Cuma, 20 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Sudan Gazetesi'ne Reddiye

Kerîm Kardeş Kayr Tûr,

es-Selâmu ‘Aleykum ve Rahmetullah...

Öncelikle sizi İslâm'a hidâyet eden ve onunla nîmetlendiren Allah'a hamdeder, -belirttiğiniz gibi- araştırmadan sonra ulaştığınız hak üzere sebât etmenizi Allah'tan temennî ederiz ve Sudan Gazetesi'nin 10 Mart 2008 tarihli, 836 sayılı baskısındaki "Hizb-ut Tahrir'i Kim Kurtaracak" başlıklı makâleniz hakkında bir kusurumuz varsa özür dileriz. Ey kardeşim! Makâlenize konu olan sempozyuma katılmanızı temennî ederdik; çünkü bizler, tüm gazetelere davetiye gönderdik ancak siz katılmadınız ve şifâhen başkalarından bilgi alarak bizim hakkımızda karar verdiniz. Ömrüm hakkı için böyle bir tutum, sizin gibi dürüst bir gazeteciye yaraşmaz. Bunun bazı hakikatleri size açıklama gereği gördük:

Birincisi: Makalenizde ifade ettiğiniz gibi el-Mesîriyye Kabîlesi'ne ırkçı bir yaklaşımla sempati duyuyor değiliz, bilakis onlara, devletin görevi onları korumak iken düzenli ordu saldırısına mâruz kalmış devlet tebâsı olmaları itibariyle yaklaşıyoruz. Ayrıca çatışma, iki kabile arasında olmadığı halde amaçlanan bu idi ve biz de zaten bundan sakındırmışızdır. İkincisi: Sempozyum, sırf el-Mesîriyye liderlerini çağırmadık, aksine herkese açıktı. Bunun için günlük gazetelerde, billboardlarda ve bir uydu kanalında reklam da verilmişti. Aslında bu, Hizb'in medya yönünü temsil eden Resmî Sözcülük Bürosu tarafından medya kesimlerine yönelik olarak düzenlenmişti. Üçüncüsü: Üstâz AbdulKerîm Muneyl, et-Tûme Nakûr Hanım ve diğerlerinin katılmaları bizim için sürpriz olmadı, aksine katılmalarından memnun da olduk. Nitekim kendilerine yorumda bulunmaları için özel fırsat da verildi.

Kerîm Kardeşim, Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir ve herkese, ne Arabın Aceme, ne de beyazın siyaha üstünlüğünün olduğu İslâm nazarı ile bakar. Kezâ tüm sorunların çözümüne, Müslüman olsun, gayr-i Müslim olsun hükümlerinin gölgesinde hiçbir kimseye zulmedilmediği İslâmî Akîde penceresinden bakar. İslâmî Devletin târihi söylediklerimize şâhittir. Müslümanların Halîfesi ve Râşidî Halîfelerin dördüncüsü İmâm Alî ibn-u Ebî Tâlib [KerramAllahu Vechehu], devletin tebaasından Yahudi biri ile hâkimin huzuruna çıktı ve hâkim Yahudi lehine hükmetti. Yine eş-Şâm Nasrânîleri, Haçlı Savaşları sırasında kendi Batılı dindaşlarının tarafında değil, İslâm'ın adâletine duydukları güçlü kanaatten ötürü Müslümanların tarafında savaştılar. Yine Kerîm Kardeşim, Hizb-ut Tahrir, hiçbir renk-ırk ayrımı olmaksızın tüm insanları aynı potada eritecek tek bir İslâmî Devlet uğrunda çalışmaktadır. Eminiz ki sempozyuma katılmış yahut Hizb-ut Tahrir'in Sudan Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü'nün orada takdîm ettiği belgeyi bile okumuş olsaydınız, kesinlikle Hizb-ut Tahrir'e bakışınız değişirdi.

Bu mektup ile birlikte size, Hizb-ut Tahrir Târifi kitapçığı ile Resmî Sözcü'nün 08.03.2008 Cumartesi günü düzenlenen sempozyumda Ebiyi hakkında takdîm ettiği belgeyi gönderiyoruz ve size, en içten dileklerimizi ve İslâm Ümmeti'ne katılmanızdan duyduğumuz mutluluğu bildiriyoruz.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Müşerref, Hindu Ajanları Affedebilir, Ama Lâl Mescid'deki Mâsum Yavrucakları Asla!

Müşerref, ölüme mahkum edilen bir Hindu ajanı affedebilir, peki Lâl Mescid'deki mâsum yavrucakların suçu neydi ki diri diri gömülünceye kadar istirahata çekilmedi? Amerika'ya ve Müşerref'e göre İslâm'ın tatbîkini istemek, ölüme veya müebbet hapse mahkum edilmeye müstahak, affedilmez bir suçtur. Hindu ajanın serbest bırakılmasındaki maksat, Hindu egemenliğini kurmak ve dünyaya, Pakistan öyle zayıftır ki dostlar kazanmak için her umarsız önleme başvurabilir, izlenimi vermektir. Üstelik bu tür sözde güven artırıcı önlemler, Keşmir meselesini nihâî olarak gömmek ve Pakistan'ı Büyük Hindistan'ın [Akund Baharat] bir parçası yapmaya yönelik bir başka adım atmak içindir. Bu da Svat'ta ve Vana'da Müslümanları katlederken boynunu küstahça uzatan Müşerref'in kronik aşırılık kompleksi ile, Amerika önünde arz-ı endâm ederek başını nasıl eğmeye hazır olduğunun bir diğer örneğidir. İnsan Hakları Bakanı Ensar Berni'ye soruyoruz: Mahkûm olmuş bir Hindu ajanı insan haklarına bu denli müstahak olabiliyorsa, Müşerref'in işkence hücrelerinde inim inim inletilen yüzlerce Müslümandan tek bir tanesini bile niçin kurtaramıyor? Hizb-ut Tahrir, daha önce Müşerref'in Amerika nâmına halka karşı hilekârlığı hakkında uyarıda bulunmuştu ve İnşâAllah, bu sorumluluğunu yerine getirmeye devam edecektir. Halkın ve bilhassa güç sahiplerinin sorumluluğu ise, Hizb'e katılmak ve Hilâfet'i kurmaktır, öyle ki Müslümanlar zelîl ve zayıf bir konumdan, azîz ve güçlü bir konuma yükselsinler.

Devamını oku...

Böyle Devlet Olmaz Olsun!

Başbakan Erdoğan, evvelki gün yaptığı bir konuşmada, Yahudi varlığının Gazze'de işlediği katliamlar sonucu yaşlı, kadın ve çocuklar çoğunlukta olmak üzere yüzden fazla Müslümanın katledilmesini sert ifadeler ile kınadı. Bakanlar Kurulu toplantısında öncelikli olarak bu konunun ele alınacağını açıkladı. Bakanlar Kurulu sonrasında açıklama yapan Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de Gazze'deki insanlık dramının ele alındığını, Yahudi varlığının katliamlarına son vermesi gerektiğini, Türkiye olarak Gazze'ye sekiz kamyonluk bir yardım göndererek Filistin halkı ile dayanışma içerisinde olduklarını, Filistin-"İsrail" barış görüşmelerini desteklediklerini söyledi. Ayrıca Erdoğan'ın, Yahudi ve Filistin yetkilileri ile telefonda görüşerek konu hakkında bilgi aldığı bildirildi.

İsterdik ki Erdoğan'a ve Türk Ordusu'na sert ifadeler ile kızalım, neden Filistinli Müslüman kardeşlerimize askerî, siyâsî, ekonomik ve diplomatik tüm imkânlarla harekete geçerek yardım etmiyorsunuz, diye soralım. Fakat yazıktır ki Türk Ordusu daha birkaç gün önce Kuzey Irak'tan hor ve hakir bir biçimde Amerika'nın emriyle çıkarılmış, Genelkurmay Başkanı kendi koltuğunun derdine düşmüş, Hükümet Amerika'nın, Avrupa'nın ve bilhassa Yahudi varlığının stratejik dostluğuna nâil olmuş, kendi halkının derdine bile derman olamayan bir yönetici topluluğu ile yönetiliyoruz. Ege kıyılarındaki irili-ufaklı adalarımızı bile almaktan on yıllardır âciz kalmış, Kıbrıs'ta bir avuç Rum'un esiri olmuş, kendi Boğazlarını bile kontrol edemeyen, ekonomisi haciz altında, öz iradeden mahrum, her sorunda Kâfire ve Sömürgeci kurumlarına koşan Laik (Dinsiz) bir devlet tarafından yönetiliyoruz.

Böyle devlet olmaz olsun! Ne kendine hayrı var, ne halkına hayrı var, ne de Filistin'de vücutları paramparça edilmiş zavallı yavrucaklara hayrı var! Bu yöneticiler, Bakanlar Kurullarında konuyu ele alarak Filistin ile dayanışma içerisinde olduklarını mı sanıyorlar? Kamyonlarla yardım göndererek yardım ettiklerini mi sanıyorlar? Barış görüşmelerini destekleyerek iyi bir iş yaptıklarını mı sanıyorlar? Onların durumu, Allahu Te'alâ'nın buyurduğu gibidir:  قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالأَخْسَرِينَ أَعْمَالاً 103 الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا  "De ki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok hüsrâna uğrayacak olanları bildirelim mi? Onlar iyi işler yaptıklarını sandıkları halde dünya hayatında çabaları boşa gidenlerdir." [el-Kehf 103-104]

Gerçekte Filistin'e ve mazlum halkına yardım, ancak ve sadece Yahudi varlığına karşı cepheler açmak ve orduları harekete geçirmek ile olur. Bu ise yürek ister, adam gibi adamlar ister, âdil bir Halîfe liderliğinde Râşidî Hilâfet ister. Kâfirler karşısında el-pençe divan duranlar, halkın karşısına geçince köpürdüğü halde Yahudi kâtillerin yanına gidince yılışıp duranlar, her Kasımpaşalılığın ardından taviz üstüne tavize koşanlar, on bin askeri sekiz günlüğüne kar kış içinde dağ başlarına gönderenler, bir tane F-16'yı Yahudi varlığının üzerinden uçurabilirler mi hiç?

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Pakistan, Terörizm Kışkırtıcısı Amerika'dan Vazgeçmelidir

Pakistan İçişleri Bakanı'nın, Amerika'yı terörist eylemlere karışmakla suçlayan son açıklaması, vâkıanın gerçekliğini ve halkın anlayışını yansıtmaktadır. Bu yorum, bir yandan insanların öfkesini ve nefretini körüklerken, öte yandan Hükümet'in iki yüzlü politikalarını ifşa etmektedir. Birleşik Devletler'in terörizmi fiilen desteklediğinden ve Müslümanları zâlimce katlettiğinden kesinlikle emin olduğu halde Hükümet'in Amerika'nın yanına yanaşması, ne büyük bir hıyânet timsâlidir. Bush yönetimince de varlığı teyit edilen 44 FBI bürosu, Pakistan'daki terörizmin ve gündelik saldırıların asıl müsebbibidir. İnsanlar Hükümet'ten, akıllıca bir tavır takınarak Amerika ile olan tüm birlikteliklere son vermesini talep etmelidir. Bu yalnızca İslâm'ın bir gereği değil, halkın ve devletin de güvencesidir. "Önce Pakistan" sloganını bağıra çağıra seslendiren Hükümet'in çirkin yüzündeki maske işte böylece düşmüştür. Dolayısıyla Müslümanlar, Hilâfet Devleti'ni kurarak bu yöneticilerin tarihin çöplüğüne atmak için çalışmalıdırlar.

Devamını oku...

Artık Ordunun ve Hükümetin Hesap Verme Vaktidir

Türk Ordusu'nun Kuzey Irak'a yönelik askerî operasyonu sona erdirildi. Operasyonun maksadına, mahiyetine ve sona erme biçimine bakıldığında; Amerika ve uşakları için bir zafer, AKP Hükümeti için bir başarı, Türk Ordusu için bir hezîmet ve Türkiye halkı için bir utanç tablosu olduğu görülür.

Amerika ve uşakları için zaferdir, çünkü operasyon Amerika'nın bilgisi, izni ve gözetimi dahilinde gerçekleştirilmiş, yine Amerika'nın aşağılayıcı talimatı ile sona erdirilmiştir. Irak'taki Amerikan uşakları da operasyonun zaman ve mekân açısından sınırlı kalmasından büyük bir memnuniyet duymuşlar, Türkiye yetkililerine sıcak mesajlar göndermişlerdir. AKP Hükümeti için bir başarıdır, çünkü Türk Ordusu, PKK bahanesiyle AKP Hükümeti'ni sıkıştırmayı alışkanlık haline getirmişti. Nitekim geçen yıl kendi lehine Meclis'ten geçirdiği sınır ötesi operasyon tezkeresini ustalıkla kullanan AKP Hükümeti, başörtüsü tartışmalarının yoğun olduğu ve çetin kış koşullarının yaşandığı bir sırada, muhtemelen Milli Güvenlik Kurulu'nda orduyu her nasılsa Kuzey Irak'a sokmayı başarmıştır. Geçen ay Türkiye'ye gelen Yahudi Savunma Bakanının peşinde olduğu mazarrat bu olsa gerek! Ayrıca bu sürpriz son ile Türkiye ile Iraklı Kürt liderler arasındaki diyalogun önü de açılmıştır.

Türk Ordusu için hezîmettir, çünkü onlarca askerin canına ve bir helikopterin düşürülmesine, bir de milyonlarca dolar masrafa neden olan bu operasyon neticesinde hiçbir somut başarı sağlanamamıştır. Amerikan Savunma Bakanı Ankara'ya geldiğinde operasyonun "kısa sürede" bitirilmesini söylediğinde Genelkurmay Başkanı şöyle diyordu: "Kısa süre izafidir. Bazen bir gün olabilir, bazen bir yıl olabilir... Terörle mücâdelemiz sürecek... Amerika Birleşik Devletleri de terörle mücadele ediyor, altı yıldır Afganistan'dalar." Bu sözlerin ardından, okyanus ötesinden somurtarak köpüren Bush'un, operasyonun bitirilmesini istemesinin üzerinden 24 saat geçmemişken öğrendik ki operasyon bitivermiş!

Operasyonun başladığını ve bittiğini yabancı medyadan öğrenen, evlatlarını karın kışın içinde dağlara "vatan hizmeti" diye gönderen zavallı Türk halkı ise gerek evlatlarını teslim ettiği ordunun ileri gelenleri, gerekse oy verdiği hükümet tarafından acılara ve hayâl kırıklığına uğratılmıştır. Artık Türkiye'de birilerinin çıkıp bu orduyu, bu hükümeti ve sorumlu herkesi hesaba çekmesinin vakti gelmiştir. Daha ne zamana kadar, evlatlarımızın kanlarını, politik hesapları ve efendilerine hizmet karşılığında heder eden, bu mazlum halkın paralarını çarçur eden bu despotlara karşı susacağız?

Sürekli söylüyoruz; terör denilen şey, Sömürgeci kâfirlerin siyâsî bir aracıdır ve ancak Sömürgeci kâfirin üzerine gitmekle çözülür. Bunun için yapılacak en öncelikli şey, devlet yetkililerinin, yaklaşık -20 derece soğukta askerleri dağ başlarına kovuk aramaya göndermeleri değil, Ankara'da Amerikan, İngiliz, "İsrail" büyükelçiliklerini abluka altına alıp şerir faaliyetlerini açığa çıkarmaları ve bütün sorumluları âdil bir hesaba çekmeleridir. Yazıktır ki meydan ajanlara, uşaklara, hâinlere kalmış!  أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ  "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?" [Hûd 78] Umulur ki vardır; bu Ümmet'in Allah'tan korkan, Rasulü'ne sadâkat gösteren, İslâm'ına düşkün ve Ümmeti'ne vefâkâr evlatları, kendilerine nusret verecek güç sahipleri ile birlikte Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurdukları vakit, âdil hesap nasıl sorulurmuş göstereceklerdir, İnşâAllah.

Devamını oku...

3 Mart'tan Yine, Yeni, Yeniden Hilâfet'e

  • Kategori Türkiye
  •   |  

3 Mart 1924'te Büyük Millet Meclisi'nde cebren ve hile ile alınan Hilâfet'in kaldırılması ve Hânedân-ı Âl-i Osman'ın sürgünü kararı, yalnızca Osmanlı Hilafeti'nin merkez vilâyeti olan Türkiye üzerinde değil, dahası devletlerarası boyutta sarsıntı oluşturan korkunç bir gelişme idi. Bu karar sonucu yalnızca, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Medîne-i Münevvere'de M. 622 yılında kurduğu 14 asırlık İslâmî Devlet yıkılmış olmuyor, aksine bütün dünyanın, milyonlarca insanın ve gelecek nesillerin mukadderatına ağır bir darbe vurulmuş oluyordu.

Genel olarak İslâm ile Küfür, özel olarak İslâm Âlemi ile Batı Dünyası arasındaki ideolojik çatışmanın bir aşaması olarak Osmanlı Hilâfet Devleti'nin yıkılması ile birlikte, Müslümanlar ölümcül bir yenilgiye ve on yıllar boyunca sürecek elîm bir ıstıraba uğratılmakla kalmıyor, dahası Batılı Kapitalist ideoloji tüm çirkefliği ve iğrençliği ile Sömürgeci küresel hâkimiyetini îlân etmiş oluyordu.

Müslümanlar devletlerini ve birlikteliklerini yitirip onlarca kıytırık devletçiğe parçalandığı, başlarına Batılı Sömürgeci Kâfirlerin ajanları dikildiği, üzerlerine Kapitalist Küfür sistemleri uygulandığı, servetleri haramzadelerce yağmalandığı, mukaddesleri, inançları ve değerleri ayaklar altına alındığı sıralarda... Sömürgeci Kâfir güçler de, devletlerarası siyâsetin dengeleyici bir unsuru ve küresel zorbalığa karşı caydırıcı bir güç olarak Hilâfet Devleti'nin devletlerarası sahadan uzaklaştırılmasının rahatlığıyla egemenlik ve nüfûz paylaşımında birbirlerine karşı savaşıyorlardı. II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen iki kutuplu yeni devletlerarası sistemde, Kapitalist Batı Bloku'nun liderliğini Amerika alırken, Komünist Doğu Bloku'nun liderliğini Sovyetler Birliği alıyordu. Bu iki küresel tâğut, başlattıkları "Detant Süreci" sonrasında dünyayı aralarında ikiye bölüyor, her biri kendi çiftliğinde dilediğince at koşturuyor, mazlum halkları ve toplumları pervasızca sömürüyorlardı. İlkel sömürgeciliğin öncüleri olan İngiltere liderliğindeki Avrupalı devletler de ellerinde kalan güçleri, araçları ve imkânları ile varlıklarını korumaya ve yeniden ayağa kalkmaya uğraşıyorlardı. Bu arada Soğuk Savaş denilen bir biçimde birbirlerinin kuyusunu kazmaya, birbirlerini zayıflatmaya ve birbirlerine egemen olmaya çabalamaktan da vazgeçmiyorlardı. Müslümanların topraklarındaki yönetimler ve yöneticiler ise İslâm'ı, Müslümanları ve topraklarını korumak ve birleştirmek şöyle dursun, bu küstah Sömürgeci devletlere var güçleriyle hizmet ediyorlar, politikalarını onların arzularına göre şekillendiriyorlar, bu uğurda milyonlarca Müslümanın kanını heder etmekten, kaynaklarını har vurup harman savurmaktan, her tür zilleti, hezîmeti ve rezâleti bu Ümmet'in evlatlarına revâ görmekten çekinmiyorlardı.

Soğuk Savaş'ın sona erip Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, Amerika Birleşik Devletleri küresel egemenliğini îlân ediyor, Batı Bloku kapsamındaki liderliğini dünya çapına genişletiyor, Soğuk Savaş koşullarına paralel askerî yerleşkelerini yeniden konuşlandırıyor, güçlerini rakiplerine ve yeni düşmanlarına karşı topluyor, yeni düşman olarak da İslâm'ı ve Müslümanları seçiyordu. Bu minvâlde II. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş devletlerarası düzeni ve kurumları da hiçe sayıyor, kendi kurduğunu, yenisini kurabilme projesi uğrunda kendi eliyle yıkıyordu. İşte 11 Eylül sonrası barizleşen bu süreç, yalnızca kurulu devletlerarası sistemi yıkmak ve toparlanan güçler olarak Avrupa Birliği, Rusya ve Çin'i öne çıkarmakla kalmıyor, bilhassa Irak'ta ve Afganistan'da uğradığı hezîmetler ve şimdilerde patlak veren küresel ekonomik sarsıntı sonucu Amerikan liderliğinin sonunu da işâret ediyordu.

Şu anda artık, gerçek anlamda ne bir devletlerarası düzen vardır, ne de böyle bir düzenin mevcut güçler tarafından kurulabileceğine dair bir emare vardır. Şimdiki durum, tek kelimeyle kaostur! Sayıca ve teçhizatça az bir direniş karşısında başarı kazanmaktan âciz kalan bir Amerika, parçalanmışlık ve ulus-devlet belâsından kurtulamamışlığın sonucu olarak bir türlü siyâsî-askerî bir birlik vasfı kazanamamış bir Avrupa ve bünyesindeki İngiltere ve Fransa, eski imparatorluk günlerinin özlemiyle kıvranan, Ümmetin aslanlarından bir avuç Çeçen ile bile baş edemeyen bir Rusya, Batılı şirketlerin istilası altında balon gibi şişen bir Çin... ne de bir başka güç, artık dünyayı düzene getiremez. Hepsi de Sömürgeci Kâfir olan bu devletlerden zaten zulümleri ve eziyetleri kaldırmaları beklenemez. Birleşmiş Milletler'inden NATO'suna Arap Birliği'nden İslâm Konferansı Teşkilatı'na kadar... Sömürgeciliğin hizmetinde oldukları, mazluma karşı zâlimin tarafında bulundukları âşikâr olan tüm devletlerarası ve bölgesel kurumlara da hiçbir ümit bağlanamaz. İşgâlciden işgâli, sömürgeciden sömürüyü, talancıdan talanı kaldırmasını beklemek abesle iştigâl değil de nedir?

Dünyanın en kritik jeostratejik coğrafyasının kadîm sâkinleri ve sahipleri olan Müslümanlar, mahrum oldukları siyâsî liderliğe yine kavuştukları, yeniden ayağa kalktıkları, yeni bir çığır açtıkları an, hiç kuşkusuz insanlık Küfrün karanlıklardan İslâm'ın aydınlığa çıkacak, yepyeni bir dünya düzeninin temelleri atılacaktır.

Ey Müslümanlar! İşte bunun için diyoruz ki yine, yeni, yeniden Hilâfet! Yine Hilâfet diyoruz, çünkü Hilâfet daha bir asır öncesine kadar sizin devletinizdi, Allah'ın izniyle yine sizin devletiniz olacaktır. Yeni Hilâfet diyoruz, çünkü Hilâfet, Kâfirlerin Allah'ın izniyle bir daha yıkamayacakları yepyeni ve taptaze Râşidî bir kuvvet olarak yükselecek, Allah'ın izniyle karşısında hiçbir Sömürgeci Kâfir duramayacaktır. Yeniden Hilâfet diyoruz, çünkü Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanların başına bugün musallat olmuş bulunan zorba diktatörlük döneminden sonra Hilâfet'in yeniden kurulacağını müjdelemiş ve şöyle buyurmuştur:  ...ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّة "...Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Allah'ın olmasını dilediği kadar kalacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra da Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır."

Dost-düşman herkes bilsin ki 3 Mart 1924 günü yürekler parçalayıcı, hileler ve desiselerle dolu alçak bir Sömürgecilik plânı dâhilinde kaldırılan Hilâfet, hiç kuşkusuz yeniden kurulacaktır. Zîra bu, Allah'ın vaadidir;  فَانتَقَمْنَا مِنَ الَّذِينَ أَجْرَمُوا وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ "Cürüm işleyenlerden mutlaka intikam almışızdır. Zaten mü'minlere Nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak (borç) olmuştur." [er-Rûm 47] Zîra bu, Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir:  بَشِّرْ هَذِهِ الأُمَّةِ بِالسَّنَاءِ وَالرَّفْعَةِ فِي الدِّينِ وَالنَّصْرِ وَالتَّمْكِينِ فِي الأَرْضِ، فَمَنْ عَمِلَ مِنْهُمْ عَمَلَ اْلآخِرَةِ لِلدُّنْيَا لَمْ يَكُنْ لَهُ فِي اْلآخِرَةِ نَصِيبٌ "Bu Ümmet'i, (dünya hayatında) dîni ile üstünlük ve egemenlik, yeryüzünde zafer ve temkîn (istikrarlı iktidar) ile müjdele! Artık içlerinden her kim uhrevî bir ameli dünya için işlerse, onun Âhiret'te hiçbir nasîbi olmaz."

Zîra bu, aydınlık geleceğin habercisidir. Nisan 2007'de Maryland Üniversitesi'nin World Public Opinion (Dünya Kamuoyu) projesi kapsamında dört İslâmî beldede yaptığı araştırmanın sonuçlarını, bilhassa güç sahiplerinin dikkatlerine sunuyoruz. İslâmî coğrafyanın bir ucundan diğer ucuna uzanan çizgisinin dört kritik ülkesi olarak Fas, Mısır, Pakistan ve Endonezya'nın seçildiği araştırmadan aşağıdaki sonuçlar anlaşılmaktadır;

-     Her İslâmî beldede Şeriat hukuku uygulanmalı mı?

Mısır: (%78) / Endonezya: (%60) / Fas: (%82) / Pakistan: (%93)

-     Tüm İslâmî beldeler tek bir İslâmî Devlet'te yada Hilâfet'te birleştirilmeli mi?

Mısır: (%72) / Endonezya: (%60) / Fas: (%79) / Pakistan: (%89)

-     Üsleri ve askerî güçleri ile Amerika tüm İslâmî topraklardan çıkarılmalı mı?

Mısır: (%97) / Endonezya: (%84) / Fas: (%84) / Pakistan: (%93)

-     İslâmî Ümmet'in izzetini izhâr etmek uğrunda Amerika'ya karşı çıkılmalı mı?

Mısır: (%95) / Endonezya: (%85) / Fas: (%91) / Pakistan: (%89)

-     Batılı değerler İslâmî topraklardan çıkarılmalı mı?

Mısır: (%96) / Endonezya: (%88) / Fas: (%80) / Pakistan: (%89)

Eminiz, böyle bir araştırma, hiçbir yönlendirme olmaksızın, korkusuz bir ortamda doğru sorular sorularak Türkiye'de de yapılmış olsaydı, en az bunlar kadar yüksek sonuçlar alınırdı.

Ey Müslümanlar ve Ey Güç Sahipleri, yine, yeni, yeniden Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız, çağrısına icâbet ediniz. O halde içinizden, Allah'ın vaadine icâbet edecek, Dînine nusret verecek, böylece dünyanın ve Âhiretin izzetine ve başarısına nâil olacaklar kimlerdir?

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, kendisine (Dînine) Nusret verenlere, Nusret, Zafer verecektir. Şüphesiz Allah, kesinlikle Kaviyy'dir, ‘Azîz'dir." [el-Hacc 40]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Gazze'de Kardeşleriniz Katledilirken Suskun Kalmadığınız Görmek Ardır, Ey Müslümanlar!

Erkek-kadın hepsi de [لا إله إلا الله وأن محمداً رسول الله] şehâdetini getiren bir ümmetin, yıllık milyarlar harcayan elli küsûr düzenli orduya sahip bir ümmetin, nüfusu bir milyarı aşkın bir ümmetini gözü-kulağı önünde bir avuç Yahudi, düşmanlarından önce kardeşlerince muhâsara altına alınmış Gazze Şeridi'ndeki savunmasız Müslüman kardeşlerimize karşı katliamlarını sürdürmektedir. Yahudi varlığının, Güney Lübnan topraklarında burnunun sürtüldüğünü ve hâin araçların dillendirdiği "Yahudi ordusu yenilmez" efsanesinin çöktüğünü teyit eden Vinograd Raporu'nun yayınlanmasından sonra iade-i itibar çabasına girmesinin sonucu olarak işlediği bu katliamlar sonucu yalnızca bir günlük bilanço, Yahudi savaş makinesinin yerle bir ettiği binaların enkazları altında kalan çoğu çocuk altmış şehiddir!

Hem kardeşleri, maymunların ve hınzırların kardeşleri eliyle katledilirken sessiz kalması Allah yolunda ve mustazaflara yardım etmek yolunda Cihâd ve şehâdet ümmeti olan İslâmî Ümmet için bir utançtır, hem zâlimlere itaat edip, tahtlarını korumaya devam etmeleri ve saldırganlara karşı savaşmak için harekete geçmemeleri İslâmî Ümmet'in orduları için bir utançtır, hem de bu kuşku verici sessizlik, zararlı devletçiklerin yöneticileri için bir utançtır! Oysa Kerîm Rasûlümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Yahudilerden birisi Müslüman bir kadının avretini açınca ona yardım etmiş ve Benî Kaynuka Yahudilerini Medîne'den sürgün etmiştir. Kezâ Halîfe Mu'tasım kendisine, "Ey İslâm! Ey Mu'tasım!" diye imdat eden bir tek kadın için bile orduyu seferber etmiştir. Bugünkü yöneticilerimizin haline gelince; şâir şöyle tasvir eder;

Belki "Ey Mu'tasım" nice nice dillendi de,         Yetim kızların dillerinde dolaştı,

Onları işiten çok oldu amma,                 Mu'tasım'ın kahramanlığını gösteren hiç olmadı.

Bizler Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti olarak vurgularız ki Gazze'deki Müslüman kardeşlerimize yardım edilmesi vecîbesi, Allah Subhânehu'nun emrine icâbeten orduların harekete geçirilmesi ve Ümmet'in tüm potansiyellerinin Yahudilerle Cihâd etmek üzere seferber edilmesi ile gerçekleşecek fiili bir yardımdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ "Eğer onlar dîn hususunda sizden yardım isterlerse, onlara yardım etmek üzerine borçtur.[el-Enfâl 72] İşte bu emir, hiç hâya etmeksizin, Müslümanları güpegündüz düşmanlarına teslim eden Yahudi varlığının ön savunma cephesi rolü üstlenmiş Müslümanların başındaki yöneticiler başta olmak üzere, bu yardımın ulaştırılmasına ket vuran tüm engellerin kaldırılmasını ve Müslümanların da ötesinde, dünyanın dört bir köşesindeki tüm mustazaflara yardım edecek Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde Müslümanların varlığını kurmayı gerektirir. Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

Tek Kelime! Filistin'e Yardım, Cepheler Açmak ve Orduları Harekete Geçirmek ile Olur, Aksi Takdirde Allah'a, Rasulü'ne ve Mü'minlere Hıyânet Olur

  • Kategori Hizb
  •   |  

Yahudilerin azgın lavları Gazze üzerine yağdırılıyor, insanlar, ağaçlar ve taşlar yakılıyor, yaşlıların, kadınların ve çocukların kanları sel olup akıyor, hatta süt çocuklarının cesetleri paramparça etrafa saçılıyor... Yahudinin işlediği bu korkunç katliamın dehşetini anlatmaya kelimeler yetmiyor... Bütün bunlara rağmen başımızdaki yöneticiler, ne bir cephe açıyorlar, ne bir ordu gönderiyorlar, hatta soyut bir savaş açma tehdidinde bile bulunmuyorlar! Aksine şehitlerin ve yaralıların sayısını sayıyorlar, âdeta şahit olduklarından haz alırcasına! Yürüyüşler ve gösteriler ile insanların öfkelerini "boşaltmalarına" yol verenler yada eleştirip kınayanlar, Güvenlik Konseyi'nin bir açıklama veya karar yayınlaması için toplanmasını isteyenler de onlar gibidir! Bilmezler mi ki o öncelikle Yahudinin cürümleri karşısında nefs-i müdâfaa edenlere kinini kusmadıkça hiçbir şey yayınlamayacaktır?!

Filistin'de katledilenlere, cesetleri paramparça edilenlere yardım; eleştiriyle, kınamayla, açıklamayla, hatta yürüyüşlere ve gösterilere izin vermekle mi olur? Hiç şüphesiz yardım, cepheler açarak, orduları harekete geçirerek olur. Aksi takdirde bu ordular ne için vardır? Allah'a ve Rasulü'ne hıyânet edip mü'minleri yüzüstü bırakanların tahtlarını, taçlarını ve koltuklarını korumak için mi vardır? Yoksa masum yavrucakların akan nezih kanlarını "izleyenler" için mi vardır? Sanki bunlar, başımızdaki yöneticilerin hiç umurunda olmayan bambaşka bir âlemde meydana geliyormuşçasına! Onlar ki kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler, hiç mi hiç akletmezler?!

Heyhat, ne hazin, ne acıdır... Bir yandan insanın tüylerini ürperten vahşi katliamları görecekleri kadar gördükleri, öte yandan modern silahlarla donatılmış, saldırganlığa bürünmüş düşman karşısında hafif silahlarla gösterilen yüce kahramanlıkları gördükleri halde, nasıl olur da kışlalarına kapatılmış bu orduların kanları kaynamaz?! Bütün bunları gördükleri halde nasıl olur da kardeşlerinin imdadına koşmadan yerlerine çakılır kalırlar, önlerine dikilen her yöneticiyi ezip geçmezler?! İşlenen bunca katliam, bu orduların zafere yahut şehâdete... böylece kendilerine dünyada ve Âhirette konumlarını yükseltecek pırıl pırıl ak sayfaların açılması için koşmalarına yetmez mi?! Şâirin dediği gibi: "Kedâe'de tozu dumana katar halde bulmuyorsak şu atlarımızı, olmaz olsunlar!"

Bu ordular, Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere nusret vermiyorlarsa, olmaz olsunlar! Uçaklarımız, Nebîlerin ve mü'minlerin katillerini vurmuyorlarsa, olmaz olsunlar! Tanklarımız, mustazafların kanlarını yerde bırakmamak için bombalar yağdırmıyorlarsa, olmaz olsunlar! Füzelerimiz, bir mü'min hakkında ne bir ahit ne de bir zimmet gözeten Yahudi varlığının kalbine çarpmıyorlarsa, olmaz olsunlar!

Ey Müslümanların Beldelerindeki Ordular! Doğrusu bu yöneticiler, {قَدْ يَئِسُوا مِنَ الآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ } "Onlar, Kâfirlerin kabir ehlinden (dirilmelerinden) ümit kestikleri gibi, Âhiret'ten ümit kesmişlerdir." [el-Mumtehine 13] Ancak sizler, Yahudi varlığını bilezik gibi saran devletler olan Mısır'dan, Ürdün'den, Suriye'den ve Lübnan'dan bir cephe açmaya nasıl güç yetiremezsiniz? Sonra uzun menzilli füzeler ve savaş uçakları sahibi o İran, Türkiye ve Pakistan'dakilere ne demeli? Nasıl olur da bunları Filistin halkının yardımına âmâde kılmazlar? Savaşmadan kuru laf kalabalığı yapmak, riyâkârlık değil de nedir? Çığlık atmak, silah çekmeyi tutar mı hiç?

Ey Müslümanlar! Filistin halkına yardım etmek ve Filistin halkını mihnetlerinden kurtarmak, muhakkak ki cepheler açmak ve orduları harekete geçirmek ile olur... Üstelik Yahudi varlığının işini bitirmek ve Filistin'i bir bütün olarak Diyâr-ul İslâm'a katmak da ancak ve sadece böyle olur. Gerçek şu ki bu yöneticiler; yürüyüşler ve gösteriler yoluyla öfkelerinizi "dindirmek" ve meseleyi kapatmak isterler. Her ne kadar bunlar, öfkenizi lisân-ı sıdk ile dile getirmenizin vesîlesi olsalar da, asıl olan bu öfkenizi doğru ve etkin istikâmete yönlendirmenizdir.

İşte Hizb-ut Tahrir sizleri çağırıyor; öfkenizi yöneticilere yöneltiniz ki savaşmaları için orduları harekete geçirsinler. Onlar bunu yapmazlarsa, öfkenizi ordulara yöneltiniz ki harekete geçip Yahudi'ye karşı savaşsınlar ve kendilerini engelleyen yöneticileri ezip geçsinler. Onlar da bunu yapmazlarsa, köklü değişim yoluyla adâletli ve mücâhit Hilâfet'i kurmak için azimlerinizi keskince bileyiniz. Artık sizler de bunu yapmazsanız, Ey İnsanlar, Allah emrini getirinceye kadar bekleyedurun!

وَإِن تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ "Eğer yüz çevirirseniz, (Allah) sizi, sizden başka bir toplum ile değiştirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." [Muhammed 38]

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER