- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Hedefi Yönündeki Kararlılığı ve Çalışmasıyla Benzersiz Tek Hizb, Hizb-ut Tahrir’dir!
Yüce bir hadarata sahip olan ve akidesiyle kalkınan İslam ümmeti, İslami mefhumların, ölçülerin ve kanaatlerin tamamının yürütme organı olan ve İslam dininin hükümlerini tatbik eden ve İslam davetini dünyaya taşıyan tüm Müslümanların genel başkanlığı sayılan bir varlığa sahip olup bugün mevcut nizamın mahalli olacak yürütme organı olan varlığını ve kimliğini yeniden elde etmeyi hak etmektedir. Şayet kendimize şöyle bir soru sorsak; ümmetin 100 yıldır kanayan yarasına parmak bassak ne olurdu acaba? Ümmetin ve tüm dünyanın hali nasıl olacak?
Allâme Şeyh Takiyyuddîn Rahimehullah, İslam’ın ve ehlinin koruyucusu ve hamisi olan Osmanlı Hilafet’inin yıkılmasının, İslam’ın hayat ve toplum vakıasından, yani pratik olarak uygulama vakıasından uzaklaştırılmasının ardından İslam ümmetinin ulaştığı durumu fark ettiği anda ilk olarak, bu devleti yeniden kurmanın metodunu düşünmüş, ümmetin vakıasını, mevcut durumunu ve ne hale geldiğini etüt etmiştir. Ayrıca ümmetin tarihini, dünyanın süper devleti olan bir devletin sahip olduğu gücü ve otoriteyi ve İslam akidesine ve ondan çıkan şerî hükümlere dayanan, onu tatbik ve uygulama konumuna getiren ve İslam’ı dünyaya bir risalet olarak taşıyan devleti dikkatli bir şekilde okumuştur. Bunun üzerine bunun ancak İslam akidesine dayalı olan ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk İslam Devleti’nin kurduğunda üzerinde yürüdüğü metodu takip eden siyasi bir kitlenin kurulmasıyla, bu fikirlerin ve sistemlerin hayat vakıasında yer bulması için Müslümanlara taşımakla olacağı sonucuna ulaşmıştır. Özellikle de bu sonuca, İslam’ın Müslümanların tek umudu ve içinde bulundukları umudun odak noktası haline gelmesinin ne yamalamanın ne de tedriciliğin ıslah etmediği, İslam’ın hayatın tüm problemlerine sahih bir şekilde çözüm getiren kapsamlı ve kâmil bir sistem olduğunu ve bu hedefe ulaşmasının başka bir yolu olmadığını tamamen idrak etmelerinin ardından ulaşmıştır. Bunun üzerine Celil Şeyh Rahimehullah, Hizb-ut Tahrir’i kurmuş, Hizbin üzerinde yürümesi gereken metodunu belirlemiş ve ondan sapmanın doğru yoldan sapmak, ardından da başarısızlık olacağını açıklamıştır.
Hizb, açıklamış olduğu metot üzere hareket etmiştir. Bu metot ise, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ittiba etmenin vacip olduğu şerî hükümlerdir. Nitekim metottan sapması için kafirler tarafından karşılaşmış olduğu sıkıntıya, meşakkate, yorgunluğa ve çabaya rağmen onun üzerinde yürümüş ve sebat etmiştir. Dünyadaki mevcut tüm sistemlerden farklı olarak benzersiz ve mütemeyyiz bir yönetim sistemi olan İslam'daki yönetim şeklinin ayrıntılı olarak bahsedildiği kitaplar yazmış, yönetimin kaidelerini, Hilafet Devleti’nin cihazlarını ve Halife’yi nasbetmenin keyfiyetini açıkladığı gibi bu devletin ilahi bir devlet değil beşeri bir devlet olduğunu açıklamış, İslami hükümlerin tatbik edilmesinde tedriciliğin haram olduğunu, polis yönetiminin haram olduğunu, yöneticiye ne zaman itaat edilmesi ve ne zaman karşı çıkılması gerektiğini, ümmetin yöneticiyi ne zaman muhasebe edeceğini ve ona ne zaman kılıç çekeceğini de açıklamıştır… Bunların tamamı, Kur’an’ı Kerim’in nâsslarına ve nebevi şerifin hadislerine dayanmaktadır. Dahası Şeyh Rahimehullah, her bölüm ve her kitaptaki bu delilleri nereden aldığını ve kitaplarda geçen tüm haberlerin sıhhatini kaynaklarıyla açıklamış, sıhhati veya ona yönelik delaleti teyit edilmemiş hadislerden oldukça uzak durmuştur.
Bu azim dini yönetime ulaştırmak amacıyla ümmetle birlikte çalışmak ve ümmetin onurunu ve izzetini yeniden elde etmesi için kıymetli eliyle yazmış olduğu kitap ve kitapçıklardan en harika ve en mükemmel olanlarından bahsedeceğim.
“İslam Nizamı” kitabını ve “Hizbi Kitleleşmenin” nasıl olacağını ihmal etmemiş, “İslam’da İktisat Nizamını” açıklamış, sonra “İçtimai Nizam’a” geçmiş, halkına asla yalan söylemeyen bu sadık Hizbin kendisi için çalıştığı Hilafet Devleti’nin anayasa taslağını hazırlamış, İslam Devleti’nden, nasıl düşüneceğimizden, kıvrak zekaya nasıl sahip olacağımızdan ve nasıl hareket edeceğimizden ayrıntılı bir şekilde bahsetmiştir. Ayrıca Allah’ın fazlı sayesinde İslami hayatı yeniden başlatmak isteyen herkesin elinde olan Ukubatlar Nizamı, Beyyinat Hükümleri ve benzerleri gibi bizim için birçok kitap neşretmiştir. Böylece Hilafet Devleti’ni ihya etme fikrini, siyasi faaliyeti için kalıcı bir başlık haline getirmiştir. Hatta tüm siyasi ve diğer yelpazeler arasında Hilafet’den bahsedilirken Hizb-ut Tahrir’in adıyla ilişkilendirilmektedir. Bu yüzden hiç kimseye yağcılık, yardakçılık ve ajanlık yapmadan Hilafet’e ulaşmak için çalışan benzersiz bir Hizb olarak kalmıştır. Sonra onu, faaliyetleri, ümmetin kaygılarına yönelik uyanıklığı ve bu kaygıları Allah Azze ve Celle’nin razı olacağı şekilde çözen Şeyh Takıyyuddîn’in çizgisi üzerinde olan Şeyh Abdulkadim Zellum takip etmiştir. Abdulkadim Zellum da kitaplar yazmıştır. Nitekim “Hilafet Devleti’nde Maliye” kitabında ümmet için malların dağıtılması keyfiyetini açıklamıştır. Ayrıca “Demokrasi Küfür Nizamı’dır” kitabını yazmış, Hizb-ut Tahrir’in erkek ve bayan gençleri için “Hizb-ut Tahrir'in Değiştirme Metodu”nu açıklamış, çok dikkatli bir şekilde “Hilafet Nasıl Yıkıldı”, “Amerika'nın İslam'ı Yok Etme Saldırısı” ve benzeri birçok kitap yazmıştır.
Sonra Şeyh Abdulkadim Zellum Rahimehullah’ın ardından, bu ümmeti kâfir Batı’nın saldırılarından kurtarmak için gecesini gündüzüne katan Allah onu korusun Celil Âlim Ata İbn Halil Ebu Raşta gelmiştir. Allah onu korusun tutuklama, hapis, işkence ve sıkıntılı bir yaşam gibi gerçekten çok zor bir süreçten geçmiş, bu yozlaşmış rejime karşı hak bayrağını kaldırmaya devam etmiş, nasihat edip yol göstermediği uygun hiçbir olay ve haber bırakmamıştır. Ayrıca bir serabın arkasında yürüyen, ajanlıklarının gölgelerinde kaldıkları süre içerisinde halklarını yoksulluğa, umutsuzluğa ve aşağılanmaya sevk eden bu yöneticilere gençlerinden heyetler göndermiş ve onları en ağır bir şekilde uyarmıştır. Bununla da sınırlı kalmamış, bilakis belki gafletlerinden uyanırlar diye en gür nidalarla haykırmış ve hala da haykırmaya devam etmektedir. Nidalarında Müslümanlardan güç ve kuvvet ve nusret ehlini de unutmamış ve onlara, Musab İbn Umeyr’in, Esad İbn Zürare’nin, Sa’d İbn Muaz’ın ahireti nasıl kazandıklarını hatırlatmış ve İslam’ın bayrağını yüksek bir şekilde kaldırabilmemiz ve ümmeti bir bütün olarak birleştirebilmemiz için ümmetin onları beklediği ve onların tekbir getirmeleriyle onlarla birlikte tekbir getirmeyi beklediği güç ve kuvvet ehlinin kulaklarında yankılanmıştır.
Allah’ın fazlı sayesinde Hizb-ut Tahrir, ideolojisini ve İslami hayatını yeniden başlatma hususundaki gayesini değiştirmeden sabit bir şekilde kalmaya devam etmiştir. Gayesine ulaşmak için hala ümmetle kaynaşmaya, sömürgeciliğin tüm şekilleriyle mücadele etmeye ve İslam’ın daha önce olduğu gibi zirvede kalması için onu köklerinden söküp atmak için çalışmaya devam etmektedir. Nitekim Hizb-ut Tahrir’in yaptığı ve hala yapmaya devam ettiği ameller, siyasi ameller olup bunların en bariz olanı, ümmeti İslam’ın potasında eritmek ve onu fasit akidelerden, yanlış fikirlerden, hatalı mefhumlardan ve küfrün fikir ve görüşlerinden etkilenmekten kurtarmak için ümmeti İslami kültürle kültürlendirmektedir.
Fikri çatışma ve siyasi mücadele etmekten hiç vazgeçmemiştir. Zira küfür fikirleri ve rejimleriyle, hatalı fikirlerle ve fasit akidelerle mücadele ettiği gibi ümmeti onların hegemonyasında ve nüfuzlarından kurtarmak ve diğer İslam ülkelerinden siyasi, ekonomik ve askeri olarak köklerini söküp atmak için egemen olan kafirlerle siyasi amelleriyle de mücadele etmektedir. Dolayısıyla herhangi birinin arzusunu yerine getirmek için asla ideolojisinden taviz vermemiştir. Nitekim bu, İslami sokağın Hizbi hedefini gerçekleştirmek için çalışan bir askeri kanat oluşturmaya zorlayan baskısına rağmen Suriye’de açık bir şekilde görülmektedir. Dikkat edin Hizbin hedefi, İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Ancak Hzib, Allah’ı razı etmek ve hedefini Allah’ın emretmiş olduğu şekilde gerçekleştirmek için baskılara rağmen şeri hükme sımsıkı sarılmıştır.
Hatta siyasi amelleriyle yöneticilerle çatışmış, onların ümmete yönelik ihanetlerini ve komplolarını ifşa etmiş, onları muhasebe etmiş ve Allah’ın şeriatını tatbik etmediklerinden dolayı onları kökünden söküp atmaya çağırmıştır. İşte Hizbin ameli, İslam’ın ırklarının, cinsiyetlerinin ve halklarının farklı olmasına rağmen tüm insalık için küresel bir risalet olmasına ve İslam’ın unsurları, ırkları, halkları ve dilleri ne kadar farklı olursa olsun iman edenleri tek bir ümmet kılmasına dayalı olarak hala siyasi bir ameldir. Zira bizler, tek bir dine inanıyor, tek bir Rabbe ibadet ediyor ve tek bir kıbleye yöneliyoruz. Bu yüzden asil olanın normal birine, beyazın siyaha ve Arap olanın Acem olana takvadan başka bir üstünlüğü yoktur.
Nitekim İslam’ın, Yahudilik, Hristiyanlık ve benzerleri gibi diğer dinlerden farklı olduğu çok iyi bilinmektedir. Zira Allahu Teala İslam’ı, kendisinden tüm insanlığın bütün hayat sorunlarına çözüm getiren bir nizamın çıktığı akli akideye dayalı bir ideoloji kılmıştır.
Bu yüzden Allahu Teala bize, İslam ile hüküm vermemizi ve hayatın her alanında onunla hükmetmemizi zorunlu ve farz kılmıştır. Dahası İslam’dan başkasıyla hüküm verenin veya ondan başkasıyla yönetenin kıyamet gününde Allah’ın azabına müstahak olacağını belirtmiştir. Bu ise İslam’ın dışındakinin İslam’dan daha üstün olduğuna iman etmediği zaman böyledir. Yoksa bu şekilde iman ederse, Allahu Teala’nın şu kavlinden dolayı kâfir olur: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerdir.” [Maide-44] Dolayısıyla Rahman’ın rızasını göz önünde bulundurarak kararlı bir şekilde hedefinin peşinde gitmiştir. Zira durumlar ve olaylar onu değiştiremediği gibi yolculuğunda bir zayıflık, acziyet ve umutsuzluk hissetmemiştir. Ümmetin evlatlarından tek bir damla kan dahi akıtmamış, bilakis evlatlarına nasihat eden ve yol gösteren bir baba mesabesinde olmuştur.
Ey Müslümanlar: Tüm basın açıklamalarımızda, makalelerimizde ve neşriyatlarımızda, şuan her bir Müslümanın şerî vacibinin Hilafet Devleti’nin yıkılmasından bu yana İslam’ın devlet ve toplumdaki hakimiyetinin yok olmasından, Müslümanların boyunlarında biat halkası olmaksızın üç günden fazla zaman geçirmelerinin haram olmasından, ayrıca Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetmelerinin ve üzerlerine uygulanan küfür hükümlerine karşı sessiz kalmalarının haram olmasından dolayı Hilafet’i ikame etmek için çalışmak olduğunu sürekli olarak tekrar ediyoruz. Bu nedenle Hilafet’i ikame etmek ve tekrar Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek için çalışanlar müstesna yeryüzündeki tüm Müslümanlar Allah katında günahkârdırlar. Hilafet Devleti’ni ikame etmedikleri ve tekrar Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikleri sürece de bu günah onlardan kalkmayacaktır. Zira sizler, Allahu Teala’nın şu şekilde buyurduğu gibi insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ “Siz insanlar arasında çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emredersiniz, münkeri nehyedersiniz ve Allah’a inanırsınız.”[Âli İmran-110] Dolayısıyla bu hayır, Allah’a iman etmek, şerî hükümlere bağlanmak, iyiliği emretmek ve münker karşısında susmamakla gerçekleşir. Bu nedenle küfür sistemlerinin ve hükümlerinin tatbik edilmesini, kafirlerin egemenliğini ve onların Müslümanlar ve ülkeleri üzerindeki siyasi, ekonomik ve askeri hegemonyalarını temsil eden en korkunç münker karşısında sessiz kalmak caiz değildir. Ayrıca kafirlerin bizim üzerimize egemen olmaları da helal değildir. Çünkü İslam ümmeti, kendi nefsinin efendisi, kararlarının kaynağı ve işlerinin kontrolüne sahip olmalı, hiç kimse onun üzerinde otorite sahibi olmamalı ve yaklaşık on üç asır boyunca uluslararası durumu kontrol eden ve dünya siyasetini formüle ettiği gibi dünyanın süper devleti olmalıdır.
Bugün Hilafet güneşinin kaybolmasının ardından İslam ümmeti, açgözlü kafirlerin ganimeti olmuş, kararı onların eline geçmiş, siyasetleri onlara tabi olmuş, ekonomisi ve silahları onlara bağlanmış, egemenliği onların ayakları altına alınmış ve servetlerini onlar yağmalamıştır! Oysa Allahu Teala, tüm bunları onlara haram kılmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَن يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلًا “Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.”[Nisa-141] Bu yüzden bizim, tek bir devletin altında birleşmemiz vaciptir. Zira bizler, diğer insanların dışında tek bir ümmetiz. Çünkü Allah Subhanehu bizleri, Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nübüvveti ve İslam’ın ebedi küresel risaleti ile onurlandırdığı gibi bizleri İslam akidesine bağlı kardeşler kılmıştır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Müminler ancak birbirlerinin kardeşidirler.” [Hucurat-10]
Dolayısıyla bize, Hilafet Devleti’nin varlığı olan tek bir varlık altında bir vahdet olmamızı farz kılmış ve birçok varlıklara parçalanmamızı da haram kılmıştır. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ فَاقْتُلُوهُ “İşiniz (yönetiminiz) tek bir adam üzerinde birleşmiş iken her kim gelir de asanızı parçalamak veya cemaatinizi (birliğinizi) bölmek isterse onu öldürün.” Dolayısıyla bizim bir devletimiz olmadıkça Hizb-ut Tahrir tüm bunlara yapmaya güç yetiremez. Bu yüzden Hizb, şu an dünyanın dört bir tarafından bulunmakta olup şöyle haykırmaktadır: Nusret ehlinden İslam’ı yönetime ulaştırmak için Hizbe yardım edecek biri yok mu?
Hizb-ut Tahrir’in, fikir ve metot olarak İslam’ı ve benimsediklerini taşımada benzersiz olması, şerî hükmün dışına çıkmayarak İslam’a bağlı kalması ve dışarından herhangi bir şeyin ona sızmasını engellemesinden dolayıdır. Çünkü benimseme, kalbinde hastalık olan herkesi ortaya çıkaracaktır.
Ey güç ve kuvvet ehli: Bu açgözlü rejimi kökünden söküp atmakta neden isteksiz davranıyorsunuz? Bizler Hizb-ut Tahrir ve tüm ümmet olarak sizden nusret talep ediyoruz. Zira bu talep, öncelikle sizden Allah Subhanehu ve Teala’nın talebidir. Zira O’nun dinine yardım edecek ve O’nun emrini yerine getirecek olan sizlersiniz. Aynen Kerim Rasul’ün, güç ve kuvvet ehli olan ensardan nusret talep etmesi ve onların da buna icabet etmesi gibi. Böylece Allah onları onurlandırmış ve nusret vermeleri nedeniyle onları ensarlar olarak isimlendirmiştir.
Allah Subhanehu ve Teala, Müslüman gruplara ve partilere, İslam Devleti’ni kurmaya ve gençlerini hazırlamaya davet etmelerini ve İslam Devleti kuruluncaya kadar onun kurulması sorumluluğunu omuzlarında taşımalarını emrettiği gibi, Müslümanlara bu davette cemaatlerin ve İslami partilerin merkezi olmalarını emretmiş ve ümmetin güç ve kuvvet ehline de nusret vermelerini emretmiştir. Zira nusret, özellikle sizden talep edilmektedir. Eğer sizler bu hususta isteksiz davranırsanız, şerî olarak sizden talep edilen şeyi Müslümanlar yapmak zorunda kalacaktır. Bundan daha da kötüsü ise, mücrim yöneticiler sizleri, ümmetinize yardım etmek yerine onu vurmanız için düşmanlarınız olan sömürgeci kâfir Batı’nın çıkarı için kullanmaktadırlar. Böylece günahınız iki katına çıkmaktadır. Allah için Allah için dininize yardım edin ve dininizi ve ümmetinizi terk etmenizden dolayı Allah’ın azabından kendinizi kurtarın.
Bizler her zamankinden daha fazla vurguluyor ve ısrar ediyor ve bıkıp usanmadan çalışıyoruz. Zira Hizb-ut Tahrir olarak metodumuz, küfrü kökünden söküp atacak ve onun yerine, kafir Batı’nın zulüm ve fesatla doldurmasının ardından yeryüzünü adalet ve doğrulukla dolduracak adil ve doğru olan Hilafet’in temsil ettiği İslam’ı getirip kapsamlı bir değişime ulaştıracak şerî ve pratik olan bir metottur. Bunu da Allahu Teala’nın şu kavli doğrulamaktadır: الَّذِينَ إِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْأَرْضِ أَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ وَأَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِ وَلِلَّهِ عَاقِبَةُ الْأُمُورِ “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” [Hac-41]
Allah’ın sizlere, mücrim zalimlere karşı Müslümanlara nusret vermeyi ve yeniden İslam Devleti’ni kurmak için Hizbe katılmayı bahşetmesi en büyük kurtuluştur. Zira Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ “Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet olacaktır!” Zira Müslümanlara nusret vermek, sizin üzerinize farzdır ey güç ve kuvvet ehli. O halde onları terk etmeyin ve öne geçen muhacir ve ensarlar gibi olun. Zira Allahu Teala onları, şu kavlinde övmüştür: وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” [Tevbe-100]
Allah’ım bizleri, ilk öne geçenlere güzellikle tabi olanlardan kıl. Allah’ım Senden, söz ve amelimizde kararlı olmayı ve Nübüvvet Minhaci üzere Raşidi Hilafet’i göz aydınlığı kılmanı temenni ediyoruz.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dareyn Eş-Şanti