Perşembe, 19 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/21
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
Evet Bu, İslam Ve Küfür Arasındaki Kapsamlı Bir Savaştır!

بسم الله الرحمن الرحيم

El-Raye Gazetesi

Evet Bu, İslam Ve Küfür Arasındaki Kapsamlı Bir Savaştır!

Müh. Visam Atraş’ın Kaleminden – Tunus Vilayeti

Yahudi varlığının İran’ın Lübnan’daki partisinin kalelerini bombaladığı ve yakın zamanda kendisini hedef alan İran füze saldırısına cevap vermek için çalıştığı bir zamanda ABD Başkanı Joe Biden, Ortadoğu’da kapsamlı bir savaşın patlak vermesinden “kaçınabiliriz” değerlendirmesinde bulundu. Ortadoğu’da kapsamlı bir savaşın önlenip önlenemeyeceğinden emin olup olmadığı hakkında Biden’a sorulan bir soru üzerine, "Tam kapsamlı bir savaş olacağına inanmıyorum. Bence bundan kaçınabiliriz." dedi. Sözlerine şöyle devam etti: “Fakat hâlâ yapmamız gereken çok şey var.” (El-Hurra, 4/10/2024)

Savaşın genişlemesinin kendi çıkarlarına zarar vermesinden ve bunun kendi çıkarlarını yanlış hesaplayan varlığın geleceğine etki etmesinden korkan Amerika’nın siyasi tutumu şöyle dursun, son zamanlarda bölgede kapsamlı bir savaştan kaçınılması konusunda çok fazla konuşma yapılıyor; bu ise Yahudi varlığının Aksa Tufanı operasyonundan bu yana geçen bir yıl boyunca topraklarda arbede çıkardığı ve kibirlendiği bir döneme denk gelmektedir. Nitekim kapsamlı savaş terimi çoğu medya organlarında, Batılı liderlerden, uluslararası uzmanlardan ve hatta bazı Müslümanların başındaki yöneticilerden alıntı yapılarak defalarca dile getirilmiştir. Zira Mısır, Ürdün ve Irak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu oturum aralarında yaptıkları ortak açıklamada, Gazze Şeridi’ne yönelik savaşını sürdüren ve Lübnan'da hava bombardımanını tırmandıran Yahudi varlığının bölgeyi kapsamlı bir savaşa ittiği konusunda uyarıda bulunmuşlardır. (El Cezire, 25/09/2024)

Kapsamlı savaş, savaşan taraflardan birinin veya her ikisinin de savaşçılar ve siviller arasında bir ayrım yapmaksızın savaş çabaları için mevcut maddi ve insan kaynaklarının çoğunu kullandığı bir savaştır.Sonuç olarak savaşan orduların yanı sıra savunmasız siviller de kan bedelinin önemli bir kısmını ödemektedir.

Bu anlamda kindar Haçlı Batı, geçen yüzyılın başında Hilafet Devleti’nin kasıtlı olarak yıkılmasından bu yana İslam ümmetine karşı kapsamlı bir savaşa girmiş, sömürgecilik ve savunmasız insanların kanının dökülmesini gerektiren doğrudan askeri işgal yoluyla Sykes-Picot sistemini dayatmış ve milyonlarca masum Müslüman kurban gitmiş ve halkların öldürülmesini ve yok edilmesini gerektirse bile ülkemizdeki çıkarlarını gözetmesi ve laik demokratik sistemi demir yumrukla dayatması için ajan rejimler bırakmıştır. Tıpkı doksanlarda Cezayir yöneticilerinin veya ümmetin sömürgeciye boyun eğen bu ajan rejimlere karşı devriminin ardından Şam ve Mısır tiranlarının yaptıkları gibi. Nitekim deneyimler, insanların yönelimlerinin sömürgeciliğin ve onun ülkemizdeki vekillerinin çıkarlarıyla çatışması durumunda demokratik seçim sandıklarının gerçek cephane sandıklarına dönüşebileceğini kanıtlamıştır.

Başkanı yalan ve iftirayla bölgede kapsamlı bir savaştan kaçınmak istediğini iddia eden küfrün başı Amerika’ya gelince; onun kuruluşundan bu yana dış politikası savaşlar çıkarmak, krizler üretmek ve yangınlar çıkarmak üzerine dayalı olup öldürmek, yıkmak ve sömürgeleştirmek onun genetik yapısının bir parçası ve hegemonyasının ve bekasının nedenlerini türettiği köklü bir kültürdür.Dolayısıyla Amerika bu konuda, sömürgeci Batı’nın Kuzey Amerika halklarına uyguladığı iğrenç soykırım operasyonunun ardından kokuşmuş kapitalist projesini ve onun kirli demokratik ürününü Kızılderililerin kafatasları üzerine inşa ettiği Amerikan kovboyunun zihniyetiyle hareket etmektedir. Nitekim milyonlarca Kızılderilinin en korkunç ve aşağılık yöntemlerle ortadan kaldırılmasına beyaz efendiler de katılmışlar ve çocukları doğramak ve onların vücut parçalarını annelerinin gözleri önünde alevli ateşlere atmak için yarışmışlardır.

Bu nedenle Amerika, İslam’a karşı Haçlı savaşına öncülük ettiğinden ve genellikle istihbarat servisleri tarafından üretilen terörizmle mücadele kılıfı altında Müslümanlara yönelik kapsamlı bir savaş yürüttüğünden beri Müslümanlara karşı uzun bir suç siciline sahiptir. Zira Irak savaşındaki korkunç suçlar, Guantanamo gözaltı merkezi skandalları ve bunların öncesinde Afganistan’da işlenen suçların yanı sıra Amerika, Sudan ve Şam’daki vekalet savaşlarına sponsor olmuş, dahası bunlara katılmış ve paralı asker alan ve onları Blackwater çatısı altında eğiten ilk kişi olmuştur. Bu hançer yaralarına, Myanmar ve Doğu Türkistan’daki derin yaraların yanı sıra 76 yıldır mübarek Filistin topraklarında Yahudiler tarafından aralıksız akıtılan kan şelalesi de eklenmiştir. Bugün bazı suçlular, sözde kapsamlı bir savaş uyarısında bulunarak bunu bir yıla indirmeye çalışmaktadır; oysa onlar, ister liderler isterse de vekiller olsunlar gerek ümmeti boyun eğdirmek gerekse onu dizginlemek için ümmete karşı yürütülen bu kapsamlı savaşın birer askeridirler. Dolayısıyla bu, en güçlü silahların ve en son teknolojik araçların kullanıldığı askeri ve psikolojik bir savaşın parçası olarak cephelerde ve siyasi, ekonomik ve medya olmak üzere her düzeyde girdikleri İslam’a karşı olan bir küfür savaşıdır. Sonra İslam’ı, onun sembollerini, kutsallarını ve Filistin’deki Selahaddin’in sancağını taşıyan mücahit kahramanları hedef aldıkları sırada bunu bir akidevi ve varoluş savaşı olarak değerlendirmekten de çekinmediler. Nitekim bu, Aksa Tufanı olaylarından sonra işgal hükümetinin sözcüsünün lisanı üzerinden gelmiştir; zira o zaman o, varlığının bir varoluş savaşına girdiğini vurgulamıştır.

Aynı şekilde bu, 7 Ekim’in yıldönümünde yaptığı konuşma sırasında bizzat Netanyahu tarafından da teyit edilmiştir; zira şöyle demiştir: “Bir yıl önce Hamas savaşçıları bize saldırdı ve biz o günden bu yana varoluş savaşında 7 cephede saldırılar gerçekleştiriyoruz.”

Dahası bizzat Amerikan Başkanı bu bağlamda şunu söyledi; “Eğer “İsrail” olmasaydı bir “İsrail” icat etmek zorunda kalırdık.” Dolayısıyla o, bu devşirme varlığı kuran ve meşum Balfour Deklarasyonu’nun yüzüncü yıldönümünü kutlayan İngiltere ile rekabet içindedir. Bu da Allahu Teala’nın şu kavlini doğrulamaktadır: قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُOnların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür.” [Al-i İmran 118]

Ayrıca Eski Fransa Başbakanı Manuel Valls, birçok Batılı lider ve siyasetçinin aklından geçenleri şu sözlerle dile getirmiştir: "İsrail” düşerse biz de düşeriz."

Böylece küfrün tek millet olduğu, Müslümanlarla tek bir yaydan savaştıkları, modern tarihin bilinen en büyük kapsamlı medeniyet savaşında İslam’ı mağlup etmek ve onun hadari projesinin ortaya çıkmasını engellemek istedikleri, bundan dolayı tüm kafir ülkelerin savaştığı ve İslam ümmetinin kendisini gözetip savunacak bir devletinin olmadığı görülmektedir. Bu yüzden kafir ülkelerin, tamamen ön yargılı olmaları ve Yahudi varlığına ve Filistin’in masum halkı pahasına işlediği korkunç suçlara sınırsız destek vermeleri şaşırtıcı değildir. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur:وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّاراًۚ حَسَداً مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler.” [Bakara 109]

Burada sorulması gereken soru şudur: Irak, Afganistan, Libya, Sudan, Suriye, Lübnan, Yemen ve Filistin’deki işkence ve öldürme, Müslümanların ve ordularının mustazafları desteklemesini ve dini ikame etmesini engelleyen zararlı yöneticiler tarafından işlenen zulüm baskının yanı sıra, nefislerdeki İslami kimliği yok etmeye ve İslami askeri doktrini öldürmeye yönelik kampanyalar gibi şayet insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin başına gelenler, evet şayet tüm bu olanlar sömürgeci liderlerin ve onların vekillerinin gözünde kapsamlı bir savaş sayılmıyorsa, o halde bizi yok etmeleri ve bir bir katletmeleri dışında hakkında bahsetmiş oldukları kapsamlı savaş şekli nedir acaba?!

Sonuç olarak Hizb-ut Tahrir’in kendisine çağrıda bulunduğu Raşidi Hilafet Devleti olmadıkça, ümmetin bedeninde devam eden kanama silsilesi durmayacak, Amerika’dan ve onun Haçlı müttefiklerinden ümmetin intikamı alınmayacak, Yahudi varlığı ve hain ve facirlerin başları kökünden sökülüp atılmayacaktır. Zira Hilafet, ordular hazırlayacak, kaleleri yıkacak, düşmanların tuzaklarını başlarına geçirecek, onları caydıracak, büyük ve açık bir zafere özlem duyan ümmetin çağrısına cevap verecektir; ta ki kibirleri ve zorbalıkları yüzünden gözleri kör olan ve eninde sonunda emrin kendilerine ait olacağını zanneden suçlu Yahudiler hakkındaki ikinci vaat gerçekleşinceye kadar ki bunu da Subhanehu’nun şu kavli doğrulamaktadır: فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْبِيراً“İki vaatten ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid’e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.” [İsra 7]

Kaynak: El-Raye Gazetesi - 517. Sayı - 16/10/2024

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER