Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Alimin Tek Bir Sözüyle Tepkilerimiz; Kınama, Boykot ve Eleştiriye Değil, Eylemlere Dönüşür!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Alimin Tek Bir Sözüyle Tepkilerimiz; Kınama, Boykot ve Eleştiriye Değil, Eylemlere Dönüşür!

Haber:

Güçlü ve tartışmalı bir açıklama yapan Ezher-i Şerif, İslam dünyasına, başta Mescid-i Aksa olmak üzere Filistinlilerin kanını ve İslami mukaddesatları koruma çerçevesinde “İsrail” ürünlerine yönelik boykotu yenilemek için tüm siyasi, diplomatik ve sivil imkanları seferber etme çağrısında bulundu. (El Gad)

Yorum:

Ezher Şeyhi, Allah’ın ülkeyi ve insanları kurtarmak için emrettiği cihad farzını görmezden geliyor ve acizlerin cihadı olan (boykotla) yetiniyor! Şayet içinde bulunduğunuz konumda aciz biri olsaydınız, acziyetinden dolayı boykot çağrısı yapıyor derdik; ama siz Ezher Şeyhisiniz; o halde nasıl olur da boykot çağrısıyla yetinebilirsiniz?!

Sizde Filistin için orduların harekete geçmesi çağrısında bulunma gücü varken nasıl olur da sözlerinizi ürünleri boykot etmekle sınırlayabilirsiniz?Dışarı çık ve Mısır ordusundan kışlalarından çıkıp Filistin’e gitmek için hazırlanmalarını talep et ve onları Allah’ın kendilerine farz kıldığı şey için dışarı çıkar.

Şayet Mısır ordusu, Filistin’i kurtarmak için teçhizatıyla birlikte harekete geçerse, sadece birkaç saate ihtiyacı olacak ve Filistin, Yahudilerden temizlenecektir; zira bizler, Müslümanların evlatlarının imanının ne kadar kuvvetli olduğunu ve cihada ve şehadete ne kadar özlem duyduklarını bildiğimiz gibi, ordu içerisindeki evlatlarımızın da Filistin’e özlemle baktıklarını ve onların hepsinin iki kıblenin ilki ve üçüncü Haremeyn’i kurtarma şerefine nail olmanın özlemini çektiklerini de biliyoruz. Allah aşkına ey alimler! Dinlerine ve ümmetlerine karşı görevlerini yerine getirmeleri için evlatlarımıza yardım eden eller olun; zira Ezher Şeyhi gibi konumu olan bir alimin sözüyle olaylar değişir ve tepkilerimiz, kınama, eleştiri ve boykota değil eylemlere dönüşür.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Suzan el-Mücerrat – Mübarek Toprak (Filistin)

Devamını oku...

Suçlu, Mağdur Rolüne Büründüğünde!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Suçlu, Mağdur Rolüne Büründüğünde!

Haber:

Dahili bir çalışma grubunun raporu, New York’taki prestijli Columbia Üniversitesi’nin, Gazze Şeridi’ndeki savaşın akabinde tanık olunan protestolar sırasında Yahudi karşıtı gösterilerle başa çıkmada başarısız olduğunu ortaya çıkardı. Üniversitenin oluşturduğu Yahudi karşıtlığı çalışma grubu, Cuma günü yayınladığı ikinci raporda,“yüzlerce Yahudi ve “İsrailli” öğrencinin tanıklıklarının, üniversite camiasının kendilerine, her öğrenciye vaat edilen nezaket, saygı ve eşitlikle davranmadığını gösterdiğini” bildirdi. (Independent Arabic)

Yorum:

Bir suçlu mağdur rolüne bürünüp tüm araçlarla gerçekleri saptırmaya ve tahrif etmeye çalıştığında,kuşkusuz işlediği tüm suçlardan dolayı kendisini masum göstermek için her türlü gerekçe ve argümanı araştıracak, hatta kendisini suçlayıp itham edenleri tüm küstahlığıyla kınayacak ve bunu da antisemitizm olarak değerlendirecektir!

(500 öğrenciden oluşan) dahili bir çalışma grubunun hazırladığı raporun, New York’taki prestijli Columbia Üniversitesi’nin, Gazze Şeridi’ndeki savaşın akabinde tanık olunan protestolar sırasında Yahudi karşıtı gösterilerle baş çıkma konusunda başarısız olduğunu ortaya çıkarması, Yahudi varlığını destekleyenlerin ikiyüzlülüğünü ve yozlaşmışlıklarını yansıtmaktadır.

Nitekim bu öğrenciler Yahudi varlığını desteklediklerini ifade edip bazıları da üniversite yurtlarının önüne gamalı haçlar çizerek, toprakları işgal eden, onu halkından gasp eden, onları göçe zorlayan, evleri havaya uçuran, okulları, hastaneleri ve camileri bombalayan, masum çocukları ve kadınları öldüren ve ulu orta birbiri ardına katliamlar gerçekleştiren birini desteklediklerini ifade ettiler.

Bu kişiler, hem Yahudi varlığının suçlarını ve onun Gazze’de yaptıklarını destekliyorlar, sonra da kendilerini eleştirip karşı çıkanları ve “onları yere itenleri” kınıyorlar!

Neredeyse bir yıldır dünya, Yahudi varlığının Gazze halkına ve genel olarak da onlarca yıldır Filistin’e karşı işlediği korkunç katliamlara tanık olmakta ve “bir devlet olarak” tanınmaya zorlanmasına rağmen onun işgalci bir gaspçı olduğu hiç kimse için bir sır değildir.

Yöneticilerin ve orduların onlara yardım etme ve onlardan zulmü kaldırma konusunda Gazze halkını yüzüstü bırakmalarına rağmen Yahudi varlığının Gazze halkına karşı işlediklerini, bu barbar saldırıları ve onlara karşı işlenen vahşi katliamları reddettiklerini ifade eden halklar dünya çapında sempatiyle karşılandı… Bu yüzden bunları destekleyen herkesin kınama, reddedilme ve eleştiriyle karşılaşacağı aşikardır.

Bu Yahudi öğrenciler, terörizmi ve caniliği destekledikleri ve bunlara kucak açma ve faillerini destekleme çağrısında bulundukları halde yüzsüz bir şekilde üniversitenin kendilerini antisemitistlerden ve Yahudi karşıtlarından korumasını talep ediyorlar!

Bugün dünya, değerleri yozlaştıran ve yıkımları yayan kapitalist sistem tarafından yönetilmektedir; nitekim bu sistemin gölgesinde masumlar öldürülmekte ve suçlular ise onurlu mağdurlar rolüne bürünmektedirler! Ayrıca Müslümanlar onun gölgesinde, zalimlerin ve düşmanların emri altında zayıflık ve zulüm içinde yaşamaktalar ve ümmetlerinin bedenini binbir türlü hastalık yiyip bitirmektedir… Peki iyileşmenin ve şifanın, yeri ve göğün Rabbinin farz kıldığı bir devletin geri gelmesiyle olacağını ne zaman anlayacaklar?!

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Zinet es-Sâmit

Devamını oku...

Faize Dayalı Kapitalist Krediler Daha Fazla Ekonomik Trajedi Getiriyor!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Faize Dayalı Kapitalist Krediler Daha Fazla Ekonomik Trajedi Getiriyor!

Haber:

Kenya, 15 bölgede durmuş olan projelerin yeniden başlatılmasına yardımcı olmak için Çin’den 40 milyar Şilini kredi aldı. Ulusal Meclis Bütçe Komitesi Başkanı Ndindi Nyoro, iki ülkenin imzaladığı anlaşma sayesinde müteahhitlerin Eylül ayında sahaya geri döneceğini söyledi.

Yorum:

Kenya gibi ülkeleri borçlanmanın pençesine düşüren ve dolayısıyla borç seviyelerinin yükselmesine neden olan şey, ekonomilerine yönelik yapısal dönüşüm arayışıdır. Ekonomilerin yapısal dönüşümünü başlatmak için de birçok Afrika ülkesi, hem iç hem de dış piyasalardan kredilerle desteklenen büyük altyapı yatırımlarına ihtiyaç duymaktadır.Bu bağlamda hükümet, Çin’den yeni bir kredi almaya karar verdi. Kenya’nın yeni sona eren mali yılda Çin’e olan borçlarını ödemek için 152,69 milyar Şilini harcadığını belirtmekte fayda vardır; bu da modern demiryolu hattının inşası için alınan kredinin, vergi mükellefleri üzerindeki yükü vurgulamaktadır.

Ruto yönetimi Ağustos 2022’de görevi üstlendiğinde, ülkenin dış borcu yaklaşık 62 milyar Dolar ya da GSYH’nin yüzde 67’si kadardı. Nitekim William Ruto’nun başkan yardımcısı olarak görev yaptığı son rejim, Nairobi’yi liman şehri Mombasa’ya bağlayan bir demiryolu hattı da dahil olmak üzere devasa altyapı projelerini finanse etmek için ticari kredi kuruluşlarından ve Çin gibi ülkelerden büyük miktarda borç almıştı.Bu kredilerin çoğu ise ticari kredilerdi, yani faiz oranları yüksekti. Aynı zamanda altyapı, beklenen gelirleri elde etmede başarısız oldu! Bundan daha da kötüsü, yurt dışından kredi alan pek çok Afrikalı lider, bu paralara kendi kişisel kullanımları için el koymakta ve yönettikleri halkı ise borç içinde bırakmaktadırlar.

İki ay önce patlak veren ve şiddet eylemlerine dönüşen protestolarda, krize neden olmakla suçlanan IMF ve Dünya Bankası’nı kınayan pankartlar taşındı. Pankartlardan birinin üzerinde “IMF ve Dünya Bankası, modern köleliği durdurun” yazıyordu. Aslında protestolar, sadece Kenya’da değil, aksine tüm dünyada büyük acılara ve zorluklara neden olan, vergileri arttırmak ve kredi almaya çalışmak gibi yozlaşmış kapitalist politikaların sonucunda olmuştur. Görünen o ki kredi talep etmek, Kenya gibi üçüncü dünya ülkelerinin ekonomisini kontrol etmek için siyasi ve ticari gücü bir araya getiren küçük bir yerel grup (liderler) oluşturmak için çalışan Batı tarafından kullanılan bir tasarım aracıdır.

Kenya ve tüm dünyadaki borçlanma canavarını ortadan kaldırmak, yeni ve benzersiz bir ekonomi modelini gerektirmektedir; bu model ise servetin bir avuç elitin elinde üretilip birikmesi yerine, servetin dağıtımı ve dolaşımına odaklanan İslami ekonomik sistemdir. Buna ek olarak sadece altın ve gümüşe dayalı madeni para biriminin varlığıyla birlikte, faize dayalı kredilerin İslam ekonomisinde hiçbir şansı yoktur. Aslında bu eşi benzeri olmayan sistem, Nebi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in minhacı/metodu üzere yeniden kurulacak olan Hilafet Devleti’nin gölgesinde uygulanacaktır.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Radyosu İçin Yazan
Şaban Muallim - Kenya

Devamını oku...

Müslümanların Yöneticileri Ruveybidadır, Bunun Bilincindedirler ve Buna Göre Hareket Etmektedirler!

Müslümanların yöneticileri ve güçlü orduları, Amerika ve Yahudilerin Mübarek Toprak Filistin’de işlediği suçlara sessiz ve eylemsiz kaldılar. Yöneticilerin ve orduların bu eylemsizlik ve tepkisizliği, Yahudi varlığını ümmete daha fazla katliam yapmaya ve yaralamaya sevk etti. Bu yöneticiler, sadece sessiz kalmakla yetinmediler, aynı zamanda ihaneti bir adım daha ileri götürerek Amerika ve onun himayesindeki Yahudi varlığına destek verdiler, çevre ülkelerden ve genel olarak Müslüman dünyasından gelebilecek herhangi bir tepkiyi önlemek amacıyla Yahudi varlığının sınırlarını korumak için canhıraş çalıştılar ve Yahudi varlığına gıda maddesi sağladılar. Kral Abdullah’ın Ürdün’ü, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Mısır’ın yaptığı ve hâlâ yapmaya devam ettiği gibi, Yahudi varlığına gıda tedarik ettiler; Türkiye, savaş sanayii için gerekli temel malzemeleri sağladı; Kazakistan ve Azerbaycan, Aramco Suudi Arabistan ile birlikte yakıt desteği verdi. Buna karşılık, Mübarek Toprak halkı, özellikle Gazze halkı, yaşam ve direniş için gerekli tüm temel ihtiyaçlardan yoksun bırakıldı.

Müslüman yöneticilerin çoğu Gazze’de işlenen suçları ve katliamları görmezden geldi, insanları Gazze gündeminden uzak tuttu, günlük meselelerle oyaladı, baskı altına aldı ya da yalnızca kukla yöneticilerin iş başına geldiği parlamento veya hükümet seçimleriyle oyaladı. Ayrıca, Mescid-i Aksa ve Mübarek Toprağı savunma görevlerinden uzak tutmak için Müslüman orduları faydasız ve masa başı görevlerle meşgul etti. Bu yöneticilerden birinin, Yahudi varlığının işlediği suçları kınadığını veya sızlandığını duyduğunuzda bunun göz boyamaktan başka bir şey olmadığını bilin. Onların en olgun ve akıllı olanının, Yahudi varlığının daha fazla katliam yapmasını engellemek için uluslararası toplumu Yahudi varlığına baskı yapmaya çağırdığını görürsünüz. Bu çağrı, onların sadece Yahudi varlığına olan tarafgirliklerini ve desteğini vurgulamakla kalmadıklarını, aynı zamanda ülkelerinin askeri ve siyasi gücünü göz ardı eden Ruveybida yöneticiler olduklarını, Amerika ile Yahudi varlığının katliamlarını durdurma konusunda hiçbir etkilerinin olmadığını da açıkça göstermektedir.

Yürek burkan bir diğer durum ise, bazı bağımsız veya yarı resmi kurumların, tıpkı El-Ezher gibi uluslararası topluma yapılan bu tür çağrıları yinelemeleridir. Bilindiği gibi El Ezher, “işgalci rejimin bakanının Mescid-i Aksa’da bir Yahudi sinagogu inşa etme planını destekleyen açıklamalarına karşı dünya hükümetlerinden ciddi tavır almalarını” talep etti. Oysa bu kurumlar, ümmetin içinde Yahudi varlığını tek bir darbede yok edebilecek güçlerin bulunduğunu çok iyi biliyorlar! Ancak bu çağrılar, ümmete çaresizlik, yenilgi ve zillet ruhu aşılamayı, küçük devletçiklere ve parçalara bölmeyi, zorluklar ve felaketler karşısında birlik ruhuyla hareket etmemesini, ulus-devlet anlayışını pekiştirmeyi, kabileleri birbirinden ayırmayı ve Sykes-Picot sınırlarını kutsallaştırmayı amaçlamaktadır. Daha da acı verici olan, ümmetin her bir askerinin yüreğini parçalayan bu acı sahne karşısında Müslüman ordularının sessiz kalması, genelkurmay başkanlarının, halklarını savunma ve Mübarek Toprak Filistin’i, tıpkı büyük komutan Selahaddin Eyyubi gibi, özgürleştirme görevlerini görmezden gelmeleridir. Müslüman ülkelerdeki Genelkurmay başkanları artık Yahudilerin sınır muhafızları, Ruveybida yöneticilerin koruyucuları ya da müteahhitler, kapitalist şirket sahipleri ve emlak zenginleri haline gelmişlerdir... İslam’daki mücahit asker karakterinden olabildiğince uzaklaşmışlar, Firavun’un veziri Haman gibi olmuşlardır!

Müslümanların yöneticilerinin ve onlar kadar yozlaşmış ve ahmak genelkurmay başkanlarının bu üzüntü verici gerçeklikleri karşısında İslam’ı, Müslümanları ve davalarını savunmak görevi, İzz ibn Abdüsselam gibi ümmetin samimi alimlerine düşmektedir. Bu samimi alimler, ümmeti bu yöneticileri köle pazarlarında satmaya ve ümmeti kafir Batı’nın boyunduruğundan kurtararak Nübüvvet metodu üzerine ikinci Hilafeti kurmaya yönlendirmelidir. Bunu, Ruveybida yöneticilere bahaneler uyduran, onların alçaklıklarını ve ihanetlerini pazarlayan sultanların alimleri değil, ancak samimi âlimler yapabilir. Bu görev aynı zamanda Müslüman ordularındaki samimi subaylara da düşmektedir. Onlar, ordularını liderliklerine sızmış korkaklardan temizlemeli ve Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisi şerifte müjdelediği Hilafet Devleti’nin kurulması için Hizb-ut Tahrir’e destek vermelidirler.

ثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُبُوَّةٍ“Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır.”[Ahmed]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir, Mazlumların ve Mağdurların Yardımcısı, Zalimlerin ve Despotların Düşmanıdır


“The New Indian Express” gazetesi, 28 Ağustos 2024 tarihinde “Hizb-ut Tahrir’in Bangladeş’te Artan nüfuzu Hindistan’da yayılma etkisi yaratabilir” başlıklı bir rapor yayımladı. Raporda, şu ifadeler yer aldı: “Ülke genelinde devam eden kargaşa ve istikrarsızlığın ortasında Bangladeş, Hizb-ut Tahrir’in hızla artan etkisi gibi bir zorlukla karşı karşıya. Hizb-ut Tahrir İslam Hilafetini yeniden kurmak ve Şeriatı küresel olarak uygulamak için çalışan köktendinci bir siyasi örgüttür... Hizb-ut Tahrir, Ekim 2009’da Bangladeş’te yasaklanmış olmasına rağmen destekçileri Dakka da dahil olmak üzere yürüyüşler düzenlemekte ve ideolojilerinin propagandasını yapan bildiriler dağıtmaktadır... 9 Ağustos’ta Dakka’daki Baitul Mukarram Kuzey Kapısında bir miting düzenleyen Hizb-ut Tahrir destekçileri, şeriat hukukuna dayalı bir Hilafetin kurulması çağrısında bulundular. Hilafetin, tüm Bangladeşliler için “gerçek adalet ve refah” getireceğini iddia ettiler. Ayrıca yabancı şirketlerin kovulmasını ve gayrimüslim devletlerle yapılan stratejik anlaşmaların iptal edilmesi talebinde bulundular... Gazeteye konuşan bir Dakkalı kaynak, “Bu endişe verici bir durum, çünkü orduda onlara sempati duyanlar olduğu anlaşılıyor. Demokrasiye inanmıyorlar ve toplumsal cinsiyet haklarına karşılar, bu yüzden kadınlar için kaygı verici pek çok durum var...” dedi. Bu arada, Hindistan’da da bazı gizli Hizb-ut Tahrir mensupları gözaltına alındı. Görünüşe göre ağlarını genişletmeye çalışıyorlar. Çoğu eğitimli kişilerden oluşuyor ve öğrenciler aracılığıyla propagandalarını yaymaya çalışıyorlar. Bir kaynak, “Hizb-ut Tahrir hareketi Bangladeş’te yoğunlaşırsa, Hindistan’da da etkili olabilir, çünkü Hindistan’daki gizli operatörler büyük ihtimalle Bangladeş ile koordinasyon sağlayacaktır” dedi. Hizb-ut Tahrir, Lübnan, Yemen ve Birleşik Arap Emirlikleri dışında Çin, Rusya, Pakistan, Almanya, Türkiye, Birleşik Krallık, Orta Asya, Endonezya ve tüm Arap ülkelerinde yasaklanmıştır... Ocak ayında, İngiltere Parlamentosu, dönemin İçişleri Bakanı James Cleverly tarafından sunulan ve Hizb-ut Tahrir’i 2000 tarihli Terörle Mücadele Yasası kapsamında yasaklanmasını öngören bir tasarıyı onayladı.”

Gazetenin yayımladığı bu iddialar karşısında Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi olarak biz, aşağıdaki noktaları vurgulamak isteriz. Umarız gazete, gazetecilik meslek kurallarına ve dürüstlüğüne uygun olarak, bu yanıtı sayfalarında yayımlar da okuyucularına ve takipçilerine daha net bir bilgi sunar, böylece okuyuculara her iki görüşü de sunarak yargıda bulunmalarını sağlar.

Birincisi: Hizb-ut Tahrir, İngiliz sömürgeciliğinin bıraktığı zillet, kölelik, yoksulluk, baskı ve ırkçılık gibi hastalıklardan Hindistan alt kıtasını arındırmak için hilafeti kurmaya ve İslam’ı uygulama çağırmaktadır. Bu çağrı, İslam yönetimi altında sekiz yüzyıldan fazla bir süre boyunca güvenlik, barış ve refah içinde yaşamış bu bölgeyi eski durumunu geri kavuşturmayı amaçlamaktadır. İslam yönetimi, çok ırklı ve dinli bu ülkede farklı etnik grupları kaynaştırmış ve Hindistan’ı ekonomik olarak canlandırmıştır. Bu durum, Hindistan’ı Birleşik Krallık başta olmak üzere sömürgeci dünya güçlerinin hedefi haline getirmiştir. İslam’ın hakimiyeti altında Hindistan alt kıtasının dünya ekonomisindeki payı %23’tü ve Aurangzeb Alamgir döneminde %27 ile zirveye ulaşmıştır. Gazeteyi endişelendiren bu mu yoksa Batı yanlısı Maharaja rejimi (bazen İngiliz, bazen Amerikan, bazen de ikisi arasında bölünmüş) tarafından ezilen ve bağımsızlığın, istikrarın ve iç barışın ne anlama geldiğini bilmeyen Hindistan halkını mı?

İkincisi: Parti, insan doğasını anormallikten koruma ve kurtarma çağrısında bulunmaktadır. Zira Allah, insanoğlunu bir erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى * أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى * ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى * فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى  “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.” [Kıyamet 26-39] İşte insana böylesi (erkek ve kadın) bir bakış açısı, insanoğlunun neslini korur, erkeklere ve kadınlara adaletli davranır ve onlara zulmetmez. İlahi kanunlar, erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi düzenler, şer’i hükümler kadının değerini yükseltir; onu, ayakları altında cennetin olduğu bir anne yapar, özgürlük iddiasında bulunan Batılı kadının aksine onu bir eş, bir ev hanımı ve onuru korunması gereken bir varlık olarak görür. Batı kadına erkeklerin zevkine hitap eden bir cinsel obje olarak bakar, alınıp satılan bir meta gibi değerlendirir. O halde “endişelenmesi” gereken kadınlar kimler? Gazetenin bahsettiği kadınlar mı? Yoksa bir obje olarak değerlendirilen kadınlar mı?

Üçüncüsü: Partinin birçok ülkede yasaklanması, yüceliğinin, davetinin doğruluğunun ve fikrinin sağlamlığının bir göstergesi. Raporda da belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir’i yasaklayan ülkeler, İslam ümmeti ya da sözde üçüncü dünya ülkelerinde halkların sömürgecilikten kurtulması çağrısında bulunan bir partinin bulunmasını hazmedemeyen sömürgeci ülkelerdir. Çünkü bu ülkeler, İslam ülkelerinin zenginliklerini yağmalamaktan, halklarını sömürmekten ve köleleştirmekten mahrum olacaklardır. Bunun en büyük kanıtı, Hindistan alt kıtasını yüzyıllar boyunca sömürgeleştiren Birleşik Krallık’tır. Hindistan halkı hâlâ etkisi altında acı çekmektedir. Birleşik Krallık, kısa süre önce partiyi Mübarek Toprak Filistin’de mazlumları savunduğu ve Yahudi varlığının Gazze’deki soykırımına karşı çıktığı için yasakladı. Birleşik Krallık, partinin çağrıda bulunduğu Hilafetin, Hindistan halkı da dahil olmak üzere sömürgesi altında bulunan ve zulüm gören halkları sömürgesinden kurtaracağını çok iyi bilmektedir. Köklü sömürgeci ülkenin (Birleşik Krallık) partiyi yasaklaması, partinin davetinin “endişe verici” olduğunun bir kanıtı mıdır, yoksa partinin sömürgeciliğe ve ezilen halkların köleleştirilmesine karşı asil bir duruş sergilediğinin bir nişanesi ve kanıtı mıdır? Arap ülkeleri, Orta Asya ve diğer ülkeler de dahil olmak üzere partiyi yasaklayan ülkelere gelince, gazete bu ülkelerin sömürgeci ülkeler ajanı diktatör ülkeler olduklarını, ümmetin kalkınmasına ve halkların sömürgeci ülkelerden kurtarılması çağrısında bulunan herhangi bir entelektüel veya siyasi harekete izin vermediklerini biliyor. Bu ülkelerin partiyi yasaklamaları da parti için bir onur nişanesi ve gurur vesikasıdır. Hint gazetesinin Pakistan’ın partiyi yasaklamasına atıfta bulunması saçma. Acaba Pakistan, Hindistan için “ifade özgürlüğü” ve “insan hakları” konularında bir ölçüt ve referans mı haline geldi, yoksa Pakistan ve Hindistan, İslam’la mücadelede başta Amerika olmak üzere sömürgeci ülkelerle birlikte hareket ettiği için mi Pakistan’a atıfta bulunuyor?

Dördüncüsü: Gazeteye ve genel olarak Hindistan halkına, partinin davetinin, kulları Hindistan halkının yüzde doksanından fazlasını köleleştiren kapitalistlerin boyunduruğundan kurtarıp, yalnızca alemlerin Rabbine kulluk etmeye çağırdığını belirtmek isteriz. Bu davet, zenginle fakiri, güçlüyle zayıfı eşit tutar, devlette, servet sahipleri ile iktidar zorbalığının varlığına izin vermez. İnsanlık yüce İslam’ın yönetimi altında huzur bulacaktır. Hindistan, yüzyıllar boyunca olduğu gibi İslam ile yönetilseydi mutluluktan havada uçacaktı! Hindistan halkı, partinin gençlerine en sıcak şekilde karşılamalı ve ülkelerinde adalet ve hakkaniyeti yayma çağrısına destek olmalıdır. Böylece Hindistan’da tekrar adalet ve refah yaygınlaşacaktır.

Beşincisi: Sarı basında çalışan gazetecilerin çoğunun işlerinde şeffaflık ve profesyonelliğe bağlı kalmadıklarını biliyoruz. Onlar, ya yerel ve uluslararası gazetelerde yazılanları incelemeden ve doğrulamadan kopyala-yapıştır yöntemiyle tekrar etmektedirler ya da yerel ve uluslararası istihbarat teşkilatlarının diktelerini yayınlamak zorundadırlar. İstihbarat servisleri, başarısız devletlerdeki yozlaşmış rejimlerden fayda sağlayan ya da bu rejimlerin ajanı olarak görev yapan yöneticilere hizmet etmektedirler. The New Indian Express gazetesi ve gazetede çalışan gazetecilerin durumu da bu mu acaba?! Ümmetine sadık her gazeteci, halkına ve okuyucularına haberleri iletirken doğru olmalı, ülkesinin ve halkının iyiliğini ummalıdır. Yüce İslam’dan daha fazla bir iyilik mi bulacaktır? Evrenin, insanın ve hayatın Yaratıcısı şöyle buyuruyor:
 الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً  “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3] Burada din, yaşam biçimi, hayat tarzı ve yönetim sistemi anlamına gelir.


“The New Indian Express” gazetesi, 28 Ağustos 2024 tarihinde “Hizb-ut Tahrir’in Bangladeş’te Artan nüfuzu Hindistan’da yayılma etkisi yaratabilir” başlıklı bir rapor yayımladı. Raporda, şu ifadeler yer aldı: “Ülke genelinde devam eden kargaşa ve istikrarsızlığın ortasında Bangladeş, Hizb-ut Tahrir’in hızla artan etkisi gibi bir zorlukla karşı karşıya. Hizb-ut Tahrir İslam Hilafetini yeniden kurmak ve Şeriatı küresel olarak uygulamak için çalışan köktendinci bir siyasi örgüttür... Hizb-ut Tahrir, Ekim 2009’da Bangladeş’te yasaklanmış olmasına rağmen destekçileri Dakka da dahil olmak üzere yürüyüşler düzenlemekte ve ideolojilerinin propagandasını yapan bildiriler dağıtmaktadır... 9 Ağustos’ta Dakka’daki Baitul Mukarram Kuzey Kapısında bir miting düzenleyen Hizb-ut Tahrir destekçileri, şeriat hukukuna dayalı bir Hilafetin kurulması çağrısında bulundular. Hilafetin, tüm Bangladeşliler için “gerçek adalet ve refah” getireceğini iddia ettiler. Ayrıca yabancı şirketlerin kovulmasını ve gayrimüslim devletlerle yapılan stratejik anlaşmaların iptal edilmesi talebinde bulundular... Gazeteye konuşan bir Dakkalı kaynak, “Bu endişe verici bir durum, çünkü orduda onlara sempati duyanlar olduğu anlaşılıyor. Demokrasiye inanmıyorlar ve toplumsal cinsiyet haklarına karşılar, bu yüzden kadınlar için kaygı verici pek çok durum var...” dedi. Bu arada, Hindistan’da da bazı gizli Hizb-ut Tahrir mensupları gözaltına alındı. Görünüşe göre ağlarını genişletmeye çalışıyorlar. Çoğu eğitimli kişilerden oluşuyor ve öğrenciler aracılığıyla propagandalarını yaymaya çalışıyorlar. Bir kaynak, “Hizb-ut Tahrir hareketi Bangladeş’te yoğunlaşırsa, Hindistan’da da etkili olabilir, çünkü Hindistan’daki gizli operatörler büyük ihtimalle Bangladeş ile koordinasyon sağlayacaktır” dedi. Hizb-ut Tahrir, Lübnan, Yemen ve Birleşik Arap Emirlikleri dışında Çin, Rusya, Pakistan, Almanya, Türkiye, Birleşik Krallık, Orta Asya, Endonezya ve tüm Arap ülkelerinde yasaklanmıştır... Ocak ayında, İngiltere Parlamentosu, dönemin İçişleri Bakanı James Cleverly tarafından sunulan ve Hizb-ut Tahrir’i 2000 tarihli Terörle Mücadele Yasası kapsamında yasaklanmasını öngören bir tasarıyı onayladı.”

Gazetenin yayımladığı bu iddialar karşısında Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi olarak biz, aşağıdaki noktaları vurgulamak isteriz. Umarız gazete, gazetecilik meslek kurallarına ve dürüstlüğüne uygun olarak, bu yanıtı sayfalarında yayımlar da okuyucularına ve takipçilerine daha net bir bilgi sunar, böylece okuyuculara her iki görüşü de sunarak yargıda bulunmalarını sağlar.

Birincisi: Hizb-ut Tahrir, İngiliz sömürgeciliğinin bıraktığı zillet, kölelik, yoksulluk, baskı ve ırkçılık gibi hastalıklardan Hindistan alt kıtasını arındırmak için hilafeti kurmaya ve İslam’ı uygulama çağırmaktadır. Bu çağrı, İslam yönetimi altında sekiz yüzyıldan fazla bir süre boyunca güvenlik, barış ve refah içinde yaşamış bu bölgeyi eski durumunu geri kavuşturmayı amaçlamaktadır. İslam yönetimi, çok ırklı ve dinli bu ülkede farklı etnik grupları kaynaştırmış ve Hindistan’ı ekonomik olarak canlandırmıştır. Bu durum, Hindistan’ı Birleşik Krallık başta olmak üzere sömürgeci dünya güçlerinin hedefi haline getirmiştir. İslam’ın hakimiyeti altında Hindistan alt kıtasının dünya ekonomisindeki payı %23’tü ve Aurangzeb Alamgir döneminde %27 ile zirveye ulaşmıştır. Gazeteyi endişelendiren bu mu yoksa Batı yanlısı Maharaja rejimi (bazen İngiliz, bazen Amerikan, bazen de ikisi arasında bölünmüş) tarafından ezilen ve bağımsızlığın, istikrarın ve iç barışın ne anlama geldiğini bilmeyen Hindistan halkını mı?

İkincisi: Parti, insan doğasını anormallikten koruma ve kurtarma çağrısında bulunmaktadır. Zira Allah, insanoğlunu bir erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى * أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى * ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى * فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى  “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi. Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.” [Kıyamet 26-39] İşte insana böylesi (erkek ve kadın) bir bakış açısı, insanoğlunun neslini korur, erkeklere ve kadınlara adaletli davranır ve onlara zulmetmez. İlahi kanunlar, erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi düzenler, şer’i hükümler kadının değerini yükseltir; onu, ayakları altında cennetin olduğu bir anne yapar, özgürlük iddiasında bulunan Batılı kadının aksine onu bir eş, bir ev hanımı ve onuru korunması gereken bir varlık olarak görür. Batı kadına erkeklerin zevkine hitap eden bir cinsel obje olarak bakar, alınıp satılan bir meta gibi değerlendirir. O halde “endişelenmesi” gereken kadınlar kimler? Gazetenin bahsettiği kadınlar mı? Yoksa bir obje olarak değerlendirilen kadınlar mı?

Üçüncüsü: Partinin birçok ülkede yasaklanması, yüceliğinin, davetinin doğruluğunun ve fikrinin sağlamlığının bir göstergesi. Raporda da belirtildiği üzere Hizb-ut Tahrir’i yasaklayan ülkeler, İslam ümmeti ya da sözde üçüncü dünya ülkelerinde halkların sömürgecilikten kurtulması çağrısında bulunan bir partinin bulunmasını hazmedemeyen sömürgeci ülkelerdir. Çünkü bu ülkeler, İslam ülkelerinin zenginliklerini yağmalamaktan, halklarını sömürmekten ve köleleştirmekten mahrum olacaklardır. Bunun en büyük kanıtı, Hindistan alt kıtasını yüzyıllar boyunca sömürgeleştiren Birleşik Krallık’tır. Hindistan halkı hâlâ etkisi altında acı çekmektedir. Birleşik Krallık, kısa süre önce partiyi Mübarek Toprak Filistin’de mazlumları savunduğu ve Yahudi varlığının Gazze’deki soykırımına karşı çıktığı için yasakladı. Birleşik Krallık, partinin çağrıda bulunduğu Hilafetin, Hindistan halkı da dahil olmak üzere sömürgesi altında bulunan ve zulüm gören halkları sömürgesinden kurtaracağını çok iyi bilmektedir. Köklü sömürgeci ülkenin (Birleşik Krallık) partiyi yasaklaması, partinin davetinin “endişe verici” olduğunun bir kanıtı mıdır, yoksa partinin sömürgeciliğe ve ezilen halkların köleleştirilmesine karşı asil bir duruş sergilediğinin bir nişanesi ve kanıtı mıdır? Arap ülkeleri, Orta Asya ve diğer ülkeler de dahil olmak üzere partiyi yasaklayan ülkelere gelince, gazete bu ülkelerin sömürgeci ülkeler ajanı diktatör ülkeler olduklarını, ümmetin kalkınmasına ve halkların sömürgeci ülkelerden kurtarılması çağrısında bulunan herhangi bir entelektüel veya siyasi harekete izin vermediklerini biliyor. Bu ülkelerin partiyi yasaklamaları da parti için bir onur nişanesi ve gurur vesikasıdır. Hint gazetesinin Pakistan’ın partiyi yasaklamasına atıfta bulunması saçma. Acaba Pakistan, Hindistan için “ifade özgürlüğü” ve “insan hakları” konularında bir ölçüt ve referans mı haline geldi, yoksa Pakistan ve Hindistan, İslam’la mücadelede başta Amerika olmak üzere sömürgeci ülkelerle birlikte hareket ettiği için mi Pakistan’a atıfta bulunuyor?

Dördüncüsü: Gazeteye ve genel olarak Hindistan halkına, partinin davetinin, kulları Hindistan halkının yüzde doksanından fazlasını köleleştiren kapitalistlerin boyunduruğundan kurtarıp, yalnızca alemlerin Rabbine kulluk etmeye çağırdığını belirtmek isteriz. Bu davet, zenginle fakiri, güçlüyle zayıfı eşit tutar, devlette, servet sahipleri ile iktidar zorbalığının varlığına izin vermez. İnsanlık yüce İslam’ın yönetimi altında huzur bulacaktır. Hindistan, yüzyıllar boyunca olduğu gibi İslam ile yönetilseydi mutluluktan havada uçacaktı! Hindistan halkı, partinin gençlerine en sıcak şekilde karşılamalı ve ülkelerinde adalet ve hakkaniyeti yayma çağrısına destek olmalıdır. Böylece Hindistan’da tekrar adalet ve refah yaygınlaşacaktır.

Beşincisi: Sarı basında çalışan gazetecilerin çoğunun işlerinde şeffaflık ve profesyonelliğe bağlı kalmadıklarını biliyoruz. Onlar, ya yerel ve uluslararası gazetelerde yazılanları incelemeden ve doğrulamadan kopyala-yapıştır yöntemiyle tekrar etmektedirler ya da yerel ve uluslararası istihbarat teşkilatlarının diktelerini yayınlamak zorundadırlar. İstihbarat servisleri, başarısız devletlerdeki yozlaşmış rejimlerden fayda sağlayan ya da bu rejimlerin ajanı olarak görev yapan yöneticilere hizmet etmektedirler. The New Indian Express gazetesi ve gazetede çalışan gazetecilerin durumu da bu mu acaba?! Ümmetine sadık her gazeteci, halkına ve okuyucularına haberleri iletirken doğru olmalı, ülkesinin ve halkının iyiliğini ummalıdır. Yüce İslam’dan daha fazla bir iyilik mi bulacaktır? Evrenin, insanın ve hayatın Yaratıcısı şöyle buyuruyor:
 الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً  “Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide 3] Burada din, yaşam biçimi, hayat tarzı ve yönetim sistemi anlamına gelir.

Devamını oku...

Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Mega Projeler Kitlelere Hizmet Etmek İçin Değildir

Julius Nyerere Hidro Elektrik Projesi’nin (JNHPP) elektrik üretimine başlamasının ardından elektrik maliyetinin düşürülmesi ve elektrik ücretlerinde indirim yapılması için Enerji Bakan Yardımcısı Judith Kapinga’nın Parlamento’da yaptığı konuşma büyük hayal kırıklığı yarattı.

Enerji Bakan Yardımcısı, hükümetin tüketicilere sağladığı sübvansiyon nedeniyle Tanzanya’da elektrik maliyetinin Doğu Afrika’daki diğer ülkelere kıyasla daha ucuz olduğunu ve hükümeti zaten mevcut elektrik fiyatlarına sübvansiyon sağladığını belirtti.

Biz, Hizb-ut Tahrir / Tanzanya olarak şu hususları açıklamak istiyoruz:

1- Kapitalist projeler, özellikle de Julius Nyerere Hidro Enerji Projesi (JNHPP) gibi mega projeler, halkın refahından ziyade kapitalistlerin ve açgözlü politikacıların çıkarlarını gözetir, halkın endişelerini dikkate almaz. Bu ve diğer mega projeler, “halkın yararını amaçlayan stratejik projeler” olarak sınıflandırılsa da gerçek tam tersidir.

2- Demokrat kapitalist siyasetçilerin önemli meselelerde sürekli olarak siyasi bir “oyun” oynamaları, halkın çıkarlarını göz ardı etmek amacıyla kurnazca açıklamalar yapmaları çok utanç verici. Demokraside siyaset, bir meslektir, halka hizmet etmek ve işlerini adil bir şekilde gütmek için değil kurnazca açıklamalarla hızlı bir şekilde servet biriktirmek için siyaset yapılır.

3- İslam’da ve Hilafet Devletinde, kapitalizmin aksine, elektrik, enerji santralleri ve benzeri şeylerin özelleştirilmesine, kamulaştırılmasına veya devlet mülkiyetine dönüştürülmesine izin verilmez. Bunlar, kamu malıdır ve halkın ortak mülkiyeti sayılır.

Dolayısıyla tüm insanlara elektrik sağlanmalı ve herkese yeterli miktarda ve düşük maliyetle (hatta mümkünse ücretsiz) elektrik sağlamak için her türlü çaba gösterilmelidir. Bu hizmet, ticari bir temele dayanarak değil, halkın genel yararı gözetilerek sunulmalıdır.

Mesûd Msellem
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Tanzanya
Medya Temsilcisi

Devamını oku...

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 54/54 Maddesi, Terörle Mücadele ve Siber Güvenlik Kanunu gibi Baskıcı Kanunlar Sömürgeci Baskıcı Sistemin Bir Yansımasıdır

Halkın uzun süren siyasi mücadelesi ve öğrencilerin yakın zamanda gerçekleştirdiği yoğun kitlesel ayaklanma karşısında zorba Hasina’nın devrilmesinin ardından insanlarda bir rahatlama hissi oluştu. Şimdi, Hasina hükümetinin halkı baskı altında tutmak için kullandığı yasalar ve devlet yapılarında hızlı değişiklikler yapılması gerekmektedir. Halk Hasina ve ajanlarının yargılanmasını talep ettiği gibi, Hasina’nın kitleleri bastırdığı ve ülkeyi bir polis devletine dönüştürdüğü yasaların iptal edilmesi de halkın önemli taleplerinden biridir. Özellikle, büyük tepki çeken 2019 tarihli Terörle Mücadele Kanunu ve Hasina hükümeti tarafından çıkarılan 2023 tarihli Siber Güvenlik Kanunu hâlâ yürürlüktedir ve bu durum halk arasında büyük bir memnuniyetsizlik yaratmaktadır. Çünkü bu yasalar temelinde binlerce âlim, İslam davetçisi, dürüst gazeteci, siyasi figür, entelektüel ve cesur aydın zorla kaybedilme, tutuklama, baskı ve işkence kurbanı olmuştur. Bu yasalar ışığında kötü şöhretli Aynaghor (kaçırma çukuru) kurulmuştur. Dolayısıyla halk, geçici hükümetin kısa süre içinde bu konuya odaklanmasını beklemektedir.

Halk, yıllardır bu baskıcı kara yasaların, Batılı sömürgeci sistemin kaçınılmaz bir yansıması olduğunu ve iktidara gelen ardışık seküler ajan rejimlerin bu yasaları kaldırmak yerine çıkarları doğrultusunda kullandıklarını biliyor. Örneğin, 1898 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 54. Bölümü polise herhangi bir Bangladeş vatandaşını rastgele tutuklama yetkisi vermektedir. İngilizlerin bu yasayı ilk olarak 1898 yılında İngiliz karşıtı kitle hareketini bastırmak için çıkardığını biliyoruz. İngiliz rejimi, bu yasanın 54. Bölümünü sayesinde milyonlarca insanı mahkeme emri olmaksızın gözaltına almıştır. (Banglanews24, February 4, 2014) Ancak, on yıllardır hiçbir iktidar rejimi bu yasayı değiştirmemiştir. Ayrıca, 2009 Terörle Mücadele Yasası, Batı’nın İslam’a karşı yürüttüğü küresel savaşa hizmet etmek amacıyla çıkarılmıştır. Bu yasa aracılığıyla, Müslüman topraklardaki ajan rejimler, Batı’nın hegemonyasını sürdürmek amacıyla Müslüman ümmetin dirilişini ve siyasi İslam’ı engellemeye çalışmaktadır. Örneğin Hizb-ut Tahrir, Şubat 2009’da Pilkhana’da yetenekli askerlerin Hasina hükümeti tarafından Hindistan’ın çıkarları doğrultusunda öldürülmesini cesurca ve güçlü bir şekilde protesto etmiş ve aynı şekilde Ekim 2009’da Bengal Körfezi’nde güvenlik adına düzenlenen ABD-Bangladeş ortak askeri tatbikatı ‘Tiger Shark’a karşı protestolar düzenlemiştir. Ancak kısa bir süre sonra yabancı efendilerinin talimatları doğrultusunda, Hasina rejimi, bu yasa kapsamında şiddet karşıtı ve entelektüel bir siyasi parti olan Hizb-ut Tahrir’i yasaklamıştır. Ancak bu yasak, Hizb-ut Tahrir’i entelektüel ve siyasi mücadelesinden alıkoyamamıştır. Halk, 2018 tarihli Dijital Güvenlik Yasası ve daha yeni olan 2023 tarihli Siber Güvenlik Yasası’nın, samimi politikacıların, gazetecilerin ve entelektüellerin seslerini nasıl bastırıp susturduğuna da tanık oldu.

İslami (Hilafet) sisteminde, yöneticilerin hesap verebilirliği İslami bir zorunluluktur. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

أَفْضَلُالْجِهَادِكَلِمَةَعَدْلٍعِنْدَسُلْطَانٍجَائِرٍجَائِرٍ  En efdal cihat zalim sultana karşı hakkı söylemektir.” [Ahmed, Tirmizi] Dolayısıyla Hilafet sisteminde bu tür baskıcı kanunlara yer yoktur. Ayrıca İslam’a göre bir kişi suçu kanıtlanana kadar masumdur. Bu nedenle Şeriat hukuku, kişi ister masum ister sanık olsun, insan haklarını ve onurunu koruma konusunda mükemmelliğin zirvesindedir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

ثُمَّتَكُونُمُلْكًاجَبْرِيَّةًفَتَكُونُمَاشَاءَاللَّهُأَنْتَكُونَثُمَّيَرْفَعُهَاإِذَاشَاءَأَنْيَرْفَعَهَاثُمَّتَكُونُخِلَافَةًعَلَىمِنْهَاجِالنُّبُوَّةِثُمَّسَكَتَ  Sonra ceberut saltanat olacak. Ve Allah’ın dilediği kadar olacaktır. Sonra kaldırmak istediği zaman onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzere Hilafet olacaktır. Sonra sustu” Bu nedenle, mevcut zulüm sisteminden sonsuza dek kurtulmak için, Hizb-ut Tahrir liderliğinde Nübüvvet metodu üzere Hilafetin kurulmasını talep etmek her Müslümanın görevidir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ  “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.” [Ali İmran 110]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER