Cumartesi, 14 Muharrem 1446 | 2024/07/20
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Maksat Hâsıl Olmuştur

Herkesin bildiği üzere Hollanda'daki Hizb-ut Tahrir şebâbı olarak, bu ülkede İslâm'a karşı süregelen hakâretlere karşı barışçıl bir kampanya düzenledik. Bu kampanyanın maksadı; Müslümanların, dinlerini müdafaa etmek ve süregelen hakaretlere sessiz kalmamak vecîbesi hususunda kendilerini bilinçlendirmek olduğu gibi Müslümanların çektiği sıkıntılar hususunda gayr-i Müslimleri bilgilendirmek, İslâm'a ve Müslümanlara karşı bu saldırgan atmosferler altında toplumu tehdit eden tehlikeler hususunda kamuoyunu bilinçlendirmektir.

Müslümanlar arasındaki bazı pasif kimseler, vurdumduymazlar ve çıkarları peşinde koşanlar, Kâfirlerin ülkelerinde gerekenin, bu hakâretlere sessiz kalmak olduğu ve sorunu bunun bitireceği görüşündedirler! Ancak vakıa, onların bu görüşünü yalanlamaktadır. Zîra bu düşmancıl atmosfer, bazı dar görüşlülerin, hedeflerinin ancak ötekilerine hakâret ve alay edilmesi yolu ile gerçekleşeceği zehabına kapılmalarından doğmuştur. Böylece düşmanlık artarak devam etti; çünkü hiçbir kimse durdurulmasını talep etmeye cesaret edememektedir. Dolayısıyla bu düşmancıl atmosferin ortaya çıkmasının, yayılmasının ve devam etmesinin nedeni bunlara karşı sessiz kalmak ve karşısında durmamaktır.

Hakâret ve alay konusu olanlar bizzat İslâm ve Müslümanlar olmasına rağmen bu durum, bir bütün olarak Hollanda toplumunu etkilemiştir; çünkü ötekiler ile alay edilmesi, nefret, korku ve güvensizlik tohumu ekecek, toplumun tamamını tehdit eden fitneden başka bir şey getirmeyecektir. Bu nedenle alarm ziline basmak için böylesi bir ortamda kampanyamız başlamıştır.

Müslümanlar ve gayr-i Müslimler olmak üzere yirmi beş binden [25.000] fazla imza topladıktan sonra diyebiliriz ki; Artık bu ülkedeki insanlar, hem yaşananların, hem de bu ülke sakinlerinden bir kısmına karşı düşmanlık ve süregelen hakâret yüklü atmosferlerin herkese şerden başka bir şey kazandırmayacağının farkına varmışlardır.

Bu, kampanyanın sonucu, bu da ilgili yetkililere ulaştırmak istediğimiz mesajdır. Ancak bu ülkedeki İçişleri Bakanlığındaki görevli yetkililer, yani İçişleri Bakanı Hörst bize tek cümlelik bir mesaj gönderdi: "Kesinlikle imzaları teslim almayacağım." İşte bu şekilde yetkililer, gerekçesiz veya açıklamasız bir şekilde nezaketsiz bir üslûp ile insanların görüşünü kabul etmeyi reddetti. O halde bu üslûp, meselelere yaklaşım hikmetini mi gösteriyor? Yoksa kampanyayı düzenleyen Hizb-ut Tahrir olduğu için mi bakan hanım insanların sesine kulak vermeyi reddetti? Yoksa Müslümanların gerçek görüşünü ifâde eden sesler olduğu için mi reddetti? Her ne olursa olsun bakan hanımın bu reddiyesi, bu ülkedeki haklı sesi reddetmekten başka bir şeyi göstermez. Bu nedenle kendisine deriz ki madem bir arada yaşam sloganını savunuyor, ötekine saygı duyulmasına davetle övünüyorsunuz, o halde bir arada yaşam ve ötekine saygı duymak; dinîne karşı süregelen hakâretlere son vermeye davet eden ötekinin sesine kulak vermekten geçer. O halde sözleriniz, fiillerinizin neresindedir?

Son olarak deriz ki; Bizim açımızdan bakan hanımdan ve tutumundan daha önemlisi, kampanyanın insanların katkısını almış, insanların desteğini kazanmış, sessizlik engeli aşılmış, İslâm'a ve Müslümanlara karşı süregelen hakâretlere son verilmesine çağıran haklı sesin ortaya çıkmış olmasıdır. Zaten maksadımız buydu ve maksadımıza da ulaştık. Bu kampanyamızda bizlere destek veren ve dayanışma içerisinde olan gerek Müslim gerekse gayr-i Müslim herkese müteşekkiriz.

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi

Hollanda

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Britanya'dan Hanımlar, Başörtüsü Yasağı Konusunda Londra'daki Türk Büyükelçiliğine Heyet Gönderiyor

İslâmî siyâsî bir parti olan Hizb-ut Tahrir'in Britanya kolundan üst düzey bir hanımlar heyeti, Türkiye'de üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağının gözden geçirilmesine ilişkin son düzenleme hakkındaki bir mektubu, 7 Şubat 2008 Perşembe sabahı Londra'daki Türk Büyükelçiliği'ne teslim edecektir. Nitekim bu tartışma, Türkiye'deki Müslüman hanımların İslâm'a göre yaşamaya yönelik artan arzusunu yansıtmaktadır.

Mektupta şöyle geçmektedir: "Üniversiteler, okullar ve kamu kurumlarındaki başörtüsü yasağının, onları eğitim hakkından ve kamu sektöründe çalışmaktan alıkoyarak Türkiye'deki Müslüman hanımların yaşamı üzerinde muazzam bir etkisi olmuştur... Laiklik kişisel özgürlüğü benimsediği ve Müslüman kadını eziyetli yaşamlarından kurtarma iddiasında olduğu halde, gerçekte onlara, İslâm'ın emrettiğinden başka bir herhangi bir giyim şekli dayatarak otoriter bir biçimde davranmaktadır."

Hizb-ut Tahrir'in Britanya'daki Hanımlar Medya Temsilcisi Dr. Nezrîn Navâz şöyle dedi: "Türk Hükümeti Avrupa Birliği'nin laik referanslarına uyumlu olmak içim mücâdele verirken, oradaki pek çok hanım, İslâmî referansları temel alan yaşamlara doğru ilerlemektedir."

"%99'u Müslüman bir ülkede bir kadının bedenini ifşa etmesine veya hatta zina etmesine izin verildiği halde İslâm'ın temel ilkelerine göre giyinemiyor olmasına inanmak çok güç. Kadının genel hayata aktif katılımını engelleyen İslâm değil, köktenci Laikliktir. Bu durum, Türkiye'nin laik ideolojisine sarılanların yaşadığı fikrî çöküntü hakkında çok anlamlıdır, demek bir metrekarelik bir giysiden bile tehdit algılıyorlar ha?"

"Hizb-ut Tahrir / Britanya Hanımlar Kısmı, başörtüsü yasağının ülkedeki tüm kurumlardan kaldırıldığını ve İslâmî Hilâfet'in gölgesinde herkes için adâletin, izzetin ve onurlu bir yaşamın geri döndüğünü görmeyi arzulayan Türkiye'deki Müslüman bacıları ile omuz omuza durmaktadır. Kadının lâyık olduğu konumu ve değeri kazanmasını ve onlara toplum içerisinde, eşya gibi değil, insan gibi davranılmasını sağlayacak olan yalnızca İslâmî Hilâfet Sistemi olacaktır."

 

Heyet, [43 Belgrave Square, London SW1X 8PA] adresindeki Türk Büyükelçiliği'ni 7 Şubat 2008 sabahı ziyâret edecektir.

 

Dr. Nezrîn Navâz

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Hanımlar Medya Temsilcisi

Britanya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Keşmir Yalnızca Organize Bir Ordu Cihâdı ile Kurtulur, "Diyalog" ile Asla!

Amerikan talimatları ile rakseden yöneticiler Cihâd'dan vazgeçmişler, bu da Keşmir meselesinde muazzam bir hasara neden olmuştur. Bu yöneticiler, Hindu bunyası [Aborjin dilinde, maymunların kafasını karıştıran anlamındaki uzun boylu şili-arokaryası (Şili'ye özgü sert iğneli orman çamı) demektir. Bunya, Avustralya'da yaygındır.] ile ilişkileri normalleştirerek Keşmir meselesini diri diri gömmeye uğraşmaktadırlar. Cammu-Keşmir meseleninin çözümü, "diyalog"tan geçmez, bilakis Cihâd için orduların harekete geçirilmesinden geçer. Müşerref, düşman Hinduları dostluk, muhabbet ve hoşnutluk ile bağrına basmış, Keşmir'i Hindularına merhametine bırakmıştır. Dolayısıyla bugün Pakistan, Keşmir'den fiilen vazgeçmiş, Pakistan piyasasını ele geçirsinler diye Hindu endüstrisine kapıları ardına kadar açmıştır. Müşerref'in dört nokta gündemi ise, Keşmir'e yönelik Hindu gündeminden başka bir şey değildir ve Keşmir'i teslim etmenin farklı bir yoludur. Kuşkusuz Keşmir Kâfir işgâlinden yalnızca orduların Cihâdı ile kurtulur ki bu da mevcut yöneticilerin asla yapmayacağı bir iştir. Bilakis ancak ve sadece Hilâfet, Müslümanların kaynaklarını tek bir râye altında birleştirip bu farzı hakkıyla edâ edecektir.

Devamını oku...

CHP Lideri Deniz Baykal'a Açık Mektup

Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Sayın Deniz Baykal,

es-Selâmu Alâ Men'it Tebe'al Huda (Selâm, hidâyete tâbi olanların üzerine olsun)

26 Ocak Cumartesi günü partinizin İstanbul İl Kongresi'nde yaptığınız konuşmayı ve 31 Ocak Perşembe günü NTV'ye verdiğiniz röportajı mütalâa ettik. Laiklik (Dinsizlik) ve başörtüsü konuları üzerinde yoğunlaşan konuşmanızın detaylarına girmeyip Hizb-ut Tahrir hakkında sarf ettiğiniz tümceye yanıt vermekle yetineceğiz. Konuşmanızda, laiklik karşıtı politik güçlerden ve bunların, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Laiklik anlayışı üzerinde yaptıkları tahribattan dem vurup Hizb-ut Tahrir'in de bu çevrelerce 40-50 yıldır desteklendiğini iddia ediyorsunuz.

40-50 öncesi derken Hizb-ut Tahrir'in 1960'lı yıllarda Türkiye gündemini sarsan çalışmalarını kastediyor olmalısınız. O zamanın olaylarını yeniden incelerseniz, görürsünüz ki sizin gibi Laikler de, karşıtınız olarak gördüğünüz muhâfazakâr çevreler de o zaman el birlik Hizb'e ve Hilâfet'e saldırmış, mü'min gençlere yönelik geniş çaplı tutuklamalarla ortadan kaldırma çabasına girmiştir. 70'li yıllarda da, 80'li yıllarda da, 90'lı yılların sonlarında ve 2000'li yıllarda da aynı ortak birliktelik varlığını sürdürmüştür.

Söz konusu ettiğiniz AKP iktidarı döneminde ise, Hizb-ut Tahrir'e karşı daha şiddetli tutumlar sergilenmiştir. AKP Hükümeti, önceki koalisyon hükümetinden devraldığı İslâm'ı ve Müslümanları sindirme politikasını, aynı, hatta daha fazla bir kararlılık ve azimle devam ettirmiştir. AKP iktidarının başladığı 2002 yılının sonlarından itibaren Hizb'in güçlü olduğu her şehirde ve öncekine oranla daha kısa aralıklarla Hizb'e karşı operasyonlar gerçekleştirilmiş, yüzlerce üyesi ve destekçisi tutuklanmıştır. Bu tutuklama, baskı ve yıldırma çabaları halen, hem de artarak devam etmektedir. Halen hapishanede bulunan, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik, defalarca tutuklanmış, aleyhinde açılan dâvâ sayısı beşe yükselmiştir. İnternet sitenizde (www.chp.org.tr) AKP Hükümeti döneminde yapılan laiklik karşıtı eylemler arasında sıraladığınız, Hizb-ut Tahrir'in 2 Eylül 2005 günü İstanbul'daki Fâtih Câmii'nde düzenlediği gösteriye gelince; mâlumunuz olduğu üzere AKP Hükümeti yetkilileri, başta Başbakan Erdoğan, Hizb'e ve Hilâfet'e kötülükle dil uzatıp şiddetle saldırmışlardı. Bu saldırganlık bir hafta sonrasında Ankara'daki Hacı Bayram Câmii'nde kanlı hadiselerle açıkça gösterilmişti. Ayrıca Erdoğan ve tâifesi, o zamandan sonra medyaya Hizb-ut Tahrir'e karşı halen süregelen bir yayın ambargosu salık vermiş, o zaman Terörle Mücâdele Yüksek Kurulu yedi yıl aradan sonra ilk kez toplanmış, Milli Güvenlik Kurulu öncelikli tehditler listesinin başına Hizb-ut Tahrir'i koymuştu. Bizâtihi Erdoğan, Türkiye'deki tüm Hizb-ut Tahrir üyelerinin tutuklanması tâlimatı vermişti.

Ayrıca yılların politikacısı olarak, şu ayrımın farkına varmanız zor olmaz: Hizb-ut Tahrir, İslâmî Akîde'ye dayalı, İslâmî ideolojiyi benimseyen şiddet-dışı siyâsî bir partidir. Gâyesi; Râşidî Hilâfet Devleti'ni yeniden kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak; böylelikle ülke içerisinde İslâmî hükümleri adâlet ve ihsân ile uygulamak, titizlikle korumak, Müslüman olsun yada olmasın her insan için yaşanabilir, onurlu ve huzurlu bir hayat sağlamak, Sömürgeci devletlerin topraklarımız üzerindeki her tür nüfûzunu, işgâlini ve sömürüsünü ortadan kaldırmak ve insanın aklını iknâ edebilen, fıtratına uygun ve kalbini huzurlu kılan bir inanç sistemi olarak İslâm'ı, tüm dünyaya bir hidâyet ve nûr olarak taşımaktır.

Oysa AKP kendisini laik ve muhâfazakâr demokrat bir parti olarak tanımlamaktadır ve bu, İslâm'a taban tabana zıttır. Müsterih olunuz, böyle bir partinin laiklik ile hiçbir sorunu yoktur ve bu laik devletin en güçlü koruyucusudur. 2001 krizinde kopma noktasına gelen devlet-millet köprülerini, belki de hiç olmadığı kadar sağlamlaştırmıştır. Erdoğan'ın, "Laikliğin güvencesiyiz" sözü size "takiyye" gibi gelmesin. Emin olunuz, İslâmî bir devlet kurmak şöyle dursun, gizli gündem olarak İslâm'ı yüceltmek gibi bir kaygıları bile kesinlikle yoktur. Çünkü bu parti, İslâm'a olan zıtlığını ve uzaklığını açıkça ortaya koymuştur. Bunun için yüzlerce örnek vardır. Aksine AKP'nin İngiliz tipi kurumlar ile bir sorunu vardır. Bugün AKP ve karşıtları arasındaki çekişme, bir Amerikan-İngiliz çekişmesidir. Onlar da sizin gibi laiktir, ancak onların emeli, sizin İngilizci laikliğinizi Amerikancı laikliğe dönüştürmektir, sizin İngilizci ulus-devlet anlayışınızı Amerikancı bir liberalizme çevirmektir, sizin İngilizci milliyetçiliğinizi Amerika'nın üst-kimlikçiliği içine sıkıştırmaktır, İngilizci devlet kurumlarını, Amerikancı devlet kurumları haline getirmektir, İngiliz tipi darbeci orduyu Amerikan tipi uysal bir ordu haline getirmektir. Bunun için Avrupa Birliği'ne üyelik gerekçesini ustalıkla kullanmakta, atmosferi demokratikleşme ve darbe karşıtlığı gazları ile doldurmakta, kemikleşmiş devlet kurumlarının kolonlarını sarsmakta, Amerikan destekli medyayı gerek satın alarak, gerek gözdağı vererek, gerek özendirerek bu uğurda kullanmakta, laik devlet kurumlarının güçlerini aldıkları anayasal konumları ve yetkileri kırpmakta, sivil anayasa söylemiyle, bilhassa referanduma götürme argümanıyla gözünüzü korkutmakta, kendisinin de gerçekte arzulamadığı hassas konuları önünüze atıp tartışmanızı ve öfkelenmenizi sağlayarak sizinle yapacağı pazarlıklarda elini güçlendirip kozlarını ve kartlarını çoğaltmakta, %47'lik halk desteği sonrasında sizi halk karşısında her vesileyle küçük düşürmeye uğraşmakta, hatta şahsınızla polemiklere girerek sizin sırtınızda popülaritesini artırmaktadır. Bütün bunları, ne İslâm için, ne de Müslümanlar için yapmaktadır, bilakis ancak ve sadece Amerika için yapmaktadır. Bütün bu politikalar, araçlar ve taktikler Amerikan patentlidir. Amerikalı politika üreticilerinin ve düşünce kuruluşlarının Türkiye hakkındaki raporlarını ve önerilerini incelerseniz, bunların yıllar öncesinden tasarlanmış olduğunu görürsünüz. Ayrıca İslâm ile "ılımlı İslâm" arasında dağlar kadar fark vardır ve bu ikisi bütünüyle ayrı şeylerdir. İslâm, hayatın tüm sorunlarını çözen kapsamlı bir nizâmdır. Fakat "ılımlı İslâm", Amerika'nın Soğuk Savaş sonrasında, "aşırılık-ılımlılık", "radikalizm-modernizm" vs. gibi yaftalarla İslâm'ı bölmeye yönelik şeytânî plânının sevimli gösterilen ve harâretle teşvik edilen yanıdır. Amerika bu suretle, küresel hegemonyasını yıkma potansiyeli bulunan İslâmî bir devletin, dünyanın jeo-stratejik açıdan bu en kritik bölgesinde kurulmasını engellemeye dönük beyhude bir çaba içerisine girmiştir. İşte AKP ve yandaşı kesimler, bu politikanın hizmetindedir.

Sonuçta diyebiliriz ki AKP'yi doğru yorumlamakta zorlanmaktasınız, çünkü Batı'dan ithal Laiklik, bakışlarınızı perdelemiş sizin. Ne Amerika'nın, ne de onun izmariti AKP'nin laiklik düşmanlığı vardır. Bilakis mesele, Amerika ile İngiltere arasındaki siyâsî bir çatışmadır ve her ikisinin bu kıymettâr ülkemizde pek çok kuklaları vardır. Çatışma bu "Hacivatlar" üzerinden taktik bir mücâdele olarak sürmektedir. Kimse Amerika'dan, İngiltere'den ve onların şerir sömürgeci politikalarından ve kullandıkları kuklalardan bahsetmemekte yada bahsedememektedir. Hizb-ut Tahrir hariç!

Hizb-ut Tahrir ise bu kirli çatışmanın bir parçası değildir ve olmayacaktır. Aksine Allah'ın emrettiği, Rasulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in izlediği ve nihâî zafere ulaştıracağı metodu üzere ilerleyecek, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından, hiçbir zâlimin zulmünden korkmayacak ve eninde-sonunda Hilâfet'i yıkan İngiltere'nin bu Müslüman halka rağmen diktiği bu Laik Cumhuriyet sistemini kökünden söküp yerine Allah'ın izniyle Hilâfet Devleti'ni yeniden kuracaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmasın.

İcâbet edeceğinizden tereddüdümüz olsa da sizi, Laik Demokratik Cumhuriyet fikrini derhal terk etmeye ve ömrünüzün sonunda da olsa İslâm'a sımsıkı sarılmaya çağırmayı ihmâl etmeyeceğiz. İlelebet pâyidâr kalacağını vehmettiğiniz bu Laik Cumhuriyet, Amerika tarafından dönüştürülmeye başladı, fakat Amerika bu işini bitirmeden, Allah'ın izniyle Hilâfet Devleti hem Amerika'nın, hem de İngiltere'nin işini bitirecek, Laiklik Hilâfet'i nasıl yıktıysa, Hilâfet de Laikliği öyle yıkacaktır, ama öyle Laikliğin habis üslupları ve entrikaları ile değil, İslâm'ın azameti ve Müslümanların azîmeti ile...

Hakkı ve hakîkati görmeniz ve gereğince hareket etmeniz dileğiyle.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir, Kabileler Bölgesinde Süregelen Katliamı Lahor, İslâmâbâd, Karaçi ve Peşâver'de Protesto Etti

Hizb-ut Tahrir, Amerikan direktifleri doğrultusunda kabileler bölgesindeki Müslümanların vahşîce katledilmesini kınamak amacıyla ülke çapında gösteriler düzenledi. Protesto gösterileri, Lâhor'daki Lohari Gate'de, Karaçi'deki Tarık Road'da, İslâmâbâd'daki Press Club önünde ve Peşâver'deki Kâsım Ali Camiî dışında düzenlendi. Konuşmacılar Müslümanların bombalanmasını en sert ifadeler ile kınayıp bunu Müşerref'in hıyâneti olarak tanımladılar. Hükümet'ten Müslümanlara karşı süregelen askerî operasyonları derhal durdurmasını ısrarla talep ettiler. Ayrıca efendisinin çıkarları uğrunda kitlelerin çıkarlarını heba eden Müşerref gibi Batılı ajanların önünü açan faktörün, doğrudan bu yönetim sistemi olduğu gerçeğini açıkça belirttiler ve bu Küfür sistemini ortadan kaldırmak ve Râşidî Hilâfet sistemini kurmak için Müslümanların harekete geçmesinin tam zamanı olduğunu söylediler.

Devamını oku...

Uçurumun Kenarında Dans Etmek, Kurbanların Artmasına Yol Açar

Lübnan'daki abes politika, yine daha fazla kan akıtarak sekiz kişinin ölümüne, onlarcasının yaralanmasına, gösteri kıvılcımlarına, yolların kesilmesine ve elektrik kesintisini protesto etmek için ortalığın ateşe verilmesine yol açtı. Fitnenin yakıtı ise, ayrımcılık ile birlikte bilhassa fırkacılık ve mezhepçilik kışkırtmasına müptela şahıslardır. Kurbanları ise, falan filân liderin peşinde giden hamasetli gençlerdir. Geçen gece tanık olduğumuz dehşet verici yeni tablo da, Lübnan iç savaşında temas hatları olarak bilinen ve salgın bir şer vâdeden hortlağın avdet etmesidir.

Bu fitnenin en beter görüntülerinden biri, siyâsî liderliğini kaybetmiş ordunun dostluğunu kazanmaya bel bağlamak veya kazanmak için yarışmaktır. Böylelikle ordu, içerisinde gerek subaylar, gerek diğer unsurlar bazında belirli düzeyde nüfuz ve dostluk sahibi çatışmacı tüm tarafların cazibe merkezi haline gelmiştir. Bu ülkedeki en tuhaf politik değişimlerden biri de, "Vatanî Ordu Doktrini" adında bir fırkanın oluşumu ve herkesin, kendi politikası ile "askerî kurumun" istikâmeti arasındaki eşgüdüm ile böbürlenmesidir. Oysa karşıt grup, bu kurumun tutumları karşısında homurdanmakta ve doktrinini değiştirmeye çağırmaktadır. Sonra görüntü ansızın değişmekte, o böbürlenenler üfleyip duran mızmızlara, bazen de keskin hasımlara, beri taraftan önceleri üfleyip duran mızmızlar da ordunun dostluğunu kazanmakla, vatanî çizgi ve bağımsızlıkla böbürlenen dostlara dönüşebilmektedir. Bu yalpalanmalar hızla sürerken, olan onca hamasetli gençlere ve mâsum insanlara olmakta, Lübnan, politika paranoyasına kurban edilmektedir. Muhâlefet ve Hükümet yanlılarının yükselttikleri sloganlara baktığınızda bunların, "vatanî birlik", "Lübnan'ın egemenliği", "anayasanın korunması", "iç barış" gibi sloganların çoğunda, yine yorumu ve uygulanma biçiminde dahi çekişme yaşanan "Arap Girişimi"nin maddelerinin uygulanması gerektiğinde hemfikir olduklarını görürsünüz. Oysa geçen gece yaşanan olayların, Arap Girişimi'ni sürdürme gündemi ile toplanan Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısı ile eş zamanlı olarak patlak vermesi tesâdüf değildir. Şimdi akan bu kan seli, bu kıytırık çatışmaya değer mi hiç?! Lübnan'daki bu çatışan tarafların haşin ve hunhar tutumlarını gözlemleyen görür ki uğrunda birbirlerine girdikleri şey, hiçbir gerçek siyâsî projesi olmayan kesimlerin, örgütlerin yada liderlerin ölçülerine göre belirlenen maddî kazanç çatışmasından öte bir şey değildir. Oysa gelişmiş gerçek siyâset, insanların işlerini, falan yahut filan kesimden olmaları vasfıyla değil, insan olmaları vasfıyla gözetmeyi amaçlayan siyâsettir. Lübnan'daki çatışan tarafların yoksun oldukları şey, işte bu gelişmiş gerçek siyâsî tefekkürdür. O halde Allah'tan ittikâ edin, ey insanların canları ve kanları üzerinden birbirleriyle çatışanlar! Muhakkak ki bu canlar ve kanlar, sınırlar ötesinden gelen sinyallere göre dinip kabaran sizin bu ucuz çatışmanızdan çok daha kıymetlidir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي ءَادَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً "Andolsun ki Biz, insanoğlunu kerîm kıldık. Onları, karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık." [el-İsrâ 70]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Amerika'nın Emriyle Kabile Bölgelerindeki Müslümanların Katledilmesine Engel Olun!

Amerikan emriyle Müslümanların katledilmesine derhal engel olunmalıdır. İnsanlar, Amerika'nın nükleer bir Pakistan ile asla savaşmak istemeyeceğinin farkındadır. Bunun içindir ki Amerika Pakistan'ın bir iç savaş yoluyla zayıflatılmasını arzulamaktadır. Bugün, Pakistan için en büyük tehlike, düşmanın emrine binâen Pakistan'ı zayıflatan ajan yöneticilerdir. Günlük otuz-kırk Müslüman katledilerek Amerika'ya her gün yeni bir can verilmektedir. Pakistan, 11 Eylül öncesinde böylesi bir kıyımın kurbanı olmuş muydu hiç? Amerika'nın Pakistan'daki müdâhalesinden önce, intihar saldırıları olmuş muydu hiç? Cihâdî aktivistler ve sözde aşırılar ortaya çıkmış mıydı hiç? O halde böylesi kimseleri, kıyımın müsebbibi olarak tanımlamak, yalandan başka bir şey değildir. Gerçekte bu kıyım, Müşerref'in "Önce Pakistan" sancağı altında izlediği duygusuz politikalarının sonucudur. Bu savaş Peşâver'den yalnızca 40 kilometre ötede sürüyor ve Pakistanlılara karşı helikopterler ve tanklar kullanılıyorken "Önce Pakistan" nerede? Bu savaşın her iki cephesinde Müslümanlar katlediliyor ve Haçlılar kabul salonlarında konfor içerisinde bu şovun tadını çıkarıyorlarken "Önce Pakistan" nerede? Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bu yöneticiler hakkında ne de doğru buyurmuş:  شِرَارُ أُمَرَائِكُمِ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ وَيُبْغِضُونَكُمْ وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ  "Yöneticilerinizin şerlileri onlardır ki siz onlardan buğz edersiniz, onlar da size buğz ederler ve siz onları lânetlersiniz, onlar da sizi lânetlerler."

Ey Müslümanlar! Bu zulme şâhit olduğunuz halde susup yerinize çakılamazsınız! Ey İslâmî Siyâsî Partiler! Niçin bu cürüme sessiz kalıyorsunuz? Bu yöneticilere karşı harekete geçip insanları sokaklara dökeceğinize, ne diye bu savaşın kabile bölgelerindeki kurbanlarına yardımlar göndermekle yetiniyorsunuz? Ey Pakistan Ordusu'nun samimi subayları! Daha ne zamana kadar Kâfirleri desteklemek uğrunda Müslüman kardeşlerinizi öldürmeye devam edeceksiniz? Daha ne zamana kadar, ülkemizi başımıza yıkan bu ajan Müşerref'e kol kanat gereceksiniz? İzzetin ve başarının tek yolu olan Hilâfet'in kurulması için nusret vererek adım atmanızın ve Müslümanları bu kölelikten kurtarmanızın zamanı gelmedi mi hâlâ?!

Devamını oku...

Başörtüsü Meselesi, İslâmî Bir Meseledir ve Yalnızca İslâmî Devlet Yoluyla Çözülmelidir

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Başbakan Erdoğan, 14 Ocak'ta meşum bir münâsebetle bulunduğu İspanya'da Avrupalı gazeteciler ile yaptığı toplantıda soruları yanıtladı. Sözlerinden en çok yankı bulanı ve halen tartışılmakta olanı, Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı hakkındaki sözleri idi. Erdoğan şöyle diyordu: "Siyasi simge olarak türban takmak suç mu? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz? ... Ama ülkemizde ne yazık ki böyle bir sorun şu anda var. Üniversitelerde böyle bir sorun söz konusu. Bunu bu düzenleme ile aşmak öyle zannediyorum ki özellikle özgürlükler noktasında, eğitim özgürlüğü noktasında bir sıkıntıyı aşmaya da vesile olacaktır." 16 Ocak'ta İspanya dönüşünde havaalanında düzenlediği basın toplantısında ise şöyle diyordu: "Türkiye hâlâ bu sorunu çözemiyorsa, bu özgürlükler noktasında ciddi sıkıntıdır. Bunu beraber aşarız. Yeni anayasayı beklemeye de gerek yok... Bunun çözümü çok kolay. Otururuz beraberce mutabık kaldığımız bir cümleyle bu çözülür." Bu açıklamalar ile birlikte hararetli bir tartışma hızla gündemin ilk sıralarına yükseldi. MHP, Anayasanın 10. maddesinde değişiklik öngören bir anayasa değişikliği hazırlayıp bununla sorunun çözüleceğini iddia etti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Danıştay başta olmak üzere, bazı devlet kurumlarından sert açıklamalar, tehditler ve rejim uyarıları geldi. CHP, bu meseleyi rejimin bekâsı ile ilişkilendirip ağır eleştirilerde bulundu... Başta Erdoğan olmak üzere, hükümet yetkilileri, bir yandan bu eleştirilere cevap yetiştirmekle uğraşırlarken, öte yandan yetersiz buldukları MHP'nin teklifine alternatif olarak, Anayasa'nın 10, 13 ve 42. maddelerinde değişiklik öngören bir anayasa değişiklik paketinin çalışmalarına başladı. 24.01.2007 itibariyle de MHP ve AKP arasında konu ile ilgili görüşmelere başlandı ve prensipte mutâbakata varıldı.

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti, bu tartışmalar hakkındaki görüşlerini aşağıdaki şekilde beyân eder:

1.   Başörtüsü, eşarp, tülbent, türban, hicâb, hımar yada başka her ne denirse densin, Allah [Subhânehu ve Te'alâ] -korunması gereken ırzlarımız olan- Müslüman hanımlara, genel hayatlarında, belirlediği ölçüler doğrultusunda başlarını örtmelerini ve kezâ teberrücten sakınmalarını farz kılmıştır. Eğitim, çalışma yada başka hiçbir gerekçe, bu farzın geçerliliğini ortadan kaldırmaz. Hiçbir Müslüman hanım, eğitim için, çalışmak için, âdetler ve gelenekler için, aile baskısı için yada başka herhangi bir şey için kısmen yada tamamen başörtüsünü açamaz. Bunlar mutlak olarak haramdır. Şer'î kâide gereği, ibâdetler, yiyecekler ve giyecekler hakkındaki hükümler illetlendirilemez. Aksi takdirde baş örtüsü, iffet veya benzeri bir husus ile illetlendirilerek, şer'î olmasa da herhangi bir örtünme biçiminin yada örtünmemenin meşru olduğu iddia edilir ki bu, kesinlikle câiz değildir.

2.   Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, başörtüsünün İslâm'ın farzlarından olduğunu açıklamasını takdirle karşılıyoruz. Ne var ki başörtüsüne kamusal alanlarda izin verilip verilmeyeceği konusunda yetkisiz olduğu gerekçesiyle suskun kalmasını ve bu kararı devletin diğer mercilerine havale etmesini esefle karşılıyoruz. Bilakis Allah'ın emrettiği bir farzın, herhangi bir zamanda, mekânda ve koşulda engellenemeyeceğini açıkça ve cesurca açıklamasını beklerdik.

3.   Yargıtay, Danıştay ve diğer bazı devlet kurumları ile birlikte CHP, DSP gibi laik partiler ve diğer bazı medya organları ve sivil toplum kuruluşlarının, başörtüsünü rejim meselesi haline getirmeleri ve çatışmaya kapı aralayacak bir fitne unsuru gibi göstermeleri, örtülü ve tarihsel bir İslâm düşmanlığı içermektedir. Açık ve kesin gerçek şu ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Laiklik üzerine kuruludur ve İslâm'ı devlet ve toplum bazında, hatta bazı durumlarda fert bazında dışlamıştır. Osmanlı Hilâfet Devleti'nin Sömürgeci Batılı devletlerin işgâli altında olduğu bir sırada, Müslüman halkına rağmen İslâm'a savaş açmak ve Hilâfet'i yıkmak karşılığında onların himâyesinde ve desteğiyle devlet içinde devlet kurularak ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkar çıkmaz da İslâm'ın devletten ve toplumdan uzaklaştırılması için envâ-i çeşit üsluplara ve araçlara başvurmuştur. Dolayısıyla kısmen örtülü laik diktatörlüğe dayalı devlet düzeninin bekçilerinden, "irtica", "siyasal İslâm", "gericilik" ve benzeri ifadelerle bu tür iğneli açıklamaların gelmesini garipsemiyoruz.

4.   Başörtüsü yasağının hukukî dayanakları; özet olarak Anayasa Mahkemesi'nin bazı Anayasa maddelerine ve bilhassa Anayasa'nın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez (ne demokrasi ama!) maddelerinden biri olan 2. maddesine atfen verdiği karar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararı ve Yüksek Öğretim Kurumu'nun tutumlarıdır ki bunlar, yasağın kaldırılmasını zorlaştıracak yada en azından kaldırılışın gürültülü olmasına yol açacak hususlardır. [AİHM kararı hakkında, Hizb-ut Tahrir'in Hollanda'daki Medya Temsilcisi Üstâz Okay Pala'nın 01.01.2006 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne, başörtüsü mağduru Sayın Leyla Şahin'in Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açtığı davaya ilişkin kararı hakkında gönderdiği reddiyeye bakılabilir.]

5.   Başörtüsü yasağının temel savı "siyâsî simge" olduğu şeklindeki kabuldür. Bu kabul, üç hususa delâlet eder:

a.   Siyâsî simge denilmesi, İslâmî İdeoloji'ye bir atıftır. Başörtüsü İslâmî bir şiâr olduğu için, yasakçılar nezdinde başörtüsü İslâm'ın hayata hâkim kılınmasını arzulayan Müslüman hanımları işâret etmektedir. Dolayısıyla onlar nezdinde sorun yalnızca başörtüsü değildir, aksine sakal, cübbe, sarık, peçe, çarşaf, cilbâb gibi İslâmî şiarlar da bu kapsamdadır. Oysa tartışma yalnızca başörtüsü üzerinden ilerlemektedir. Üstelik başörtüsü yasağının kaldırılmasından kasıt, genel hayatın tamamında bu yasağın kaldırılması anlamına gelmemektedir. Yani bu düzenleme yalnızca üniversitedeki başörtüsü sorununa hastır ve resmî kurumlarda çalışan Müslüman hanımların yada ilköğretim ve liselerde okuyan kızların başörtülerini, peçelerini, çarşaflarını, cilbâblarını, ayrıca Müslüman erkeklerin sakallarını, cübbelerini ve sarıklarını kapsamamaktadır. Danıştay'ın, resmî görevlerde çalışan Müslüman hanımların, sokakta bile başörtüsü örtünmelerini yasaklayan kararını hiç kapsamamaktadır. Yani bu düzenleme, İslâm'ın şiarlarının serbest bırakılması için değil, bu şiarlardan sadece birinin, politik maksatlar ve kapitalist ilkeler doğrultusunda serbest bırakılması içindir ki böylesi bir tavır, kesinlikle İslâm ile bağdaşmaz.

b.   Başörtüsünün İslâmî bir şiar olduğu, AKP'nin de İslâmcı bir parti olduğu, bunun için başörtüsünü serbest bırakmak istediği yada İslâmî Devlet kurmak gibi gizli bir gündemi bulunduğu, dolayısıyla "takiyye" yaptığı iddia edilerek, bir kavram kargaşası çıkarılmakta, mesele aslî mecrasından saptırılmaktadır. Oysa AKP ile İslâm arasındaki mesâfe, Doğu ile Batı arasındaki mesâfe kadardır. AKP kendisini muhâfazakâr, demokrat, laik ve özgürlükçü bir parti olarak tanımlamaktadır ki bunların İslâm ile uzaktan-yakından hiçbir alâkası yoktur. AKP'yi İslâm ile bir araya getiren noktalar, üyelerinin ve liderlerinin Müslüman olması, İslâmî bir geçmişlerinin bulunması ve bazılarının hanımının başörtülü olmasıdır. Bunlar ise şahsî karakterlerdir ve partinin esâsı ve vasfı üzerinde hiçbir emâresi yoktur. Sonuncusu İspanya basınında yer aldığı gibi, AKP yetkilileri sürekli olarak İslâmcı yada dînî bir parti olmadıklarını üstüne basa basa vurgulamaktadır. Üstelik AKP'nin başörtüsüne bakışı; Allah'ın bir farzı olması bakımından İslâmî Akîde'ye dayalı şer'î bir bakış değil, tam aksine haklar ve özgürlükler kapsamında olması bakımından demokratik, laik, hümanist ve özgürlükçü bir bakıştır. Bu kapitalist bakıştan başörtüsünü değerlendirmek ise Müslümana haramdır.

c.   Uygulanan yasak, dikkat edilirse İslâm'a hâs bir yasaktır. Diğer dînlerin yada ideolojilerin şiarları hakkında böyle bir yasaklama söz konusu değildir. Nitekim Erdoğan da "Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz?" diyerek bu yasağın sadece İslâm'a has olmaması gerektiğini, haklar ve özgürlükler açısından savunmaktadır. Bu ise İslâmî bir savunma değildir. Örneğin, ilköğretim çağındaki Müslüman çocukların Kur'ân-il Kerîm'i öğrenmeleri yasak iken, misyonerlerin çalışmaları serbesttir. Hatta bizâtihi AKP, Avrupa Hıristiyan Demokrat Partiler Birliği'ne üyelik başvurusunda bulunmuş, hiç kimse de çıkıp bunu anayasaya aykırı bulmamıştır. Siyâsî simgeler Kapitalizm'e, Komünizm'e yahut diğer küfür fikirlerine ait olunca serbesttir, ancak İslâmî olunca yasaktır. Hatta siyâsî yapılanmalar için de böyledir. Türkiye Komünist Partisi yasal bir parti kabul edilirken, İslâmî bir parti olan Hizb-ut Tahrir yasaktır.

6.   AKP'nin başörtüsü konusunu gündeme getirmesi şâibelidir. Çünkü bizâtihi Başbakan Erdoğan, İspanya dönüşü düzenlediği basın açıklamasında, bu konunun gündeminde bulunmadığını, oradaki gazetecilerin bu konu hakkında sormaları üzerine açıklama yaptığını söyledi. Sonra da hiç gündeminde olmayan bu konuyu, "Yeni anayasayı beklemeye de gerek yok... Bunun çözümü çok kolay. Otururuz, beraberce mutâbık kaldığımız bir cümleyle bu çözülür" diyerek apar topar halletme gayretine girmiştir. Sormazlar mı, iktidarının üzerinden beş yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra, şimdi mi aklın başına geldi?! Madem bu kadar kolaydı, bir cümleyle hallediliyordu, önceki dönemde şimdikinden daha fazla milletvekilin olduğu halde neden halletmiyordun?! Nitekim 28.12.2004'te doğrudan Başbakan Erdoğan'a gönderdiğimiz mektupta başörtüsü sorununu henüz çözememiş olduğu halde makâmında durmasının kendisi için büyük bir günah ve ağır bir zillet olduğunu beyân etmiştik. Kendisi de 2005 yılı Haziran ayında Lübnan ziyâreti dönüşünde başörtüsü sorununun çözülebileceğinden bahsetmiş, ama hiçbir somut adım atmamıştı, tam aksine Avrupa Birliği'ne üyeliği uğrunda zinayı yasaklayan kanunu bile çıkarmaktan vazgeçmişti. Bütün bunlar demek oluyor ki başörtüsü konusunun ardında başka bir mesele vardır. Peki bu mesele nedir?

a.   Düne kadar yoğun bir şekilde tartışılan yeni anayasa, AKP ile MHP'nin üzerinde anlaşmaya vardığı anayasa maddeleri üzerinde de değişiklik yapma imkânı tanıyorken ve zaten beş yıldan fazladır bekleniyorken, bu acelecilik nedendir? Yoksa yeni anayasanın kabulü konusunda herhangi bir pürüz mü çıktı ki başörtüsü meselesi ile örtülmek isteniyor?

b.   Önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimler öncesinde bu konu gündeme getirilerek oy oranları artırılmak mı isteniyor, yoksa yasağın kaldırılması halinde yerel seçimler öne mi alınmak isteniyor?

c.   İngilizci Laikler ile Amerikancı Laikler arasında süregelen çekişme ve rekâbet, bu sorun üzerinden kanalize edilmek yada bir pazarlık konusu haline getirilmek yada bir koz olarak kullanılmak mı isteniyor?

d.  Son dönemde artan bir şekilde gündemi işgâl eden terör eylemleri, sınır ötesi harekât haberleri ve global ekonomik sarsıntının etkileri gibi olumsuz faktörler azaltılmak mı isteniyor? Yoksa gündem başörtüsü meselesi ile bu kadar meşgul iken kamuoyundan gizlenmek istenen birtakım icraatlar mı yürütülüyor?

7.   MHP'nin çıkışı ise politik bir rant kavgasından ve pastadan pay kapma arayışından başka bir şey değildir. Çünkü MHP, AKP'nin öyle veya böyle başörtüsü meselesini çözmek zorunda kalacağını, taban kaybetmemek yada diğer politik çıkarları için bu hususta ısrar edeceğini bilmektedir. Bunun için Erdoğan henüz İspanya'da iken MHP anayasa değişiklik teklifinin hazırlıklarına başlamıştır. Erdoğan gelir gelmez önerisini paylaşarak hem bir öncülük rolü kapmaya çalışmış, hem de sorunu muallakta bırakacak bir çözüm ile sınırlandırmak istemiştir. AKP kendi değişiklik önerisini hazırlayınca da onunla mutâbakata varmıştır. Çünkü MHP şunu biliyordu: eğer AKP bu sorunu çözerse, AKP'nin popülaritesi artarken MHP'ninki düşecek; eğer AKP çözemezse genel seçimler öncesinde olduğu gibi yine mağduriyet rolünü oynayıp kendisini haklı gösterecektir. İşte MHP, hem çözümü sınırlandırmak, hem de AKP'nin kozunu kullanma çerçevesini daraltmak üzere onunla masaya oturmuştur. Zaten aynen AKP gibi MHP de fırsatçıdır ve İslâmî şiarların, Laikliğin zulmünden kurtarılması derdinde değildir.

Ey Müslümanlar!

Başörtüsü, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın emri ve Müslüman hanımın baş tâcıdır. Hiçbir yasak, bu farzın yerine getirilmesine engel olamaz. Bunun için Müslüman hanımların, ister eğitim görmek, ister çalışmak, isterse başka bir maksatla olsun, başörtülerinden vazgeçmeleri câiz değildir.

Başörtüsü meselesi, İslâm'ın bütününden bir cüz'î mesele olsa da, kâfirlerin ve âvânelerinin ona düşmanlığı kadîm ve meşhurdur. Medîne'deki kâfirlerin saldırısından başlayıp Bizans dönemindeki zulümlere, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan Yahudi varlığındaki eziyetlere, 1960'lı yıllarda Türkiye'de bâriz bir biçimde gündeme gelmesinden, Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da, Hollanda'da, Belçika'da, Almanya'da... Azerbaycan'da, Tunus'ta, Tacikistan'da, Çeçenistan'da, Balkanlar'da ve daha birçok beldeye kadar pek çok zamanda ve mekânda nefretle karşılanan başörtüsü meselesi İslâm'a düşmanlığın dışa vurulduğu meselelerden biri olmuştur.

Hükümet, beş yıllık iktidarı boyunca başörtüsü sorununu çözeceğini tekrarlayıp durmuştur. Hükümet başörtüsünü neden halletmek istemektedir? İslam'ın emri olduğu için mi, Müslüman kızların eğitim haklarını ve özgürlüklerini savunduğu için mi, yoksa başka bir sebeple mi? İslam'ın emri için olmadığı kesindir. Aksi takdirde bugün Müslüman gençleri tutuklamaz, İslam düşmanı Kâfirler ile sarmaş-dolaş olmazdı. Eğitim hakkı ve özgürlük de bunun sebebi değildir. Çünkü haklar ve özgürlükler, İslam ile ilgili olunca veya mazlumlara ilişkin olunca geçersiz olmaktadır. Üstelik AKP Hükümeti'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gönderdiği resmî avukatlar, başörtüsü aleyhine savunma yaparak mahkemenin başörtüsü yasağını onaylayan bir karar almasına imkân sağlamışlardır. O nedenle AKP Hükümeti; başörtüsü meselesini, "oligarşik bürokrasi" olarak tanımladığı derin devlet uzantılarıyla arasındaki çekişmede ve halk arasındaki popülaritesi uğrunda bir koz ve araç olarak kullanıp utanç verici bir yüzsüzlük ile istismar etmektedir. Nitekim bu çekişmenin sonuçlanması, Amerikan Kâfiri'nin Türkiye stratejisinin omurlarından biridir ve AKP Hükümeti bu uğurda kendini paralamaktadır. Ne İslam için ne ülke için ne de halkı için değil! Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bir sahâbesi ile sohbetinde böylesi yöneticileri ne kadar da veciz ifade etmiştir:

أعاذك الله من إمارة السفهاء، قال: وما إمارة السفهاء؟ قال: أمراء يكونون بعدي لا يقتدون بهدي ولا يستنون بسنتي فمن صدّقهم بكذبهم وأعانهم على ظلمهم، فأولئك ليسوا مني ولست منهم، ولا يردون عليّ حوضي، ومن لم يصدّقهم بكذبهم، ولم يعنهم على ظلمهم فأولئك مني وأنا منهم، وسيردوا عليّ حوضي "Allah seni sefihlerin yönetiminden korusun." Dedi ki: "Sefihlerin yönetimi de nedir?" Dedi ki: "Benden sonra yöneticiler olur. Onlar Hidâyetime uymazlar ve Sünnetimi de tâkip etmezler. Her kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse, işte onlar Benden değildir ve Ben de onlardan değilim! Onlar (Cennetteki) Havzıma gelemezler. Her kim de onların yalanlarını doğrulamaz ve zulümlerine de yardım etmezse, işte onlar Bendendir ve Ben de onlardanım! Havzıma gelecek olanlar işte bunlardır."

Müslümanlara gelince; başörtüsü demokratik bir hak veya bir özgürlük değildir. Bilakis Allah'a kulluğun bir gereğidir. Kulluk ise özgürlük de değildir, hak da değildir. Bilakis emirdir. Her şart ve her ortamda mutlaka yerine getirilmelidir. Başörtüsü, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın Müslüman hanımlara emrettiği bir emir ve farziyet olmasının yanısıra, İslâmî Ümmet'in de nâmusudur. Hatırlanmalıdır ki Medîne'de Yahudilerden biri Müslüman bir hanımın başörtüsünü açınca oradaki bir Müslüman hemen o yahudiyi öldürdü. Onlar da o Müslümanı katlettiler. Bu olay üzerine Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Yahudilere savaş açtı. Başörtüsünün İslâm'daki anlamı ve Müslümanların ona verdiği değer işte budur!

Bununla birlikte bu yasak ne kadar haram ve şerir ise, bu yasağın demokratik haklar ve özgürlükler esâsına dayalı çözümü de o kadar haram ve şerirdir. Müslümanın her ameli, İslâmî Akîde'ye binâen olmalıdır. Bunun için Müslümanların ve İslâmî duyarlılığı bulunan kesimlerin, demokratik haklar, özgürlükler ve benzeri küfür şiarlarına dayalı olarak başörtüsü yasağının kaldırılmasını istemeleri, buna destek vermeleri yada alkışlamaları doğru değildir. Kezâ meseleyi yalnızca üniversitelerdeki başörtüsü sorunu ile sınırlandırıp ilköğretimde, liselerde, resmî kurumlarda, askerî kışlalarda süregelen yasağı görmezden gelmeleri de doğru değildir. Kezâ meseleyi, sırf başörtüsü ile sınırlandırıp Kur'ân-il Kerîm öğretimi ve kursları, sakal, peçe, çarşaf, cilbâb ve benzeri İslâmî şiarlarda süregelen yasağı görmezden gelmeleri de doğru değildir. Kezâ meseleyi, sadece bu İslâmî şiarlar ile sınırlandırıp İslâmî hükümlerin fert, toplum ve devlet bazında bir bütün olarak uygulanmasında süregelen yasağı görmezden gelmeleri de doğru değildir.

Ey Müslümanlar!

İbâdetleriyle, muâmelâtıyla, ukûbatıyla, ahlâkıyla, ahvâl-i şahsiyesi ile, Cihâd'ı ile, Hilâfet'i ile, istisnâsız tüm hükümleriyle bir bütün olarak İslâm'ın uygulanmasına, korunmasına ve yayılmasına hırs göstermek ve bu çalışmayı, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in gösterdiği gibi fikrî çatışma ve siyâsî mücâdele yoluyla İslâmî siyâsî ideolojik bir kitleleşme dâhilinde sürdürüp İslâmî hayatın yeniden başlatılması için Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak hedefine götürmek de hepinize farzdır. İşte bunun için Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti, sürekli ve ısrarlı bir biçimde sizleri kendisiyle birlikte çalışmaya çağırmaktadır. Artık hak ve hakîkat kendisine apaçık beyân edildikten sonra, dileyen icâbet etsin, dileyen yüz çevirsin! Hesap görücü olarak Allah yeter.

إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلاً  "Muhakkak ki bu bir öğüttür, artık dileyen Rabbine bir yol tutsun." [el-İnsân 29]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER