- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
İslam Orta Doğu'da doğdu ve tekrar şaha kalkarak doğacak
İslam Orta Doğu'da doğdu, büyüdü ve güçlendi sonra zayıfladı ve ölüm döşeğine düştü. Şimdi ise öldürülmek istenildiğinde biiznillah küllerinden doğarcasına yine Orta Doğu'da şaha kalkacak. Orta Doğu Müslümanların bereketli toprakları olmasından öte Kur’an'da ismi geçen üç mübarek şehri yani Mekke, Medine ve Kudüs'ü içinde barındırdığı yer olduğunu da unutmamak lazım. Orta Doğu coğrafi olarak dünyanın merkezi konumunda olmak ile beraber birçok kültürün birleştiği tarihten bugüne birçok medeniyete de ev sahipliği yaptığı bir yer olarak ta biliniyor.
Orta Doğu kavramı en basit tabirle; Arap yarımadası körfezi ülkeleri ile Mısır'ı içine alan Türkiye, İran, Mezopotamya bölgesidir. Daha geniş bir tanımla Kuzey Afrika'yı içine alan Mısır'a kadar uzanan ve Atlas okyanusuna sınır çizen bir bölgedir. Orta Doğu konumu itibarı ile dünya siyasetinin hem geçmişte hem de günümüzde her zaman merkez noktasını oluşturmuştur.
Orta Doğu'nun etrafı Hazar denizi, Umman denizi, Karadeniz, Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz havzası ile çevrili olarak bu yönü itibarı ile de çok önemli bir jeopolitik yapıya sahiptir. Yine Orta doğu üç ana kara parçasının birleştiği nokta yani Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının bağlantı ve kesişme noktaları olarak da çok önemli bir konuma sahiptir. Bu konu ile alakalı olarak ABD'nin en ünlü danışmanı olan Zbigniew Brzezinski'nin yazmış olduğu Büyük Satranç Tahtası kitabında şuna değiniyor; ''Kim Avrasya'ya hakim olursa dünyaya hakim olmuş olur, kim de Orta Doğu'ya hakim olursa Avrasya'ya hakim olmuş olur''.
Orta Doğu dünyada var olan yeraltı kaynaklarının neredeyse 80%’ine sahip olmakla beraber aynı zamanda bereketli topraklara da sahiptir. Yine güneş enerjisi veya barajlar açısından da zengin olan ve ileriye dönük alternatif enerji için zengin olabilecek bir bölgedir.
Tüm bu coğrafi avantajlardan ve faydalardan daha önemlisi bu bölge İslam dininin doğduğu yani Resulullah (sav)'in 40 yaşında Mekke'de Allah (c.c.) tarafından peygamber olarak görevlendirdiği mübarek beldenin kendisi olmasıdır.
Bu kısa girişten sonra şuan dünyanın süper gücü olan ABD'nin bu bölge için çizmiş olduğu stratejiyi anlamak adına Brzezinski'nin yazmış olduğu Büyük Satranç Tahtası kitabından önemli bir özeti sizinle paylaşmak istiyorum. Ardından Müslümanların bu karmaşık ve bir o kadarda sıkıntılı coğrafyadan kısacası nasıl şaha kalkacağını ele alacağım. Bu bağlamda batının özellikle AB ve ABD'nin girmiş olduğu siyasi, ekonomik ve askeri çıkmazdan da bahsedeceğim.
Brzezinski kitabında bölge için ABD çıkarları açısından şunları dile getiriyor:
ABD Avrasya iç bölgesindeki devletler üzerindeki güçlü etkisiyle şu anda uluslararası üstünlüğe sahiptir. Ancak, Amerika'ya potansiyel bir rakip, yerkürenin en önemli oyun alanı olan Avrasya'dan çıkabilir. Bu nedenle, Amerika'nın Avrasya'daki jeopolitik çıkarlarının uzun vadeli yönetimi için Amerikan jeostratejisinin oluşturulmasında çıkış noktası, ana oyuncular üzerinde odaklanma ve arazinin doğru değerlendirilmesi olmalıdır.
Bunun için iki temel adım gereklidir:
- İlki; uluslararası güç dağılımında potansiyel olarak önemli bir kaymaya neden olabilecek güce sahip, jeostratejik olarak dinamik Avrasya devletlerini tespit etmek ve bunların siyasal seçkinlerinin merkezi dış amaçlarıyla, bunlara ulaşma arayışlarının olası sonuçlarını deşifre etmek; konumları veya varlıkları, daha aktif jeostratejik oyuncular ya da bölgesel koşullar üzerinden hızlandırıcı etkilere sahip olan, jeopolitik olarak önemli Avrasya devletlerini saptamak;
- İkincisi; yaşamsal ABD çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere, yukarıdakileri devre dışı bırakmak, birlikte karar vermek veya kontrol etmek amacıyla belirli ABD politikaları geliştirmek, daha özel ABD politikaları arasında küresel ölçekte bağlantı kuracak daha kapsamlı bir joestratejiyi kavramsallaştırmak.
Kısacası, ABD için Avrasya stratejisi (Amerika'nın eşsiz küresel gücünün kısa vadeli korunması ve bunun uzun vadede kurumsallaştırılmış küresel bir işbirliğine dönüştürülmesi şeklinde, iki Amerikan çıkarını koruyarak), jeostratejik açıdan dinamik devletlerin amaca yönelik yönetimini ve jeopolitik olarak katalizör devletlerin dikkatli el altında tutulmasını içerir. Eski İmparatorlukların acımasız çağlarını çağrıştıran bir terminolojiyle söylemek gerekirse, yayılmacı jeostratejilerin üç büyük ön koşulu, gizli anlaşmaları önlemek, güdümlü devletlerin güvenlik açısından bağımlılıklarını devam ettirmek, tebaaları itaatkar kılmak, koruma altında tutmak ve barbarların bir araya gelmesini önlemektir. (Zbigniew Brzezinski Büyük Satranç Tahtası s. 62-63)
Görüldüğü üzere 1945'te İkinci Dünya Savaşının bitiminden sonra süper güç ve 1989 Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ise yegâne güç olan ABD'nin varlığını sürdürebilmesi için Avrasya bölgesinde ve onun kalbi olan Ortadoğu'da varlığını sürdürmesi gerekiyor. Bunu koruyabilmek için ise her ne gerekiyorsa yapmaya da hazır olduğu biliniyor. Egemenliğini koruyabilmek için yıllardır despot yöneticilere destek oldu ve onlarca vekâlet savaşı tezgahladı. Yine hazırlanmış ve yara haline getirilmiş olunan etnik kimlikleri kaşıyarak bölgede savaşlar tezgâhlandı. Bu son örneği çok bariz bir şekilde Irak ve Suriye'nin kuzeyinde ve Türkiye'nin güneydoğu Anadolu bölgesinde gözlemlemek mümkün. Yıllardır zülme maruz kalmış bir etnik gurubun zamanı geldiğinde vekâlet savaşçıları olarak devreye sokulduklarını üzülerek göreyebiliyoruz. Yine despot yöneticilerin itaatkâr ve kendi halkını kontrol edebildikleri sürece ayakta kalmalarını sonuna kadar savunduklarını görebiliyoruz. Yine özellikle Arap baharı olarak bilinen 2011 ayaklanmasını da kendi emelleri için kısmen kullandıklarını da gözlemleyebiliyoruz. Nitekim Türkiye üzerinden uygulamaya konulan ılımlı İslam projesi ve gerekirse İran İslam Cumhuriyeti benzeri bir Anadolu İslam Cumhuriyeti dahi oluşturulmasına göz yummak istediklerini görebiliyoruz. Yeter ki batı kendi jeostratejik hedeflerine ulaşabilsin ve kesinlikle bu konuda bir sapma olmasın.
Lakin bu gidişatın ilelebet sürmesi elbette ki mümkün değil. Neticede batının yıkılma sürecine girdiğini görmekte artık zor değil. Batı ülkelerinin dünya sıralamasında en çok borçlanmış ülkeler olduğunu bilmek gerekiyor. Yine dünyanın süper gücü olan ABD'de on milyonlarca insan evsiz sokakta yaşıyor. Milyonlarca insan günde ortalama 13-14 saat çalıştığı halde hastalandığında tedavi görecek parası olmayabiliyor. İnsanlar huzursuz ve kesinlikle mutlu değil. Ruhi bunalım zirve yapmış durumda. ABD'de yılda ortalama 60000 kişi intihar ediyor. Yine bu oran diğer batı ülkelerinde de hiç az değil.
Batı ülkelerinin askeri olarak kendilerini güçlü addetmiş olmaları aslında 2001 Afgan harbi 2003 Irak harbi ve son olarak da 2012 Libya ve Suriye harpleri ile suya düşmüş oldu. Batının özellikle Ortadoğu'nun kalbi olan Biladuş-Şam'da kontrolü hale ele geçirememesi tam tersine bataklığa battıkça batması ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin dediği gibi başkan Obama'nın saçlarını en çok beyazlattığı mevzu olduğunu dile getirdi. Obama şöyle konuşmuştu: "Saçlarımın büyük bir bölümü Suriye toplantıları yüzünden beyazladı" (zernews.com veya russia today 05.08.16)
Batı bu şekilde bir konumda iken Müslümanlar geçmişte olduğundan daha çok ve azimli bir şekilde şeri devlet modeli olan Hilafet'e tabi olma ihtiyacı hissetmekte. Bu gidişat yani mevcut despot yönetimler ve onların üzerine bina ettikleri cumhuriyet, demokrasi veya laik rejimler gün geçtikçe Müslümanlar tarafından kerih görüldüğü aşikar. Müslümanlar artık batı ve onların yalan vaatlerine inanmıyorlar. Onların sözde yardımlarının kesinlikle göz boyamadan başka bir şey olmadığını çok iyi biliyorlar. Sözde İslam ülkelerinin gerçekleştirmiş oldukları siyasi ve toplumsal girişimlerin neredeyse tamamı tutarsız ve gülünç olduğunu dünden daha güçlü bir şekilde bugün hissediyorlar. Çözümün sadece namaz, oruç veya hac gibi ibadetlerle halledilemeyeceğini her geçen gün daha iyi anlıyorlar. Yani kısacası Müslümanların gündemini belirleyenin İslam olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla İslam’ın egemen olduğu bu havayı teneffüs ettiğimiz sürece şer'i devlet yani ikinci Raşidi Hilafet Devlet'inin ikamesi artık kesinlikle hayal olmaktan çıkmış bulunmakta. Bu uğurda 1953 yılından beri canla başla çalışan Hizbin verdiği yoğun çalışmanın müspet bir netice aldığını ve istenilen mutlu sonun çok yakın olduğunu artık çok net olarak görüyoruz.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Mehmet Aydın