- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber - Yorum
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Çıkardığı Tutuklama Emirleri Adalet Mi Yoksa Batılı Güçlerin Elindeki Bir Araç Mı?
Haber:
Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) geçtiğimiz günlerde, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemekle suçlanan Başbakan Binyamin Netanyahu, eski Savaş Bakanı Yoav Galant ve Hamas lideri Muhammed Deif hakkında tutuklama emirleri çıkardı.
Yorum:
Her ne kadar bu, hesap verebilirliğe yönelik bir adım gibi görünse de, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin getirdiği sınırlamalar ve temel jeopolitik dinamikler daha derin bir gerçeğin altını çizmektedir: Zira mahkeme, Batılı güçlerin bir aracı olarak hareket ederek güçlü devletleri korurken zayıf devletlere odaklanmaktadır. Ayrıca bu aynı güçler, genellikle ele aldıklarını iddia ettikleri çatışmaların temel nedeni ve destekçisidirler. Nitekim Uluslararası Ceza Mahkemesi, bireyleri en ağır suçlardan dolayı sorumlu tutmak amacıyla 2002 yılında kurulmuş olup hiç kimsenin hukukun üstünde olmadığı ilkesiyle çalışmaktadır. Ancak uygulama gücünün olmaması ve devlet işbirliğine dayanması, etkinliğini ciddi şekilde zayıflatmaktadır. Ayrıca Yahudi varlığı, Amerika, Rusya ve Çin gibi ülkelerin Roma Statüsünü onaylamamış olmaları, bu ülkelerin cezasızlıkla hareket etmelerine izin vermektedir. Sonuç olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi, özellikle Afrika ve Ortadoğu’daki zayıf devletlerin liderlerini orantısız bir şekilde hedef alırken, güçlü devletlerin ve müttefiklerinin liderlerinden kaçınmaktadır. Bu ayrıcalıklı adalet, mahkemenin yapısal önyargılarını yansıtmakta olup bu da onun adaletin tarafsız bir hakemi olmaktan ziyade zayıf devletleri kontrol etmeye yönelik jeopolitik bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi, güçlü devletleri ve onların müttefiklerini korumak yoluyla küresel adaletsizliği çözmek yerine onun devam etmesi için çalışmaktadır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, kendisine finansman sağlayan ve faaliyetleri üzerinde etkisi olan Batılı güçlerle, özellikle de Avrupa ülkeleriyle derin bir şekilde iç içe geçmiş durumdadır. ABD onun üyesi olmamasına rağmen, kendisinin ve Yahudi varlığı gibi müttefiklerinin çıkarlarını korumak için aktif olarak müdahalede bulunmaktadır. Bu da bu dinamik mahkemenin rolünün, küresel statükoya meydan okumaktan ziyade onu korumaya yönelik bir araç olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla özellikle İslam beldelerindeki çatışmaları körükleyen ve destekleyen sistemin bir parçası olan bir kurumdan adalet beklemek saflık olur.
Uluslararası Ceza Mahkemesi, Filistin’in 2015 yılında Roma Statüsüne katılması nedeniyle Filistin topraklarında işlenen suçlar üzerinde yargı yetkisine sahip olduğunu iddia etmektedir. Ancak Yahudi varlığının özellikle Amerika ile kurduğu güçlü ittifaklar onu neredeyse dokunulmaz bir hale getirmektedir. Netanyahu ve Galant hakkında verilen tutuklama emirlerinin somut bir eyleme yol açması pek olası değildir; zira Yahudi varlığı, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkisini cezasızlıkla reddetmeye devam etmektedir.
Bu tutum, daha geniş bir konuya ışık tutmaktadır: zira Uluslararası Ceza Mahkemesi ve onun Batılı destekçileri, tarafsız gözlemciler veya arabulucular değil, Filistin krizinin devam ettirilmesinde aktif katılımcılardır. Çünkü onlar, sözle adalete hizmet etmekle yetinirlerken Yahudi varlığının işgaline ve saldırganlığına imkân sağlamaktadırlar.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne ev sahipliği yapması itibariyle Hollanda, Batı yaklaşımının ikiyüzlülüğünün somut bir örneğidir. Zira mahkeme Yahudi liderler hakkında tutuklama emri çıkarırken, aynı zamanda Hollanda, Siyonizm karşıtlığını antisemitizmle bir tutarak Yahudi liderlere yönelik eleştirileri bastırmak için çalışmaktadır. Bu adım, Yahudi politikalarına yönelik meşru muhalefeti boğmakta ve adaletin ayrımcı bir şekilde uygulandığının altını çizmektedir; bu da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin güvenilirliğini zedelemektedir.
Adalet için Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi kurumlara ya da Batılı güçlere başvurmak sadece beyhude bir şey değil, aynı zamanda da yanlıştır. Zira bu güçler, sorunun çözümü değil kaynağıdırlar. Uluslararası Ceza Mahkemesi ise bu güçlerin elindeki bir araç olup güçlülerin hegemonyasını korumakla birlikte zayıf ülkeleri kontrol etmek için tasarlanmıştır. Dolayısıyla böyle bir sistemden adalet beklemek saflık olur.
Filistin’in kurtuluşu da dahil olmak üzere Müslümanların sorunlarının gerçek çözümü, İslam ümmetinin bizzat kendisinde yatmaktadır. Müslümanlar sadece Hilafetin tek sancağı altında birleşerek onurlarını, egemenliklerini ve topraklarını yeniden elde edebilirler. Zira Müslüman ülkeler arasında devam eden bölünme, kolektif gücümüzü zayıflatmakta, bu da dış güçlerin bizi sömürmesine ve bize hükmetmesine izin vermektedir. Bu yüzden Filistin’in kurtuluşu uluslararası mahkemeler ya da sömürgeci kurumlar aracılığıyla değil, aksine İslam ümmetinin birleşik çabalarıyla gerçekleşecektir. Dolayısıyla bu gerçeği kabul etmenin ve dünyanın her yerindeki Müslümanların karşı karşıya kaldıkları kapsamlı bir çözüm sağlayacak olan Hilafetin kurulması yoluyla ümmetin yeniden canlanması için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmanın zamanı gelmiştir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Okay Pala