Salı, 03 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/05
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

İngiltere'de Arttıkça Artan Gıda Yoksulluğu

بسم الله الرحمن الرحيم

8 Aralık Pazartesi günü, İngiltere'de tüm partilerin katılımıyla gerçekleştirilen, İngiltere'deki açlık ve gıda yoksulluğunun yaygınlaşmasına dair meclis soruşturmasının "Britanya'yı Doyurmak" adlı raporu yayımlandı. İngiliz halkı arasında bazen dramatik bir artışla artan acil yardım gıda talebini ve daha fazla insanın ailesini doyurabilmek için gıda bankalarına müracaat ettiğini ortaya koydu. Rapora göre, ülkede 4 milyon insan aç kalma riski altında; 500 bin çocuk kendilerini doyurmaktan aciz ailelerde yaşıyor ve 3.5 milyon yetişkin uygun beslenme ihtiyacını karşılayamıyor. Raporda belirttiğine göre, "Düşük gelirli hanelerde yaşayan çok sayıda insan sıklıkla parasını kullanırken gaz sayacı veya sofraya yemek koymak arasında tercih yapmak zorunda kalıyor." Soruşturmanın tespit ettiğine göre, İngiltere'nin en büyük gıda bankası sunucusu olan Trussel Trust Charity'nin 2004 yılında kurulmasından bu yana, 800 gıda bankası dahil, gıda yardımı tedarikçilerinin sayısı en az 1500'e yükselmiş. Sadece Trussel Trust 420 gıda bankası ile 2013/14 yılında 913 bin civarında insana yardım etmiş. Bu sayı 2011/12'de 129 bin civarındaydı ve bu hayır derneği her hafta 3 yeni gıda bankası daha açmakta. Gıda yoksulluğundaki bu artış; gelir daralmasına, yüksek enflasyondan dolayı geçim masraflarının artmasına, hükümetin sosyal yardımlarında kesintilere ve yaptırımlara, ayrıca aşırı yüksek elektrik/su/doğalgaz faturalarına atfedilmekte. Raporun yazarlarına göre, birçok aile kira borçlarından dolayı evlerinden atılmamak için veya gaz ve elektriğin kesilmemesi için çaresizlik içinde çırpınırken yemeksiz kalmayı tercih ediyor veya gıda bankalarından yardım almaya yöneliyor.

İngiltere gibi müreffeh bir toplumda, hem de hükümet finansal kuruluşları milyarlarca Pound harcayarak batmaktan kurtarabilecek kapasiteye sahipken ve zengin bankacılara milyonlarla ikramiyeler ödenirken ve hem de daha bu ay hükümet, yolların onarımı için 15 milyar Poundluk paket ilan etmişken; kendi halkının yeterli miktarda gıda alıp hayatını ve sağlığını korumaktan yoksun bırakılması, tamamıyla dehşet vericidir. Bazı uzmanlara göre İngiltere'de açlık, bir "acil halk sağlığı durumu" haline gelmektedir. Bilim adamları ve halk sağlığı doktorları da, 2008 yılındaki ekonomik krizin başlamasıyla birlikte yetersiz beslenmeden kaynaklı hastane yatışlarında büyük bir artış olduğunu ifade etmekteler. Bu ise yoksulluk nedeniyle besleyici gıdalara erişim olmamasına atfedilmiştir. Malnütrisyon (kötü beslenme) vakalarının 2008/09 yılından bu yana iki katına çıktığını belirttiler. Kids Company adlı çocuk hayır kurumu da İngiltere'deki gençlik arasında "sessiz açlık salgını" oluştuğunu söylüyor.

Ünlü bir değim, "Bir uygarlık, onun en zayıf üyelerine karşı nasıl davrandığıyla ölçülür" diyor. Vatandaşlarının en savunmasızlarına karşı olan son derece kayıtsız tutumlarıyla, İngiltere ve kendisi de berbat seviyede gıda yoksulluğu çeken ABD gibi ülkeler; açık seçik kapitalist sistemlerinin insanlığın meselelerini adil ve insani bir şekilde yönetmekteki akametlerini ispat etmiştirler. Bu kusurlu sistemin yoksulluğu ne engelleyecek ve ne de tedavi edecek, ne dirayete ve ne de iradeye sahip olmadığı aşikardır. Aksine onun politikaları; serveti azınlıkların elinde toplarken, bir yandan da çoğunluğu fakirleştirmiştir. Doğal kaynakları özelleştirmek gibi sahip olduğu bir yığın serbest piyasa ilkeleri, halkların varlıklarını eme eme kuruttu. Milyonlarca sıradan vatandaş, hayati insani ihtiyaçları karşılığında multi milyarlık gaz, elektrik ve su şirketlerinin tutsağı haline getirildi. Halbuki bunlar, herkesin adil şekilde istifade edebilmelerini temin etmek için, kamuya ait olmaları gereken mallardır. Tüm bunlara rağmen, kapitalist sistemin savunucuları, Batılı hükümetler de dahil olmak üzere, aldatıcı bir şekilde, toplumların üzerindeki apaçık yıkıcı tesirlere rağmen, zehirli kapitalist iktisat modellerini tüm dünyaya ülkelerin ekonomilerini yönetmek için en iyi yol olarak pazarlamaktalar. Üstelik kendi kendilerine biçmiş oldukları dünyayı kurtarıcı rolünü de, kendi ülkelerindeki fakirliğe karşı mücadelelerinde ne kadar cahil olduklarını ifşa etmiş olmalarına rağmen benimsemekte bahis görmeyip, tüm dünyada devletlere, İslam beldelerine dahi, iktisatlarını nasıl yürütecekleri konusunda ders veriyorlar.

Üstüne üstlük kapitalist sistem, böylesi devletleri yönetenlerin arasında, bakmakla hükümlü olduklarına hizmet etmekle kendini sorumlu görmeyen kapitalist zihniyetler yetiştirmiştir. Daha ziyade onlar; tatbik ettikleri kesintilerin ve politikaların insani maliyetini gözardı ederek ve zengin ve güç sahiplerinin çıkarlarını fakir ve aciz olanlarınkinden öncelikli görerek, bir devleti yönetmeyi bir şirketi yönetmekle eş tutmaktalar. Onlar; dokunulmazlıklarını ve yönettikleri insanların zorluk ve sıkıntılarına karşı duyarsız olduklarını ispat etmiştirler. Örneğin, "İngiltere'yi Doyurmak" adlı raporun lansmanı sırasında, bir muhafazakar lord ve soruşturmanın üyesi olan Barones Jenkins, yorumlarıyla infial yarattı. Ona göre, fakirler yemek pişirmeyi bilmedikleri için aç kalıyorlardı. Böylesi kapitalist ve soğuk mesafeli zihniyetlerin kendi milletinin ihtiyaçlarını samimiyetle karşılamaları hiç mümkün olabilir mi?

Nitekim, bu tür kapitalist zihniyetlerin yaklaşımları; yoksulları içinde bulundukları zorluklardan dolayı sorumlu tutup alaycı bir şekilde dikkatleri kendi kapitalist ideolojilerinin ve sistemlerinin akametinden uzaklaştırmak olmuştur. Örneğin Çalışma ve Emeklilik Bakanı İain Duncan Smith, insanların ya boşandıkları için, ya da hasta veya uyuşturucu bağımlısı oldukları için gıda bankalarına gittiklerini ve bundan hükümeti sorumlu tutmanın "gülünç" olduğunu iddia etti. Eğitim bakanı olan Lord Nash de artmakta olan gıda yoksulluğu meselesine yorum yaptı. Ona göre fakirler, paralarını idare etmekte daha fazla eğitim görmeliymişler. Toplumun geneline bulaşmış olan arttıkça artan fakirlik seviyesinden hastalık veya yemek pişirmeyi becerememek veya fakirlerin bütçe planlama becerilerini kabahatli bulan iddialar, böylesi gülünç imalar; sadece kapitalist sistemin ve onun savunucularının, serveti kendi halkına nasıl adilce dağıtacakları konusunda tamamen apışıp kaldıkları gerçeğini güçlendirmektedir.

Muhakkak dünyanın her vatandaşın ihtiyaçlarını layıkıyle, insanca ve adilce karşılanmasını garanti etmeyi gözetmek üzere, etkili ve adil bir biçimde devletin iktisadını yürütecek yeni bir yönetim modeline ihtiyacı vardır. İşte bu alternatif modeli Hilafetin İslami iktisat nizamı sunmaktadır. Bu sistem; kusursuz iktisadi ilkeler ve kanunlar içermektedir. Bunlar sadece yaygın yoksulluğu önlemeye ve ortadan kaldırmaya yönelik değil, hatta lüks ihtiyaçlarını da karşılama fırsatı vererek, insanlarına kalkınmayı da mümkün kılıyorlar. Bu sistemin; faizi, tekelleri, serveti istiflemeyi ve doğal kaynakların özelleştirilmesini yasaklaması, ayrıca zekat ve düşük vergilendirme sistemi tatbik etmesi; Hilafet altında uygulanacak İslami iktisat ilkelerinin sadece birkaçıdır ve bunların gerçekleştirilmesini geçmiş zamanlarda başarıyla ispat etmiştir.

Örneğin Ömer bin Abdulaziz'in halifeliği döneminde, Halife'nin bir keresinde Irak'ta bulunan memuru Abdülhamid bin Abdurrahman'a, halka vergilerini geri ödemeyi emreden bir mektup gönderdiği aktarılmıştır. Abdülhamid de ona, "İnsanlara paralarını ödedim ve hala Beyt-ül Mal'da para var" diye cevap yazıyor. Bu sefer Ömer, borcu olan herkesi araştırıp onun borçlarını ödemesi için emir veriyor. Abdülhamid de ona, "Onların borçlarını ödedim ve hala Beyt-ül Mal'da para var" diye cevap yazıyor. Ömer bu sefer de, bekar olup da evlenmek için parası olmayan herkesi bulmasını ve düğününü yapıp, mihirleri ödemesini emrediyor. Abdülhamid de ona, "Bulabildiğim tüm bekar erkekleri evlendirdim ve hala Beyt-ül Mal'da para var" diye cevap yazıyor. Ardından Ömer, haraç (arazi vergisi) borcu olan ve toprağını işletmek için yardıma ihtiyacı olan herkesi bulmasını ve onun bunu yapmak için her neye ihtiyacı varsa karşılamasını emrediyor.

İşte böylelikle Hilafet altında İslami iktisat nizamının tatbik edilmesi, Peygamberimiz (sav)'in müjdesinin meyvelerini ortaya çıkarttı. Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştu:

«يَأْتيَنَّ عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ ، يَطُوفُ الرَّجُلُ فِيهِ بِالصَّدَقَةِ مِنَ الذَّهَبِ ، ثُمَّ لَا يَجِدُ أَحَدًا يَأْخُذُهَا مِنْهُ»

"Öyle bir gün gelecek ki, o gün bir adam elinde sadaka vermek için altınla dolaşacak da onu elinden alacak kimse bulamayacak."

Dahası İslam, yöneticilerde insanların vasi, koruyucuları ve hizmetkarları olma zihniyetini yetiştirir ve onları buna zorunlu kılar. Muhasebe edileceklerinin bilinciyle onlar, halklarına karşı büyük sorumluluk hissi taşırlar, özellikle mazlum ve aciz olanlara karşı. Yoksulları maddi sıkıntılarından dolayı suçlamak yerine İslam; onların ihtiyaçlarını layıkıyla yerine getirmekle ve onlara durumlarını düzeltebilmeleri için gerekli araçları sağlamakla devleti zorunlu kılar. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu:

«والماء خبز وجلف عورته يواري وثوب يسكنه بيت: الخصال هذه سوى في حق آدم لابن ليس»

"Ademoğlu'na şu hasletlerden (daha büyük) bir hak verilmemiştir: içinde oturacağı bir ev, avretini örteceği bir giyecek, bir lokma/parça ekmek ve su."

Ayrıca Rasulallah (sav) şöyle dedi:

«أَيُّمَا أَهْلِ عِرْصَةٍ بَاتَ فِيهُمُ امْرُؤٌ جَائِعٌ، فَقَدْ بَرِئَتْ مِنْهُمْ ذِمَّةُ اللَّهِ»

"Herhangi bir yerleşim halkı içerisinde aç bir kimse sabahlarsa, Allah Tebareke ve Teala'nın zimmeti onlardan beri olur."

Ayrıca Rasulallah (sav) şöyle dedi:

«ما من أمير يلي أمر المسلمين ثم لا يجهد لهم وينصح إلا لم يدخل الجنة معهم»

"Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan hiçbir yönetici, onlarla birlikte cennete giremez."

İşte İslami akideden kaynaklanan bu hesap verme zorunluluğu, Ömer bin Hattab (ra) gibi İslami yöneticilerin erdemli ve takdire şayan davranışlarını meydana getirmiştir. Rivayet edilir ki, bir gün Kufe valisi Halife Ömer (ra)'yı ziyarete gittiğinde, onu kuru ekmek ve zeytin yağından ibaret yemeğini yerken bulmuş. Vali kendisine, "Ey Emir ul-Müminin! Senin yönettiğin yerlerde yeterince buğday üretilmekteyken, neden buğday ekmeyi almıyorsun?" diye sormuş. Halife hüzünlü bir ses tonuyla sormuş, "Benim geniş yönetimim altında olan her kişi buğdaya ulaşabiliyor mu?" Vali "Hayır" diye yanıt verince, Ömer (ra), "Öyleyse bu insanların her birine buğday ekmeyi ulaşmadan ben nasıl ondan yiyebilirim ki? demiş.

Kapitalizmi benimsemiş olan İslam beldelerinin yöneticileri, bölgelerindeki insanların çoğunluğunu korkunç yoksulluğa ve maddi sıkıntıya iterek, Batılı ülkelerin gitmiş olduğu aynı karanlık yolu izlediler. Buna rağmen, Müslümanların yöneticileri gülünç bir halde finansal acılarına devayı, İMF ve Dünya Bankası gibi kapitalist kuruluşların tavsiyelerinde, politikalarında ve ekonomik modellerinde aramaktalar. Kesinlikle Batı ülkelerini sarsmakta olan ekonomik bataklık ve sürekli artan fakirlik, bu beşeri sistemin İslam dünyasına tesir eden sorunlara - ister ekonomik ister başka türde olsun - çözüm sunmadığına dair yeterli delil teşkil etmektedir. Aksine, bölgedeki insanların üzerinden fakirliği ve finansal zulmü kaldırmanın anahtarı, ancak Allah'ın nizamına geri dönmektedir.

 

﴿وَضَرَبَ اللَّـهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُّطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِّن كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللَّـهِ فَأَذَاقَهَا اللَّـهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ﴾

"Allah, (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; ona rızkı her yerden bol bol gelirdi. Sonra onlar Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı."[An-Nahl: 112]

 

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu adına

Dr. Nazreen Nawaz
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu Üyesi

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER