Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Obama, Türkiye Yönetiminden Başlayıp Suudi Yönetimine de Uğrayarak Mısır Yönetimine Varıncaya Kadar Müslümanların Beldelerini İstila Ediyor

  • Kategori Hizb
  •   |  

Obama, İstanbul ziyaretinin ve orada yaptığı konuşmasının üzerinden daha iki ay geçmeden Cezîra-tul Arap'a uğrayarak el-Kenâne arzına doğru harekete geçti. Mısır yönetimi, 04.06.2009 Perşembe sabahı onu, fatihler gibi karşıladı! Zira Afganistan, Pakistan ve Irak'taki Müslümanların kanlarına kasteden cani ruhluluğuna devam eden küfrün başı Amerika Başkanını karşılamak üzere uçağının indiği sabah saat dokuzdan, hatta daha öncesinden itibaren hava alanı ve civarında kesintisiz güvenlik önlemleri alındı, güvenlik güçleri konuşlandı, süsler donatıldı.

Mısır yönetimi, Obama için sağını solunu, önünü arkasını yağız atlı "süvarilerin" kuşattığı, lüks otomobiller ile müziklerin de eşlik ettiği görkemli bir geçit töreni hazırladı... Mısır Devlet Başkanı, kubbeli sarayın kapıları önünde onu, selam ve onurla karşıladı. Ardından da kürsüsünden Müslümanlara seslenmek üzere Kahire Üniversitesi'ne yöneldi!

Gerek Amerika'nın Müslümanların beldelerine yönelik savaşları konusunda olsun, gerek Filistin meselesi ve Yahudi varlığıyla sağlam ilişkiler konusunda olsun, gerek nükleer silah konusunda olsun, gerekse diğer tali ve tali olmayan meselelerde olsun içeriği bakımından önceki ve daha önceki Amerikan Başkanlarının genel politikasından farklı olmamasına rağmen Obama'nın konuşması, Müslümanların beldelerindeki Amerika'nın savaşlarını "özümsemeleri" için İslâmî kamuoyunu cezbetme çabası içerisinde olmakla birlikte her şeyden önce Amerikan çıkarını gerçekleştirme çizgisinin dışına çıkmamıştır.

Bununla birlikte şekil bakımından konuşması, daha öncekilerini geçen aldatıcı hoşa giden bir yumuşaklıkla karakterize olmuş bir konuşmaydı. Konuşması, genel ilişkilerin ötesine geçmemesine rağmen aldatma ve saptırma sanatındaki maharetinden dolayı sözlerine kulak verilmiştir.

وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar âdeta dayanmış kütükler gibidirler, her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları katletsin! Nasıl da döndürülüyorlar." [el-Munâfikûn 4]

Konuşması genel ilişkilerin ötesine geçmemesine rağmen önemli ve ağırlıklı hassas meselelere değinmiştir. Zira konuşma, görünüm olarak Müslümanların meselelerine yönelik adavetini gizlemeyen bir keskinlikteydi.

وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ "Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." [Âl-i İmrân 118]

Zira konuşmasına ilk olarak Afganistan ve Pakistan'daki "terörist" aşırıcılar denilen kimseleri tehdit etmekle ve onlara gözdağı vermekle başlayarak onlara izin vermeyeceğini, devletleri onlara karşı savaşmaya teşvik edeceğini ve Afganistan'da kendisi ile birlikte savaşan kırk altı devleti bir araya toplamaktan gurur duyduğunu ifade etmiştir! Bununla da sınırlı kalmayıp Pakistan'ı dolaylı ve dolaysız şekilde bombardımana tutmakta ve bunda hiçbir beis görmemektedir. Aksine bunu, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yönelik "onurlu" bir katliam olarak görmektedir. Zira bu, artık Afganistan'da Obama'nın askerlerinin kasıtsız bir hata olarak meşrulaştırdıkları bir fenomen haline gelmiştir!! Ancak onlar, aşırıcılıları hedef almaktadırlar. Doğal olarak Obama da ülkesinde Amerikan işgalini veya mukaddesatlarına yönelik Yahudi gaspını istemeyen dinine sımsıkı bağlı bir Müslümanı aşırı "terörist" olarak görmektedir!

Hem yaptığı onca kötülüklere, hem de Afganistan, Pakistan ve Irak'ta devam eden vahşî katliamına rağmen Türkiye'de söylediği ben İslâm'a ve Müslümanlara savaş açmak istemiyorum söylemini tekrar etmiştir! Doğrusu Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hadis-i şerîfinde ne kadar da doğru söylemiştir:

إِذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "Eğer haya etmiyorsan dilediğini yap!"

Amerikan ordusu, Müslümanların beldelerinde katliamlar işlediği, gece-gündüz Müslümanlara yönelik azgınca savaş açtığı, alenen katliamların işlendiği ve insanların yurtlarından sürgün edildiği bir sırada Obama, hala Müslümanlarla savaş içerisinde olmadığı söylemini tekrar etmektedir!

Ardından konuşmasında Filistin'e geçerek Amerika'nın, Filistin'i gasp eden "Yahudi" Devleti ile güvenlik ve güvenlik dışı kopmaz ilişkilerini, bu devletin gasp ederek varlığını ikame ettiği yerlerde baki kalacağını ve bundan başka bir alternatifi asla kabul etmeyeceğini güçlü bir şekilde ifade etmektedir! Ardından iki devletli çözüme, yani her ne kadar Filistin halkı için bir devlet olarak isimlendirilse de kıytırık bir şey karşılığında Yahudilerin Filistin'in genelinde var olma hakkının tanınmasına vurgu yapmaktadır. Ardından sıradan insanların duygularını okşayarak Yahudi varlığının kendi varlığı için kaleler inşa edeceği güvenli uygun bir yer kalmadığını bildiğinden Yahudi yerleşim birimlerinin durdurulmasını, yani yerleşim birimlerinin kaldırılması yerine yeni yerleşim birimlerinin inşa edilmesinin durdurulmasını istediğini ifade etmektedir! Hatta durdurulmasını istediği bu şey için dahi öldürücü yol haritasını hatırlatıp buna vurgu yaparak Yahudi düşmanına yönelik her türlü direnişin durdurulması şartını koşmaktadır!

Ardından konuşmasında nükleer silah konusuna geçiyor ve İran üzerine yoğunlaşarak Ortadoğu'nun nükleer silahtan arınmasını ve orada nükleer silah yarışının engellenmesini istediğini ifade ettiği halde nükleer bir devlet olduğunu bilmesine rağmen Yahudi varlığı hakkında tek bir kelime dahi etmemiştir! Konuşmasında Müslümanların meselelerine karşı açıkça bir meydan okuma olmasına rağmen Mısır yönetimi, Afganistan, Irak ve Pakistan'daki askerlerinin akıttığı ve akıtmakta olduğu masum kanları ört pas etme uğraşısı içerisinde sinsiliği, kurnazlığı ve ballandırılmış konuşmasıyla gelen bu istilacı için yağcılık ve yalakalıkla ona alkış tutan yandaşlarından bir kalabalık hazırlamıştır ki böylece Obama'nın konuşmasında kustuğu zehri Mısır halkı kabul ediyormuş gibi bir manzara oluşsun.

Bu sahte alkış, iki gözü olan herkes için açıktır. Ancak nasıl olur da iki devletli çözüm hakkındaki söylemleri alkışlanabilir? Alkış tutulması bir yana mübarek el-İsrâ ve'l Mirâç arzının, halkı ile onu gasp eden arasında paylaşılmasına bir Müslüman hiç razı olur mu?!

Kelimelerin yerlerini değiştirdiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Zira Obama, şu âyet-il kerimeye işaret ederek:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur." [el-Mâide 32]

Müslümanlardan aşırıcılar olarak isimlendirdikleri kimselere yöneltmektedir. Oysa bu âyet, ilk olarak İsrailoğulları hakkında inmiştir. Ancak Obama, bir Müslümanın dini ile halkını savunmasını ve kendisine saldıranlarla savaşmasını tüm insanlığı öldürmüş olarak gördüğü halde Yahudi varlığının insanları katletmesini, onların topraklarını gasp etmesini, onları yurtlarından sürgün etmesini, hurumatları ve mukaddesatları çiğnemesini, fitne ve fesat çıkarmasını ve bu canları katletmesini tüm insanlığı öldürmek olarak görmemektedir. Bırakın bunu Amerika'nın Müslümanlara yönelik katliamlarını bile tüm insanlığı öldürmek olarak görmemektedir.

كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَّقُولُونَ إِلاَّ كَذِبًا "Ağızlarından çıkan, ne büyük, (ne ağır) bir söz oldu! Onlar ki yalandan başkasını söylemezler." [el-Kehf 5]

Sorunun Yahudi yerleşim birimleri olmayıp yenilerinin yapılması olduğunu ilan ettiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Kaldı ki bu, şer'î olmayan bir şeydir. Böylesi kötü söze Mısır yönetimi yandaşlarından başka kim alkış tutabilir?!

Ayrıca Ömer'in fethederek Yahudilerin oturamayacağını ifade eden Ömer Ahitnamesi ile zaptettiği, ardından da Salahaddîn'in kurtardığı Kudüs'ün otoritesinin Yahudiler, Nasranîler ve Müslümanlar arasında ortak olduğunu ilan ettiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Tabii ki bunların hepsi, "Doğu" Kudüs olarak bilinen yer hakkında olup "Batı" Kudüs olarak bilinen yer hakkında değildir!

Ona tutulan bu alkışın sahteliği açıktır. Nitekim bir taraftan Obama'nın imajını düzelteceğini ve onu adaletli asil bir kahraman olarak göstereceğini, diğer taraftan da Mısır yönetiminin her şeyde Amerika'ya olan uşaklığındaki açığını örteceğini sanarak onun için bir sahne hazırlamasına rağmen Mısır yönetimi, bu sahteliği gizleme becerisini gösterememiştir. O kadar ki Mısır yönetimi, gasıp Yahudi varlığı ile Filistin halkı arasında kalan Filistin'e yönelik bakışında tarafsız kalmış, hatta tarafsızlığın da ötesine geçerek Yahudi varlığının yanında yer almıştır!

Ey Müslümanlar!

Obama, sizler hissetmeksizin sizlere zarar vermek için sizlere adeta bir keşiş elbisesi ile yanaşmaktadır. Dolayısıyla o, sizlere açıkça adavet besleyenlerden daha tehlikelidir. Bush Amerika'sının vakıası sizlere hiç de uzak olmadığı halde sizler, işinizi ona havale ediyorsunuz. Amerika, sizlere musallat ettiği ajanlarına rağmen topraklarınızda sıkışıp kalmıştır. Amerika silahlarla donanmış olmasına rağmen sizlerden dolayı korku ve panik içerisindedir ve bu da sizlere karşı düşmanlığını açığa vurmasından dolayıdır. Obama ise, ülkeleri işgal etmesine, insanları katletmesine, sizleri sevgi ve dostlukla aldatan korkakça tebessümlerine alkış tutmanızı istemektedir!

يعطيك من طرف اللسان حلاوةً  ويَروغُ منك كما يَروغُ الثعلب

Bir taraftan dilinin ucuyla sana bal verirken
Diğer taraftan tilki gibi sana sinsilik yapmaktadır

Ey Müslümanlar!

Obama, İstanbul'dan başlayarak Cezîra-tul Arap arzına uğrayıp el-Kenâne arzında son bulan Müslümanların beldelerini aldatıcı bir görüntü altında istila etmeyi gelişigüzel bir şekilde seçmemiştir. Bilakis İstanbul'un, Yahudilerin Filistin'i gasp etmesi önünde engelleyici bir set olan Hilâfetin Başkenti, Fatih'in arzı olduğunun farkındadır. Cezîra-tul Arap arzının da Ömer'in Kudüs'ü fethetmek üzere hareket ettiği ilk İslâmî Devlet'in Başkenti olduğunun farkındadır. Aynı şekilde el-Kenâne arzının, Kudüs'ü haçlılardan kurtarmak üzere hareket eden Salahaddîn'in vilâyetinin merkezi olduğunun da farkındadır.

Evet, o bunların farkındadır. Dolayısıyla o, Müslümanlara geçmişteki izzetli döneminiz artık sona ermiştir, şimdi güç ve saldırı sırası Obama, onun zümresi ve Amerikan hegemonyasındadır şeklinde bir mesaj getirmek üzere bu beldelere gelmiştir. Şüphesiz Sömürgeci kâfirler, nerelerin güç merkezlerimiz olduğunu Müslümanların çoğundan daha iyi bilmektedirler. Zira onlar, tarihimizi ve dinimizi araştırmaktalar, güç noktalarımız ile Ümmetimizin taşıdığı hayrın özelliklerini bilmektedirler. Zira Obama'nın يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا "Ey insanlar! Biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye de sizi kabileler ve halklar kıldık." [Hucûrat 13] ayeti kerimesini zikredip "halklar birbirini tanısın diye" ifadesinde durup âyetin son kısmı olan إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ "Sizlerin Allah katında en şerefli olanınız en takvalı olanınızdır." ifadesini tamamlamaması bir tesadüf değildir. Dolayısıyla İslâmî Ümmeti, en şerefli ve en onurlu kılan ve Amerika ile onun peşindekileri de en alçak ve en zelil kılan şeyin takva olduğunu zikretmemiştir.

Ey Müslümanlar!

Obama konuşmasında kendisini dünyanın lideriymiş gibi göstermeye çalışmakta ve bunu da ona Müslümanların beldelerindeki ruveybida yöneticileri hazırlamaktadır. Zira onlar, ona beklentisinin ötesinde bir ilgi göstererek kendi ülkesinde gösterilmeyen bir şekilde onun yoluna kırmız halalar serdiler, çiçekler ve güller ile donattılar. Adeta onun onlarla olan durumu, Firavun'un kavmi ile olan durumu gibiydi.

فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ "O (Fir'avn) kavmini küçümsedi ama onlar yine de kendisine itaat ettiler. Gerçekten onlar fâsık bir kavim idi." [ez-Zuhruf 54]

Obama, kendisini konuşmasında kurnaz ve zeki bir şekilde göstermeye çalışmasına rağmen şunu iyi bilmelidir ki onu, İstanbul, Cezîra-tul Arap ve el-Kenâne arzı karşılamamıştır. Bilakis onu karşılayanlar Müslümanlar tarafından dışlanmış nizamlardan oluşan hain bir zümredir. Yine şunu da iyi bilmelidir ki konuşmasındaki sinsilikleri ve yumuşak sözleri, Müslümanların akıllarında yer etmeyecektir. Bilakis onlar, onun elleri arasında ve arkasında ne olduğunu, kendisine tutulan alkışın onu karşılayan yönetimlerin yandaşlarının yerine getirdiği görevden öte bir şey olmadığını da bilmektedirler.

Şüphesiz Hizb-ut Tahrir, İslâm'ın devletini ikame edecek kendi erleri olduğunu Obama'ya ve dünyaya ilan eder. Ki o devlet, dünyayı istismar eden, onu sömüren ve servetlerini yağmalayan bir devlet olmak yerine adaleti tesis eden, zulmü kaldıran ve hakları sahiplerine döndüren dünyanın birinci devleti olacaktır. Böylelikle de Amerika'yı hezimete uğramış zelil bir şekilde kendi merkezine geri gönderecek, Filistin'i gasp eden Yahudi varlığını yok edecek, Filistin'i bir bütün olarak İslâm diyarına döndürecek, yeryüzü Hilâfetle yeniden aydınlanacak ve dünyanın dört bir tarafını hayır kuşatacaktır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hatalı Siyasî Düşünüş

Şüphesiz "Halkları ve ümmetleri yok eden, devletleri yıkan veya zayıflatan şey hatalı siyasî düşünüştür." [Hizb-ut Tahrir Neşriyatlarından Takiyuddîn en-Nebhanî'nin Düşünme Metodu Kitabı] Hollanda'daki siyasî ortama hâkim olmaya başlayan hatalı siyasî düşünüşün göstergelerinden biri, kimi politikacıların propagandasını yaptığı düşük önerilerin ve çözümlerin niceliğidir. Her ne kadar bu öneriler ile çözümler, görünürde yüzeysel olsalar da derinliklerinde sahiplerinin zihinlerine yer etmiş tehlikeli derin mefhumlardır. Zaman zaman yüzeysel olarak ortaya çıkan bu derin mefhumlar, Hitlerin sıra dışı bir fenomen olmadığını bildirmektedir. Dolayısıyla bunlar, bir çok maskenin arkasına gizlenmektedir ve er yada geç yeniden ortaya çıkacaktır.

Her kim bu sözümüzü eleştirmek ve bunu aşırı bir sapkınlıkla itham etmek veya provokasyon olarak nitelendirmek isterse Hollanda'daki kimi politikacıların taşkınlık çıkaranlara ateş açılmalıdır veya kimi politikacıların "Bidovliyn" denilenler iğdiş edilmelidir önerisini bizlere açıklamalıdır? Şimdi insan hakları ile övünen Batı zihniyeti örfünde bunlar, böylesi kimselerin nefislerine yerleşmiş bir barbarlık ve vahşet değil midir?

Ayrıca bir gurup politikacı ile aydının yasalara karşı geldikleri kanıtlanması halinde Hollanda vatandaşı olsalar dahi Fas kökenli göçmenlerin kendi ülkelerine kovulması gerekir demeleri ne anlama gelmektedir?

Politikacılardan büyük bir gurup ile sıradan insanlardan çoğunluğu, vatandaşlığına rağmen yabancılara bir yabancı olarak bakıyorlarsa o halde yabancının devlete ve topluma entegre olmasının ve onu dost edinmesinin ne anlamı vardır? Dahası bir gurbetçi, aslen Hollandalı olan bir kimse nazarında sırf Hollanda pasaportu taşıyan bir gurbetçi olarak kaldığına göre vatandaşlığın anlamı nedir? Gurbetçiye yönelik bakış da farklıdır; ona tatbik edilen kanunlar farklıdır, ona verilen haklar farklıdır ve ondan istenilen yükümlülükler de farklıdır. O halde bu, eşitlik midir yoksa ayrımcılık mıdır?

Verdiğimiz örnekler buzdağının sadece görünen kısmıdır. Ancak bunlar, hem siyasî ortama hâkim olan hatalı siyasî düşünüşü göstermek, hem de akillerin gelecek hakkında düşünmeleri ve sonuçları görmeleri için yeterlidir.

 

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

 

Devamını oku...

Halkın Egemenliği, İslâmî Kültürümüze Yabancı Batılı Bir Küfür Fikridir İnanılması ve Tatbik Edilmesi için Çalışılması Gereken İslâmî Fikir, Şeriatın Egemenliğidir

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Lübnan'ın da aralarında olduğu dünya ülkelerindeki parlamentoların varlığı, bugün mevcut siyasî nizamların hepsinde tatbik edilen egemenlik halka aittir fikrinin pratik vakıada somutlaşmadır. Egemenlik ise, iradenin yürütülmesidir. Dolayısıyla egemenlik halka ait olduğunda bunun anlamı, ne ile hükmedileceğini kararlaştırılması bu halkın elindedir demektir. Yani ortaya çıkardığı otorite yoluyla kendisine yasama ve karar verdiğini infaz etmeye çalışma yetkisi verilir. Halkların ne istediklerini kararlaştırmak üzere bir araya gelmeleri imkânsız olmasından dolayı da taşıdıkları isimlere bakılmaksızın meclislerinin çıkarı için kendisinden vazgeçtikleri halkın egemenliği fikrini pratik siyasî vakıada somutlaştırmak amacıyla insanların kendileri için seçtikleri temsilciler yoluyla bu meclisler olmuştur.

Bu fikir, İslâmî kültürümüze yabancı Batılı bir küfür fikridir.

Batılı fikir olmasına gelince; bu fikir, din adına kilise ile ittifak kuran ve "ilahî hak" sloganı altında Avrupa'daki yöneticiler tarafından insanlara uygulanan zulme karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu zulmün en bariz yönü ise, malî yöndür. Zira vergilerin tahsil edilmesinde ve harcanmasında yöneticinin görüşü ile hevasından başka bir şey gözetilmiyordu. Bunun içindir ki parlamentoların en önemli işlerinden biri, hatta mevcut günümüzde bile genel bütçenin onaylanmasıdır. Çünkü bu fikrin en önemli gerekçelerinden biri, insanlar üzerindeki mevcut zulmün, özellikle de vergilerin tahsil edilmesi ve harcama keyfiyetinde ortaya çıkan ekonomik zulmün kaldırılmasıdır.

Küfür fikri olmasına gelince; çünkü bu, İslâmî akîde ve hükümleri ile çelişmektedir. Zira bu fikir, helal ve haram kılma anlamına gelen yasama hakkının insana verilmesi esasına dayanmaktadır. Bu da Müslümanın inanması ve tatbik edilmesi için çalışması gerektiği İslâmî akîde esaslarından en önemlisine yönelik apaçık bir taarruzdur ve düpedüz onu yok etmektir ki kanun koyucu Allah'tır, bu işe O'ndan başka hiçbir kimse malik değildir, tevhit şahadetinin [إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ] "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40] gerekliliklerindendir ve Kur'ân-il Kerîm Allah'ın dışında olan yasamayı şirk türlerinden bir tür saymıştır:

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُواْ لَهُمْ مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği bir dîni (hükümleri) getiren (meşru kılan) ortakları mı var?" [eş-Şûra 21]

Tüm Müslümanlar, bunun haramlılığı, cürümünün büyüklüğü ve ümmetler ile toplumlar içerisinde ortaya çıkardığı ifsatlarının çokluğu üzerinde ittifak etmiştir. Nitekim dünyada meydan gelmiş ve gelmekte olanlar sizlere hiç de uzak değildir. Bunun içindir ki helal ve haram kılma yetkisine sahip olan yalnızca Allah'tır.

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَـذَا حَلاَلٌ وَهَـذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin. Aksi halde Allah'a karşı yalan iftirâ etmiş olursunuz." [en-Nahl 116]

Genel özgürlükler fikrine değinmeksizin halkın egemenliği fikrinden bahsetmek imkânsızdır. Çünkü bu fikir, onlara göre varlıkları olmaksızın çalışmanın imkânsız olduğu egemenlik fikrinin gerekliliklerinden sayılır. İnanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü ve şahsî özgürlüğü kastettikleri genel hürriyetler fikri ise, akîdemize ve şer'î nasslarımıza muhalif bir fikirdir. Çünkü insanın özgür olması için şu iki hususun bulunması kaçınılmazdır. Birincisi: Bu insan dilediğini yapmalıdır. İkincisi: Yaptıklarından dolayı hesaba çekilmemelidir. Bunlar ise İslâm'a uygun değildir. Bilakis onun esaslarıyla çelişmekte ve nasslarıyla çatışmaktadır. Çünkü İslâm'ın bakış açısına göre tüm insanlar, akîde ve hükümler olarak İslâm'a bağlı kalmakla mesuldürler. Şayet bunu yapmazlarsa dünyada veya âhirette hesaba çekilmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla insanın dünya hayatındaki tercihlerini belirleyecek olan İslâm'dır, insan değildir. Binaenaleyh Müslümanlar için bu anlamda mutlak özgürlükler diye bir şey yoktur. Bilakis mubah bir fiil işleseler dahi İslâmî şeriatın istediğine göre hareket etmelidirler. Bu da şeriatın onu mubah kılmasından dolayıdır. Binaenaleyh insanın ulaşabileceği ve uğruna çalışması gereken en üst mertebe, Allahu Te'alâ için kul olmasıdır.

Kültürümüze yabancı olmasına gelince; çünkü bu, ancak İslâmî Ümmetin inhitata uğraması ve kendisinden hayatın tüm yönlerine çözüm getiren hükümlerin kaynaklandığı bir akîde olması bakımından İslâm'a yönelik doğru anlayıştan uzaklaşmasından sonra toplumlarımız içerisinde ortaya çıkmıştır. Ardından Ümmetin 19. asırda maruz kaldığı ve bugün de hala devam eden fikrî istila sonucunda bu fikir ortaya çıkmıştır. Çünkü İslâmî Ümmet, artık İslâmî akîdeyi fikirleri için bir mikyas olarak almaz oldu. Dolayısıyla kâfirlerin bu fikrî istilalar sayesinde dehşet verici sonuçlar elde etmesi, Ümmet içerisinde kendilerine icabet edecek, kendilerini kabul edecek, kendilerine davet edecek ve karanlık yollarında yürüyecek kimseleri bulmaları kolaylaştı. Allah'ın haklarında sultân indirmediği görüşler ile fetvalar da bu hususta onlara yardımcı oldu. Dolayısıyla bu fikir, İslâmî kültürümüze yabancıdır, ona sonradan sokulmuştur ve evlatlarımızın zihinlerine arı-duru bir şekilde dönmesi için kültürümüzü ondan ayıklamamız gerekir.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Şüphesiz Allah, yasama hakkını sadece kendisine hasretmiştir. Yani fiillere ve şeylere yönelik hükümler getirme hakkı yalnızca O'na aittir. Bu hükümler ise, Kitâb'ından, Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünnetinden ve bu ikisinin irşat ettiği şer'î delillerden istinbat edilir. Müslümanların yaratmada Allah'ı birlemeleri vacip olduğu gibi O'nu yasamada da birlemelidirler. Zira Allah'ı yasamada birlemeksizin yaratmada birlemenin hiçbir anlamı yoktur. [أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ] "Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." [el-A'râf 54] Keza İslâm'ın egemenliğini aranızda gerçekleştiresiniz diye akîdenizden çıkan hükümlerini egemen kılmanızı da sizlere farz kılmıştır. Sadece bu da değil dahası içinizde sıkıntı duymamanızı ve kalplerinizin mutmain olmasını sizlere vacip kılmıştır ki O'nun hükmünden yana sizlerde rıza ve teslimiyet oluşsun:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Muteber sahîh bir içtihat ile İslâmî akîdeden kaynaklanmamış her türlü şeriata veya kanuna muhakeme olmanızı sizlere haram kılmıştır. Nitekim Kur'ân, tâğutlara muhakeme olan bu kimselerin imanını bir iddia ve yalan olarak addetmiştir:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

İslâmî şeriat, İslâm şeriatının sizlere egemen olmasını sizlere vacip kılarken otoritenin sadece sizlerin olmasını mubah kılmamıştır. Bilakis bunu vacip kılmış ve sizden gaspedilmesi durumunda onun geri alınması yolunda kanların ve canların akıtılmasını da sizlere farz kılmıştır. Zira otorite, sadece iradenin uygulanmasıdır, yürütülmesi değildir. Dolayısıyla şeriatın istediğini uygulayacak olanlar sizlersiniz. Dolayısıyla da her ne zaman gerekirse gereksin şeriatın egemenliğini sizler adına tatbik mevkiine koyacak olan kimseye bey'at etmeniz yoluyla sizlerden her bir fert otoritenin uygulanması hakkına sahiptir. Seçim yoluyla ne fert bu otoriteyi kaybeder, ne de Ümmet ondan vazgeçer. Bilakis Halîfeye bey'at etmiş olsa bile bu otorite onun için baki kalır ve bu yöneticinin ne denli İslâmî hükümlere bağlılığını muhasebe etme ve ondaki mevcut inikad şartlarının devamlılığını gözden geçirme yoluyla otoritesini ortaya çıkarır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Şüphesiz Allah, otoriteyi sizlere vermiştir ve bu beldede ona sahip olanlar fiilen sizlersiniz. Dolayısıyla sizler, ileride onu uygulamak yoluyla Lübnan'ın yönünü ve seçeneklerini belirleyeceksiniz. Bunun içindir ki renklerinin ve meşreplerinin farklılığına rağmen siyasî tarafların hepsi, milyarlarca dolara mal olsa da sizlerin rızasını elde etmek ve sizlerin oylarını kazanmak için birbirileriyle yarışacaklardır. Bu da gösterse gösterse karar sahibi olanın ancak sizler olup işin sizlerin elinde olduğunu gösterir. O halde sizlere düşen Lübnan'ın; insanın sorunlarını fırkacı veya mezhepçi veya bölgeci vasfıyla değil de insan olması vasfıyla çözen şeriat hükümlerinin gölgesinde Müslümanların ve başkalarının yaşadığı İslâmî bir belde, İslâm'ın surlarından bir sur, ister Lübnan halkından, isterse Filistin halkından olsun içerisindeki Müslümanların tek bir İslâmî Ümmetin parçası ve kâfirler ile ajanların girmelerine karşı bu surun hamileri olarak kalmasını istediğinize dair seslerinizi yükseltmenizdir. Dolayısıyla sizlere düşen bağlarınızı ve Ümmetinizin bağlarını koparacak olan onların ellerindeki birer kılıç olmak yerine ona cüret eden elleri koparacak olan birer kılıç olmanızıdır.

Sünnisiyle ve Şiisiyle ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Lübnan'daki çatışma tarafları, laikliğin, yani bu kelimenin İslâm'a yönelik ihtiva ettiği her türlü düşmanlıkla dini hayattan, dolayısıyla devletten ayırmanın olduğu tek bir esas üzerine siyasî çalışma yürütmektedirler. Dolayısıyla siyasî velayetleri ne kadar çok olursa olsun siyasî çalışmaları, aynı fikrî kaideye dayanır. Zira onlar birlikte Allah'ın dışında kanun çıkarmaktalar, birlikte küfür ile hükmetmekteler, birlikte küfürle hükmeden hükümete güvenoyu vermekteler, her ikisi de kâfirlerle ittifak kurmakta, onları dost edinmekte ve her ikisi de Müslümanlara hükmetmesi için gayr-i müslim birisini yönetici olarak seçmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ "Ey îman edenler! Yahudileri ve Nasrânileri dost edinmeyin! Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinirse o da onlardandır." [el-Mâide 51]

Yine şer'î olmayan vergiler yüklenmesi ve hükümetin faizle borçlanması da dahil olmak üzere bütçe yasasını birlikte onaylamaktalar... Dolayısıyla ister sakalsız, isterse sakallı olsun onlar, İslâm nazarında aynı taraftır ve aynı çizgidir. İster kravat takanlar olsun, isterse takmayanlar olsun, ister başlarına sarık takanlar olsun, isterse Fransız beresi takanlar olsun onların hepsi aynı çizgide ve aynı fikirde olup kâfir ajan nizamlarına itaat eden birer kukladırlar. Dolayısıyla onların sloganları sizleri aldatmasın, konuşmaları sizleri akîdenizden saptırmasın ve onların patırtılarını nefislerinize giden bir yol haline getirmeyiniz. İnsan, hedeflerini ve değerlerini gerçekleştirmek amacıyla yaşar. Sizler ise ey Müslümanlar! Gerçekleştirmeye çalışmanız gereken hedeflerinizi ve değerlerinizi sizlere şeriatınız belirlemiştir. Bu iki taraf ise, İslâm'ın değerlerinden ve gerçek hedeflerinden hiç birini taşımamaktadırlar. Dolayısıyla şu veya bu tarafın zaferi, sizler ve dininiz için gerçek bir hüsrandır. Kâfir devletlerin kendisine zarar vermesinden razı olmayacağınız Nebînize sırt dönmektir. O halde nasıl olur da O'nun şeriatını ellerinizle hayattan söküp atarak ona zarar verebilirsiniz?

Şu veya bu tarafın zaferi, sizler için bir hüsrandır ey Müslümanlar! Çünkü seçim sonrası olacaklar, fiilen var olan kontenjan ve makam paylaşımına dayalı iğrenç fırkacı nizamdan farklı olmayacaktır. O nizam ki sizleri, şu veya bu tarafın arkasında duranların çıkarlarından başka bir amacı olmayan beyhude saçma sapan savaşlar içinde sadece yıkıma ve felakete, öncekinden daha beter bir ekonomiye ve korkularla dolu bir hayata sürüklemiştir. Bu nizamı, sizlere karşı tekerrür eden cürümlerini gizlemeye çalıştıkları özgürlük teraneleri elbisesiyle süslemiş olsalar da sizlere hatırlatmaya gerek yoktur. Zira sizlerin kanları, hala bu nizamın kılıcından damlamakta, evlatlarınızın bedenlerinin sıcaklığından dolayı kırbaçları hala soğumadı ve onların hakaretlerinin yankıları hala kulaklarınızda yankılanmaktadır. Tüm bunlardan sonra Müslümanlar, onların insanlık asrında yaşamadığı intibası uyandıran üzerilerinde vahşî işkence izlerinden başka bir şey olmadığı halde onların mahkemelerinin kararıyla onların hapishanelerinden çıkmaktalar!

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Sizler, yasama yetkisi halka ait olması bakımıyla belirlenmiş bir esas üzere bu veya şu tarafı seçtiğinizde veya bu seçim sürecine katıldığınızda kendisini Allahu Subhânehu'ya eşdeğer kılmak ve ulûhiyet özelliklerinin en önemli özelliğinde -ki o, yasama hakkıdır- Allah'a rekabet etmek isteyen bir kimseyi seçmiş olduğunuzu iyi bilesiniz ki Allahu Te'alâ bundan münezzehtir. Şayet bunu yaparsanız Allah'a ve Rasûlüne isyan ederek günahta onlara ortak olmuş ve onlarla birlikte harama düşmüş olursunuz ki neredeyse Allah dışında onları Rabb edinmiş olursunuz. Oysa Addî İbn-u Hâtim, şu âyeti kerimeyi, [اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ] "(Yahudiler) bilginlerini (hahamları), (Nasrânîler de) râhiplerini Allah'tan başka rabler edindiler." [et-Tevbe 31] işittiğinde Nebînize: "Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar, onlara ibadet etmiyorlardı ki." dememiş midir? Bunun üzerine Nebîniz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ona şöyle cevap vermiştir:

بلى إنهم حرموا عليهم الحلال وأحلوا لهم الحرام فاتبعوهم فذلك عبادتهم إياهم "Hayır! Onlar, onlara helalı haram kıldılar ve haramı da helal kıldılar. Onlar da onlar ittiba ettiler. Onların onlara ibadetleri işte budur." [Müslim rivayet etti]

O halde hevalarınızı din edinmeyiniz ve şer'î bir dayanağı olmayan çürük gerekçeler sizleri haktan saptırmasın. Burada amel edilmesine mealin olmadığı ehven-i şer ve en ez zararlı olan kaidesi gerekçesine binaen en iyi olanın veya en muttakî olanın seçilmesine cevaz verenler, hatta bunu vacip kılanlar çıkabilir. Çünkü Allah'ın dışında yasama fiili, bu yasamanın çıkarttığı kanununa bakılmaksızın bizzat haram olan bir fiildir. Zira söz konusu olan mesela ukûbat kanunu veya usulül muhakeme kanunu değildir. Bilakis söz konusu olan bizzat yasamadır. Mesela muayyen bir parlamentonun halkın egemenliğini temsil eden bir meclis olması vasfıyla faizin veya zinanın haramlılığını veya benzerlerini ikrar etmesi, İslâm hükümleri kanunun mazmunu ile örtüşmüş olsa bile haramdır. Zira bu, İslâmî hükümlere muhalefet eden herhangi bir başka kanunun ikrar edilmesi gibidir. Çünkü bu, Allahu Te'alâ'nın dışında olan bir yasamadır. Yasama ise, halkın egemenliğine dayandığı sürece onu yapanın muttakî veya fâsık olması arasında fark olmaksızın haramdır. Dolayısıyla bu meselede bir şerrin bir şerden ehven olması ve bir zararın bir zarardan daha az zararlı olması diye bir şey yoktur. Bilakis mesele, haram olan bir fiildir. Dolayısıyla içkinin taşınması haramdır ve onu İslâm hükümlerine bağlı olan bir kişinin taşıması bunun haramlılığını hafifletmeyeceği gibi yasamayı da mutakkî birisinin yapması onun haramlılığını hafifletmez. Dahası şu veya bu meclis, İslâm esasına göre yasamada bulunmak istese dahi buna hakları yoktur. Çünkü Ümmet için bağlayıcı birer kanun olarak şer'î hükümleri onaylama yetkisinin sahibi sadece Halîfedir. Böylelikle bu fiilin caiz kıldığı tüm deliller ve şüpheler ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla bu nizamın bozukluğu, her ne kadar bozuk olsalar da sadece iktidar zümresinden kaynaklanmamaktadır. Bilakis bu nizamın fikrinin bozukluğundan, kaidelerinin yamukluğundan, ortaya çıkması ve devamlılığı esasında insanın hevasına ve eğilimlerine boyun eğmesinden kaynaklanmaktadır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Bugün sizler, bir üçüncüsü olmayan iki seçenek ile karşı karşıyasınız. Ya Allah'ın sizler için istediği gibi siyasî, iktisadî ve içtimaî olmak üzere hayatınızın tüm yönlerine çözüm getiren hükümler toplamının kaynaklandığı bir akîde olarak İslâm'ı seçersiniz yada kâfirlerin sizler için istediği gibi kendisinden sorunu çözeceği gerekçesiyle onu daha da arttıran kısır hükümlerin ve başarısız çözümlerin kaynaklandığı halkın egemenliği olan küfrü seçersiniz. Dolayısıyla ortaya atılan bu mesele, bir seçim meselesi değildir. Zira seçim, bir üsluptur ve haddi zatında onda bir şey yoktur ve ona karşı şer'î tutumu belirleyecek olan bu seçimin mevzusudur. Dolayısıyla sizleri temsil edecek kimse, şer'î hükümlere göre çalışmalı, bu nizamı tanımamalı, yasamaya katılmamalı, beşerî kanun esası yerine İslâm esasına binaen muhasebe etmeli, İslâm'da kolektif liderlik olmamasından dolayı küfür yada başkası ile hükmeden hiçbir hükümete kesinlikle güvenoyu vermemeli ve Müslümanlara İslâm'dan başkası ile hükmetsin diye Müslüman yada gayr-i müslim birisini yönetici olarak seçmemelidir. İşte o zaman seçilmekte bir şey yoktur ve adayın bunu herkese açıklaması şartı ile şer'an caizdir. Çünkü seçim, bir vekâlettir ve vekâlet veren kimsenin kimi vekil seçtiğini ve niçin vekalet verdiğini bilmesi kaçınılmazdır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Esasına binaen fikirleri aldığımız ve reddettiğimiz fikrî kaidenin İslâmî akîdemiz olduğunu dünyaya duyurmanızın zamanı artık gelmiştir. Bunun içindir ki bizler, halkın egemenliği fikrini reddederiz ve fiili esası üzerine işleyeceğimiz veya ondan sakınacağımız amellerin mikyası helal ve haramdır. Bunun içindir ki Allah'ın dışında kanun çıkaran ve kâfirleri dost edinen bir kimseyi seçmeyiz. En çok istediğimiz şey Allah'ın bizden razı olmasıdır ve bu da ancak bu kâfir nizamı kaldırıp atmanızla gerçekleşir ey Müslümanlar! Bunun için atılacak öncelikli adım ise, günah olan bu seçimlere katılımı reddetmenizdir. Ama toplumdan ve meselelerinden uzak kalmak veya siyasî hayatın dışında olmak için değil. Bilakis bu beldedeki Müslümanların ve diğerlerinin sorunlarını sahîh bir çözüm ile çözmeye muktedir olan yegâne nizamın İslâm olduğu noktasında onları ikna etmek, işlerin dizginlerini politikalarıyla her şeyi ifsat eden laiklerden almak, geminin dümenini teslim almak için çalışmalısınız. Ki böylece hak olan akîde ile şeriat-ul karrânın yelkeni sayesinde hayat denizine açılmak üzere Ümmetinizin istikametine yön veriniz de hem sizler, hem de kokuşmuş insan egemenliği dalgalarıyla ezilen tüm dünya sizlerle birlikte güvenli bir karaya ulaşsın.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [Ahzâb 36]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Aksiyon Dergisi Ortaya Attığı İddiaların Arkasında Duramıyor!

Samanyolu Yayın Grubu'na ait Aksiyon Dergisi'nin 04 Mayıs 2009 tarihli 752. sayısında Haşim Söylemez'e ait "Uyuyan terör hücrelerini kim uyandırıyor?" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, 1953 yılından bu güne 50'ye yakın ülkede Ümmet arasında ve Ümmet ile birlikte siyasi ve fikri bir metotla İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak üzere çalışan İslami Siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir hakkında şöyle bir paragrafa yer verildi: "Hizb-ut Tahrir: Bu örgütün uzun bir geçmişi var. Türkiye'de örgüte yönelik 1967'de operasyon yapıldı. Değişik dönemlerde küçük operasyonlarla sürekli püskürtüldü. Üniversite ve esnaf arasında da yapılanan örgüt, "Hizb-ut Tahrir Anayasası" isimli kitaba göre hareket ediyor. Geçmişte kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik tehditler savuran örgüt Nevşehir'deki adliye binasına bomba koydu. İddianameye göre, Ergenekon ile birlikte hareket eden Hizb-ut Tahrir rejimi devirip hilafeti getirmek istiyor. Son dönemde güçlenen örgüt, silahlı kanadı ile birlikte büyüyor."

Ne emniyet raporlarında ne de mahkeme kayıtlarında yer alan bu asılsız iddiaların dayanağı hakkında görüşmek üzere 21 Mayıs 2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti Resmi Sözcülüğü'nden bir heyet, Aksiyon Dergisi'ne ziyarette bulundu fakat derginin yayın sorumlusu Bülent Korucu ile veya söz konusu yazıyı kaleme alan Haşim Söylemez ile görüşemedi. Bunun üzerine heyet, Hizb-ut Tahrir hakkında yazıp yayınladıkları yalan habere ilişkin görüşme talebini ve iletişim bilgilerini ilgili şahıslara iletmesi için derginin güvenlik elemanına bildirdi. Aradan 10 günden fazla bir zaman geçmesine rağmen söz konusu yayın kuruluşundan görüşme talebimize herhangi bir cevap gelmedi. Aksiyon Dergisi'nin bu şekildeki korkak ve kaçamak tavrı, diğer Samanyolu Yayın Grubu medya organlarının da adeti olduğu üzere Hizb-ut Tahrir'e attıkları asılsız, delilsiz, mesnetsiz, apaçık yalandan ibaret iftiraları hususunda ihlaslı Müslümanlara ne cevap vereceklerini bilemediklerini göstermektedir. Bu dünyada bizimle yüz yüze gelmekten kaçabilseler de ihlaslı Müslüman kardeşlerine attıkları iftiralarından dolayı hesap verecekleri Kıyamet gününün dehşetini hatırlarında bulundurmalılar. Biz ise dindeki kardeşlerimiz olmaları hasebiyle onlara kin beslemiyoruz ve  görüşme talebimizi yineliyoruz. Umulur ki Müslüman kardeşleri olduğumuzu hatırlayarak Allah Subhanehu'yu gazaplandıran bu iftira kampanyasından nedamet duyarlar. قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ "De ki: Yalanı (uydurup) Allah'a iftira edenler asla felah bulmazlar." [Yunus 69]

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan, Hükümetin 31 Mayıs 2009'daki Yürüyüşleri Yasaklamasını ve Bastırmasını Kınar

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Hükümet'in Hizb'in Müslümanları birbirine kırdıran Amerikan savaşına karşı düzenlediği yürüyüşler yapmasını kuvvet yoluyla engellemesi kararını kınar. Bu yürüyüşler, Afganistan'da başarısızlığa uğrayan haçlı Amerikan savaşı ve Pakistan'ın da dahil olduğu bölgede kaos hali ve istikrarsızlık oluşturmak için Müslüman askerleri birer yakıt olarak kullanan Amerikan savaşını durdurmak amacıyla Hizb'in yürüttüğü kampanya çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Hükümet, insanların barışçıl yürüyüşlerin hareket alanlarından toplanmasını engellemek amacıyla coplarla ve göz yaşartıcı gaz bombalarıyla donanımlı yüzlerce polis ve istihbarat gücü gönderdi. Bunun üzerine polis güçleri, yürüyüşlere katılmak için gelenlere darp ederek saldırdı ve Lahor, Karaçi ve İslamabad'da 30'dan fazla kişi tutukladı. Hizb-ut Tahrir, metodunda maddî eylemleri benimsemeyen, dahası gidişat çizgisinde maddî eylemlere yer olmayan siyasî bir hizip olmasından dolayı eziyete eziyetle karşılık vermemiş ve yüce ilkeleri ile azîm siyasî çizgisine bağlı kalmıştır. Hizb, yürüyüşlerinde kamu mülkiyetlerine, vatandaşların mallarına ve iş mahallerine saldıran bazı siyasî partiler gibi değildir. Zira şiddet ve silah kullanımı, Hilâfet Devleti'nin kurulması metodundan değildir.

Bu bağlamda Hükümete ve avenelerine şunu sorarız: Kendisine davet ettikleri demokrasi, zalim Hükümetin uygulamalarına karşı barışçıl bir şekilde seslerini yükselten insanları tutuklamaya izin mi vermektedir?!

Şüphesiz bu uygulamalar, demokrasi ile diktatörlüğün bir paranın iki yüzü olduğunu göstermektedir. Zira herkes bilmektedir ki sömürgeciliğin ajanı olan Hükümetler, demokratik yada diktatörlük olmasına bakılmaksızın ona hizmet etmektedirler.

Hükümet, bir kez daha göstermiştir ki o, insanların işlerinin gözetilmesine önem vermemektir. Bilakis bunun aksine insanları korkutmak ve terörize etmek için şerir yüzünü ortaya koymuştur. Dolayısıyla Hükümetin, Amerika'yı razı etmek için Svat Vadisi bölgesinde insanları katlederek ve Obama'nın mutluluğu için Pakistan ordusu askerlerinin kanlarını akıtarak ve bir milyondan fazla Pakistan vatandaşının hayatını yok ederek insanları terörize etmesinden ve korkutmasından daha korkunç olanı yapması şaşırtıcı değildir.

Hükümet, Amerika'nın planlarını ve içerisindeki Amerikan ajanlarını ifşa etmesinden dolayı Hizb-ut Tahrir'i takip etmiştir ve halen de takip edip saldırmaktadır. Zira Hükümet, Hizb'in açık sözlülüğü ile cesaretliliğinden korkmakta ve gücü yetse onu susturmayı istemektedir. Nitekim Hükümet'in, Hizb-ut Tahrir'in bugünkü yürüyüşlerini düzenlemesini engellemesi, bu kabilden olup sömürgeciliğin çıkarlarına hizmet etmek amacından başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir, İslâm ile Müslümanlara karşı bu iğrenç cürüm karşısında seslerini yükseltmeleri amacıyla genelde insanlara, özelde ise siyasî partiler ile âlimlere yönelik kampanyasını ve açık mesajını sürdürmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, aşağıdaki taleplerini yineler:

1. Amerikan savaşının derhal durdurulması ve Pakistan ordusu içerisindeki evlatlarımızın Allah'ın izniyle başarısız olacak Obama'nın haçlı saldırısında birer yakıt olarak kullanılmaması.

2. İslâm'a ve Müslümanlara yönelik başlattığı haçlı saldırısından bu yana ülkede kaos ve karmaşa oluşturan şerlerinden kurtulmak için ülkedeki Amerikan askerî varlığına, siyasî ve istihbaratsal nüfuzuna son verilmesi.

3. Askerilerin, kendi kardeşlerini katletmelerini emreden hain ordu liderliğine itaat etmeyi durdurmaları ve Hilâfetin ikamesi, Afganistan'ın Amerikan işgalinden ve Keşmir'in de müşrik Hintlilerden kurtulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmesi.

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Danimarka, Pakistan Sefareti Önünde Oturma Eylemi Düzenledi

Hizb-ut Tahrir / Danimarka, Pakistan Hükümeti'nin kabileler bölgesine karşı başlattığı askerî saldırıyı protesto etmek amacıyla 29 Mayıs 2009 Cuma günü yaklaşık dört yüz kişinin katılımıyla Pakistan Sefareti önünde bir oturma eylemi düzenledi ve aşağıdaki hususlara yoğunlaşan bir dizi konuşma yapıldı:

1. Her ne kadar Pakistan Hükümeti, kabileler bölgesine yönelik saldırısını Pakistan halkını silahlı cemaatlerden korumayı hedeflediği propagandasını yaparak haklı çıkarmaya çalışsa da pek çok sivil hedeflere yönelik Amerikan uçaklarının tekrarlanan saldırıları sonucunda masum Müslümanların kurban edilmesi karşısında sessiz kalması, Hükümetin bu halkın güvenliğini önemsemediğini teyit etmektedir. Bunun da ötesinde bu Hükümet, Amerika'ya hizmetler vermiş ve hava üstlerini Amerika'nın uçaklarına açmıştır.   2. Birçok köyün yok olmasına ve milyonlarca insanın tehcir edilmesine yol açan Hükümetin şu anda açmış olduğu askerî saldırı, aslında Amerika'yı ve Afganistan'daki müttefiklerini korumayı hedeflemektedir. Zira apaçık bir gerçektir ki Amerika ve müttefikleri, Afganistan'daki Müslümanlara karşı zafer elde etmede başarısız oldular. Artık işgal güçlerinin sıkıntısını çektiği bunaltıcı ekonomik krizin gölgesinde bu güçler açısından ortaya çıkmıştır ki, Afganistan'da Amerika ile savaşan ve işgale karşı cihadı destekleyen kabileler bölgesindeki Müslümanları yok etmedikçe bu hezimeti def etmesi mümkün değildir. 3. Obama, 22 Ocak'ta Birleşik Devletler'in savaşında Pakistan'ın "ön cephe" olduğunu açıklamış ve Obama'nın yeni stratejisine göre de Amerika, Pakistan'daki ajanları yoluyla Pakistan ordusundaki Müslümanları, kabileler bölgesindeki akidevî kardeşlerine karşı bir savaş açmaya sürüklemiştir. Böylelikle işgal güçlerinin üzerindeki mevcut yükün azaltılması amacıyla Müslümanlar bir iç çatışma ile meşgul edilmiştir. Zira Pakistan Hükümeti ve ordu komutanları, Amerika'ya hizmet etmek, Müslümanların beldelerini işgal etmesini kolaylaştırmak, Afganistan'daki Müslümanlara zulmeden işgal kuvvetlerinin ikmal hatlarını korumak, Afganistan ile olan sınırlarının bekçiliğini yapmak ve Müslümanların Amerika'nın saldırılarına karşı kardeşlerine yardım etmelerini engellemek ile yetinmemiştir. Dahası Pakistan'daki Müslüman askerleri, Amerika'nın hizmetine sürüklemiştir. Tıpkı Amerika'yı hoşnut etmek amacıyla Müşerref'in Lal Mescidi'nde Müslümanların kanlarını akıttığı gibi Pakistan Hükümeti de Afganistan'a yönelik Birleşik Devletler'in işgalini pekiştirmek amacıyla Müslümanların katledilmesini uygulamayı seçmiştir. 4. Ordu komutanları ile Hükümetin işlediği vahşî cürümler karşısında Müslümanların sessizliğe bürünmesi caiz olmadığı gibi Müslümanları en büyük düşmanları olan Birleşik Devletler'in çıkarı için bir iç savaşa sürükleyen bu ajanlar karşısında izleyici bir konumda kalmaları da caiz değildir. Keza genç Müslüman kadınlarının dul kaldığı ve çocuklarının yetim düştüğü bir sırada sözde Pakistan "Talibanı" ile savaşılması yalanlarına aldanmaları da doğru değildir. Müslümanlar, Hizb-ut Tahrir'in masum kanların akıtılmasına karşı yürüttüğü kampanyaya ortak olmak yoluyla Pakistan'daki kardeşlerini desteklemelidirler. Pakistan Hükümeti'nin Hizb'in kampanyasını kovuşturmasına ve soruşturmasına rağmen Allah'ın izniyle bu kampanya devam edecektir ve aşağıdaki hususları talep etmektedir:

1. Amerikan savaşının derhal durdurulması ve Pakistan ordusu içerisindeki evlatlarımızın Allah'ın izniyle başarısız olacak Obama'nın haçlı saldırısında birer yakıt olarak kullanılmaması. 2. İslâm'a ve Müslümanlara yönelik başlattığı haçlı saldırısından bu yana ülkede kaos ve karmaşa oluşturan şerlerinden kurtulmak için ülkedeki Amerikan askerî varlığına, siyasî ve istihbaratsal nüfuzuna son verilmesi. 3. Askerilerin, kendi kardeşlerini katletmelerini emreden hain ordu liderliğine itaat etmeyi durdurmaları ve Hilâfetin ikamesi, Afganistan'ın Amerikan işgalinden ve Keşmir'in de müşrik Hintlilerden kurtulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmesi.

Şâdî Ferîca

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Danimarka

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hollanda Liberal Parti Lideri "Rute", Müslümanlar Üzerinden Oy Kazanmaya Çalışıyor

Hollanda Liberal Parti Lideri "Mark Rute", Hollanda'da ifade özgürlüğünün alanını genişletmeye ilişkin özel programını sundu. Bu programa göre; ırkçılığa teşvik kanunu gibi ifade özgürlüğünü sınırlayan bir dizi kanunun kaldırılması gereklidir ve şiddete teşviki suç sayan kanunun dışında başka kanun geçerli değildir. Rute, "çok kültürlülüğe ilişkin yeni bir trajediyi" önlemek için bu görüşün gerekli olduğunu gerekçe gösterdi çünkü Müslümanların Hollanda'ya gelmelerinden beri ifade özgürlüğünde giderek bir daralma olmuştur.

Aslında "Rute'nin" sunduğu bu programın ifade özgürlüğüyle hiçbir bir ilgisi yoktur ve gerçek sloganı "Özgürlük İçin ve İslâm'a Karşı" olan daha önceden sunulmuş bir programın taklidinden ibarettir. Kuşkusuz bu program, İslâm'ın ve Müslümanların bu meseleye dâhil edilmesi yoluyla üzerinden seçmenlerin oylarının kazanılmasının amaçlandığı bir slogandır. Bunun tafsilatı aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: İfade özgürlüğünü sınırlayan ve "Rute'nin" anayasadan kaldırmak istediği bu kısıtlamalar, on yıllardan beri mevcuttur. Zira bunlar, Müslümanlar gelmeden anayasada kabul edilmiştir. Bunun içindir ki "Rute'nin" Müslümanların sebep olduğunu iddia ettiği bu sınırlamalarla onların hiçbir alakası yoktur.

İkincisi: "Eyn Vandak" kanalının istatistiklerine göre %63, "Rute'nin" programına karşı, yani ifade özgürlüğü kısıtlamalarının kaldırılmasına karşı oy kullanmıştır. Bu da demektir ki Hollandalıların ekseriyeti, ifade özgürlüğünü reddetmektedir. Bu durumda, yani Hollandalıların ekseriyeti ifade özgürlüğünü reddettiklerine göre özgürlük alanının daralmasının sebebi Müslümanlardır demek saçmalıktır.

Üçüncüsü: Realite ise "Rute'nin" iddia ettiğinin aksini ve ifade özgürlüğü üzerinde hiçbir sınırlama olmadığını göstermektedir. Zira geçmiş yıllarda bu ülkedeki her kişi, "Rute'nin", partisinin üyelerinin ve medya organlarının İslâm ve Müslümanlar hakkında hoşlarına giden şeyleri nasıl söylediklerine şahit olmuştur. Zira hakaret ettikleri, dil uzattıkları ve istihza ettikleri halde hiçbir kimse bu yüzden onları sorgulamamıştır. O halde Rute'nin değindiği kanunlar, kendisinin algıladığı gibi ifade özgürlüğünü yasaklamamaktadır.

Binaenaleyh Müslümanlar, "Rute'nin" algıladığı şekilde ifade özgürlüğünü tehdit etmemektedirler. Çünkü bunun onları ilgilendirmediği oldukça açıktır. Zira "Rute" gibi politikacılar, yüce değerlerden bir değermiş gibi bu özgürlükle övünüp dururlar. Ancak onlar, bir Müslüman hakikati konuştuğunda onu aşırıcılık ve radikalcilikle tanımlamaya koşuşurlar. Bunun için deriz ki; bu sözde özgürlük ve bu konu, Müslümanlar olarak bizleri ilgilendirmemektedir. Son söz olarak; "Rute" dilediğini iddia etsin, ancak bilmelidir ki bizim için önemli olan ve bizi ilgilendiren şey, hiç kimse dinimizle ve mukaddesatlarımızla alay ve istihza edemez. Şayet bunu yaparsa, kesinlikle karşısında bizi bulur.


Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti'nden Bir Heyet, Ankara'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne Bir Beyanname Teslim Etti

H. 02 Cumâde'l Ahira 1430 el-muvâfık M. 27 Mayıs 2009 Çarşamba günü, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti'nden bir heyet, Ankara'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne, Pakistan Hükümeti'nin, Kabileler bölgesinde başlatıp Kuzey Batı bölgesindeki güvenli bölgelere dayandırarak yürüttüğü askerî operasyonlara ilişkin olarak Pakistan'daki silahlı kuvvetlere Raşidi Hilâfeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verme çağrısında bulunan "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun" başlıklı beyannameyi Arapça, Türkçe ve İngilizce olarak teslim etti.

Beyanname'de Pakistan Hükümeti'nin yürüttüğü askerî operasyonların hakikati şöyle açıklandı "Amerika, tek başına Afganistan'daki başarısızlığını çözmeye muktedir değildir. Bunun içindir ki Amerika, içerisinde boğulduğu okyanusların derinliklerinden kendisini kurtarması için Pakistan ordusuna dayanmaya çalışmaktadır. Bunun içinde Afganistan'a yönelik savaşında ve vahşî saldırılarında kendisi ile birlikte savaşması ve kendisine destek vermesi için Pakistan ordusundan ivedi olarak harekete geçmesini istemiştir."

Arkasında yüz binlerce mülteci bırakan, asil Müslüman kadınları toprağı örtünüp semaya bürünerek gecelerini ve gündüzlerini açıkta geçirmeye terk eden, yaşlıları ve çocukları ümitsizliğe-çaresizliğe gark eden, Müslümanların kanlarını soğukkanlılıkla akıtan bu operasyonlar karşısında Pakistan'daki Müslümanlara ve Silahlı Kuvvetlere şöyle nidada bulunuldu:

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınız, Müslüman kardeşlerinizi bombardımana tutmak ve onları katletmekle emredilirlerken bu sessizliğinizi ne zamana kadar sürdüreceksiniz? Ordunuzun en şerli düşmanınız olan Amerika'ya hizmet amacıyla bölgedeki Müslümanları kahretmek için kullanılmasına şahit olurken bir damla gözyaşı dökmez misiniz? Bu askerî operasyonların durdurulması için Hizb-ut Tahrir'i seçiniz ve ona katılınız. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], Nebîsi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in lisanı yoluyla sizlere, zalimlerin ve hainlerin karşısında durmanızı emretmiştir..."

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için hiç özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devam edeceksiniz? Sizleri utanç ve zillet tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER