Pazartesi, 27 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Hizb-ut Tahrir, Zalim Hasina Hükümetinin Partiye Getirdiği Yasa Dışı Yasağın Kaldırılması Hakkında Dakka Basın Kulübü’nde Basın Toplantısı Düzenledi

Dilekçe sahipleri ve ilgili avukatlar, bugün (9 Eylül 2024, Pazartesi) saat 15:00’te Dakka’daki Ulusal Basın Kulübü Abdus Salam Konferans Salonu’nda zorba Hasina hükümeti’nin Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Vilayetine getirdiği haksız yasağın kaldırılması için Bangladeş İçişleri Bakanlığına verilen dilekçeyle ilgiliydi bir basın toplantısı düzenlediler. Yüksek Mahkeme avukatı Noor Mohammad, basın toplantısında yazılı açıklamayı okudu, Hizb ut Tahrir üyesi Imtiaz Selim, gazetecilerin çeşitli sorularını yanıtladı. Bu soruların özeti aşağıdadır:

22 Ekim 2009’da Hasina hükümeti, sadece bir basın notu ile siyasi parti Hizb ut Tahrir’i hukuka aykırı bir şekilde yasakladı. Basın notunda, herhangi bir memorandum ve SRO numarası belirtilemden veya ilgili yasaya atıfta bulunulmadan, partinin faaliyetleri “kamu güvenliğine tehdit” ve “ülkenin hukuk ve düzenine aykırı” olarak nitelendirildi. Ancak, Dakka Purana Paltan 55/A’daki Siddique Konağı’nda bulunan Hizb ut Tahrir Bangladeş’in merkez ofisine herhangi bir tebligat yapılmadı ve zorba Hasina hükümeti, suçlamaları destekleyecek hiçbir kanıt sunmadı. Aslında Hasina hükümeti, hain Hasina’ya karşı sadık ve cesur bir duruş sergilediği ve 25 Şubat 2009’da Pilkhana’da ordu mensuplarının katledilmesindeki Hint komplosunu ifşa ettiği için partiyi yasakladı. Ümmetin geçim ve savunma gücü meselelerindeki çıkarlarını benimsemesi kapsamında parti, faşist Hasina hükümetine karşı cesurca bir duruş sergiledi ve komplosunu açığa çıkarmak için bildiri dağıtmak, toplantılar ve yürüyüşler düzenlemek gibi bir dizi faaliyetler gerçekleştirdi. 28 Şubat 2009’da, Hizb-ut Tahrir, “Orduyu ve BDR’yi yok etmeye yönelik Hint komplosunu ve hükümetin kayıtsızlığını protesto edin” başlıklı bir bildiri yayımlayarak Hindistan ve Hasina hükümetinin komplosunu ilk ifşa eden parti oldu. Hizb-ut Tahrir ile siyasi olarak başa çıkamayan otoriter Hasina hükümeti, partiyi baskı altına almak için ‘yasaklama’ sopasını kullandı. Zorba Hasina tarafından uygulanan yasak, yasadışı ve Bangladeş anayasasına aykırıydı. Ayrıca, Hasina hükümeti, önceden herhangi bir bildirimde bulunmadan Hizb-ut Tahrir’i 2013 tarihli Terörle Mücadele Yasası’nın (2) numaralı maddesine dahil etti; bu, yasadışıdır ve Terörle Mücadele Yasası’nın 18(1) maddesiyle tutarsızdır. Sonuç olarak, toplumun bilinçli kesimleri, o dönemde Hizb-ut Tahrir’in yasaklanmasına ilişkin utanmazca alınan kararı şiddetle kınadılar. Günlük Naya Digant Gazetesi’nin ünlü köşe yazarlarından entelektüel Sayın Farhad Mazhar hükümeti sert bir şekilde eleştirdi: “…hükümet, Hizb-ut Tahrir’in neden kamu güvenliğine tehdit oluşturduğunu açıklamadı. Herhangi bir kanıt bile sunmadı.” 29 Ekim 2009’da, Daily Amar Desh Gazetesi editörü Sayın Mahmudur Rahman, Daily Amar Desh’in ön sayfasında “Fikir ayrılığını bastırma gündemi” başlıklı haberinde, hükümeti Hizb-ut Tahrir’i yasakladığı için sert bir şekilde kınadı ve protesto etti. Uluslararası İnsan Hakları Örgütü de bu tür yasadışı yasaklara karşı çıkarak, Ekim 2009 tarihli insan hakları raporunda şu ifadeye yer verdi: “…Hizb-ut Tahrir’in herhangi bir kanıt sunulmadan yasaklanması, düzenli ve barışçıl siyasi faaliyetlerin geleneksel uygulamasına aykırıdır ve hükümetin antidemokratik tutumunu ortaya koymaktadır…”

Geçici hükümeti, Hizb-ut Tahrir’in son 15 yılda zorlu siyasi mücadelede ve zorba Hasina’ya karşı yürütülen harekette oynadığı önemli rolü derinlemesine düşünmeye çağırıyoruz. Faşist Hasina hükümetinin baskısına karşı güçlü bir duruş sergilediği için partinin birçok aktivisti korkunç işkencelere maruz kaldı ve büyük fedakarlıklar yaptılar. Bununla birlikte, parti her zaman ülkenin egemenliğini korumada samimi ve cesur bir rol oynamıştır. Ayrıca, Cemaat-i İslami’ye uygulanan yasağın kaldırılmasını da memnuniyetle karşılıyoruz. Cemaat-i İslami, zorba Hasina hükümetinin son yasağının kurbanı oldu, oysa biz onların ilk kurbanıydık ve on yıldan fazla bir süredir tarifsiz acılar çekiyoruz. Artık adalet ve hakkaniyeti sağlayarak Hasina hükümetinin zulmünden kurtulması bu geçici hükümetin elindedir. Bu hükümet öğrenci hareketinden doğduğu için, halkın iradesini yansıtması ve Hizb-ut Tahrir’e uygulanan yasadışı yasağı derhal kaldırması bu hükümetin sorumluluğundadır.

Son olarak, Hizb-ut Tahrir, toplantıya katılan gazetecilere teşekkür etti ve bu yasadışı ve haksız yasağın kaldırılması konusunu mevcut Geçici Hükümetin Danışma Konseyi’ne taşımalarını rica etti. Hizb-ut Tahrir, mevcut geçici hükümetin bu yasadışı yasağı kaldırarak adaleti tesis etmesini beklemektedir.

Devamını oku...

Filistinli Çocuklar, Kendilerine Yardım Etmek İçin Harekete Geçmedikleri Takdirde Kıyamet Günü Ümmet ve Ordularına Düşman ve Hasım Olacaklar

13 yaşındaki Bana Amjad Bakr adlı kız çocuğu, 6 Eylül 2024 Cuma akşamı, işgal güçlerinin koruması altındaki yerleşimcilerin Batı Şeria’da Nablus’un güneyindeki Karyut köyüne düzenlediği saldırı sırasında göğsünden aldığı yara sonucu şehit oldu. Şehidin babası, kızının evde kız kardeşleriyle birlikte odasında bulunduğu sırada vurulduğunu bildirdi. Bana Bakr’ın şehadetiyle birlikte, Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 7 Ekim’den bu yana Batı Şeria’da şehit olanların sayısı 159’u çocuk olmak üzere 692’ye yükseldi.

Yahudi varlığı ve yerleşimci sürüsü, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da Mübarek Toprak halkına karşı genç yaşlı, kadın erkek demeden katliamlar işlemeye ve acımasız saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Artık hiç kimse ne evde ne de dışarıda güvende değil. Bu küçük kız çocuğu, odasının içinde işgal güçlerinin kurşunlarına maruz kaldı. Bu durum, Gazze’de evlerini kadınların ve çocukların başlarına yıkan bu suçlu varlık için yabancı değil.

Bu cani varlık ve yerleşimci sürüsü, zulüm ve zorbalıklarında sınır tanımıyor. Çünkü İslam ümmeti hala sessiz ve Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Mescid-i Aksa’sını kurtarmak, Gazze’deki soykırımı durdurmak ve Mübarek Toprak halkından zulmü gidermek için henüz harekete geçmiş değil. Bu vahşi suçları izlemeye devam ediyor, mazlum kardeşlerine yardım etmesine mâni olan engelleri ortadan kaldırmak için hiçbir adım atmıyor. Ümmet, özellikle bu cani varlıkla işbirliği yapan, sınırlarını koruyan, ümmeti ve ordularını kardeşlerine yardım etmekten alıkoyan Mısır ve Ürdün’ün hain yöneticilerinin tahtlarını devirmelidir. Onun için ümmet derhal harekete geçip bu yöneticileri devirmeli, İslam ümmetini parçalamak ve bağlarını koparmak için sömürgeciler ve efendilerinin çizdiği yapay sınırları kaldırmalıdır. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem ümmeti, bir uzvu acı çektiğinde, diğer uzuvların da uykusuzluk ve ateşle ona katıldığı tek bir beden olarak tarif etmiştir.

Cani varlık ve yerleşimci sürüsü, zulüm ve azgınlıkta sınır tanımıyor. Çünkü Müslüman orduları, hain yöneticilerden uzaklaşıp ümmetlerinin safında yer almadılar, Rablerini razı etmediler, kardeşlerinin yardımına koşmadılar ve bu cani varlığı ortadan kaldırmadılar. Bu ordulardaki samimi kimseler şimdi harekete geçmeyeceklerse peki ne zaman harekete geçecekler? Kardeşleri bu durumdayken, onlara yardım edebilecek ve zulmü ortadan kaldırabilecek güç ve kapasiteye sahipken nasıl rahat bir yaşam sürebiliyorlar?

Ey genel olarak İslam ümmeti, özel olarak güç ve kuvvet ehli! Eğer o tahtları yıkmaz ve bu orduları harekete geçirmezseniz, bu küçük kız çocuğu ve bu suçlu varlığın vahşetine maruz kalan diğer tüm çocuklar ve Mübarek Toprak halkı, Kıyamet Günü düşmanınız ve hasmınız olacaklar ve şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! İslam ümmeti ve orduları bizi yüzüstü bıraktılar”. O gün, Allah ve azabından kaçıp sığınacak bir yer bulamayacaksınız. Öyleyse kendinize gelin ve şeri görevinizi yerine getirin ki, dünya ve ahiretin izzetine nail olasınız. Allah’ın yeryüzünde haline olma ve hakimiyet vaadini ve Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Yahudilerle savaşma ve Mübarek Toprağı kurtarma müjdesini gerçekleştiresiniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا للهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Rasûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [Enfal 24]

Devamını oku...

Okulsuz ve Öğrencisiz Yeni Bir Eğitim ve Öğretim Yılı

Yeni eğitim yılı işgal altındaki Batı Şeria ve Kudüs’te başlarken, birçok okulun yıkılması ve geriye kalan okulların barınma merkezlerine dönüştürülmesi nedeniyle soykırım savaşı altındaki Gazze Şeridi okulsuz ve eğitimsiz kaldı. Gaspçı Yahudi varlığının, Gazze’de eğitim ve öğretime karşı yürüttüğü savaş ikinci yılına girdi. Geçtiğimiz eğitim yılı, Gazze Şeridi’ne yönelik yıkıcı savaşın ilk günleriyle birlikte fiilen sona ermişti. 11 aydır işgal güçleri, evleri tamamen yıkıldıktan sonra on binlerce yerinden edilen insanın sığındığı okulları sistematik bir şekilde hedef almakta. Birçok okul ve üniversite yıkıldı; 122 okul ve üniversite tamamen, 334 okul ve üniversite ise kısmen yıkıldı. Raporlar, okul çağındaki 625.000 çocuğun ve yaklaşık 80.000 üniversite öğrencisinin tam bir eğitim yılından mahrum bırakıldığını göstermektedir. Ayrıca, 39 bin öğrenci lise bitirme sınavına giremedi ve 58 bin çocuk birinci sınıfa başlama sevincinden mahrum bırakıldı.

Filistin Eğitim Bakanlığı’na göre, Yahudi güçleri bu soykırım savaşı sırasında Gazze Şeridi’nde 10 binden fazla öğrenciyi öldürdü, 15 binden fazla öğrenciyi yaraladı. Buna ek olarak, yaklaşık 19 bin öğrenci Gazze’den ayrılmak zorunda kaldı. Bakanlık ayrıca, 400’den fazla okul öğretmeninin ve 110’dan fazla üniversite öğretim üyesi ve araştırmacının şehit edildiğini belirtti.

Savaş, öğrencilerin hayatını ders kitapları ve sıralardan, yemek pişirmek için yakacak odun aramaya ya da ailelerine yardım etmek için yiyecek ve su peşinde koşmaya dönüştürdü. İşgal güçleri, kitaplarını ve sıralarını enkaz altında bıraktı. Okul çantalarında kitaplarını ve eğitim malzemelerini taşımak yerine öğrenciler, yeni bir göç hazırlığı için okul çantalarına geride kalan temel eşyalarını koyuyorlar, evlerini ve ailelerini defalarca kaybetmenin acısını yaşadıktan sonra korkunç soykırım ortamında hayatlarını kurtarmaya çalışıyorlar.

Tüm bunlar, sürekli çocuk haklarından dem vuran, ancak onlara göre bu hakların sadece dine, aileye ve ebeveyne isyanla sınırlı olan UNICEF ve çocuk hakları örgütleri de dahil olmak üzere ikiyüzlü ve kayıtsız dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir. Gazze’de yaşananlar, umurlarında değil ya da çalışma alanlarının bir parçası değil!

Ey İslam ümmeti! Ey Filistin halkı! Eğitim politikası ve müfredatı Batı’nın diktelerine tabi olsa da eğitimin hiçbir etkili rolü olmasa da Yahudiler Filistin halkının temel eğitim unsurlarına bile sahip olmasını istemiyorlar. Soykırım ve cehalet sadece bu savaşın sona ermesiyle ya da yıkım, katliam ve yerinden etme makinelerini hemen durdurmak sona ermeyecektir, aksine Gazze, Kudüs ve tüm Filistin’in özgürleştirilmesiyle ancak sona erecektir. Bu ise ancak Allah’ın şeriatın göre hükmeden ve yalnızca O’nun hükümlerine ve emirlerine uyan bir imam liderliğindeki Müslüman bir ordu ile mümkündür. O zaman eğitim, İslami akideye dayalı olacak, gerçek kalkınmadaki değerini ve rolünü yeniden kazanacak, okul ve öğretmen, İslam Devletinde Kisai ve Şeybani’nin rolü gibi hak ettiği itibar ve konumu yeniden elde edecektir. Nübüvvet metodu üzere ikinci Raşidi Hilafet Devletinin gölgesi altında konumlarına yeniden kavuşacaklardır. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.” Okullar Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine göre insanlar arasında faaliyet göstereceklerdir.

Devamını oku...

Sudan’daki Uluslararası Müdahale, Sömürgeci Müdahaledir, Bu Müdahaleyi Ancak Hilafet Devleti Durdurabilir

BM Sudan Bağımsız Uluslararası Gerçekleri Araştırma Misyonunun, sivillerin korunması için barış gücü konuşlandırması yönündeki tavsiyesinin ardından Sudan’daki bu apaçık uluslararası müdahaleye farklı tepkiler verildiğine tanık olduk. Bu konuda insanlar iki gruba ayrıldı: Bir grup, müdahaleyi reddetmekte ve hükümetin bakış açısını benimsemektedir. Hükümet yalnızca diplomatik bir perspektiften hareketle bu öneriyi reddeden Amerikan yanlısı bir tutum benimsemektedir. Diğer bir grup ise, insanlara yönelik saldırıları durdurmak için yapılacak müdahaleye yeşil ışık yakmaktadır.

Bu tutumlar ışığında Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti olarak biz, yüce İslam ideolojisi temelinde bu müdahaleyi reddediyor ve şunları vurguluyoruz:

Birincisi: İslam, Müslümanlar üzerinde otorite ve kontrol sahibi olmasınlar diye kâfirlerden yardım istemeyi veya onları dost edinmeyi yasaklar. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:

وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir” [Nisa 141]

إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوّاً مُّبِيناً “Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” [Nisa 101]

İkincisi: Sudan halkı, Sudan’daki siyasi ve askeri hareketliliğin aslında ABD ajanı Hızlı Destek Güçleri ile ordu komutanları arasında bir nüfuz mücadelesi olduğunu bilmelidir. Ordu komutanları, İngiltere’nin etkisini ortadan kaldırmak ve askeri kurumu, İngiliz ajanı Özgürlük ve Değişim Güçleri şimdiki adıyla Tekaddum’un çıkarlarına göre hareket etmesini öngören Çerçeve Anlaşmasını iptal etmek için Amerika adına savaşın fitilini ateşlediler.

Üçüncüsü: Sudan halkı uyanık olmalı ve sömürge ajanlarının uyguladığı aldatmalara izin vermemelidir. Neden Birleşmiş Milletler’in müdahalesini reddediyorlar da örneğin neden Amerika’nın Cidde platformu üzerinden yaptığı müdahaleyi reddetmiyorlar? Bu ülkelerin ve sözde uluslararası örgütlerin hepsi İslam ve Müslüman düşmanıdır, sadece ve sadece Amerika ve İngiltere gibi büyük sömürgeci ülkelerin çıkarlarını gözetirler.

Dördüncüsü: Ülkemize yapılan bu çirkin ve apaçık müdahaleyi ancak İslam temelli bir devletin kurulması durdurabilir. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet, tek çıkış ve kurtuluş yoludur. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بَعْدِي فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ، فَتَمَسَّكُوا بِهَا وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ“Çünkü durum şu ki sizden, benden sonra yaşayacak olan kimseler, yakında çok ihtilaf görecekler. Binaenaleyh benim sünnetime; doğru yolu bulan, hidayete erdirilmiş halifelerin sünnetine sarılın. Bunlara azı dişlerinizle (yapışır gibi sımsıkı) yapışın.” [Ahmed ve Ebu Davud]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Sudan Vilayeti Resmi Sözcüsü

Devamını oku...

Ey Netanyahu! İslam İdeolojisidir Siz ve Arkanızdakileri Dehşete Düşüren Şey

Şehit kahraman Maher el-Cazi’nin, sınır kapısında Mübarek Toprak Filistin işgalcisi üç suçluyu öldürmesi pek mesaj içeriyor.  Yahudi varlığının Ruveybida yöneticilerin işbirliğiyle ve kafir Batı ülkelerinin desteğiyle işgal ettiği bu sınır kapısına, Osmanlı ordularına karşı 1917’de Kudüs’te zafer elde ettiğinde ‘Şimdi Haçlı Seferleri sona erdi’ diyen General Allenby ismi verilmiştir.

Kasap Netanyahu, kahraman şehit Mahir el-Cazi operasyonu öncesi kabine toplantısı sırasında yaptığı açıklamada, “Bugün zor bir gün. İran şer ekseninin başını çektiği cani bir ideoloji tarafından kuşatılmış durumdayız” ifadelerini kullandı. Kahraman şehit ilgili taraflara mesajını ulaştırdığı için halk büyük sevinç yaşadı. Bu tepki ve sevinç, Netanyahu’nun bu onuru İran’a mal etme iddiasını yalanladı, çünkü İran yöneticileri de Müslümanların diğer kukla yöneticilerinden farksızdır ve bu büyük onura asla layık değillerdir.

Sadece bugün değil, daha çok zorlu günleriniz olacak. Müslüman ülkesine saldırdığınız ve birbiri ardına katliamlar gerçekleştirdiğiniz için önünüzde çok daha zorlu günler olacağı müjdesini şimdiden size verebilirim.

Şehit kahraman Maher el-Cazi saldırısı, işgal altındaki ‘Allenby’ sınır kapısını gündeme getirdi. Unutanlar, hilafetin gölgesinin Kudüs’ten, ardından da tüm dünyadan kalktığını hatırlasınlar. O generali ve sözlerini de hatırlasınlar. O günden itibaren kafir Batılı ülkeler ve Yahudiler, Müslümanlara karşı ikinci bir Haçlı savaşı başlattılar ve halen bu savaş sürüyor. Ve birinci Haçlı seferi gibi sonuçlanacaktır Allah’ın izniyle. Bu ideoloji ve gerçek sahipleri zafer elde edecekler, siz de kendi ellerinizle kendiniz için mezarlar kazacaksınız. Kukla yöneticiler ve destekçileri de o mezarlara süpürecekler. Dev ordular bir ellerinde hidayet ve nur, diğer ellerinde korku ve ölüm taşıyacaklardır. İşte o zaman gerçek zor günleri göreceksiniz ve bu zaman uzak değildir.

Devamını oku...

İsveç hükümeti Müslümanlardan İslam’ı Terk Etmelerini İstiyor!

  • Kategori İsveç
  •   |  

İsveç televizyon kanalları SVT ve TV4, cumartesi gecesi Eşitlik Bakanı Paulina Brandberg’in (Liberal Parti) okul personelinden başörtüsü takan kız çocuklarıyla ilgili endişelerini Sosyal Hizmetler Dairesi’ne bildirmelerini istediğini belirtti.

Eşitlik Bakanı, cumartesi günü yaptığı açıklamada, okul çalışanlarının başka bir seçeneği olmadığını ve başörtüsü takan kızlar hakkında sosyal hizmetlere endişe raporu vermeleri gerektiğini söyledi. Bu kurala uymayan çalışanların sonuçlarına katlanacağını kaydetti.

Başbakan Yardımcısı Ebba Busch (Hristiyan Demokrat Parti), bir haftadan kısa bir süre önce X platformundan yaptığı paylaşımında, hükümetin asimilasyon politikasını dile getirerek, “Totaliter devletlerde olduğu gibi İsveç ve Avrupa’da da İslam’ı yaşayanların sayısı çok fazla. Buna bir son verilmeli. İslam, ortak temel değerlerimize uyum sağlamak zorunda” dedi.

Ebba, İsveç’teki Müslümanların İslam’ı yaşamalarından, kimliklerine sahip çıkmalarından ve başörtüsü dahil olmak üzere dini ritüellerini yerine getirmelerinden çok rahatsız, buna bir son verilmesini istiyor.

Bu, İsveç’in dünyadaki itibarını zedelemeye yönelik bir dezenformasyon değildir. Bunlar bakanların kendi sözleridir ve Müslümanlar tarafından yanlış anlaşılması gibi bir durum söz konusu değildir.

Müslümanlar, Ebba Busch’un “iyi Müslümanlar” adına böyle bir adım attığı yönündeki saçma iddiasına inanmıyorlar. İşte bu, İsveç hükümetinin gerçek yüzüdür ve uluslararası alanda sorumlu olduğu İslam karşıtı politikasıdır.

Ülke genelinde onlarca Kur’an’ın yakılmasına izin veren yine aynı hükümettir ve Kur’an’ın yakılmasına karşı öfkelerini dile getiren Müslüman gençlerin aslında katledilmesi gerektiğini söyleyen de yine aynı başbakan yardımcısıdır.

İronik olan şu ki, son kamuoyu yoklamalarına göre hem Hristiyan Demokratlar hem de Liberaller parlamentoya giremiyor; bu yüzden birkaç oy için Müslümanlara saldırmaya çalışıyorlar.

Bu ucuz bir yöntemdir ve İslam’ın üstünlüğü karşısında ideolojik yenilgilerini ve entelektüel zayıflıklarını değiştirmeyecektir. Bu nedenle, İslam’ı seçen İsveçlilerin sayısının hızla artması şaşırtıcı değil.

Hükümetin politikaları, özellikle de bu partilerin manevraları, İsveç halkını temsil etmemektedir. Burada halka büyük sorumluluk düşüyor. Temsilcilerinin İsveç’i mahveden bu politikalarını reddetmelidirler.

İsveç hükümetinin Müslüman çocuklara uyguladığı asimilasyon politikası, başörtüsü gibi bireysel İslami yükümlülükler de dahil olmak üzere İslami kimliklerini silmeyi hedeflemektedir. İsveç hükümeti, başörtüsünü suç sayarak ve çocuklarını İslami değerlere göre yetiştirmek isteyen ailelerden çocuklarını alarak, Müslümanların değerlerine ve İslami kimliklerine karşı yürüttüğü savaşı iyice tırmandırmaktadır.

Ey Müslümanlar!  Hem kendimizi hem de ailemizi korumak ve İslami kimliğimizi muhafaza etmek şeri bir görevdir Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَاراً وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun.” [Tahrim 6]

Biz Müslümanların maruz kaldığı bu durum, zayıflığımızdan ve bölünmüş bireyler olarak hareket etmemizden kaynaklanmaktadır. Bir topluluk olarak hareket etmeli, topluma olumlu katkıda bulunan önemli bir grup olmalıyız. İsveç’te bir milyondan fazla Müslüman yaşıyor. Bu Müslümanlar, İsveç toplumu için vazgeçilmezdir, ulaşım sektörü, sağlık hizmetleri, eğitim ve daha birçok alanda önemli bir rol oynamaktadırlar. Toplumdaki kamu düzenine uymaktalar, herhangi bir tehdit veya sorun teşkil etmemektedirler ve bu temelde muamele görmeyi reddetmektedirler. Tek bir vücut olarak hareket ederlerse ancak bu asimilasyon politikasını durdurabilirler.

Bunun yolu, entegrasyon değildir. Entegrasyon, İslam’ın değerlerinden vazgeçmek, Batı değerlerini benimsemek veya laik sisteme katılmak demektir. Bu yaklaşımlar bir seraptır, uzun vadede Müslümanların Batı kültürüne asimilasyonuna yol açacaktır. Fikren ve siyasi olarak organize olmalıyız. Fikri olarak, kimliklerini korumak ve laikleşme girişimlerini püskürtmek için bu yeni nesillerde İslam ideolojisi hakkında farkındalık yaratmalıyız. Siyasi olarak ise, Müslümanlar bu politikaları İsveç’teki tüm Müslümanları ilgilendiren ve inançlarını ve kimliklerini tehdit eden hayati bir mesele olarak görmelidirler. Siyasi direniş de göstermelidirler, kamuoyunu etkileyen faaliyetler yaparak tek bir vücut gibi hareket etmelidirler.

Biz büyük bir gücüz, yalanlar ve hilelerle İsveç halkını yanıltan yozlaşmış siyasi liderliğe karşı İsveç kamuoyunu etkileyebilecek kapasitedeyiz. Eğer sorumluluğumuzu yerine getirmezsek, İsveç’teki Müslümanların durumu daha da kötüleşecektir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا“Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler.[Bakara 217]

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللهِ هُوَ الْهُدَى“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.” [Bakara 120]

Devamını oku...

Tunus… İkinci Bir Fırsat!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Tunus… İkinci Bir Fırsat!

Haber:

Tunus’ta cumhurbaşkanını devirmek için yapılan gösteriler. (15 Eylül 2024)

Yorum:

Tunus sokaklarındaki mevcut hareketlenme, oradaki insanların canlılığını ve onların siyasi değişim için duydukları dizginlenemez arzularını yansıtmaktadır. Nitekim Tunus’taki halkımız, korku bariyerlerini kırmak için duygusal olarak başlatılan Arap Baharı devrimlerinin ateşlenmesine öncülük etmiş ve böylece köklü bir değişim için gereken kısmın yarısını kat etmiştir. Ancak duygusal hareketi kontrol eden ve onu doğru yöne yönlendiren diğer kısım henüz tamamlanmamıştır.

Cumhurbaşkanının gidişi ve rejiminin hayatta kalması sahnesinin tekrarlanmaması için azı dişlerle sımsıkı sarılmayı gerektiren siyasi ve fikri gerçekler vardır. Bunlardan birisi, ne kadar bireysel olursa olsun bireysel yöneticinin, bir iç sistemin ve dış örtünün ürünü olduğu gerçeğidir. Zira bireysel yönetici, güvenlik hizmetleri, iktidar partisi, dekoratif partiler, sahte parlamento, özel hazırlanmış bir anayasa ve yasalar, medya, kültür, fikirler ve diğer sistemler ve şekiller gibi kurum ve kuruluşlar yoluyla yönetmektedir.Tunus’ta ve Tunus dışındaki diğer Müslüman ülkelerdeki asıl sorun, tiran Bin Ali’nin şahsı değil, onun arkasında bıraktığı, tiranları üreten ve onları tekrar üretip şekillendiren sistemdedir. Dış örtü ve desteğe gelince; bu, çok açık ve nettir. Örneğin 11 Ocak 2011 tarihinde Fransa Dışişleri Bakanı Michele Alliot-Marie şunları söylemiştir: “Fransız güvenlik hizmetlerinin uluslararası alanda tanınan uzmanlığı ve bilgisi, bu tür güvenlik sorunlarına katkıda bulunabilir.” Bu açıklamasında, o zamanlar Tunus ve Cezayir’de meydana gelen protestolara atıfta bulunmuştur.

Bu nedenle hem önceki ve sonraki rejimden tamamen kopmak hem de iç zemininden ve dış örtüsünden kopmak gerekir.

Protestoların gerçek bir devrime dönüşebilmesi için, kitlesel hareketin fikri bir anlamı ve belirli bir yönü olmalıdır. Dolayısıyla akide ve nizam olarak İslam’dan başka gerçek bir başlık yoktur. Bu yüzden uluslararası toplumun kabul ettiği demokratik kapitalizme doğru ilerleyen bir hareket ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ تَعْمَلُ فِي النَّاسِ بِسُنَّةِ النَّبِيِّ وَيُلْقِي الْإِسْلَامُ بِجِرَانِهِ فِي الْأَرْضِ يَرْضَى عَنْهُ سَاكِنُ السَّمَاءِ وَسَاكِنُ الْأَرْضِ لَا تَذَرُ السَّمَاءُ مِنْ قَطْرٍ إِلَّا صَبَّتْهُ مِدْرَاراً وَلَا تَدَعُ الْأَرْضُ مِنْ نَبَاتِهَا وَبَرَكَاتِهَا شَيْئاً إِلَّا أَخْرَجَتْهُSonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere [Raşidi] Hilafet olacaktır.O zaman Allah, daha önce zulümle dolu olan dünyayı adaletle dolduran Benim soyumdan birisini gönderecektir. O zaman gök hiçbir yağmur damlasını esirgemeyecek ve yer de bereketlenecektir” şeklinde buyurduğu gibi Hilafete doğru ilerleyen bir hareket arasında ne kadar da büyük fark vardır.Demokratik kapitalizme dayalı bir yaşam ile İslam fikrine dayalı bir yaşam arasında ne kadar da büyük bir fark vardır. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْEy iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal 24]

Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir’in 18 Ocak 2011 tarihli bir yayınında söylediklerini hatırlıyorum:

“Lider ehline yalan söylemez. Hizb-ut Tahrir, azme değer ayaklanmanız sırasında otuz gün boyunca akıtılan masum kanların nidasına icabet etmeniz için azimlerinizi bilemektedir:

Bu kanlar, tepenizdeki zalim beşeri sisteme sessiz kalarak kendisini boş yere zayi etmemeniz için sizlere nidada bulunmaktadır...

Bu kanlar, Batının nüfuzunu, piyonlarını ve onun kültürü ile haşır-neşir olanları ülkenizden söküp atmanız için sizlere nidada bulunmaktadır...

Bu kanlar, Allah'ın davetine icabet ederek O'nun vaadi ve Resulü Sallallahu Aleyhi ve’s Selam’ın müjdesi olan Raşidi Hilafeti kurmanız için sizlere nidada bulunmaktadır...

Bu kanlar, işte güzel bir hayat bu şekilde olur, mutsuzluk, beşeri kanunları kaldırıp atmak ve insanların Rabbinin kanunlarına tabi olmakla ortadan kalkar dercesine sizlere nidada bulunmaktadır...

فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلا يَضِلُّ وَلا يَشْقَى وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim Benim hidayetime tabi olursa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de Benim zikrimden (hidayetimden) yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacaktır." [Tâhâ 123-124] O halde icabet edecek misiniz?”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
M. Usame Es-Suveynî – Kuveyt

Devamını oku...

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmaktan Başka Bir Çözüm Yoktur!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Yahudi Varlığını Ortadan Kaldırmaktan Başka Bir Çözüm Yoktur!

Haber:

Lübnan Dışişleri Bakanı, Avrupalı ​​bir heyetin önünde Lübnan’ın Yahudi varlığıyla savaş istemediğini, 1701 sayılı kararı uygulamak istediğini ve Lübnan’ın Yahudi varlığıyla dolaylı bir anlaşma yoluyla savaşı durdurmayı görüşmeye hazır olduğunu açıkladı.

Yorum:

Bizim hain ajan yöneticilerimiz için bu tür tutumlar yeni değildir; aksine yirmi yılı aşkın bir süre önce Beyrut Konferansı’nda olduğu gibi onların tutumları her zaman utanç verici ve aşağılayıcı olmuştur; zira onları hepsi, Yahudi varlığına yönelik bir girişim üzerinde anlaştıklarında bunu Abdullah Girişimi olarak adlandırdılar ve Filistin halkının Batı Şeria ve Gazze’de bir devlet olarak tanınması karşılığında Yahudi varlığına, onu resmi olarak tanıyacaklarını teklif ettiler. Yahudi varlığının onlara cevabı ise Batı Şeria’daki savaş ve bu zirvelerdeki kararlarının, onu yazan mürekkebin değeri kadar bile olmadığı şeklinde oldu!

Evet, Lübnan Dışişleri Bakanı, suçlu Yahudilerle sadece kılıçla başa çıkılabileceğini hâlâ öğrenememiş gibi bu düşmandan, savaşı durdurmasını ve onunla dolaylı müzakereye girmeyi talep ediyor!

Ey Dışişleri Bakanı, size ve diğerlerine söylediğimiz çözüm çok açık olup bu da kısaca şunlardır:

1- Özellikle Ürdün ve Mısır olmak üzere Filistin’i çevreleyen ülkelerden herhangi birindeki durumun, güç ve kuvvet ehli ve onlarla birlikte bilinçli muhlisler tarafından değiştirilmesi.

2- Yahudi varlığına saldırarak ve onları ortadan kaldırarak mübarek Filistin halkına gerçek anlamda yardım etmek için derhal harekete geçilmesi.

3- Geriye kalan cepheler için de, başta bilinçli muhlisler olmak üzere ümmeti ve onun yaşam güçlerinin, zincirleri ve sınırları kırmak üzere güçlü, etkili ve açık bir şekilde harekete geçmeye teşvik edilmesi.

4- Ne kadar fedakârlıklara, kana ve yıkıma mal olursa olsun ve cani düşman ne kadar filoları ve güçleriyle gelirse gelsin hayati savaşı sona erdirmemek; çünkü bizler Yahudi varlığını, onların hayal ettiklerinden daha kısa sürede ortadan kaldırmış olacağız.

Bizim ve tüm ümmet için etkili çözüm budur ve bundan başka bir çözüm de yoktur ey utanç verici ve aşağılık girişimlerin sahipleri.

Bu çözüm, siyasi eylemleri ve İslam ümmetimizin samimi evlatlarının ortak çabasını gerektirmektedir.

Sizler hani neredesiniz ey adam gibi adamlar?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Muhammed Cabir - Lübnan

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER