- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Artık Hilafet’i Kurmanın Zamanı Gelmiştir
Artık İnsanlar İçin Çıkarılmış En Hayırlı Ümmet Olma Zamanı Gelmiştir
Bugün Müslümanların evlatları, İslam düşmanlarından oluşan kafir, münafık ve ajanların zayıf bedeninde yaralamadık hiçbir yerini bırakmadığı ümmetlerinin düştüğü bu vahim durumdan çıkış yolu arıyorlar. Dolayısıyla aynı yaşam sorunlarının ve İslam akidesine yönelik aynı şiddetli savaşın yansımalarının acısını çeken birçok İslam ülkesinde birbiri ardına devrimler patlak verince Ruveybidalar ve saray alimleri, Müslümanların hayatını Allah’ın indirdikleriyle hükmetmekten yoksun bırakmak için çalıştı. Bunun üzerine patlak veren devrimlerin ardından meydana gelen tek sonuç, katliam, zulüm, taciz, iktidar rejimlerinin devrimi zorla çalması ve ülkelere ve insanlara tahakküm eden sömürgeci kafir Batı ile iş birliği yapması oldu.
Devrimlerin, Müslümanların kendilerine karşı kurulan iğrenç komploları fark etmesine ve “geçiş hükümetleri ve uluslararası anlaşmalar ve sözleşmeler” “demokratik geçiş, özgür seçimler, Yahudilerle normalleşme, Laik anayasalar ve beşeri kanunlar”, “kadın-erkek eşitliği, insan, kadın ve çocuk hakları”, “vatanseverler, kabileler, Sykes-Picot sınırları ve barajlarının kutsanması, düşmanı korumak için Müslümanların ordularının dizginlenmesi”, “dinlerin eşitliği, diyalog, ılımlı ve orta yol İslam” ve “serbest ekonomi, sübvansiyonların kaldırılması, Doların dalgalanması, para basımı ve yabancı yatırımlar” şeklindeki Batılı çağrılar gibi Laiklerin, komünistlerin ve kapitalistlerin cehaletine çağıran herkesi ifşa etmesine vesile oldu. Bu arada günlük binlerce Müslüman katledilirken, evleri ve camileri yıkılırken, toprakları işgal edilirken, servetleri yağmalanırken gerçekler, karanlık gerçekler ve sloganlar da göz boyayan sahte sloganlardı!
Müslümanların kendi ülkelerinde yaşadıkları ölümcül krizler, kendi aralarındaki ortak krizler olup düşmanları da boğucu kapitalist Laik politikaları dayatarak onlara tahakküm eden tek bir düşmandır. Nitekim İslam beldelerindeki iktidar, sömürgeci kafirin ve iktidar rejimlerin başındaki ajan kuyruklarının elindedir. Dolayısıyla onlar, ümmetin fikri olarak evcilleştirildiğini ve siyasi pisliğini, ekonomik baskılarını, sosyal ahlaksızlığını ve İslam düşmanlarının Müslümanların çocuklarının yüzüne fırlattığı her şeyi kabul edip sessiz kalacağını sanıyorlar. Oysa savaş, fikri bir savaş olup Batı’nın Müslümanlara yönelik kültürel savaşı ise, Müslümanların akıllarında Batılı fasit fikirlere öncelik vermek, siyasal İslam ve İslam’da yönetim nizamını, yani İslam ümmetini dünya liderliğine taşıyan Raşidi Hilafet Devleti’ni şu anda uygulamanın elverişli olmadığı bahanesiyle şeri hükümlerin geçerliliği noktasında Müslümanların şüphelerini artırmaktır. Ancak maskeler teker teker düştü, gerçek dost ve düşmanın kim olduğu Müslümanlar nezdinde açığa çıktı, Müslümanlar Laiklikten nefret ettiklerinden dolayı İslam’a daha da yaklaştı ve İslam’a dayalı değişim talebi, onun için çalıştıkları şey haline geldi. Ama Müslümanlar, ümmetin çalınan otoritesi ile şeriatın egemen olduğu bir devlette İslam ile yöneten birini seçme hakkını geri alma aşaması olan bu kritik aşamadan çıkmak için henüz kendileri için bir lider edinemediler. Zira ümmetin, İslam ümmeti için bir Halife’yi seçme hakkı vardır. Halife ise, iyiliği emredip kötülükten sakındıracak bir devlet olan -Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafet Devleti’nin- olduğu Müslümanların devletindeki yönetim nizamında tüm insanlara İslam’ı tatbik edecektir. İslam ümmetinde asıl olan, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olan Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ümmeti olması ve Müslümanların da insanlara şahit olmasıdır. Nitekim onlar, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emaneti olan azim İslam risaletini taşımaktadırlar. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ“Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz; marufu emreder, münkeri nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız. Eğer Ehli Kitap’da (Yahudiler ve Hıristiyanlar) iman etseydi kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır, fakat çoğu fasıktır” [Ali İmran-110] Ve Subhanehu şöyle buyurmuştur: الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ“Onlar, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek; namazı ikame ederler, zekatı verirler, iyiliği emredip kötülükten nehyederler... İşlerin sonu Allah’a aittir.” [Hac-41]
Allahu Teala, bu hayrı, dahası İslam ümmetinin iktidarını, Müslümanların -kadın-erkek- iyiliği emredip kötülükten nehyetme, diğer ümmetleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için ellerinden tutma, İslam'ı yayma ve onun davetini dünyaya taşıma farziyetine bağlamıştır. Hayır ise, İslam’a akide ve nizam olarak inanmak, Allah’ın emir ve yasaklarına icabet etmek, şeri hükümlere bağlanmaya ve hayatın her alanında Nübüvvet Minhacı üzere yaşamaya davet etmektir. Zira Allah’ın kutsallarının ihlal edilmesine, zulme ve el, lisan ve dil ile iyiliği emredip münkerlerden nehyedenlerin yokluğuna sessiz kaldığı sürece İslam ümmetine zafer ve iktidar verilmeyecektir. Ebu Said el-Hudri’den, Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim dediği rivayet edilmiştir: مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الإيمَانِ“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle (ona karşı) buğz beslesin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır.” İyiliğe (marufa) gelince; Allahu Teala’ya itaat etmek, O’na yaklaşmak ve Allah ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emrettiği her şey olarak bilinen hususların toplam adıdır. Münkere (kötülüğe) gelince; Şeriatın çirkin gördüğü, haram kıldığı ve kerih gördüğü her şeydir. Yani Allahu Teala ve Rasulü Sallallahu Alayhi ve Sellem’in nehyettiği (yasakladığı) her şeydir.
Bu nedenle Müslümanların evlatları, ümmetlerine karşı şeri sorumluluklarını yerine getirmeli, Allah'a ve Rasulü Aleyhissalatu ve’s Selam’a icabet etmeli ve İslam ile gerçek bir fikri kalkınma için çalışmalıdırlar. Zira İslam, mütekamil bir ideoloji olup fikirleri ve mefhumları da, İslam akidesine ve tüm insanların hayatını kapsayacak şekilde İslam akidesinden fışkıran toplumsal sistemlere dayanmaktadır. Çünkü İslam akidesi ve ondan fışkıran şeri hükümler, haram ve helali bir ölçü olarak alıp Allahu Teala’nın Kur’an’ı Kerim ve sünneti şerifte indirmiş olduğu şeri hükümlerin hayatın her alanında pratik ve fiili olarak tatbik edilmesi sayesinde insanlar arasında canlılığa ve Müslümanları tüm söz ve fiillerinde somut ve etkili olmaya sevk etmektedir. Dolayısıyla İslam beldelerindeki Müslümanların, siyasi sistem, yönetim organları, anayasa ve kanun maddeleri, ekonomik, sosyal ve eğitim sistemi, hizmetlerin sağlanması ve insanların işlerinin gözetilmesi gibi toplumsal sistemlerle ilgili tüm hususlarda alemlerin Rabbinin şeriatının tatbik edildiği İslam ile yönetilmesi gerekmektedir. Bu ise ancak insanların davranışlarını, toplumdaki kamuoyunu ve devlet politikalarını etkileyen fikir ve mefhumlardan başlayarak iyiliği emretmek ve münkeri nehyetmekle mümkündür. Zira insanın kendisine davet ettiği şey taşımış olduğu fikirlerini yansıtır ve din ise hayat ve siyasetten ayrılmamalıdır. Nitekim Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadisinde şöyle buyurduğu geçmektedir: وَمَنْ دَعَا بِدَعْوَى الْجَاهِلِيَّةِ فَهُوَ مِنْ جُثَاءِ جَهَنَّمَ “Kim cahiliyye davası güderse, o Cehennem molozlarından biridir.” Dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü, oruç tutup namaz kılsa da mı? Dedi ki: وَإِنْ صَامَ وَإِنْ صَلَّى وَزَعَمَ أَنَّهُ مُسْلِمٌ، فَادْعُوا الْمُسْلِمِينَ بِأَسْمَائِهِمْ؛ بِمَا سَمَّاهُمْ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ؛ الْمُسْلِمِينَ الْمُؤْمِنِينَ عِبَادَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ “Evet oruç tutup namaz kılarak Müslüman olduğunu iddia etse de; o halde Ey Allah’ın kulları! Müslümanları, sizi Müslümanlar ve müminler diye isimlendiren Allah’ın çağrısı ile çağırın!”
Cahiliyye davasından maksat, İslam’a aykırı olan ve Müslümanların birlik ve bütünlüğünü parçalayan her şeye çağırmaktır; yani emredilmesi gereken tüm iyiliğe karşı sessiz kalmak ve nehyedilmesi gereken tüm münkeri kabul etmektir. İyiliği emredip kötülükten nehyetmekten, fertler, cemaatler ve kanunlar çıkarıp ümmete liderlik ederek insanların işlerini ve maslahatları elinde tutan yöneticilerin geneli sorumludur.
Bir çıkış yolu arayan kişinin, söz ve fiilleriyle hanif şeriat arasında bağlantı kuran bilinçli her Müslümanın zaferin sebeplerini taşıması gerektiğinin tamamen farkında olması gerekir. Zira hak ile batıl arasındaki bu fikri savaşı, hak sözü yükselten ve zalim Sultan karşısında hakkı haykıran kazanacaktır. Dolayısıyla Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek ve Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak, farzların tacıdır. Zira toplum, devlet, hatta diğer ümmetlerdeki münkerleri %99 değiştirecek, ümmetin yeteneklerini doğru yönde kullanacak, insanların işlerini gözetecek ve iyiliğin tüm şekillerini emredecek olan devlettir. Bu yüzden cahiliyye döneminde bu savaşı veren, küfür ve kuyrukları karşısında İslam’a ve gençlerine yardım eden ve Medine’de ilk İslam Devleti’ni kuran ve dünyayı İslam ile yöneten Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yolu ve metodu üzere yürüyen kişi zaferi elde edecektir. Dolayısıyla bugün zafer, iyiliği emredip kötülükten neyhetmeyi azim ümmeti için hayati bir mesele yaparak bir kez daha Raşidi Hilafet’i kurma ve İslami hayatı yeniden başlatma sorumluluğunu yüklenen Hizb-ut Tahrir içerisindeki Müslümanların muhlis evlatlarını desteklemekle gerçekleşecektir. Allahu Teala, şöyle buyurmuştur: وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” [Âli İmran-104]
Bilinçli gençler, onlara yardım etmeli ve onlarla birlikte Ruveybidaların karşısında durmalı ve bunu gerçekleştirmek için doğru şeri metodun tek çözüm ve çıkış yolu olduğunun farkında olmalıdır. Dolayısıyla ümmetin, لا إله إلا الله محمد رسول الله akidesinden fışkıran genel bir bilinçle silahlanması gerektiği gibi yağcılık yapmaması, zayıflık göstermemesi, İslam’ından taviz vermemesi, sorumluluğunu taşımasının yanı sıra yeniden kalkınması ve dünyaya liderlik etmesi için Allah’ın kendisine yüklediği emri taşıması gerekir. Zira Müslümanlar statüsünü, devrimlerden 100 yıl önce, yani 1924 yılında Hilafet Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte kaybetti. Çünkü onun yıkılmasıyla birlikte İslam’ın altında yaşama nimetini kaybettikleri gibi Müslüman, ailesi ve çevresindeki herkes için, yöneten ve yönetilenlerin Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i örnek alarak yeryüzünde yürüyen birer Kur’an olduğu bir hayat hazırlayan İslami hayatın saadetini kaybettiler. Nitekim İslam ümmeti, İslam tarihinde her zaman emanetin taşıyıcısı, İslam’ın davetçisi ve diğer ümmetler için şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olmuştur. Aynen Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, vahiy ile kendi kavmine şahit olduğu gibi. Allahu Teala şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً * وَدَاعِياً إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجاً مُنِيراً“Ey peygamber! Seni şahit, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.” [Ahzab-45-46] Ve Teberake ve Teala şöyle buyurmuştur: وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık.” [Bakara-143]
Ey Müslümanların evlatları! Rabbinize, Resulünüz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, ümmetinize ve insanlığa karşı olan görevinizi yerine getirin. İşte o zaman Müslümanlar, Allah’ın indirdikleriyle yönetimi ve İslam’ı hayati bir mesele olarak taşımış olur. İşte o zaman Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmak ölüm kalım meselesi olur ki böylece batıla karşı zafer elde etmek onların hakkı olacaktır. Nitekim Allahu Teala, şöyle buyurmuştur: وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ“Mü’minlere yardım etmek Bize hak oldu.” [Rum-47]
O halde Allahu Teala, insanlara tebliğ edip şahit oldunuz mu diye sorduğunda cevap vermeye hazır mısınız?!
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Gâde Muhammed Hamdi – Sudan