Cuma, 20 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/22
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Dr. Osman Bahaş'ın 2017 Malezya Hilafet Konferansı Konuşması: “Ümmet Hilafet İçin Hazır”

بسم الله الرحمن الرحيم

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Müdürü Dr. Osman Bahaş’ın, H. 21 Rabî-ul Evvel 1439 M. 09 Aralık 2017 Tarihinde Malezya’da Düzenlenen Hilafet Konferansında Yaptığı

“Ümmet Hilafet İçin Hazır”

Başlıklı Konuşması

Tarafsız bir gözlemci için; dünya arenasında meydana gelen ideolojik çatışmanın, İslam ile laik kapitalizm arasında bir çatışma olduğu çok açıktır. Kapitalizm ile Sovyetler Birliği dönemindeki Marksist-komünizm arasındaki çatışmaya gelince; dikkatleri dağıtmak için kullanılan taraflı bir çatışmadan öte bir şey değildir. Zira komünizm, sadece kapitalizme sefil bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ama aynı zamanda, beşeri ilişkilerin idaresinde yaratıcı olan Subhanehu ve Teâla’nın rolünü üstlenme girişiminde insan aklının yetersiz olduğunun da bir kanıtıdır; çünkü yirminci yüzyılda meydana gelen trajediler, musibetler ve felaketler, ister kapitalizm isterse komünizm olsun sadece laik zihniyetin bir ürünüdür.

Hadaratlar arasındaki bu çatışmanın adil olmadığı açıktır. Bir tarafta Batılı güçler, askeri gücünde, ekonomisinde ve her gün günlük yaşamda ve her düzeyde uygulanan maddi kapitalist sisteminde önemli bir ilerleme kaydedip yerel ve küresel olarak bireyin ve toplumun genel ve özel hayatına etki etmek için muhtemel tüm limanları kapsayacak şekilde egemen medya ağlarıyla donatılmışken diğer taraftan İslam hadaratı, hayattan tamamen yoksun bir durumdadır. Zira İslam ülkelerinin yöneticileri, yaşam biçimi olarak şeriatı uygulamaktan uzaklaşırlarken buna mukabil Batı’nın dayattığı kapitalizme teslim olmuşlardır. Dolayısıyla bizzat şu soruyu sormak lazım; George W. Bush, Tony Blair, Nicolas Sarkozy, Vladimir Putin, Dmitry Medvedev ve Charles Clarke gibi egemen dünya liderlerinin sona ermeyen konuşmalarının akışını nasıl açıklayabiliriz? Zira bunların hepsi farklı ifadelerle, İslami bir devletin kurulmasını önleyeceklerine dair yemin etmişlerdir. Dolayısıyla şeriatın uygulanmasının engellenmesine dönük hangi girişimde bulunulmuştur? Şimdi ben sadece George W. Bush’un, (büyük olasılıkla Amerikan Güvenlik servisi tarafından planlanan 11 Eylül olayından 5 gün sonra) 16 Eylül 2001’de yaptığı açıklamadan bir alıntı yapacağım; “Bu haçlı seferi, terörizme karşı bir savaş olup uzun bir süre devam edecektir.” Ayrıca “radikal İslamcıların amacının ılımlı hükümetleri yıkarak İspanya’dan Endonezya’ya kadar uzanan radikal bir İslam İmparatorluğu kurmak olduğu” hususunda da uyarıda bulunmuştur.

Şayet şeriatın tatbik edilmesi ulaşılmaz bir hayal olsaydı, onlardan herhangi biri onu kınama zahmetinde bulunup onun geri dönüşüyle savaşmak için açık bir şekilde tehdit eder miydi? Nitekim 11 Kasım 2015 yılında sürgün edilen Suriye muhalefet hükümetinin eski bir lideri olan Ahmed Toma şöyle demiştir: Uluslararası rejim (yani Batılı güçler), kesinlikle şeriatın uygulanmasına izin vermeyecektir. Zira şeriatın uygulanması talebi, Batılı güçler tarafından çıkarılan tüm kararlara göre imkânsızdır. Nitekim “bu talebin önlenmesi için kanların denize dökülmesi anlamına geldiği” hususunda da uyarıda bulunulmuştur. Yani sömürgeci Batılı güçler, İslami hayatın yeniden başlamasıyla savaşmak için büyük bir çaba göstermektedirler.  

Buna rağmen Müslümanlar, İslam akidesinin temeli olan La İlahe İllallah, Muhammedun Resulullah’a iman ediyorlar. Dolayısıyla Batılı liderler, modern ve eski tarihteki güçlerine rağmen masum insanlar değillerdir. Yine büyüklenmelerine rağmen ilah değillerdir. Ayrıca askeri güçlerine rağmen mücrim politikalarını doğru bir hale getirmeye muktedir değillerdir. Hatta sahip oldukları iğrenç medya imparatorluklarının durmasına ve hatta dünya kamuoyunun zihinlerini yıkmak için sahip oldukları tüm modern teknolojilere rağmen bile buna muktedir değillerdir. 

Allah Subhanehu ve Teâla, koşullar ne olursa olsun Müslümanlara yaşamlarında İslam şeriatını tatbik etmelerini ve yokluğu durumunda da İslami hayatı yeniden başlatmak için çalışmalarını emretmiştir. Bu ise sadece zulüm ve baskılara bir tepki olsun diye değil bilakis sadece Allah’ın şeriatına göre yaşamaları ve dünyanın geri kalanına dininin güzelliklerini göstermeleri amacıyla müminler için doğal bir durumdur.

Nitekim İslam ümmeti, uzak kapitalist başkentlerde kendi adına karar verilen bir geleceği reddetmiştir. Zira Batı’nın yüzyıllar boyunca kendisine bırakacağı gelecek, İslam’dan vazgeçmelerini ve onu terk etmelerini sağlamak, koruyucu Hilafet Devletinin kalkanını parçalamak ve başkalarının yaptığı gibi düşünmelerini ve iman etmelerini sağlamak içindir. Ama artık Batı’nın ümmet üzerindeki egemenliği geride kalmıştır. Zira o, günden güne zayıflamakta olup tüm İslam dünyası ise geçen yüzyılın felaketlerine karşı ilerlemeye başlamıştır. 

Şu anda ümmetin konumunu değerlendirmek, zor bir şey değildir. Zira yapılan birçok kamuoyu yoklamaları ve anketler, birleşme noktasında aynı istek üzerinde olduğunu göstermektedir. Eğer bu anketlerden şüpheye düşenler varsa, İslam dünyasındaki kanıtlar bunun için yeterlidir. Zira artık Müslümanlar, açık bir şekilde Batı ajanlarını reddediyor ve şeriatı ve İslami hükümeti talep ediyorlar. Batı’nın İslam ülkelerindeki varlığının amacı ise, fitne tohumları ekmek ve Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafetin kurulmasına dönük daveti bitirmek içindir. 

Geçen beş on yıl bize teyit etmiştir ki; Batılı değerlerin İslam ülkelerinde daha fazla uygulanması çağrısında bulunmak, boş çağrıdan öte bir şey değildir. Zira herhangi birinin Ortadoğu’daki Müslümanların cesaretlerinin ilham kaynağını başarısız kılması imkânsızdır. Çünkü 2011 yılında Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’nin sokaklarında gösterilerin başlaması bu cesaretin kanıtıdır. Nitekim bazı zorbaların değiştirilmesine ve bazı seçimlerin yapılmasına rağmen hala çatışma uzun zamandır devam etmektedir. Zira gösteriler, diktatör yöneticileri, Batı’nın manipülasyonunu ve halklarının en temel insani ihtiyaçlarını karşılamada bile başarısız olan İslam ülkelerindeki korkunç rejimleri hedef almaktadır.

Aynı şekilde bu olaylar, ümmeti bölmek amacıyla sömürgeci Batı tarafından dayatılan mevcut casus rejimin kesinlikle başarısız olduğunun kanıtıdır. Zira Müslümanların kalpleri ve akılları, işgal altındaki Doğu Türkistan’daki Uygur Müslümanlarından Rohingya’ya, Orta Asya’ya, Keşmir’e, Afganistan’a, Orta Afrika’ya ve İsra suresinde geçtiği üzere tüm bunların kalbi olan Mescid-i Aksa ve   Şam beldesinin de olduğu mübarek topraklara kadar dünyanın dört bir tarafındaki Müslüman kardeşleriyle dayanışmalarını ve sinerjilerini göstermede hızlı çalışmaya başlamıştır. 

Evet, herhangi bir hileye başvuramayan Batılı güçler, ajanlarına liderlik eden, ulusal, sosyal, demokratik ve kapitalist tüm kartları kullanmaya çalışan ve tüm bunlarda başarısız olan vahşi siyasi bir devleti kullanarak çeşitli yalanlar icat etmiş olsa da artık Müslümanlar tek çözümün sadece İslam’da gizli olduğunu anlama noktasında gözünü açmaya başlamıştır. 

Hizb-ut Tahrir’in, Batılı entrikalara karşı ümmetin mücadelesinin merkezinde yer alması hiç şaşırtıcı değildir. Zira Hizb-ut Tahrir’in daveti, geniş bir şekilde yayılmış olup Türkistan, Orta Asya, Endonezya ve Malezya’da yaşayan kadın, erkek, çocuk, yaşlı tüm muhlis Müslümanların kalplerini ve akıllarını kuşatmıştır. Zira bu konferans, Bangladeş, Hint Yarımadası, Pakistan, Afganistan, Tataristan, Kafkasya ve Kırım’ın kalbinin yanı sıra Türkiye, Arap ülkeleri, Kenya ve Nijerya için bile canlı bir tanıktır.   

Bu mübarek davetin ilk tohumları Kudüs’te atılmış ve bu mübarek davetin ağacı, Şam, Mısır, Libya ve Tunus’taki Müslümanların kalplerinde ve akıllarında hızla kök salmıştır. Bu azim ağaç şuan dünyanın her tarafındaki İslam ümmetini gölgesi altına almıştır.

Hizb-ut Tahrir, tüm engellere rağmen gerçekten Müslümanların duygularını, inançlarını, fikirlerini ve mefhumlarını birleştirmeyi başarmıştır. (Erkek olsun kadın olsun) Müslümanın nereden geldiği önemli değildir. Zira ister Kenyalı olsun, ister Bengal olsun, ister Özbekistanlı olsun, ister Hanefi mezhebine, ister Şafi mezhebine, ister Hanbeli mezhebine tabi olsun, ister beyaz, ister buğday tenli, isterse siyah olsun fark etmez. Yeter ki Allah Subhanehu ve Teâla’ya iman eden ve kâinatın Rabbine ibadet etmek için gönülden boyun eğen bir mümin olsun. İşte İslam’ın güzelliği burada yatıyor. Zira İslam, Araplar, Farslar, Kürtler ve Türkler için değil insanoğlu için bir rahmet mesajı olmuştur. Dahası İslam, Müslümanın, Müslümanın kardeşi olduğunu tavsiye eder ve daha önceki hükümlere veya insanın ürettiği faktörlere bağlı kalmaksızın herkese kucak açar. 

İşte burada Hizb-ut Tahrir’in en büyük başarısı yatıyor. Zira İslami hayatı yeniden başlatma mücadelesinde ümmet için bir platform inşa etti. İslam şeriatının yönetimi altında kendisinin veya bir başkasının içtihadına göre bir İmamın veya Halifenin benimsenmesi hiç önemli değildir. Yeter ki onların hepsi,  İslam akidesinin ve Kur’an-ı Kerim’deki ilahi vahyin pınarından beslensinler. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, açıkça hayattaki tüm meselelerle karşılaşması sayesinde şeriatın kâmil bir şekilde uygulanmasının ayrıntılarını gösterdi. Yine Hizb-ut Tahrir, önerilen bir anayasa içeren bir kitap yayınladığı gibi ekonomik sistemin, siyaset, eğitim, maliye ve küresel sistemlerin ayrıntılarını içeren kitaplar da yayınladı. Ayrıca davetin dünyaya, davet ve cihat yoluyla taşınmasını içeren kitaplar da yayınladı. Dolayısıyla bizler, İslam risaletinin dünyaya yayılmasının bir aracı olan cihada davet etmekten dolayı bir mahcubiyet hissetmiyoruz. Zira bizim, Kur’an-ı Kerim’de geçen Allah’ın emirlerini değiştirmemiz imkânsızdır. Nitekim altın kanun şudur: Dinde zorlama yoktur. Dolayısıyla insanlar, kendi inançlarına ulaşmada özgürdürler. Dolayısıyla da ister İslam’ı seçer isterse de reddeder.   

Hizb-ut Tahrir’in, Hilafet Devletinin gölgesinde şeriatı uygulamak yoluyla İslami hayatı yeniden başlatmak için açık bir vizyonun sağlanmasını tek başına başarması imkânsızdır. Bilakis yine bunu, ümmetin çeşitli kesimlerinde ve çeşitli İslam ülkelerinde daveti taşıyan bir nesil inşa etmek yoluyla başaracaktır. Nitekim mevcut ilişkilerle ilgili tartışmaları takip eden herhangi birinin, temel platformu işgal eden Hilafet yönetimi altında İslami hayatı yeniden başlatma talebinin farkında olmaması imkânsızdır.  

Televizyon şovlarının, gazete makalelerinin ve örneğin Mısır, Ürdün, Türkiye, Tacikistan, Özbekistan ve adını sayamadığımız birçok ülkelerin zalimlerinin kaprislerine hizmet eden “resmi” din adamları tarafından yayınlanan fetvaların (veya yanlış fetvaların) olduğu uzun listeli kayıtlara bakarsanız, sömürgeci Batılı güçlerin Müslüman kitleler arasında Hilafet için yükselen nidalardan korktuklarına dair ciddi bir kanıt olduğunu göreceksiniz. Nitekim Suudi Arabistan’a baktığınızda, Beyaz Saray ile işbirliği içerisinde (terörizmle) mücadele için bir merkez kurduğunu, başlangıçta 3000 imamı kovduğunu, sözde “eğlence” gerekçesiyle toplum için Batılı laikliğin önünü ardına kadar açtığını ve tüm bunları ise Filistin’i işgal eden Yahudi varlığı ile olan ilişkilerin normalleşmesini hızlandırmak için yaptığını göreceksiniz. İşte bu olaylar, İslam dünyasının Batılı güçlerin ajanları karşısında tek bir cephede olması gerektiğine dair yeterli bir kanıttır.  

Bazıları, uzun süredir Hilafet devletini kurmak için İslam ordusunun liderlerine nusret verme çağrısında bulunmasından dolayı Hizb-ut Tahrir’i eleştirmektedir. Nitekim Ortadoğu’da meydana gelen son olaylar, bu tutumun fayda sağladığını kanıtlamıştır: Zira (1991)’deki Cezayir olayları, (2010)’daki Arap Baharı ve şu ana kadar olanlar, İslami hayatı yeniden başlatmak için güç ehlinden talepte bulunmanın kaçınılmaz olduğunu ve sömürgeciliğin egemenliğinden kurtulmak ve ümmetin, insanlık için bir rahmet olan şeriatın meyvesinden faydalanmasını sağlamak için ümmetin evlatlarından olan askeri güçlerin desteğinin eşlik etmesi gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. 

Batılı güçler, faaliyetlerimizi hedef alan şiddet kampanyasını gerekçe göstererek (terörizmle) ilişkilendirip, Hizb-ut Tahrir’in imajını bozmaya çalışıyorlar. Allah’a hamd olsun ki bizler kendimizi savunmaya gerek duymuyoruz.  Zira bizler, daha ilk günden bu yana daveti taşırken peygamberimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in çizgisini takip edeceğimize dair yemin ettik. Dolayısıyla metodumuzu açık bir şekilde tanımladık. Zira bizler, yaşam biçimi olan İslami bir kamuoyu bilinci ve güveni oluşturmak için ümmetle birlikte çalışıyoruz. Aynı zamanda fikri çatışma ve siyasi mücadeleye dâhil olmak yoluyla Batı’nın çıkarlarına hizmet eden fasit rejimlerin gerçeği de ifşa olmuştur. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir, çıkara veya uzlaşıya dayalı herhangi bir tutum benimsemez. Hizb-ut Tahrir'in bu yolu takip etmesini sağlayan şey, fasit rejimlerin gerçeğini tam bir şekilde idrak ederek sadece Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanmak için çalışmasıdır. Nitekim Hizb-ut Tahrir,  tüm bu rejimlere karşı çıkmakta ve onları şeriatın nazarında gayri meşru olarak kabul etmektedir.

Kapitalist rejimin, dünyada siyasi, sosyal ve ekonomik olarak her düzeyde ölümcül krizlere uğradığı bir zamanda, artık İslam güneşinin yeniden doğmasının zamanı gelmiştir.

Amerikan yetkililerinin birçok beyanatlarında, artık –Sykes-Picot- sistemini ortadan kaldırma zamanının geldiğini ve Amerika’nın çıkarlarına hizmet eden bölgesel haritanın yeniden şekillenmesi gerektiğine dair iddialara ulaştık. Ancak bizler, bu ümmetin muhlis müminlerinin, İslam ümmetine gerçek konumunu iade etmek yoluyla büyük bir onur kazanmak için bizimle birlikte çalışmalarının zamanının geldiğini söylüyoruz ki böylece ümmet, başarısız laik kapitalizmden kaynaklanan bu trajedilerden ve zulümlerden kurtulup İslam’ın rahmetinin nuruna kavuşması için insanlığa liderlik etsin. Dolayısıyla bizler, bizi izleyen herkesi bu dini anlamak ve İslami hayatı yeniden başlatmayı talep etmek yoluyla ümmetin birliği meselesine katılmaya çağırıyoruz.

Ayrıca bizler, askerlerimizi ve cesur İslam ordularının liderlerini, Hizb-ut Tahrir’e nusret vermek yoluyla Allah Subhanehu ve Teâla’nın rızasını kazanmak için hızlı davranmaya davet ediyoruz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَEy iman edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat veren şeye çağırdığı zaman icabet edin. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. [Enfal-24]

Son olarak hepinize, âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teala’nın vaadinin hak olduğunu ve dinini hâkim kılacağını hatırlatıyorum. Bunda dolayı Allah’ın nusretini hak eden Allah’ın muhlis kullarından biri olmak amacıyla bu onuru kazanmak için ciddi bir şekilde çalışmaya gayret edelim. 

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَٰئِكَ فِي الْأَذَلِّينَ كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌAllah'a ve Peygamberine düşman olanlar, işte onlar en aşağıların arasındadırlar. Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.[Mücadele-20-21]

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER