Çarşamba, 23 Cumade’s Sânî 1446 | 2024/12/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü
İSLAMİ HİLAFET İSLAM BELDELERİNDEKİ EĞİTİMİN SÖMÜRGECİ EMTİYASINA DÖNÜŞMESİNİ ENGELLİYOR

بسم الله الرحمن الرحيم

İSLAMİ HİLAFET İSLAM BELDELERİNDEKİ EĞİTİMİN

SÖMÜRGECİ EMTİYASINA DÖNÜŞMESİNİ ENGELLİYOR

(Birinci Sınıf Eğitim Nasıl Olmalı - Bölüm 2)

Allah () gerçekten de İslam'da eğitim sürecinden doğacak kaliteyi de tanımlamış fertlerin Ulul Elbab olabilmesini ve Hayırlı Ümmet olacak nesiller oluşmasını temin etmiştir. Böylece bu nesil, Ümmeti gelecekte muhteşem, güçlü ve öncü bir ümmete ve hatta dünya medeniyetinin ve teknolojik kalkınmanın öncüsü yapacak niteliğe sahip kılmaktadır. Bu makale, dünya standardında üniversite kavramını İslami açıdan ele alan son bölümdür.

EĞİTİM BİR MEDENİYETİN EN BÜYÜK YATIRIMIDIR

Avrupa ve Amerika'nın dirilişinden çok uzun bir süre önce, 13 asır boyunca İslam Ümmetinin medeniyeti dünyaya medeniyette ve teknolojik kalkınmada başarıyla öncülük etmiştir. Başka hiçbir medeniyetin zaferi bu kadar uzun sürmemiştir. Hunke ve El-Faruqi İslam toplumunun İslami Hilafet cağındaki durumunu tarif ederken başarısının en önemli nedenini bilim ve teknolojideki kazanımlarına atfetmekteler.[1]

Öncelikle, İslami toplumun kalkınmasının akidesinden kaynaklandığına dair paradigmayı ele alalım. Buna göre ilim imanın "ikiz kardeşi" ve öğrenmenin bir nevi ibadet -Allah'a yaklaşmanın bir yolu (marifetullah)- olduğu beyan edilmektedir. İlim sahibi insanlar da peygamberlerin varisleri, batıl inanç ise şirk olarak kabul edilmektedir. Bu paradigma, eski Roma, Fars ve Hindistan'ın da paradigması olan, Cahiliyye paradigmasının yerini aldı. Onların gözünde ilim sadece seçkin bir kesimin ayrıcalığı ve sıradan insanlara yasaktı. Hatta bu paradigmanın ne kadar devrimci olduğunu ve bilim ve teknolojinin uyanışına yol açtığını tarif etmek için Hunke, "Haydi Millet Okula" terimini kullanmıştır. İlim talep etmeyi teşvik eden ise Hadisler'den doğmuştur, örneğin...

«طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ» "İlim talep etmek her Müslümana farzdır", «اطلبوا العلم من المهد إلى اللحد» "Beşikten mezara ilim talep et", ««اطلبوا العلم ولو في الصين "Çin'de de olsa ilmi arayınız", «فَضْلُ الْعِلْمِ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ فَضْلِ الْعِبَادَةِ» "Bir saat ilim öğrenmek gece sabaha kadar ibadet etmekten kıymetlidir." vb. Hatta varlıklı insanlar bile toplumun ilmini ve eğitimini artırmak için bir şeyler yapmaya çok hevesliydiler ve bununla gurur duyardılar. Kütüphaneler, rasathaneler veya laboratuvarlar kurar, hatta uzmanlar istihdam ederdiler.

İkinci olarak, devletin bilimsel gelişmeyi olumlu bir şekilde teşvik etmede güçlü bir rolü vardı. Her ne kadar zaman zaman siyasi durum değişse de, İslam beldelerindeki geçmiş yöneticilerin bilime karşı tutumu bugünkü yöneticilerin tutumundan kat kat daha olumluydu. Devlet hocalara (öğretim görevlilerine), âlimlere ve bilim adamlarına büyük değer verir, ihtiyaçlarını teminat altına alır, onları görevlerinde ciddi şekilde destekler ve hatta Kur'an ve Sünnetten kaynaklanan bilimde uzmanlaşma arzularını teşvik ederlerdi.

İşte bu makalenin odak noktası bu ikinci husustur. İlimde/bilimde ve eğitim sisteminin niteliğini tasarlamada hiç şüphesiz en önemli faktörler, devletin bağımsızlığı ve güçlü bir vizyona sahip olmasıdır. Zira devletin siyasi nizamı tüm kaynaklarının yönetimini (hem doğal hem insan kaynaklarını) bu hedefe ulaşmak üzere yönlendirecektir.

İslam'da siyaset; Ümmetin hem iç hem dış meselelerini İslami hükümlerle idare etmek/gözetmek demektir (ri'ayah shu'un wa al Ümmet dakhilian kharijiyan). Siyasi faaliyetler hem insanlar (Ümmet) hem de hükümet (devlet) tarafından icra edilir. Devlet, bu işleri pratik olarak düzenleyen bir kurumdur. Öte yandan Ümmet; devletin bu görevi yerine getirirken yanlış yapmamasını kontrol eder (muhasebe). Bu esnada İslam'ın siyasi hedefi; insanların hayatlarını hayatın en önemli açılarından İslam'ın hükümleriyle korumaktır, yani nesebi, zihni, izzeti, insan canını, malını, dini, emniyeti ve devleti korumaktır. [2]

Eğitim konusunda ise, İslam'ın siyasi hedeflerinden aklı korumayı gerçekleştirebilmek için, insanları ilim talep etmeye, tedebbür ve içtihat yapmaya ve insan aklının potansiyelini geliştirebilecek farklı yöntemleri geliştirmeye teşvik etmek devletin üzerine farzdır. Ve aynı zamanda ilim sahibi insanların varlığını da övmektedir. (bkz: Maide 90-91, Zümer 9, Mücadele 11) İslam nizamının devlet politikası eğitim sistemini ve onu destekleyecek tüm sistemleri tasarlayacaktır. Sadece bütçesini değil, medya, araştırma, laboratuvar, sanayi ve dış politikayı da buna göre şekillendirecektir. İslami hükümet; eğitimin İslam'ın bekası için ileriye dönük bir yatırım olduğunu çok iyi bilmektedir.

I. İSLAM'IN İÇ SİYASETİ EĞİTİMİN TİCARİLEŞTİRİLMESİNİ ÖNLER

Allah () Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki: ﴿وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ﴾“(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya 107) Allah () İslam'ı âlemlere bir rahmet olarak gönderdi. İslam'ın merhameti ise İslam'ın hükümleriyle herkes için hayır getirmekle ortaya çıkmaktadır. Zira İslam'ın hükümleri tüm insanların hayatta karşılaşabilecekleri her türlü sorunları çözebilme özelliği vardır. Aynısı eğitim için de geçerlidir. Hilafet eğitim verirken ayrımcılık yapmamaktadır. İlköğretimden orta öğretime kadar her vatandaşa, dinine, mezhebine, ırkına veya cinsiyetine bakmaksızın kaliteli ve ücretsiz eğitim verilecektir. Yükseköğretimi ise Hilafet gücü dâhilinde ücretsiz sunacaktır.

İlime büyük önem veren Peygamberimiz Rasulullah () Medine’de İslam devletini kurar kurmaz, devletin başkanı olarak bizzat sistematik eğitim vermeyi başlatmıştır. Ondan sonra da, İslami Hilafet devleti döneminde de, tüm vatandaşlara ücretsiz eğitim verilmiştir. Böylece tüm İslam tarihi boyunca devletin eğitimden kâr elde etmesi veya halktan eğitim için ücret alması hiç görülmemiştir. Zira devletin prensibi, eğitimin insanların temel ihtiyacı olmasıdır. Temel ihtiyaçları teminat altına almak ise daima İslam'ın iktisat nizamının ruhu olmuştur (al-hajat al-asasiyah/temel ihtiyaçlar). Her bir ferdin temel ihtiyacı gıda, giyim ve sığınaktır. Bunların her biri her insan için temel ihtiyaçtır. Toplumun temel ihtiyaçları ise emniyet, tıp ve eğitimdir.

İslam'ın iç siyaseti eğitimin ticarileştirilmesini ve ticari bir emtiyaya dönüştürülmesini önlemektedir. Hatta insanlardan eğitim adına herhangi bir ücret talep edilmesi insanlar arasında ayrımcılığa yol açar ve iki tip eğitim, yani zenginlere ayrı ve halkın çoğunluğuna ayrı eğitim, oluşturur. Bunu önlemek için eğitim sistemi aracılığı ile ilim ihtisas etmenin temel prensiplerini anlamak elzemdir. Bunlar da şöyle sıralanabilir: [3]

  1. İlim ihtisas etmenin yollarını sistematik olarak devlet açmak zorundadır.
  2. Bilim ve teknolojide uzmanlaşmak sadece devlet politikalarıyla mümkündür ve özel şahısların hele de yabancıların teşvikiyle kesinlikle mümkün değildir.
  3. İslam Ümmeti Hilafet Devletinin nizamı altında yaşamalıdır. Zira İslam'ı tatbik eden ve İslam davetini dünyanın her köşesine taşıyıp Âlemlere Rahmet olarak tatbik edecek olan sadece odur.

Bunun için İslam Ümmeti temel 3 ilkeyi yerine getirmek zorundadır ki böylece Allah ()'nın dediği gibi insanlar için çıkarılmış EN Hayırlı Ümmet olsun. İslam Ümmetinin geçmiş şanlı günlerinde bilim ve teknolojide en üstün başarıları elde etmesi; Hilafet sisteminin tatbik edilmesinden ayrı düşünülemez. Zira Hilafet sistemi, tüm dünyada uygulanabilir bir ahkâma ve dini vecibeleriyle uyum içinde olan bir siyasi role sahiptir. Ve genel olarak tarihe bir baktığımızda eski liderlerin güvenilir ve nitelikli takva ehli insanlar ve devlet adamları olduğunu, Rabblerinden korkan, ilmi ve halkını seven "Vera' Ehli" âlimler olduğunu görürüz. İslam medeniyetini oluşturan 3 ana sütunun, yani din, siyaset ve ilimin, tek bir yönetim altında, Halifenin yönettiği Hilafet nizamının altında, birbiriyle nasıl bütünleştiğini de görebiliyoruz.

Devletin bilim ve teknolojide sistematik olarak başarılı olup olamadığını ölçmek için şu hususlara bakılır:

  1. Eğitim sistemi devletin hayata bakış açısıyla ve karşılaştığı sorunlarla uyum içinde kurabilmiş midir?
  2. Araştırma devletin sorunlarını çözebilecek şekilde yönlendirebilmiş midir?
  3. Araştırma sonuçlarını uygulayacak bir sanayi sistemi oluşturabilmiş midir?
  4. Adil ekonomik kazançlar elde edebilecek bir sanayi sistemi oluşturabilmiş midir?
  5. Sanayi sistemi devletin karşılaştığı sorunları çözmek için, devletin vizyonu ve misyonundan yola çıkarak yönlendirebilmiş midir?

Bu temel ilkelere dayanarak görüyoruz ki bilimde uzman olabilmek için güçlü ve bağımsız olan bir devlet; araştırma kapasiteleri dâhil eğitim sisteminden başlayarak sanayi sistemine kadar, istihdam modeli ve planlarından diplomatik siyasetine ve başka ülkelerle uluslararası ilişkilerine kadar tüm stratejik bileşenlerini devreye sokacaktır. Tüm bunlar devletin siyasi hatlarının belirlediği sınırlar dâhilinde tasarlanmıştır.

II.İSLAM'IN DIŞ SİYASETİ EĞİTİMİN BİR SÖMÜRGE ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİNİ ENGELLER

Kapitalist ideoloji üzerine kurulmuş bir devlet için siyasetin, hukukun ve sosyo-kültürel değişimlerin yanısıra bilim ve teknoloji en önemli ekonomik araçlardır. Bu nedenle, ekonomiyi canlandırmak için bilim ve teknolojide yükselişe ihtiyaç duyar. Dünya çapında gerçekten büyüleyici olan sanayileştirilmiş yükseköğretim merkezlerine bir bakın, mesela Boston, New York, California, Toronto, British Columbia; Londra, Manchester, Cambridge veya Sydney, Melbourne ve Canberra... Özellikle bilimin iktisadi kalkınmayı tetiklediğini anladıktan sonra, bilim ve teknolojiyi 21. yüzyıl için sermayeye dönüştürme sürecini başlatanlar bu endüstriyel bölgelerdir - bunun adı; bilgi-ve-teknoloji-güdümlü iktisadi büyümedir.

Bu nedenle İngiliz uluslararası ilişkiler uzmanı Susan Strange'in analizi doğrudur. Ona göre bilim ve teknoloji dünyaya hükmeden güçlerden birer tanesidir: "Bilgi güçtür. Bilgiyi geliştirmeyi veya elde etmeyi ve başkalarının takdir edip aradığı herhangi bir bilgiye başkalarının erişimini engellemeyi beceren her kim olursa, çok özel bir yapısal güç uygulayabilecektir." [4] Böylece günümüzde bilgiyi tekelleştirme uygulamaları dünyaya liderlik etmek isteyen bir devlet için bir tür zorunluluk haline gelmiştir. İşte Batının İslam beldelerine karşı yürüttüğü çalışma budur. Bunun sonucu olarak bilimsel kalkınma anlamında gittikçe artan oranda Batıya bağlılık oluşmuştur.

Bu bağımlılık gerçekten ironik bir durumdur. Zira bir zamanlar İslam Ümmeti bilimde uzmanlaşmaya öncülük etmiştir. Müslüman bilim adamları sayısız keşifler yapmış, bunlar bilimsel kitaplarda derlenmiş ve sürekli araştırma yaparak geliştirilmiştir. İbn Sina, el-Farabi, İbn'i Haldun, Hârizmî gibi birçok büyük bilim adamı, bir zamanlar İslam'ın bilimi şanlı kıldığının kanıtıdır.

İslam'ın zayıflamasıyla birlikte, Müslüman bilim adamlarının sayısı da azalmıştır. Hatta binlerce kitap içinde raptedilmiş bilgi kaynakları da ya yok edilmiş veya Batı tarafından ele geçirilip geliştirilmiştir. Sonuç olarak bugün bilimde hızlı ilerlemeler kaydeden İslam değil, Batı olmuştur. Çünkü bilim tahsil etmek, araştırmak ve geliştirmek aktif olarak Batıda yapılmaktadır. Bu süre zarfında İslam beldelerindeki rejimler bu tarz faaliyetleri ciddiye almadığı için sürekli bilimsel uzmanlık konusunda geriden gitmekteler.

İslam beldelerinin Batı ülkelerine bilim ve teknolojideki bağımlılığını gidermenin yolunu göstermek için makalenin bu kısmı özellikle İslam'ın dış siyaseti vasıtasıyla bilim ve teknolojide uzmanlaşma meselesini nasıl çözdüğünü inceleyeceğiz. İslam'da dış siyasetin çizgisi eğitimin emperyalist bir araç haline dönüştürülmesine engel olur – İslam devletinin bu konuda ne özne ne de nesne olmasına müsaade eder. Bir başka deyişle; İslam devleti eğitim adına başka bir ülkeyi sömüremez ve bilgi için kendisinin sömürülmesine müsaade etmez.

Hilafet Devleti; İslam ülkelerinin bugünkü dış siyasetini sona erdirecektir. Acziyet ve bağımlılıkla nitelenen bu dış politikanın yerine İslam üzerine kurulu yeni bir dış siyaset modeli uygulayacaktır. Hilafet İslam hukukuna göre başka ülkelerle iktisadi, siyasi, kültürel veya eğitimsel ilişkiler kuracaktır. Tüm alanlarda Hilafet, İslam davetinin tüm insanlığa en güzel şekilde ulaştırılmasını teminat altına alacaktır. Rasûlullah () şöyle buyurdu:

«أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوْا أَنْ لاَاِلَهَ إِلاَّاللهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَّسُوْلُ اللهِ وَيُقِيْمُوْا الصَّلاَةَ وَيُؤْتُوْا الزَّكَاةَ فَإِذَا فَعَلُوْا ذَلِكَ عَصَمُوْا مِنِّيْ دِمَاءَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ إِلاَّ بِحَقِّ اْلإِسْلاَمِ وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللهِ»

"Ben insanlar Allah'tan başka ilâhın olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın elçisi olduğuna şehâdet edinceye, namaz kılıncaya, zekât verinceye kadar onlarla savaş etmekle emrolundum. Bunları yaptılar mı, kanlarını, mallarını bana karşı korumuş (emniyet altına almış) olurlar. İslâm'ın hakkı hâriç. Artık (samimi olup olmadıklarına dair) durumları Allah'a kalmıştır."

İslami Hilafet Devleti değişmez kesin bir metot üzerine kurulu bir dış siyaset uygulayacaktır (tarîka) ki o da davet ve cihattır. İslam devletinin yöneticileri değişir ama bu metodu hiçbir zaman değişmez. Bu metot, Rasulullah ()'in Medine'de devleti kurduğu günden İslami Hilafet yıkılana kadar değişmedi. Peygamberimiz () Medine'de yönettiği süre boyunca İslam davetinin önünde duran her türlü fiziksel engeli ortadan kaldırmak için sürekli ordu hazırlamış ve cihat başlatmıştır. İslam'ın yayılması önünde Kureyş bir engel teşkil ediyordu, bu nedenle onunla savaşılması gerekiyordu. Rasulullah (), fiziksel engel teşkil eden Kureyş ve Arap Yarımadası'ndaki diğer kabilelerin yönetimlerini başarıyla ortadan kaldırdı, ta ki İslam tüm dünyaya yayılabilsin. Bu arada; Hilafetin diğer ülkelerle ilişkileri şu prensipler üzerine inşa edilecektir:

Bilgi (bilim ve teknoloji) ve kültür arasında çok önemli bir fark vardır. Bilgi - bilim ve teknolojiyi içerir- evrenseldir, hiçbir milletin mülkü veya tekelinde değildir. Onu almaya ve öğrenmeye herkes hak sahibidir. İdeolojik bir devlet olarak Hilafet, nesillerinin kültürünü muhafaza etmek ve onları kendilerine has ve asil İslami Şahsiyetleriyle donatmak zorundadır. Dolayısıyla Hilafet tüm eğitim sistemlerinin, programlarının ve müfredatlarının İslami Hilafet Devleti'nin himayesi altındaki tüm eğitim kurumlarında tatbik edilmesini, Hilafet devletinin eğitim sistemine, programına ve müfredatına başvurulmasını zorunlu kılar. Buna ilaveten, devlet sınırları içerisinde uygulanan eğitim sistemini İslam akidesine aykırı olan her türlü ideolojik, fikrî ve yabancı kültürden arındırmak zorundadır.

İslami Hilafet devletinin dış siyaset çizgisi ve diplomatik stratejisi, eğitim alanında temkinli bir şekilde kendisiyle düşmanlığı olmayan ülkelerle işbirliği yapmasına müsaade eder. Bu bazen öğretim personeli değişimi veya iki ülke arasında delegasyon göndererek kültürü ve dili yaymak için gerekli olabilir. Hilafetin Eğitim alanındaki uluslararası anlaşmalarda bağlı kalması zorunlu olduğu ilkeler şöyledir: [5]

  1. İslam devleti eğitim müfredatını İslami Şahsiyeti oluşturmak ilkesine göre uygular.
  2. İslam şeriatı öğrenim ve öğretim faaliyetlerini Ümmete ve dünyaya yararlı olacak bilgileri geliştirmek çerçevesi dâhilinde sağlar.
  3. İslam devleti gerektiğinde tecrübi ilimler alanında yurtdışından öğretmen ve öğretim görevlileri getirebilir, çünkü öğretmen devletin müfredatıyla kayıtlıdır ve ondan sapmamalıdır.
  4. Başka ülkelerin İslam'a aykırı fikirler ve ideolojiler yaymasına veya İslam Ümmeti içerisinde özel okullar açmasına neden olacak anlaşmalar yapılması yasaktır.
  5. İçerikleri İslam devletini kendi eğitim politikalarıyla uyum içerisinde olmayan programları tatbik etmeye zorlayan anlaşmalar yapılması yasaktır.

Bu asil ilkeleriyle İslam, başka ülkelerle olan tüm ilişkilerin ve anlaşmaların daima muntazam olmasını ve çıkarcı olmamasını garantiler. Zira İslam'da dış siyasetin yöntemi kapitalizmde olduğu gibi sömürgeci değildir. Aksine daima insani değerleri korumak üzere davet ve cihattan oluşmaktadır. Ayrıca, İslami diplomasinin prensibi, başka ülkelerin maslahatlarını gözardı etmeden ülke çıkarlarını gözetmektir.

HİLAFET DEVLETİNİN BİLGİDE UZMANLAŞMAYA GÖTÜREN TAKTİK ADIMLARI

A. Devletin bilgide uzmanlaşmasını sağlayan strateji

İlk strateji, devletin bilgide uzmanlaşıp en üst seviyeye gelmesini sağlayacak 3 alt sistemi inşa etmekle ilgilidir.

  1. İlk ve orta öğretimden yükseköğretime kadar, felsefenin ve bilimsel geleneğin sadece İslami Akideden fışkıran vizyoner bir eğitim sistemi kurmaktır ki bu, lider zihniyete, bir Mü'minin dürüstlüğüne, çok çeşitli yeteneklere ve uzmanlık alanlarına sahip nesiller doğuracaktır.
  2. Hem devlet araştırma enstitülerinde ve kurumlarında ve hem üniversitelerde bütünleşik araştırma yapabilen Araştırma Geliştirme (Arge) sistemi kurmaktır. Bunların denetimi, teşvik edilmesi ve finansmanı tamamen devlete aittir.
  3. Stratejik sanayi sistemi kurmaktır ki bu tamamen devlete aittir ve devlet bağımsız olarak yönetir. Bu sanayi sistemi güncel askeri gereksinimleri ve halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya odaklıdır. O sanayinin önemli bileşenlerinin tedarik edilebilmesini denetleyebilmek, idare edebilmek ve güvence altına alabilmek için sanayinin bağımsızlığı teminat altına alınmalıdır. En önemli bileşenler; ham maddeler, teknoloji, uzmanlık, mühendislik, finans, tam bir endüstriyel zincir oluşturabilme gücü ve ilkesidir.

B. Başka Medeniyetlerden Bilgi Almanın Stratejisi

1. Bilgi, bilim ve teknolojide Muahhid (antlaşmalı) kâfir devletlerle işbirliği.

Bilim ve teknoloji alanında anlaşmalar yapmak kesinlikle caizdir, çünkü İslam hukuku buna izin vermektedir. Bu nedenle bu tarz işbirliğine, işbirliğinin şekline göre, uluslararası siyasi ortamı dikkatlice takip etmek şartıyla, izin verilmektedir. Halife bu tarz anlaşmaları İslam'ın çıkarı doğrultusunda ya kabul eder ya da reddeder.

2. Devlet Belirli Ülkelere Bilgi Almak İçin Bilim Adamı Heyetleri Gönderir

Hilafet Devletinin stratejik maslahatlarına hizmet edecek bilim adamı grupları gönderecek olan kendi siyasi çizgisi doğrultusunda devlettir. Örneğin Halife süper güç Roma'ya karşı cihadı güçlendirmek için güçlü bir donanmaya gerek olduğunu görünce, gemi yapımı teknikleri, navigasyon, astronomi pusula, barut vs. öğrenmek üzere İslam Ümmeti içinden heyetler gönderdi. Bunun için Çin'e gitmek gerektiyse -ki pusula ve barutu ilk keşfedenler Çinlilerdir- onlar da Çine gitmişler. Yolculuk zor bile olsa ve bir sürü yabancı dil öğrenmek zorunda kalsalar bile. Bunu bugünkü durumla kıyaslayalım. Müslüman bilim adamlarının yurt dışı burslarını çoğunlukla devlet değil, yabancılar finanse etmektedir. Aslında, onları finanse eden bir yabancı ülkedir. Hükümet ise bunu kolaylaştırmakla yetiniyor.

3. İslam Ümmetine Öğretecek Yabancı Bilim Adamları İstihdam etmek

Bazı siyasi durumlar bazı istihbari tedbirler gerektirir; bilhassa İslami Hilafetin düşmanları söz konusu olunca. Örneğin Fatih Sultan Mehmed (1453) döneminde uzman, mühendis ve top ustası Urban isimli mahkûmu Konstantiniye'nin zindanlarından kurtarmak için birkaç girişimde bulunulmuştur. İmparator Konstantin, onu Osmanlı ordusunda istihdam edilmesini engellemek için tutuklatmıştı. Bir kaç ciddi hamleden sonra Urban kurtarılıp Fatih Sultan Mehmed'in huzuruna getirilir ve Konstantiniye'de alacağı ücretin onlarca kat daha fazla maaşla işe alınır. Nihayet zamanının en gelişmiş ve büyük topu üretilmiştir.

Bu olay hakkında biraz tefekkür edince görüyoruz ki, şayet bir Müslüman devlet bilimde uzmanlık elde etmeyi ciddi bir şekilde hedefliyorsa, günümüzdeki dünyaca ünlü eğitim merkezlerinden ünlü bilim adamlarını yüksek bir ücretle istihdam etmelidir. Ülkenin evlatlarını, kızları ve erkekleri, henüz uzmanlaşamadıkları konularda eğitmek zorundalar ki gelişmiş devletlerin seviyesine ulaşabilelim. Örneğin bir Harvard profesörüne ABD'de aldığı maaşın onlarca katı ödenmelidir ki gelip İslam dünyasında madencilik teknolojisindeki en yeni gelişmeleri öğretsin. O zaman derslerini de devletin müfredatına uygun şekilde ve sapmadan verecektir.

İslam'ın ihtişamını yeniden ikame etmek, İslam dünyasının tek bir medeniyet olarak birleşmesiyle mümkündür. O zaman İslam dünyası, dünya sahnesinde "yeni güç" olarak ortaya çıkacaktır. İslam Ümmeti çok yakında tekrar dünya medeniyetlerinin lideri olarak geri dönecektir. Yeter ki mevcut nesil, lider bir nesil olmaya yönlendirilsin. Zira İslam beldeleri insan kaynakları ve doğal kaynakları açısından muazzam bir güce sahiptir. Hilafetin gölgesi altında birleştirildiğinde bunları hiçbir ülke veya millet geçemeyecektir.

Böylece İslam Ümmetinin Batılı ülkelerin teknolojisine bağımlı olmaktan kurtulması da kaçınılmaz olacaktır. İslam Ümmeti ideolojisinin vizyonundan kaynaklı bağımsızlık ve güç ile Batının yürüttüğü tekelci bilim siyasetine karşı duracaktır. Ve yavaş yavaş ama emin adımlarla, bu mevcut konum değişecektir. O zaman İslami Hilafet devletine bağımlı olan Batı olacaktır inşallah.

Allahu a'lem bi-s-savab –Allah doğrusunu en iyi bilendir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu adına

Fika Komara

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Bürosu üyesi

 


[1] Fahmi Amhar, Integrasi Sains dan Islam 2004

[2] Muhammad Husain Abdullah, Dirasat fil Fikri al Islami, 1990, hlm. 61

[3] Dr.Andang Widiharto, Perkembangan Ilmu Pengetahuan Dan Teknologi Dan Posisi Kaum Muslimin, file presentasi dalam bentuk ppt

[4] Susan Strange, States and Markets (London: Pinter Publishers, 1989)

[5] Iyad Hilal, Perjanjian-perjanjian Internasional Dalam Pandangan Islam, Pustaka Thariqul Izzah

Yorum Ekle

Gerekli olan (*) işaretli alanlara gerekli bilgileri girdiğinizden emin olun. HTML kod izni yoktur.

yukarı çık

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER