Salı, 03 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Müslümanlar, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Müjdeleriyle İlgili Nasıl Davranmalıdır?

بسم الله الرحمن الرحيم

Müslümanlar, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Müjdeleriyle İlgili Nasıl Davranmalıdır?

Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlara, zaferin gerçekleşmesi için çalışmaya ve ona güvenmeye sevk eden birtakım müjdeler vermiştir. Bunlardan bazıları gerçekleşmiş, bazıları ise henüz gerçekleşmemiştir. Gerçekleşen müjdelerden bazıları; Bera İbn-i Âzib Radıyallahu Anhu şöyle dedi: َمَّا كَانَ حِينُ أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِحَفْرِ الْخَنْدَقِ عَرَضَتْ لَنَا فِي بَعْضِ الْخَنْدَقِ صَخْرَةٌ لَا تَأْخُذُ فِيهَا الْمَعَاوِلُ، فَاشْتَكَيْنَا ذَلِكَ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم فَجَاءَ فَأَخَذَ الْمِعْوَلَ فَقَالَ: بِسْمِ اللَّهِ. فَضَرَبَ ضَرْبَةً فَكَسَرَ ثُلُثَهَا، وَقَالَ: اللَّهُ أَكْبَرُ أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ الشَّامِ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ قُصُورَهَا الْحُمْرَ السَّاعَةَ. ثُمَّ ضَرَبَ الثَّانِيَةَ فَقَطَعَ الثُّلُثَ الْآخَرَ فَقَالَ: اللَّهُ أَكْبَرُ، أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ فَارِسٍ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ قَصْرَ الْمَدَائِنِ أَبْيَضَ. ثُمَّ ضَرَبَ الثَّالِثَةَ وَقَالَ: بِسْمِ اللَّهِ، فَقَطَعَ بَقِيَّةَ الْحَجَرِ فَقَالَ: اللَّهُ أَكْبَرُ أُعْطِيتُ مَفَاتِيحَ الْيَمَنِ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُبْصِرُ أَبْوَابَ صَنْعَاءَ مِنْ مَكَانِي هَذَا السَّاعَةَ “Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize hendek kazmamızı emrettiğinde hendeğin ortasında balyozlarla kıramadığımız bir kaya denk geldi. Nitekim bunu Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e şikayet ettik. Sonra geldi ve balyozu aldı ve Bismillah! diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve Allahu Ekber! Bana Şam’ın anahtarları verildi. Vallahi, ben şu anda Şam’ın kırmızı köşklerini görüyorum!’ buyurdu. Sonra, yine Bismillah! deyip kayaya balyozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı. Yine Allahu Ekber! Bana, Fars’ın anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, Kisrâ’nın Medâyin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum!’ buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa yine Bismillah! deyip balyozla vurdu; kayanın geri kalan kısmını da yerinden kopardı. Yine Allahu Ekber! Bana, Yemen’in anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, San’a’nın kapılarını görüyorum! Buyurdu.” [İbn-i Hacer-Fethul Bârî] 

İslami fetihlerin genişlemesi hakkında bilgi veren bu müjde gerçekleşti. Bu ise Nübüvvet Minhacı üzere ilk Raşidi Hilafet döneminde oldu. Nitekim bu haber verildiği zamanda Müslümanlar, zorluk, korku, açlık ve dondurucu soğukla karşılaşmışlar ve Medine’de mahsur kalmışlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem refîku’l âlaya intikal ettiğinde, Müslümanlar Allah’ın Rasulü Aleyhissalatu ve’s Selam’ın belirlemiş olduğu yolda devam ettiler. Dolayısıyla Müslümanların Halifesi ve imamları Allah’ın şeriatı ile yönettiler ve Allah yolunda cihad ettiler. Dolayısıyla da Allah’ın kelimesini yüceltmek ve dünyanın dört bir tarafına adaleti dağıtmak için orduları çorak topraklarda dolaşıyor ve gemilerini denizlere sürüyorlardı. Böylece fetihler birbiri ardına gerçekleşti.    

Bu günlerde Kostantiniyye’nin fethinin yıldönümünün olduğu günlerden geçiyoruz. Nitekim Abdullah İbn-u Amr-u İbn-ul Âss’dan rivayet edilen hadiste şöyle dediği geçmektedir: قَالَ: كُنَّا عِنْدَ عَبْدِ اللهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ، وَسُئِلَ: أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلًا: الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ قَالَ: فَقَالَ عَبْدُ اللهِ: بَيْنَمَا نَحْنُ حَوْلَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم  نَكْتُبُ، إِذْ سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم: أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلًا: قُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم: «مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ أَوَّلًا، يَعْنِي قُسْطَنْطِينِيَّةَ “Dedi ki: Biz Abdullah İbn-u Amr-u İbn-ul Âss’ın yanındayken şöyle soruldu: Bu iki şehirden hangisi önce fethedilecek: Kostantaniyye mi yoksa Roma mı? Dedi ki: Abdullah şöyle dedi: Biz Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in yanında yazıyorken O’na şöyle soruldu: Bu iki şehirden hangisi önce fethedilecek: Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle cevap verdi: “Evvelâ Hirakl’in şehri, yani Kostantiniyye fethedilecektir.” [Ahmed Müsned’inde ve Hakim Müstedrek’inde rivayet ederek şöyle dedi: Bu hadis, tahriç etmedikleri halde Şeyhayn’in (Buhari ve Müslim) şartıyla sahihtir. Ez-Zehebî ise özetle şöyle dedi: “Buhari ve Müslim’in şartıyladır.”] Aynı şekilde Abdullah İbn-i Bişr El-Hasami’den, onun da babasından Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittiği hadis-i şerifte şöyle geçmektedir: لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُ “Kostantiniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o ordu ne güzel bir ordudur.”

Bizler, Kostantiniyye’nin fethedilmesi ve Müslümanların bunu gerçekleştirmek için nasıl yarıştıkları üzerinde durduk. Nitekim Kostantiniyye’nin fethine yönelik girişimlerin ilki, H. 49 M. 669 yılında Muaviye Bin Ebi Süfyan döneminde gerçekleşti. Muaviye Bin Ebi Süfyan, başkent Roma yakınlarındaki Kalsedon'a ulaşana kadar Bizans topraklarının derinliklerine nüfuz eden Fadala Bin Abdullah El-Ensari liderliğinde şehri kuşatmak için karadan devasa bir askeri ordu gönderdi. Nitekim Fadala, o yılın kışını imparatorluğun mülkiyetinde geçirdi ve Muaviye de ona yardım ve malzeme temin etti. Süfyan Bin Avf liderliğindeki bu yardımlar, Bizans’ın başkentinin kuşatılması için kullanıldı. (İbnü’l Esir El-Cezrî, Ebu El-Hasan Ali Bin Ebil Kerem Eş-Şeybenî. el-Kamilü fi't-târîh (İkinci baskı.) Beyrut-Lübnan: Dârü'l-kitâp el-Lübnani. Sayfa 227) Ancak Müslümanlar kesin bir zafer elde edemediler. Bu yüzden kuşatmadan vazgeçmek ve Şam’a geri dönmek zorunda kaldılar. Fadala ordusuna eşlik eden sahabi Ebi Eyyub El-Ensari bu savaşta vefat etti ve Kostantiniyye surlarının yanına defnedildi. İbn Hibbân Ebû Hübeyre Halîfe b. Hayyât. Tahkikî Ekrem Ziyâ el-Ömerî,Yayınlayan. Halîfe b. Hayyât’ın Tarihi. (Birinci baskı) Necef El-Eşref – Irak. 197. Sayfa.]

Sonra Müslümanlar, H. 98 M. 717 tarihinde Süleyman Bin Abdulmelik’in Hilafeti döneminde Kostantiniyye’ye tekrar geri döndüler…  Daha önce bahsedilen girişimlerin yanı sıra bizzat şehrin değil de şehrin çevresine kadar ulaşan diğer birkaç girişim daha oldu, sonra ondan geri dönüldü. Nitekim bazı tarihçiler, Hirakl’in şehrinin fethi sırasından Kostantiniyye’nin çevrelerinden birini ele geçiren Abbasi Halifesi Harun Reşid de dahil Müslümanların Kostantiniyye’nin fethine yönelik girişimlerin tamamının, Roma İmparatorluğu’nun Sezarı Birinci Tekfur’u cezalandırmak için olduğunu belirtirler.  Bunu da Muhammed Fatih’in döneminden önce Osmanlı Devleti’nin girişimleri takip etti ama bu girişimlerde bu müjde gerçekleşmedi.

Bu günlerden Fatih, H. 23 Cumâde’l Ûla 857 tarihindeki bu ayda Kostantiniyye’yi fethedinceye kadar Rabiu’l Evvel ayının yirmi altısından itibaren Kostantiniyye’ye savaş açmaya ve burasını kuşatmaya başladı. Yani kuşatma, yaklaşık iki ay sürdü. Muhammad Fatih, şehre muzaffer olarak girdiğinde atından inerek bu zafer ve başarıdan dolayı Allah’a şükretmek için secdeye kapandı. Böylece bu müjde, daha yirmi bir yaşına bile ulaşmamış bir genç olan Muhammed Fatih’in eliyle gerçekleşti. Ancak o, çocukluğundan beri düzgün bir şekilde yetiştirilmiş ve babası Sultan II. Murad onunla ilgilenmişti.  Zira onun, dönemin en iyi hocalarından ders almasını sağladı. Bu hocalardan biri de Suyûti’nin Fatih’in ilk hocası olduğunu söylediği “Ahmed İbn-i İsmail El-Kevrâni” olup onun hakkında şöyle dedi: “Asrın alimlerinin üstünlük ve mükemmelliğine tanık olduğu alim ve fakih biriydi, dahası onu “zamanın Ebu Hanife’si” olarak isimlendiriyorlardı. Aynı şekilde bu hocalardan birisi de küçüklüğünden beri Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, “Kostantiniyye fethedilecektir” hadisini ilk aklına koyan Şeyh “Akşemseddîn Sengar” olup onu, bu fethin kendi eliyle gerçekleşeceği düşüncesiyle büyüttü… 

Böylece ilk Müslümanlar Halifeleri ve ordularıyla birlikte Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelerini gerçekleştirmek için ciddi bir şekilde yarışmışlardır. Zira İslam devlette ve toplumda tatbik konumuna geldiğinde İslam’ın ve Müslümanların azameti böyleydi. Peki bugün, bu onurlu listeye kim adını yazdıracak ve İslami Hilafet’in kurulması, Yahudilerle savaşılması ve Roma’nın fethedilmesi gibi Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in diğer müjdelerini kim gerçekleştirecek acaba?  Bir yöneticinin Amerika’dan hoşnutluk ve sevgi talep etmesi caiz midir? Ya da Yahudilerin sevgisini kazanmak için çalışan bir yönetici olması caiz midir? Veya Allah’ın şeriatı ile hükmetmeyen zalim, fasık despot bir yönetici olması caiz midir? Ya da tağuti ve cahiliyet hükümlerini âlemlerin Rabbinin hükmüne tercih eden bir yönetici olması caiz midir? Veya tebası hakkında bir yakınlık ve bir zimmet gözetmeyerek tebasının üzerine musallat olmuş ajan bir yönetici olması caiz midir?! 

Osmanlı Hilafet Devleti’nin 3 Mart 1924 yılında yıkılmasının ardından İslam beldelerinde sömürgeci kafir Batı’nın atmosferi hakim oldu, yeryüzünde fesat yayıldı, ekin ve nesil helak edildi, İslam beldeleri zararlı ve karton devletçiklere bölündü, tüm varlıkların üzerine bizim cildimizden olan ve bizim gibi konuşan evlatlarımızdan bir çete dikildi. Dolayısıyla onlar, ülkeyi efendilerinin hesabına kullandılar, insanların yüzlerine ineklerin kuyrukları gibi kamçılarla vurdular, koltuklarını korumak için ordular hazırladılar, birçok insanı öldürdüler, birçok büyük hapishaneler açtılar, insanların zihinlerini kokuşmuş gerici fikirlerle tahrip ettiler ve iktidar ailesine veya iktidar partisine ya da iktidardaki adama sadakat göstermekten başka bir şey bilmeyen nesiller yetiştirdiler.    

Bugün İslam beldelerindeki yöneticilerin hali işte budur. Vallahi silahlı kuvvetlerimizin gücünden şüphe duyar hale geldik. Vallahi onların imanlarından ve takvalarından şüphe eder hale geldik. Peki tüm bu işittikleri ve gördüklerine rağmen onları yerinde saydıran nedir?!  Onları meşgul eden ve kendilerine emanet edilen görevleri yerine getirmekten engelleyen, geçimlerini Müslümanların kanlarından ve mallarından elde ettiren şey nedir?  Yazıklar olsun onlara, vakıayı düzeltmek için müdahalelerini bekleterek Müslümanların sinirlerini bozdular ve hain yöneticilerin tahtlarını deviren ayaklanmalarını beklerken Müslümanlara karabasan, inme, sinir bozuklukları, depresyon ve üzüntü hastalıkları isabet etti! Yazıklar olsun sizlere,  ey subaylar ve askerler sizlere ne oldu Allah aşkına? Sizlere ne isabet etti ey Ömer ve Selahaddin’in torunları? Haydi adamlığınız ve takvanız hakkındaki şüphelerimizi çürütün ve hüsnü zan beslenenlerden olun, üzerinizdeki zillet ve aşağılanma tozlarını silkeleyin, ümmetinizin üzerindeki aşağılanma, zayıflık ve zillet utancını kaldırın, Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak, Yahudilerle savaşmak ve Roma’yı fethetmek için Hizb-ut Tahrir’e nusret vererek Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesinin gerçekleşmesi için acele edin.

Hilafet’in kurulması ve Beyt-i Makdis’in kurtuluşu bizleri, Allah’ın bizden önce makamlarına erişemediğimiz ve şereflerine ulaşamadığımız faziletli olarak seçtiği seçkin kullarıyla aynı çizgide tutuyor. Bundan dolayı ne mutlu orduya, ne mutlu elleriyle nebevi mucizeleri gerçekleştiren orduya, Bedirli umutlara, Sıddıklı kararlılıklara, Ömerli fetihlere, Osmanlı ordularına ve yüce fedakârlıklara. Ne mutlu, Kadisiye günlerinde İslam’ı yenileyen orduya, Yermuklu destanlara, Hayberli  imtiyazlara,  ölümsüz saldırılara ve güçlü fetihlere. Ne mutlu, ahir zamanda ikinci kez Beyt-i Makdis’in kendi elleriyle fethedilen ordudan olmaları için Allah’ın kendilerini nimetlendirdiği kimselere ve Hilafet’in koparılmasının ardından toplarında, uçaklarında ve tanklarında iman bayraklarını ve ukab râyelerini taşıyan askerlere. Ne mutlu, Allah’ın elleriyle Roma, Londra ve Washington gibi daha fazla başkentlere fetih nasip edeceği ve yeşil bölge halkının tozlu bölge halkından daha çok tebrik edileceği günlerin eşiğinde olanlara. Ne mutlu, sevgili Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Roma’nın fethi müjdesini gerçekleştirmek isteyenlere.  Nitekim Ahmed ve diğerlerinin Ebi Kâbil’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: كُنَّا عِنْدَ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِي وَسُئِلَ أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلاً الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ فَدَعَا عَبْدُ اللَّهِ بِصُنْدُوقٍ لَهُ حَلَقٌ، قَالَ: فَأَخْرَجَ مِنْهُ كِتَاباً، قَالَ بَيْنَمَا نَحْنُ حَوْلَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وسلم  نَكْتُبُ، إِذْ سُئِلَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم: أَيُّ الْمَدِينَتَيْنِ تُفْتَحُ أَوَّلًا: قُسْطَنْطِينِيَّةُ أَوْ رُومِيَّةُ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم: «مَدِينَةُ هِرَقْلَ تُفْتَحُ أَوَّلاً - يَعْنِي قُسْطَنْطِينِيَّة Ebi Kabîl şöyle dedi: Biz Abdullah İbn-u Amr-u İbn-ul Âss’ın yanındayken şöyle soruldu: Bu iki şehirden hangisi önce fethedilecek: Kostantaniyye mi yoksa Roma mı? Nitekim Abdullah, kapağı olan sandığı aradı. Dedi ki: Ondan bir kitap çıkardı. Dedi ki: Biz Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in yanında yazıyorken O’na şöyle soruldu: Bu iki şehirden hangisi önce fethedilecek: Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle cevap verdi: “Evvelâ Hirakl’in şehri, yani Kostantiniyye fethedilecektir.”

Ne mutlu, Allah’ın Rasulü’nün ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadırın kalmayıp Allah’ın azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil ederek İslam’ın dünyanın dört bir köşesine yayılacağı ile ilgili müjdesini gerçekleştirmeye çalışanlara. Nitekim Temim Ed-Dârî’ den, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim dediği rivayet edilmiştir: لَيَبْلُغَنَّ هَذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَلَا يَتْرُكُ اللَّهُ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ إِلَّا أَدْخَلَهُ اللَّهُ هَذَا الدِّينَ بِعِزِّ عَزِيزٍ أَوْ بِذُلِّ ذَلِيلٍ عِزًّا يُعِزُّ اللَّهُ بِهِ الْإِسْلَامَ وَذُلًّا يُذِلُّ اللَّهُ بِهِ الْكُفْرَ “Muhakkak ki bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür.” Ne mutlu, sonra ne mutlu, dünyayı İslam’ın hükmüne boyun eğdirmek için çalışanlara. Nitekim sahih bir hadiste Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: 

إنَّ اللهَ زَوَى لِي الْأَرْضَ فَرَأَيْتُ مَشَارِقَهَا وَمَغَارِبَهَا، وَإِنَّ أُمَّتِي سَيَبْلُغُ مُلْكُهَا مَا زُوِيَ لِي مِنْهَا  “Allah yeryüzünü benim önüme dürdü, koydu. Bana dünyanın doğusunu ve batısını gösterdi. Bana gösterdiği bütün memleketlere ümmetim sahip olacaktır.” Dolayısıyla bugün, müjdelerin en büyüğü, Nübüvveti doğrulamanın hakikati ve Müslümanların takınması gereken en güzel tavır, bu müjdeyi kendi elleriyle gerçekleştirmek için çalışmasıdır. Allah’ım, bizleri Hilafet’i ikame edenlerden, Beyt’i Makdis’i kurtaranlardan, Roma’yı ve küfrün tüm başkentlerini fethedenlerden eyle. Allah’ım, Amerikalılardan, Yahudilerden ve onları dost edinen Müslümanların yöneticilerinden zulmedenlerin kökünü kurut.

#İstanbulunFethi

#İstanbul

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan

Üstad Süleyman El-Muhâcirî - Yemen

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER