmâil Yusanto, Üstâz Hafîd Abdurrahman, Üstâz Rahmet Lebîb, Üstâz Ferîd Vecdi. Ayrıca mukayeseli araştırmacılardan: Eski Kara Kuvvetleri Başkanı Emekli General Tayasanu Sudurata, Siyasî Analist Dr. Bayma Arba, Ekonomist Dr. İmân Suğma, Eğitim Bakanı Müsteşarı Mühendis Taguh Javaranu, Medya Organı Uzmanı Dr. Endus Hâdî Mustafâ ve Sosyal Meseleler Aktivisti Sayın Tuti Almir katılmıştır.

Hizb-ut Tahir / Endonezya Vilâyet Meclisi Mutemedi Üstâz Hafîd Abdurrahman, açıklamasında Hizb-ut Tahrir'in bu resmî manifestosunun dünyadaki İslâmî beldelerin en büyüğü olması itibarıyla Endonezya'ya olan fiilî ilgisinin tezahürlerinden bir tezahür olduğunu ifade etti. Bu beyan, uzun yıllar geçmesine ve kalkınması için engin çabalar harcanmasına rağmen bu günümüze kadar kalkınmamış ve hayatının tüm yönlerinde sömürge olarak kalmaya devam etmiş olan şu anki ve gelecekteki durumlarına ilişkin hususlarda Endonezya'ya ve diğer İslâmî beldelere olan güçlü ilgisini ifade eden bir tezahürdür. Bu manifesto, tüm yönlerinde kalkınma ve ilerleme kaydederek Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin gibi mevcut büyük devletlerin yerini almak üzere dünyanın en büyük devleti olması için bu ülkenin kalkınmasına yönelik Hizb-ut Tahrir'in fiili amellerinden biridir. İster maddî isterse manevî olsun bu ülkenin tüm sömürgeci şekillerinden kurtulmasının yanı sıra Allah'ın ona göğün ve yeryüzünün bereketini açması için onu İslâm'ın şerefine ve Allahu Te'alâ'nın rızasını nail olmaya ulaştırmak içindir. Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyeti Mutemedi, yönetim nizamı ve iktisat nizamı olmak üzere manifestosunda iki yöne yoğunlaştı ve bunu, içerisinde sorular ve cevapların olduğu karşılıklı görüşler takip etti.

İlk oturum, yönetim nizamı, ekonomik nizam, dış politika ve yargı sistemi hakkındaki araştırmalar üzerindeki soru-cevaba yoğunlaştı. Oturum Başkanı Üstâz Muhammed Karbit Vajakosoma; Üstâz Hafîd Abdurrahman, Rahme Lebîb, İsmâil Yusanto ve Ferîd Vecdi'ye konu hakkında sorular yöneltti. Onlar da bunlara dakik bir şekilde cevap verdiler. Ardından karşılaştırmalı araştırmacılar: Emekli General Tayasanu Sudurato, Dr. Bayma Arba ve Dr. İmân Suğma'ya sorular yönetildi ve resmî manifesto hakkındaki görüşlerini açıkladılar. Mülahazalarla birlikte genel olarak içerisinde geçenleri teyit ettiler. Katılımcılara tepkilerini dile getirmeleri imkânı verildi ve karşılaştırmalı araştırmacılara, Hizb-ut Tahrir'e ne kadar destek verdikleri şeklinde soru sordular.

İkinci oturum; öğretim, içtimaî nizam ve medya organları hakkındaki diğer araştırmalara yönelik soru-cevap üzerine yoğunlaştı. Oturum Başkanı Cemîl ez-Zeynî, aynı araştırmacılara konu hakkında sorular yöneltti. Onlar da samimiyet içerisinde detaylı şekilde bunlara cevap verdiler. Ardından görüşlerini ifade etmeleri için sıra karşılaştırmalı araştırmacılar Mühendis Taguh Javaranu, Dr. Endus Hâdî Mustafâ ve Tuti Almir'e geldi ve mülahazalarla birlikte genel olarak ortaya atılanları desteklediler. Tepkilerini dile getirmeleri için katılımcılara imkân verildi ve genel olarak olumlu ve coşkulu idi. Oturum, yerel saate göre tam olarak 13:00'da sona erdi, ana ve ek salonu dolduran 1000'in üzerinde katılımcı vardı. Endonezya'nın bağımsızlığını kazandığı altmış yıldan bu yana takip ettiği kadîm yolu terk etmesi, şeriat ve Hilâfet olan güçlü yolu takip etmesi kaçınılmaz olduğu şeklindeki aynı nihai intiba ile dağıldılar.

Vesselâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.

 

Muhammed İsmâ'îl Yusanto

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Endonezya

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan'daki Amerikan Savaşına Karşı Sidney'de Protesto Yürüyüşü

Bir milyondan fazla sivilin mülteci haline gelmesinin yansıra binlerce ölü ve yaralı vardır. Tüm bunlar  Pakistan Hükümeti'nin ülkenin Kuzey-Batı bölgelerindeki Buner ve Svat'a yönelik başlattığı azgın saldırının bir sonucudur. Zerdari yönetiminin, bölgede Amerikan ajandasını uygulamayı sürdürmesinden dolayı meydana gelen kaos durmamıştır. Devlet Başkanı Zerdari ve Başbakan Geylani, Pakistan ordusundaki Ümmetin muhlis evlatlarının hıyanetin en üst derecesine dayanacak derecede Müslüman kardeşlerinin katledilmesinde kullanılmasından çok mutludurlar.

Hizb-ut Tahrir, Pakistan Hükümeti'ni kınamak ve onu bu çılgın savaşı durdurmaya sevk etmek için Pakistan'da geniş çaplı bir kampanya başlattı. Hizb-ut Tahrir / Avustralya, Pakistan yöneticilerinin sürdürdüğü hıyanetten dolayı Müslümanlar onlara karşı kınayışlarını dile getirsinler ve bu kaosun gerçek müsebbibi sayılan Amerikan nüfuzunun Pakistan ile bölgeden sökülüp atılması taleplerini yinelesinler diye Sidney'de bir protesto gösterisi düzenleyecektir. Gösteri, saat 12:00'da Martin Palas'taki Pakistan Konsolosluğu'nun önünde olacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osmân Beder, bu bağlamda şöyle bir değerlendirmede bulundu:

"Beklendiği üzere Amerikan savaş mekanizması, aynen önceki yönetimde olduğu gibi yeni yönetim altında da keyfiliğini sürdürerek ağır ve kararlı bir şekilde Afganistan'daki savaş tiyatrosunu, Pakistan'a taşımaktadır. Zira Ümmetin tüm dünyadaki dirilişi, hızla artmaktadır. Dolayısıyla Amerikan yönetiminin, şiddetli bir tehlike hissedip İslâm âleminin en güçlü beldelerinde nüfuzunun arttırılması zarureti duyduğunu görmekteyiz. Doğrusu Pakistan ordusundaki Ümmetin cesur evlatlarının gerçek düşmanları olan Keşmir'deki Hindistan ve Afganistan sınırındaki Amerika ile savaşmalarına izin vermek yerine, Zerdari yönetiminin, onları Müslüman kanı akıtmak için kullandığını görmemiz gerçekten hayal kırıklığı uyandırmaktadır. Dolayısıyla sadece Pakistan'da kaos çıkmasının ötesinde Afganistan'a yönelik Amerikan işgali yerleşmektedir. Ancak bizler, son anına kadar yabancı güçlere uşak ve ajan olan yöneticilerden her zaman bu şekilde bir hıyanet beklemekteyiz."

"Tüm Müslümanları bu gösteriye katılmaya, Amerikalıların ilan ettiği ve ajanları olan Pakistan yöneticilerinin uyguladığı zulme ve düşmanlığa karşı dünyadaki tüm Müslümanlarla omuz omuza olmaya çağırıyoruz. Kerîm Rasûlümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bizlere vasiyet ettiği üzere şu anda münkeri ellerimizle değiştirmeye güç yetiremiyorsak onu dillerimizle değiştirmemiz bizlere vaciptir."

 

Osmân Bedr

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Avustralya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir, Müslümanları Birdirbirine Kırdıran Amerikan Savaşını Durdurma Kampanyasına Liderlik Ediyor

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Pakistan Hükümeti'nin Afganistan'daki Amerikan işgaline hizmet etmek için ülkede kıvılcımını tutuşturduğu iç savaşı durdurma kampanyasına liderlik ediyor. Savaşın tüm cephelerde Müslümanların hasarına yol açtığı, onlarca askerlerini, yüzlerce mücahitlerini zayiata uğrattığı, kadınlarını, çocuklarını, yaşlılarını sıkıntılara maruz bıraktığı ve ellerindeki onurlu yaşamlarından ettiği sırada savaştan tek çıkarı olan Amerika'dır. Zira ülke sınırı içerisindeki hedeflerini gerçekleştirmede dünyanın en büyük yedinci ordusunu kullanmakta ve mücahitlerin silahlarının namlularını haçlıların göğüsleri yerine kardeşlerinin göğüslerine doğru çevirmektedir. Tüm bunlar, ödlek Amerikan kuvvetlerinin bölgedeki sömürgeci gayesine ulaşmada başarısızlığa uğraması, kurtarma çabalarına rağmen kapitalizm ekonomisinin çökmesi üzerine ve müttefikleri nezdinde bile iğrenç sömürgeci yüzünün ortaya çıktığı bir sırada gerçekleşmektedir.

Bundan dolayı Hizb-ut Tahrir, Hükümetin Müslümanların hesabına Amerika'yı kurtarma girişimini kınamakta, bunun için vekâleten yürütülen Amerikan savaşını durdurmak üzere yürüyüşler, konuşmalar ve neşriyatlar yoluyla insanları toplamak amacıyla ülkenin dört bir tarafında büyük bir kampanyaya öncülük etmekte, İslâm ve Müslümanlara karşı işlenen bu iğrenç cürüme karşı hep birlikte seslerini yükseltmeleri için genelde insanlara, özelde ise siyasî partilere ve âlimlere açık davette bulunmaktadır.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti Aşağıdaki Hususları Talep Eder:

1. Amerikan savaşının derhal durdurulması ve Pakistan ordusu içerisindeki evlatlarımızın Allah'ın izniyle başarısız olacak Obama'nın haçlı saldırısında birer yakıt olarak kullanılmaması.

2. İslâm'a ve Müslümanlara yönelik başlattığı haçlı saldırısından bu yana ülkede kaos ve karmaşa oluşturan şerlerinden kurtulmak için ülkedeki Amerikan askerî varlığına, siyasî ve istihbaratsal nüfuzuna son verilmesi.

3. Askerilerin, kendi kardeşlerini katletmelerini emreden hain ordu liderliğine itaat etmeyi durdurmaları ve Hilâfetin ikamesi, Afganistan'ın Amerikan işgalinden ve Keşmir'in de müşrik Hintlilerden kurtulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmesi.

 

Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Kuzey Kore, 25.05.2009 günü, başarılı bir nükleer deneme gerçekleştirdiğini duyurdu. Daha önce de 08.05.2009 günü, nükleer gücünü güçlendirme tehdidinde bulunmuş, Obama yönetimini kendisine karşı saldırgan eylemleri sürdürmekle suçlamış ve altılı mütarekelere dönmeyi reddetmişti. 27.05.2009'da ise kendisinin, "Amerika ile arasında imzalanan barışa bağlı kalmayacağını ve bunun da Güney Kore'nin nükleer silahların yayılmasını engellemeye yönelik Amerikan güvenlik girişimine katılmasına bir tepki olduğunu" açıkladı. [el-Cezîra / 31.05.2009]

O halde bu olaylar karşısındaki devletlerarası tutumun hakikati nedir? İşler, gerginlik yönünde bir savaşın patlak vermesi eşiğine doğru mu gidiyor? Yoksa savaş, uzak bir ihtimal olup işler, tekrar müzakerelere mi dönecektir

Cevap:

Evet, özellikle Kuzey Kore'nin, 27.07.1953'te Amerika arasındaki ateşkese bağlı kalmayacağını açıklamasının üzerine işler giderek gerilmiştir. Nitekim bu anlaşma gereği 25.06.1953'de çıkan Kore savaşı, iki ülke arasında barış anlaşması imzalanmaksızın durmuştu. Gerilim, Kuzey Kore'nin Ekim 2006 yılında ilk nükleer denemesini gerçekleştirmesinden beri dikkat çekici bir hale gelmiştir. Ardından geçen ay balistik füze denemesini gerçekleştirmesiyle gerilim artmıştır. Bu da hedefe ulaşmadan karşı koyulması ve engellenmesi mümkün olacak bir uçakla taşımak yerine uzak menzilli füzelerle nükleer bombasını fırlatmaya muktedir olduğu anlamına gelmektedir. Birkaç gün önce, 25.05.2009'da Kuzey Kore'nin başarılı başka bir nükleer deneme gerçekleştirdiğini duyurmasıyla gerginlik daha da arttı.

Devletlerarası tutuma gelince;

1. Kuzey Kore'ye yaptırım uygulanmasına ilişkin Güvenlik Konseyi'nden karar çıkarılmasına çağrıda bulunan küresel tepkiler ortaya çıkınca Kuzey Kore, başka adımlar atmakla tehdit etmekten başka bir şey yapmadı. Zira Kuzey Kore Resmî Haber Ajansı, 25.05.2009'da Kuzey Kore Dışişleri Bakanlığı Resmî Sözcülüğü'nün şu açıklamasına yer verdi: "Güvenlik Konseyinin yeni provokasyonlara kalkışması halinde kendimizi savunmak amacıyla ek adımlar atmaktan başka bir seçeneğimiz kalmayacaktır."

2. Amerika Birleşik Devletleri'nin tepkisine gelince; Amerikan Başkanı Barack Obama, şu açıklamada bulundu: "Kuzey Kore'nin nükleer ve füze programı, dünya barışı ve güvenliği için önemli bir tehdit teşkil etmektedir. Bu umursamaz işini şiddetle kınıyorum. Kuzey Kore'nin çalışmaları, Kuzey-Doğu Asya sakinlerini tehdit ettiği gibi devletlerarası hukuku açıkça çiğnemekte ve Kuzey Kore'nin geçmişte verdiği taahhütlerle çelişmektedir. Artık Birleşik Devletler ile uluslararası toplum, buna bir yanıt olarak tedbirler almalıdır." [Rusya el-Yevm / 25.05.2009] Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates ise, Singapur'da düzenlenen Güvenlik ve Savunma Konferansı'nda "Birleşik Devletler, nükleer silaha sahip bir Kuzey Kore'nin varlığını asla kabul etmez." diyerek nükleer silah yarışının çıkmasına karşı uyarıda bulundu. Ve şöyle ekledi: "Kuzey Kore, dilediği her türlü hedefi harabeye çevirmeye yönelik gücünü sürdürürken Birleşik Devletler, eli kolu bağlı durmayacaktır." Ve şöyle ekledi: "Nükleer teknoloji transferi, ister devletlere, isterse illegal örgütlere olsun Birleşik Devletler ve müttefikleri için önemli bir tehdit olması itibarıyla Barack Obama yönetimi, bunun tüm sorumluğunu Pyongyang'a yükleyecektir." [el-Cezîra / 30.05.2009] Böylelikle Amerika, bu açıklamalarıyla Kuzey Kore'nin davranışlarına karşı kızgınlığını göstermiş ve küresel barışı, özellikle de Kuzey-Doğu Asya bölgesini tehdit ettiğine dikkat çekmiştir. O, yani Amerika, Kuzey Kore'ye karşı adımlar atacaktır ve nükleer teknolojinin başka devletlere veya illegal örgütlere transfer edilmesine karşı uyarıda bulunmuştur.

Amerika'nın, Kuzey Kore'nin nükleer programı ile olan hikâyesi dün başlayan bir şey değildir. Bilakis Amerika'nın, nükleer programı hakkında bilgi ve detay istemesi, Kuzey Kore'nin de bunları ona vermeyi reddederek 19 bin sayfadan oluşan belgeleri Çin'e vermesiyle 1986'dan bu yana başlamıştır. Amerika'nın, Kuzey Kore'ye ait nükleer reaktörleri vurmakla tehdit etmesi üzerine 1994 yılında Amerika ile Kuzey Kore arasında bir anlaşma meydana gelmiştir. Bu anlaşma, Amerika'nın iki adet hafif su nükleer reaktörü temin etmesi karşılığında Kuzey Kore'nin nükleer programını durdurmasını ve 1987 yılında nükleer faaliyetine başladığı Yongbyon nükleer reaktörünü kapatacağını belirtmektedir. Ancak Amerika, verdiği sözü tutmayınca Kuzey Kore, nükleer faaliyetini yeniden başlattı, Yongbyon nükleer reaktörünü tekrar çalıştırdı ve 2002 yılı sonunda uluslararası gözlemcileri ülkeden kovdu. Bu da Amerika'nın, Kuzey Kore'yi gizli nükleer programa sahip olmakla ve Kuzey Kore'nin de Amerika'yı hafif suyla çalışan iki nükleer reaktörü verme sözünü yerine getirmemekle suçlaması üzerine olmuştur. Kuzey Kore, Ekim 2006'da, ilk nükleer denemesini gerçekleştirdiğini duyurdu ve Şubat 2007'de ise bizzat Kuzey Kore, Amerika, Rusya, Çin, Japonya ve Güney Kore'yi içine alan Altılı Gurup içinde; yakıt tedarik etmesi için verilecek yardımlar karşılığında Kuzey Kore'nin Yongbyon nükleer reaktörünü kapatacağı üzerinde anlaşma sağlandı. Nitekim Amerika, Kuzey Kore'ye 25 milyon dolar vereceğini açıkladı. Bu paraların Kuzey Kore'ye transfer edilmesinin üzerine denetçi ve gözlemci gurubun ülkeye girmesine izin verdi ve Yongbyon reaktörünü kapattı. Temmuz 2008'de ise Kuzey Kore, nükleer programından vazgeçeceği anlaşması çerçevesinde nükleer programına ilişkin raporunu teslim etti. Kuzey Kore'nin, geçmişteki anlaşmalarda söz verdiği taahhütlerine bağlı kalıp kalmadığından emin olmaya çağrıda bulunulması nedeniyle iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar üzerine geçen 2008 yılının sonunda taraflar arasındaki müzakereler durdu. Bu senenin başında ise Kuzey Kore, Altılı Gurup'tan çekildiğini, iki uluslararası denetçiyi ülkeden kovduktan sonra Yongbyon nükleer reaktörünü yeniden faaliyet sokacağını açıkladı ve nükleer denemelerini yeniden başlatma tehdidinde bulundu. Nitekim geçen ay ve Nisan ayının başında belirttiği üzere bir uydu taşıyan uzun menzilli füze fırlatması denemesi gerçekleştirdi. Bunun üzerine Güvenlik Konseyi, Kuzey Kore'yi kınayan ve ilk nükleer denemesi gerçekleştirmesinin üzerine 2006 yılındaki Güvenlik Konseyi'nin 1718 sayılı kararından sonra dondurulan yaptırımların uygulanmasını talep eden bir karar benimsedi. Ardından 14.04.2009'da, Güvenlik Konseyi'nin kararının üzerine, yani bu tarihin bir gün öncesinde ikinci kez Altılı Gurup'tan çekildiğini, bir faydası olmadığını ve altılı müzakereler sırasında yaptığı hiçbir anlaşmaya bağlı kalmayacağını açıkladı. Birkaç gün önce de yani bu ayın 25'inde ikinci başarılı denemesini gerçekleştirdiğini duyurdu.

Bunlardan da ortaya çıkmaktadır ki Amerika, sırf yalan vaatler ve taahhütler veya yerine getirmeyi geciktireceği veya tamamen yada kısmen vazgeçeceği taahhütler karşılığında tüm nükleer faaliyetini durdurması noktasında Kuzey Kore'yi aldatmaya çalışmaktadır. Ne var ki Kuzey Kore, uyanık davranmaktadır. Zira ne zaman Amerika'nın kurnazlık yaptığını görse nükleer faaliyetine yeniden başlatamaya dönmektedir. Görünen o ki Amerika, bu konuyu kesin olarak sona erdirmiş değildir. Muhtemelen Amerika, onu bundan engelleyecektir ki o, Kuzey Kore'nin nükleer reaktöründen daha önemli ve daha büyük çıkarları olmasından dolayı Çin ile olan ilişkilerinin gerilmesini ve aralarında kopukluk olmasını istememektedir.

Ayrıca Kuzey Kore'ye yönelik Amerika'nın davranışlarından, açıklamalarından ve tepkilerinden anlaşılan o ki, bu bölgede onun başka hedefleri vardır ve bölgedeki varlığını güçlendirmek de bu hedefler arasındadır. Böylece bölge devletleri, Amerikan himayesine muhtaç kalacak bir şekilde hâkimiyeti, ona hükmeder olarak kalsın. Böylelikle de özellikle bölgede yaklaşık 250 bin Amerikan askerini bulan bir Amerika kuvveti varken ona şantaj yapabilsin ve onu istismar edebilsin. Mesela Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates'in, şu anda Singapur'da düzenlenen Güvenlik Konferansı sonrasında Güney Kore ve Japon Savunma Bakanları ile özel bir görüşme gerçekleştirdiğini ve bu görüşmeden sonra da şöyle bir açıklama yaptığını görmekteyiz: "Pek çok tarafın bu soruna karşı koyması için Güney Kore, Japonya, Birleşik Devletler ve tüm dünyanın işbirliği yapması önemlidir." [Radyo Sawa / 31.05.2009] Bu da demektir ki Amerika, hegemonyasını bölgeye yaymak, dünya liderliğini kanıtlamak ve Çin'i de orada her an komşusu ve müttefiki olan Kuzey Kore ile bir savaşın kıvılcımını tutuşturabileceği korkusuyla korkutmak için bu sorunu istismar etmeye çalışmaktadır. Yani Amerika; bu sorun yoluyla tavizler vermesi, ekonomide, ticarette, parada, bölgeye ilişkin politikada kolaylıklar göstermesi, Tayvan'ın Çin'e katılımını engellemesi yada geciktirmesi ve Kuzey Kore, nükleer silahları ve füzeleri gerekçesiyle Çin'in sınırlarına bağlı kalması hususunda Çin'e şantaj yapmaya çalışmaktadır. Bu, Amerika açısından hiç de garip değildir zira önce Kuzey Kore'nin, ardından da İran'ın füzelerini gerekçe göstererek Rusya'ya karşı Polonya'ya füze kalkanları ve Çekoslavakya'ya da radarlar kurmanın propagandasını yapmaktadır.

3. Çin'in tutumuna gelince; Kuzey Kore'nin son nükleer denemesi üzerine Çin'in tutumu, itidale ve diplomasiye başvurulmasına çağrıda bulunmak olmuştur. Zira Çin Genel Kurmay Başkanı Korgeneral Chao Tian, Singapur'da düzenlenen Güvenlik ve Savunma Konferansı'nda, "Kuzey Kore hususunda itidalli ve ihtiyatlı olma yönteminin takip edilmesine ve bölgenin kitle imha silahlarından arındırılmasına" çağrıda bulunmuştur. [el-Cezîra / 30.05.2009] Bu da Çin'in, Kuzey Kore'yi vurmaya gönüllü olmadığını göstermektedir. Ayrıca Amerika'nın bu meseleyi istismar ettiği gibi Çin de istismar etmektedir. Zira Çin, Tayvan Adası meselesi için Kuzey Kore'yi destekleme kozunu kullanmaktadır. Bu da kendisinin Tayvan Adası'nı ilhak etmesini Amerika'nın kabullenmesi için ona karşı bir baskı aracı olarak kullanma girişimidir. Zira aksi yönlerde olmakla birlikte Amerika gibi Çin de bu sorunu Tayvan'a karşı istismar etmektedir.

4. Güney Kore'ye gelince; işlerin daha da gerilmesini ve kendi aleyhine olacak bir savaşın çıkmasını istememektedir. Zira Güney Kore Savunma Bakanı Lee Sang, bu konferansta şöyle demiştir: "Ülkem, altılı müzakereler ve uluslararası toplum çerçevesinde Kuzey Kore ile olan bu krizi çözmek için çalışacaktır." [Yukarıda geçen aynı kaynak] Güney Kore, sürekli olarak Kuzey Kore ile uzlaşmaya çalışmaktadır. Nitekim 2000 ve 2007 yıllarında olmak üzere iki başkan arasında iki zirve düzenlenmiştir. Tüm bunlar da Güney Kore'nin girişimi ile olmuştur.

5. Rusya'nın tutumuna gelince; Rusya Devlet Başkanı Medvedev ile Japonya Başbakanı Taro Aso arasında yapılan telefon görüşmesinin ardından Rusya Devlet Başkanlığı Basın Bürosu, "Devletlerarası güvenlik sistemine karşı bir meydan okuma niteliği taşıyan bu davranışlara yönelik en güçlü tepkinin alınmasının gerekliliği üzerinde iki tarafın anlaştığını" açıklamıştır. [Rusya el-Yevm / 30.05.2009] Yine Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Borrodavkin, Pyongyang'a balistik füze fırlatma operasyonundan kaçınması çağrısında bulunmuştur. [Rusya el-Yevm / 27.03.2009] Bunlar da göstermektedir ki Kuzey Kore'ye karşı Rusya'nın tutumu, Çin'in tutumundan farklıdır. Rusya, bu tutumu takınarak Japonya ile iyi ilişkiler hedeflemekte, Kuzey Kore'nin nükleer ve füze programını geliştirmesinde onun bir çıkarı bulunmamakta ve Amerika'nın Kuzey Kore'yi bölgeye hâkimiyet sağlamasının bir aracı haline getirmesini istememektedir. Keza Kuzey Kore'nin, Altılı Gurup çerçevesinde görüşmelere devam etmesini, nükleer ve füze programını geliştirmesini durduracak, dolayısıyla Kore Yarım Adası meselesi denilen şeyi sona erdirecek bir çözüme ulaşılıncaya kadar da bu çerçevenin dışına çıkmamasını istemektedir.

6. Olayların gerginleşmesinin bir savaşın çıkmasına yol açmasına, diğer bir ifadeyle Amerika'nın Kuzey Kore'nin nükleer tesislerine yönelik bir savaş açmasına gelince; bu, en azından görünür gelecekte uzak bir ihtimaldir. Zira Amerika, Kuzey Kore'nin nükleer bombaya ve balistik füzelere sahip olmadığını, bu yönde hareket ettiğini bildiği ve nükleer güce ulaşmasını beklediği halde böyle bir şey yapmamıştır. O halde nasıl olur da nükleer silaha sahip olmuş ve özellikle Çin ile ilişkisi hala güçlüyken, şu anda ona karşı bir savaş açabilir? Bunun içindir ki Amerika'nın, bu güce sahip olmasından sonra Kuzey Kore'ye karşı şu anda bir savaş açması, belirttiğimiz gibi zayıf ve uzak bir ihtimaldir. Ancak beklenen, müzakereler, ayartmalar ve Güney Kore'nin farklı yöntemlerle ona yaklaşması yoluyla Kuzey Kore'yi kuşatma girişimi doğrultusunda Amerika'nın başka araçlara başvurmasıdır. Ta ki ona sızabilsin ve içerideki bazı yardımcılarıyla bağlantı kanalları oluşturabilsin. Ardından da onun liderliği değişsin ve daha mutedil bir liderlik gelsin. Yani Amerika ile anlaşabilecek ve Komünizmi benimseyen sosyalist devletlerin hepsinde olduğu gibi önerilerini veya ayartmalarını kabul edecek bir liderlik gelsin. Özellikle de Kuzey Kore, bunaltıcı bir ekonomik krizin ve boğucu bir tecridin sıkıntısını çekmekteyken... Tüm bunlar, her ne kadar garanti edilmiş sonuçlar olmasa da Amerika'nın bunlar için çaba harcaması beklenmektedir.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Geçenlerde medya organları, malî krizin en kötü dönemlerinin sona erdiği, bazı Batılı devletlerinin ekonomilerinde iyileşme belirtileri görünmeye başladığı ve bunun da harcanan çabaların ilk meyvesi olduğu şeklindeki basın şirketlerinin tahminlerini yayınladılar. Bu basın raporları, borsa ve banka karlarına ilişkin ekonomi ve siyasî uzmanlarının iyimser görüşlerine ve petrol fiyatının yükselişe geçmesinin de küresel ekonominin en düşük seviyeleri gördüğünün ve iyileşmeye başladığının bir göstergesi olduğunu, bunun da petrol fiyatlarının yükselmesine yol açtığı şeklindeki sözlerine yer verdi! O halde ekonomide bir iyileşme olduğu doğru mudur? Şayet böyle değil, bunlar da küresel malî sisteme olan güveni geri kazandırmaya yönelik sırf medya şişirmesi ise; o halde borsalardaki hisse senetleri ile emtia ve petrol fiyatının yükselmesindeki bu görünümleri ortaya çıkaran nedir?

Cevap:

Ekonominin iyileştiğine karar vermek için malî piyasaların değerinin veya emtia fiyatlarının yükselmesine bakmak gibi sadece malî göstergelere bakmak hatalıdır. Bilakis şirketlerin üretim hacmine, millî gelir toplamına, işsizlerin sayısına, emtia fiyatlarının tüketiciye yansımasına, tüketicilerin ve şirketlerin harcama kapasitesine, ipotek altındaki evlerin sayısına, General Motors gibi köklü şirketlere kadar dayanan açıklanmış iflas durumlarına... ve diğer ekonomik görüntülere bakmak kaçınılmazdır. Ayrıca ortaya çıkmaktadır ki dünyanın dört bir tarafında ekonominin iyileştiğini gösteren herhangi bir olumlu gösterge bulunmamaktadır!

Krizin devam ettiğini gösteren bazı verileri aşağıda zikredeceğiz:

1. Amerika'da Ekonominin Durumu:

Amerika'daki işsizlik oranı, %8.9'a dayanmıştır ki bu, 26 seneden bu yana en yüksek orandır ve millî gelir düzeyi de bu senenin ilk çeyreğinde %6,1'e gerilemiştir. Emtianın satış hacmi ile orantılı olması için şirketler, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana arzedilen emtiayı en düşük seviyeye düşürdüler. Zira 2008 yılının dördüncü çeyreğinde 25,8 milyar dolar düşmesinin ardından 2009 yılının ilk çeyreğinde de 103,7 milyar dolar oranında düşmüştür. Keza 2009 yılının ilk çeyreğinde yıllık yatırım hacmi %38 oranında ve 2008 yılının dördüncü çeyreğinde %23,6 oranında düşürülmesinin ardından 2009 yılının ilk çeyreğinde ise emtia ve hizmet ihracat kapasitesi %30 oranında düşmüştür. Yine borcun ödenememesi nedeniyle mortgage üzerindeki haciz durumlarının sayısı yükselerek 2009 Mart ayında 341,180'e dayanmıştır. Bu sayı da 2009 Şubat ayından bu yana %17 ve 2008 Mart ayından bu yana %46 oranında bir artışı oluşturmaktadır. Tüm bunların yanı sıra Amerikan Hükümeti, çöken bankalara ve kreditör şirketlere milyarlarca dolar harcamıştır. Eğer Birleşik Devletler'in durumu böyle ise, diğer Batılı devletlerin aynı sıkıntıyı çektiğinde şüphe yoktur.

2. Almanya'da Ekonominin Durumu:

Almanya'da işsizlik oranı, %8,2 oranına dayanmıştır ki bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ulaşılanen yüksek orandır. Eğer seçimler yaklaşmamış ve Hükümet de işsizlik oranını açıklamaya gitmemiş olsaydı elbette açıklanan işsizlik oranı, bu orandan daha yüksek olurdu. Zira 28.05.2009'da İşçi Sendikaları Federasyonu, işini kaybeden personel oranının artmakta olduğunu ve işini kaybeden personel oranına ilişkin gerçek verilerin değiştirildiğini açıklamıştır. Bunun yanı sıra işsizlik oranındaki artışı azaltmak amacıyla günlük çalışma saatleri düşürülmüştür. Yine güven sektöründe bir ekonomist olan "Andres Reyes", hem gerçeğinin aksini yansıtmak, hem de Haziran ayında iyileştiğini göstermek için işsizlik verileriyle oynandığına dikkat çekmiştir. Zira şöyle demiştir: "Hiç şüphe yoktur ki pek çok personel, yakında işini kaybedecektir... İşçi sektörü, Alman ekonomisinin iyileşmesi yolunda zayıf nokta olarak kalmıştır."

Ayrıca ağır fabrika ve ekipman fabrikaları yönetimleri, Alman sanayisinin küresel açıdan halen zayıf olup küresel gereksinimlerle uyuşmadığı hususundaki endişelerini dile getirmişlerdir.

Alman mühendislik sektörü, geçen seneye kıyasla Nisan ayında %58 oranında düşüş yaşamıştır, ortaya çıkmasından bu yana bu sektör için en büyük gerileme sayılır. Zira bir ağır fabrika kurucusu şöyle demiştir: "Küresel talepte %60 ve iç talepte %52 daralma yaşanmıştır. Avrupa ekonomisinin en büyük sahibi Alman Hükümeti de bu sene sadece %6 oranında daralma beklemektedir ki bu da ulaşılan en düşük orandır. Bazı ekonomist gözlemciler ise Hükümetten daha kötümserdirler."

3. Genel Olarak Avrupa'da Ekonominin Durum:

İşsizlik oranının yükselmesi, yani tüketicilerin harcamalarını kısması nedeniyle 2009 Mart ayında perakende satış, hızla düşmüştür. Zira "Bloomberg" Şirketi Müdürleri, işsizlik oranı yükselmeye devam edeceğinden dolayı tüketicilerin, hala iş piyasası hakkındaki kötü haberlere kulak verdikleri görüşündeler. Yine Amsterdam'daki FORTİS Nherland Bankası'ndaki Avrupalı ekonomistlerin başkanı Nick Conns şöyle demiştir: "Avrupa'daki işsizlik oranı, Mart ayında %8,9'a yükselmiştir ki bu da otuz seneden bu yana en yüksek orandır. Avrupa Komisyonu'na göre ise bu oran, gelecek sene %9,9 ve daha sonra 2010 yılında %11,5'e yükselecektir. Yine Avrupa Komisyonu'na göre euro bölgesi ekonomisi, bu sene %4 oranında daralacaktır ve bu da ihracatın gerilmesi ve şirketlerin çalışanlarının sayısını azaltmasından dolayıdır."

4. Japonya'da Ekonominin Durumu:

Japonya'da işsizlik oranı, 2009 Nisan ayında %5'e dayanmıştır ki bu da beş seneden bu yana en yüksek orandır. İçişleri ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yayınlanan aylık raporda 3,46 milyon işsizin olduğu, bunun da geçen senenin Nisan ayındaki %25,8 oranından daha yüksek olduğu, iş arayan her 100 kişiden sadece 46 kişinin işi olduğu ve bunun 1999 yılından bu yana en kötü oran olduğu geçmektedir.

Hükümet, geçen senenin aynı ayına oranla Nisan ayında %0,1 oranında gerilme gösteren temel tüketim ürünleri fiyatlarına ilişkin bir gösterge yayınladı. -Taze gıda fiyatlarının istisna edildiği- tüketim ürünleri göstergesi, Mart ayında düşüş göstermiştir ki bu da bir buçuk seneden beri ilk düşüştür ve küresel ekonomik durgunluk ortamında talepte düşüş ortaya çıkmıştır.

Ayrıca hane harcamaları oranı, geçen senenin aynı ayına oranla Nisan ayında %1,3 oranında düşmüştür ki hane harcaması, özel tüketimin temel göstergesi sayılır ve bu da Japonya'nın gayri safi milli hâsılasının yarısından fazladır. Yine Japonya'nın gayri safi milli hâsılası, %10 oranında azalmıştır. Zira Japon gayri safi milli hâsılası, Ocak ayından Mart ayına kadar 1947 yılından bu yana Japon ekonomisi için en kötü gerileme şeklinde azalmaya başlamıştır. Zira Asya Ekonomik Topluluğu Başkanı "Glen Major" şöyle demiştir: "%10 oranında bir gerileme, genel olarak büyümede durgunluk sayılır ve Japon ekonomisi bu sene içerisinde %9,7 oranında daralarak neredeyse bu sınıra ulaşacaktı. Bu da ekonomik krizin, Japon ekonomisine -ki o, büyüyen bir ekonomidir- ağır bir darbe indirdiğini göstermektedir."

5. Küresel Ekonominin Durumu:

Belki de küresel ekonominin iyileşme yolunda olup olmadığını gösteren en büyük gösterge, mevcut küresel ekonominin sağlığıdır. New York Times Gazetesi'ne göre gelişmiş ülkelerin ekonomisi, on yıllardan bu yana en kötü çeyrek yılı görmüştür. Yine Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı, 25.05.2009'da, daha kötüsünün gelmekte olduğunu gösteren göstergeler olduğunu, teşkilat içerisindeki otuz ülkenin gayri safi milli hâsılasının daha önceki çeyreğe oranla bu senen ilk çeyreğinde %2,1 oranında daraldığını, bu rakamın kesinleşmesi halinde bu düşüşün teşkilatın bunun gibi bilgileri toplamaya başladığı 1960'tan bu yana en düşük oran olacağını ve teşkilata üye ülkelerin millî gelirinin 2008 yılının son çeyreğinde %2 oranında düştüğünü belirtmiştir.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı ülkelerinin ekonomisi, Dünya Bankası'na göre dünya millî geliri toplamının %71'ni oluşturmaktadır. Bu ekonomiler, geçen seneye göre bu senenin ilk çeyreğinde %4,2 küçülmüştür. Amerika'nın bundaki payı, %0,9 iken Japonya'nın payı %1 ve euro bölgesindeki en büyük 13 ülkenin payı %1,3 ve diğer devletlerin payı ise %1'dir. Teşkilat üyeliğine ortaklığı olmayan az devletlerden biri olan Çin'in ekonomisi ise ilk çeyrekte büyümeye devam etmiştir.

İşte bunların hepsi, küresel ekonominin gerçek vakıasının, ekonomik kriz karşısında iyileşmediğini bilakis hala krizin sıkıntısını çektiğini göstermektedir.

Hisse senetleri piyasalarında, emtia ve hizmet fiyatlarında yükselme gözlemlenmesinin nedenine gelince; şu üç sebepten dolayıdır:

Birincisi: Amerikan Hükümeti'nin, Sigorta Şirketi [AIG]'e vergi mükellefi fonlarından 173 milyar dolar destek vermesidir. Şirket, bunun 90 milyar dolarını Amerikan ve Avrupa bankalarına olan borçlarını ödemeye harcamıştır. Nitekim 15.03.2009'da AIG Sigorta Şirketi, pek çok bankaya ve kuruma para dağıtımında bulunduğunu açıklamıştır. Zira Goldman Bankası, toplamda 12,9 milyar dolar, Merrill Lynch Bankası 6,8 milyar dolar, Bank of America 5,2 milyar dolar, Citigroup 2,3 milyar dolar, Wachovia 1,5 milyar dolar, Barclays 8,5 milyar dolar ve İsviçre UBS 5 milyar dolar almıştır.

Sigorta Şirketi [AIG]'in kurtarılmasına ilişkin olarak Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben S. Bernanke, şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "Bu AIG Şirketi, mantıksız farklı bahislere girdi ve bu bahislerin başarısızlığı ortaya çıkınca bu şirket de başarısız oldu ve malî piyasalar sisteminde çöküş yaşandı." Halkın öfkesine yol açacağı korkusuyla Hükümet, bu bankalara doğrudan yardım etmemek için de AIG Şirketi'ne destek vermiştir ki o da rolü gereği bu paraları bankalara ulaştırmıştır. Dolayısıyla 4,2 milyar dolar tutarında kâr ilan eden Bank of America, 1,6 milyar dolar kâr ilan eden Citigroup ve 1,8 milyar dolar kâr ilan eden Goldman Sachs gibi bu bankaların pek çoğu kâr ettiğini ilan etmişlerdir. Avrupa'da ise, Barclays Bankası, 5,28 milyar sterlin tutarında kâr ettiğini ilan etmiştir. Dolayısıyla da bu bankaların hisseleri yükselmiştir.

Aslında hisse senetlerinin fiyatlarındaki bu yükselme, kârlı bir ekonomik canlılık yüzünden değildir. Bilakis etkisi hala sona ermemiş olan bu destek yüzündendir.

İkincisi: Bu senenin başında Amerikan Hükümeti, Amerikan bankalarına destek verecek ve büyük bir sıkıntı içerisinde olmayıp iyi oldukları intibası vermek amacıyla da Amerikan bankalarına yatırım yapanlar arasında güven ruhu oluşturmayı hedefleyen bir program açıklamıştır. Bu program, zorda kalan banka varlıklarının çoğunun bütçe programından silinebileceği intibası vermek için Amerikan Hazinesi Genel Sekreteri Timothy Geitner tarafından belirlenmiştir. Keza 06 Mayıs 2009'da ise Hükümet, JP Morgan ve Goldman Bankaları gibi bazı bankaların, hükümet desteğine ihtiyaçları olmadığını açıklarken Bank of America, Morgan ve Stnley gibi bankaların kısmî hükümet desteğine ihtiyaç duyduklarını açıklamıştır. Sonuçta en büyük 10 Amerikan bankası, sadece 75 milyar dolara ihtiyaç duymaktadır. Yani bu, çok kolay bir şekilde kapatılabilinir, Hükümet de kongreden daha fazla destek istemeye gerek duymamaktadır! İşte bu atmosferler ve açıklamalar, Amerikan bankalarının hisselerinin yükselmesine neden olmuştur. Zira Wells Fargo'nun hisseleri, %8-5, Morgan Stanley'in hisseleri %0,9, Bank of America'nın hisseleri %4 ve Citigroup'un hisseleri %7 oranında yükselmiştir. Açıktır ki yaşanan bu durum, aynen spekülatörlerin herhangi bir şirketin ekonomik durumunun ilerlediği veya bu şirketin ilerleme kaydetmesi beklendiği hakkında spekülasyonlar yaptıkları gibi hisse senetlerinin yükselmesine yönelik manevî propaganda desteğine benzemektedir. Dolayısıyla bu da güvenin artmasına ve hisse senetlerinin yükselmesine yol açmakta, ardından da spekülasyonun maksadı hâsıl olmasıyla tekrar inişe veya çöküşe geçmektedir. Tıpkı mevcut ekonomik krizin sebeplerinde olduğu gibi. Bunun içindir ki yatırımcılara isabet eden sevinç hali bir yana pek çok gözlemci, deneyimlerin trajik sonuçları işaret ettiğini ifade etmişlerdir. Mesela Mick Hollond şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: "Piyasalara yönelik testler yapılması, zaman kaybıdır." Praxis Trading Şirketi'nin Para Tüccarı Yara Harris, şöyle demiştir: "En kötü ihtimalle burada bir aldatma ve yanlış bir şeyin testi vardır. Bana göre işsizlik oranından veya Citigroup Topluluğu, JP Morgan'dan daha güçlü olduğundan bahsedilmesi gülünç bir durumdur. Bu nedenle bu icraatlar sona erdiğinde mutlu olacağım ve bankaların yapısının son birkaç yıl içinde kötüleştiğini söyleyen diğerleri ile müttefik olacağım. Onların şu anda bir kaosa düştüklerini açıklayan şey de budur." Yine 04 Mayıs 2009'da Küresel Finans İzlenim, küresel kredi krizindeki Amerikan malî kuruluşlarının zararını, 2,7 trilyon dolar olarak takdir etti. Yani bu, altı ay önce yayınlanan tahminleri ikiye katlamıştır.

Üçüncüsü: Bu senenin başında hem Amerikan Merkez Bankası hem de İngiliz Merkez bankası, bankaların kötü varlıklarının, şirket tahvillerinin ve zorda olan diğer malî varlıkların satın alınmaya başlanacağına ilişkin planlar açıkladılar. Tabii ki daha fazla para enjekte edilmesinin, enflasyona ve emtia ile hizmet fiyatlarının yükselmesine yol açması kaçınılmaz bir durumdur. Çünkü para arzındaki artış, alım gücünün zayıflamasına, dolayısıyla da enflasyona, yani fiyatların yükselmesine yol açacaktır. Nitekim İngiliz Merkez Bankası, daha önce 1930 yılından bu yana en düşük seviyeye ulaşan ekonominin sıkıntılar görmesine yol açan ekonomideki enflasyon oranının yükselmesinden duyduğu endişeyi dile getirmiştir. Zira İngiliz Merkez Bankası'ndan yapılan açıklamada şöyle geçmiştir: "Umut verici belirtiler var." Yani kötüleşme çarkı yavaşlamaya başlamıştır. Ancak İngiliz Merkez Bankası, enflasyon oranının yükselmesi nedeniyle yavaşlamanın gerilediğini söylemiştir. Zira %2,9'a ulaşmıştır ki bu da %2 olması beklenen orandan daha yüksektir. Bu da petrolün varil fiyatının 36 dolardan 58 dolara yükselmesine açıklık getirmektedir. Yani petrol fiyatının yükselmesi, petrole olan talebin arttığını göstermemektedir. Zira enerji tüketimi, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez 2009'da düşmüştür ki bu, küresel ekonominin, iyileşmeden çok çok uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Mülahaza edilmeye değerdir ki petrolün fiyatı, genellikle doların değeri düşük olduğunda artmıştır. Bunun içindir ki petrol fiyatının yükselmesinin, petrole olan talep artışına dair bir gösterge olmasını gerektirmemektedir. Çünkü Amerika, doların değerinin çökmesini engellemek için petrolün fiyatını tekeline almaktadır.

Binaenaleyh Batılı ekonominin iyileşmesinden bahsetmek için henüz çok erkendir ve Batılı Hükümetlerin faiz oranlarını düşürme ve kötü mal varlıklarını satın alma politikasını takip etmeleri, sadece ekonomik çöküşü geciktirmekten öte bir şey değildir. Bilakis beklenen o ki Batılı Hükümetlerin piyasaları paraya boğmaları, enflasyona, emtia piyasasının çökmesine nakit baloncukların oluşmasına, ardından da dünyanın şu anda tanık olduğundan daha büyük bir felaket yol açacaktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER