Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'ten Bir Heyet, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti'nin Yayınladığı Neşriyatı Pakistan Sefareti'ne Teslim Etti

Heyet, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed başkanlığında, Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti tarafından yayınlanan neşriyatı teslim etmek üzere Dakka'daki Pakistan Sefareti'ne gitti. Söz konusu neşriyat, Pakistan Hükümeti'nin Svat Vadisi sakinlerine yönelik başlattığı saldırı hakkındaydı. Zira neşriyat, 09 Mayıs 2009'da "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun" başlığı altında yayınlanmıştır. Sefarete teslim edilen neşriyatta geçenlerden bir kısmı şunlardır:

"Başbakan Yusuf Rıza Geylani, 8 Mayıs günü yaptığı bir televizyon konuşmasında Svat'ta bir savaşın başladığını duyurdu. Konuşmasında şöyle dedi: "Hem bölgenin kutsiyeti, hem de Ümmetin onuru için Ordu, insanları himaye etmek amacıyla radikalleri bastırmak için konuşlanmıştır." Ancak hakikatte ise Başbakanın kararı, Ümmete onurunu geri kazandırmak veya insanları himaye etmek için değildir. Bilakis bu karar, işgalci ödlek Amerikan ordusuna onurunu geri kazandırmak ve ayaklarının bataklığına saplandığı Afganistan'daki Amerikan varlığını kurtarmak içindir."

"Afganistan'da Amerikalılarla savaşan mücahitleri yok etmeden Afganistan'a hâkim olmak imkânsız bir durumdur. Ödlek Amerikan kuvvetleri ve NATO kuvvetleri en modern silahları kullanmalarına rağmen sayısal ve donanımsal bakımdan zayıf olan mücahitlerle yüz yüze gelmekten korkmaktadırlar. Ayrıca Amerika'nın karşı karşıya kaldığı boğucu ekonomik kriz, büyüyen durgunluk ve bunlara çözüm getirmekten aciz kalması özellikle müttefikleri olmak üzere Amerika'nın, barbar sömürgeci Amerikan kampanyasında küresel siyasî desteği yitirmesine yol açmıştır. Mesela Çin ve Rusya gibi ülkeler, bölgedeki Amerikan politikası ve varlığı karşısındaki endişelerini dile getirmişlerdir. Yani Amerika, tek başına Afganistan'daki başarısızlığını çözmeye muktedir değildir. Bunun içindir ki Amerika, içerisinde boğulduğu okyanusların derinliklerinden kendisini kurtarması için Pakistan ordusuna dayanmaya çalışmaktadır. Bunun içinde Afganistan'a yönelik savaşında ve vahşî saldırılarında kendisi ile birlikte savaşması ve kendisine destek vermesi için Pakistan ordusundan ivedi olarak harekete geçmesini istemiştir."

"Çünkü Amerika, yakinen bilmektedir ki Pakistan'daki Müslümanlar, kendisine büyük bir nefret beslemekteler, onun bölgedeki varlığını desteklememekteler ve ordularının Amerika'nın savaşı lehine kullanılmasına muvafakat etmemekteler. Ayrıca Amerika'ya karşı beslenen aynı duyguların Pakistan ordusu safları içerisinde de var olduğunu bilmektedir. İşte tüm bunlar, Amerika'nın Pakistan ordusunu daha etkin ve etkili kullanması karşısında birer engel teşkil etmiştir. O nedenle Amerika, Pakistan içerisinde askerî operasyonlar yapabilmek için kaos ve korku hali oluşturmaya yeltenmiştir. Bu kaos hali ise Afganistan'da Amerikalılarla savaşan mücahitlerin silahlarının namlularını, gerçek düşmanları olan Amerikalıların göğüslerinden uzaklaştırmalarına ve bunun yerine Pakistan ordusundaki kardeşlerinin göğüslerine doğru yönlendirmelerine sevk edecektir. Diğer taraftan ise bu operasyonlar, Amerikan ordusuna ikmal hatları NATO'ya da erzak, silah ve başka şeyler temin ederek Pakistan Hükümetinin var gücüyle desteklediği bölgedeki kaos halinin arkasında duranın Afganistan'daki Amerikan işgali olduğu gerçeğini yok edecektir. Aynı zamanda Pakistan ordusu, Pakistanlı mücahitlerin Afganistan'daki işgal kuvvetleriyle savaşmalarını engellemek için de Pakistan ile Afganistan'ın arasını ayıran sınıra konuşlanmıştır."

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınız, Müslüman kardeşlerinizi bombardımana tutmak ve onları katletmekle emredilirlerken bu sessizliğinizi ne zamana kadar sürdüreceksiniz? Ordunuz en şerli düşmanınız olan Amerika'ya hizmet amacıyla bölgedeki Müslümanları kahretmek için kullanılmasına şahit olurken bir damla gözyaşı dökmez misiniz? Bu askerî operasyonların durdurulması için Hizb-ut Tahrir'i seçiniz ve ona katılınız."

"Ey Pakistan Âlimleri! Lal Mescidi katliamı karşısında tarafsız kalmanız Müşerref'in, mescitteki kadın ve çocuk Müslümanlara karşı cürümünü işlemesinde ve onların kanlarını akıtmasında ve de Pakistan'ın başkentinde başarılı olmasını sağlamıştır. Bu katliamdan dolayı hala Müslümanların yürekleri dağlanmaktadır ki bundan daha öte bir yürek acısı yoktur. İşte bugün de bu "demokrat" yöneticiler, Amerikan efendilerinin uğrunda Svat Vadisi'ni topyekûn Lal Mescidi'ne çevirmeye çalışıyorlar. O halde bu yöneticilerin bu yıkıcı hamleyi sürdürmelerini durdurmak için izzetli bir duruş sergilemez misiniz? O halde Amerika, Afganistan ile kabileler bölgesindeki tüm mescitler ve okulları yıkmadan önce kıyama kalkınız, medreselerinizdeki tüm öğrencileri de kıyama kaldırınız ve bu yöneticilerin saraylarına doğru harekete geçiniz."

"Ey Pakistan'ın Siyasî Partileri! Müslümanların Amerika için kendi kardeşlerini katletmeye yöneldiklerine şahit olduğunuz halde Pakistan'daki insanların işlerini gözettiğinizi mi iddia ediyorsunuz! Aranızda Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere hıyanetlerinden dolayı hak ettikleri bir muhasebe ile bu yöneticileri muhasebe edecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Bunu yapmadığınız takdirde Kıyâmet Günü'nde Allah'ın azabının zalim yöneticilerle birlikte sizleri de kuşatmasından korkmaz mısınız?"

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devem edeceksiniz? Sizleri utanç ve aşağılık tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'dan "İslâmî Devlet Vehmi" Kitabına Reddiye

Geçen günlerde piyasaya sürülen "İslâmî Devlet Vehmi: İslamî Hareketlerin Endonezya'da Milliyetçilik Sınırlarını Aşarak Genişlemesi" kitabı, ne okunmaya, ne de reddiye verilmeye değer bir kitaptır. Zira iki sene süren akademik bir araştırma ürünü olduğu iddialarına rağmen akademik bir araştırma olmadığı ve objektif araştırmadan oldukça uzak olduğu vakıasını gizleyememiştir. Çünkü kitap, objektif bir tutum sergilemek yerine yazarları tarafından ortaya koyulan vehim, kin ve tahrik türleriyle doludur. Özellikle Hizb-ut Tahrir'e ilişkin hususlar içermesi olmak üzere bizleri, bu kitaba reddiye yazmaya sevk eden bunlardır ve aşağıdaki şekildedir:

1. Metedolojik Açıdan: Birincisi: Kaynaklar bakımından; bu kitap, Hizb-ut Tahrir'in resmî kitaplarını kaynak olarak almamıştır. Bilakis aldığı tek kaynak, "Endonezya'yı Şeriatla Kurtarın" kitapçığıdır ve sadece başlığına yer vermiştir. Bunun dışındakiler ise, Zeyno Baran'ın "Hizb-ut Tahrir, İslâmî Siyasî Bir İsyandır" kitabında ve Abid Hüseyin'in "İslâmiler" kitabında ulaştığı sonuçlara dayanan bu kitabın yazarlarının görüşleri ve Hizb-ut Tahrir'e yönelik tutumlarıdır. Bu yazarlar, Zeyno Baran'ın bir Yahudi olduğunu ya unutmuşlardır yada unutmuş gibidirler. Aynı şekilde Abid Hüseyin de Hizb-ut Tahrir hakkında uzman birisi değildir. Abid Hüseyin'in Hizb-ut Tahrir'in liderlerinden biri olduğu iddiası da yalandır ve güvenilir birisi olmadığı halde bundan maksat onun inanırlığını göstermektir. Dolayısıyla sırf bundan dolayı "İslâmî Devlet Vehmi" kitabının akademik bir kitap olmadığını ve objektiflikten uzak olduğunu açıklamamız yeterlidir. Binaenaleyh kitabın yazarlarının ulaştığı sonuçlar, sırf vehimlerden ibarettir. Zira bu kitap, başından sonuna kadar fitne, kışkırtma ve kinle doludur. Buradan da ortaya çıkmaktadır ki fitneye ve yanlış bilgilendirmeye teşvik ve tahrik etmek şeklinde belli bir maksatla telif edilmiştir.

İkincisi: Çıkarım Keyfiyeti: İçerisinde genel kıyas üslubu ile çıkarılan pek çok sonuç vardır. Zira Endonezya İslâm Daveti Yüksek Konseyi, Endonezya Mücahitler Konseyi, Adalet ve Refah Partisi ve Hizb-ut Tahrir gibi farklı cemaatlere ve örgütlere aynı nazarla bakmaktadır. Bu da bu kitabın yazarlarının bu hareketleri bilmediklerine dair bir kanıttır. Zira yazarları, başından beri Vahabicilik fikrinden korkutmaya kalkışmışlar ve anlayış olarak Vahabicilik fikriyle çelişen İslâmî örgütlerin tamamını Vahabicilik vasfıyla kıyas etmişlerdir. Bu da aynı zamanda düşünmede tamamen bir hatadır. Zira genel kıyas, daima doğru olmaz.

Üçüncüsü: Düşüncede tutarsızlık: Kitap, kapalı metin düşünme üslubuna saldırmasına rağmen yazarları, aynı zamanda Kur'ân nasslarını ve hadis-i şerifleri, diğer nassları göz ardı ederek mantıksal manalarıyla almışlardır. Mesela SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in, [أمرت أن أقاتل الناس حتى يقولوا لاإله إلا الله] "Lâ ilâhe illâAllah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum" kavlinin kâfirlerle savaşmaya ilişkin bir emir anlamına gelmediğine dair yeni bir yorum getirmişlerdir.

Bu kitap içerik bakımından şunları arz etmiştir: Birincisi: İslâm, bir hoşgörüdür. Ancak ne gariptir ki yazarları, anlayış olarak Müslüman kardeşlerine muhalefet edip, karşı yanlış bilgilendirmelerde ve birtakım menfi suçlamalarda bulunarak onlara karşı hoşgörülü olmamaktadırlar. Onlar, Müslümanlara hoşgörülü olmazlarken gayr-i Müslimlerin gerçekte birer Müslüman oldukları gerekçesiyle onlara karşı hoşgörülü olmaya, dahası onlarla savaşılmasını emreden Kur'anî âyetler ile hadislerin, onların görüşleriyle örtüşecek derecede yeniden yorumlanmasının kaçınılmazlığına çağırmaktadırlar... İkincisi: Barış ve Barışçıl İslâm. Ancak kitabın yazarları, Müslümanların unuttuğu Haricilerin ve Vahabilerin tarihi gibi uzun bir zaman önce bitirilmiş olan bir fitneyi hortlatmaya çalışmaktadırlar.

Görünen o ki bu Vahabicilik meselesinden maksat, Vahabicilikle tanımlanan Nahda-tul Ulemâ Cemaati ve diğer örgütler arasında fitne çıkarmaktır. O halde arzettiği barışçıl İslâm'ın görüntüsü nerede kaldı? İzledikleri üsluplar ise Evs ve Hazreç'e cahiliye günlerine götüren savaş meselesini hatırlattığı andaki Yahudi şair Şâş İbn-u Kays'ın üsluplarını hatırlatmaktadır. Oysa gerçek barışı istemiş olsalardı elbette Halîfe Ömer İbn-u AbdulAzîz'in tutumunu sergilemeleri gerekirdi. Zira ona Sıffîn Muarekesi meselesi hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Bu, Allah'ın ellerimi ondan temiz tuttuğu kanlardır. Dolayısıyla dilimin onunla boyanmasını istemiyorum."

Üçüncüsü: Vehim, kin ve tahrik: Bu kitabın araştırma ürünü olduğu iddia edilmesine rağmen yazarları, vakıa ile vehim arasını ayırt edememişlerdir.

2. Yazarlar ve Kaynaklar Açısından: Abdurrahman Vahid'in onayladığı üzere bu kitap, Lib-ForAll kuruluşuna göre bir araştırma ürünüdür ve o, dünyada barış, özgürlük ve hoşgürü oluşturmak için çalıştığını iddia eden yetkin bir kurumdur. C. Holland Taylor ile birlikte Abdurrahman Vahid, onun kurucularından biridir. Ayrıca el-Hacc Ahmed Mustafâ Basrî, Prof. Dr. Ahmed Şafî Mearif, Prof. Dr. Emîn Abdullah, Prof. Dr. Ozomardî Azra, Prof. Dr. Nasır Ahmed Ebî Zeyd, Şeyh Musa Adamanî, Prof. Dr. Abdulmunîr Mulkân, Dr. Sukarado Rıynakt, onların danışmanı olarak Romo Franz Magnis Suseno; bunlar, liberal kimselerdir ve fiilen araştırmacı olanlarla birlikte, Maarif Institue, The Wahid Institue ve Tunggal Ika Bhineka Hareketi'in yayınladığı bu "İslâmî Devleti Vehmi" kitabını telif ettiler. Oysa Lib-ForAll Foundation'un merkezi Amerika'dadır ve dinî radikalizm olarak isimlendirdikleri şeyle savaşmak için 9.11 olaylarından sonra kurulmuştur. Bu kurumun Endonezya'daki adamlarının İsrail ile sıcak ilişkileri vardır ve bu saldırgan gasıp varlığın çıkarlarını müdafaa etmekdirler. Kaldı ki onlar, şeriata, kanunlarına ve onun için çalışan İslâmî cemaatlere karşı menfi tutumlarıyla tanınırlar.

Hizb-ut Tahrir, Endonezya açısından tehlikeli bir cemaattir şeklindeki ithamlarına gelince; bu, düpedüz bir iftiradır.

سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْأَلُونَ "Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir." [ez-Zuhruf 19]

Zira Hizb-ut Tahrir, Endonezyalı Müslümanları laiklik, liberalizm, kapitalizm, ve tüm yönlerindeki çağdaş sömürgecilik sonucundaki inhitattan ve inkırazdan kurtarmak amacıyla şeriatın ve Hilâfetin ikamesi için çalışmaktadır.

Bilakis onların yüklendikleri liberalizm ile laiklik, ülkenin dağılmasına, servetlerinin yağmalanmasına ve İslâmî değerlerinin yok olmasına yol açmıştır. Onlar, özgürlük adı altında sapık fırkaları desteklemekteler, kürtajın meşruluğunu savunmaktalar, resim yapılmasının ve çıplak resim çalışmalarının yasaklanmasına karşı çıkmaktalar, dahası bunun reklamına teşvik etmekteler, stratejik servetlerin yerli ve yabancı fertlerin sahipliğinde özelleştirilmesine destek vermektedirler. Dolayısıyla bu kimselerin fikirleri takibe alınmalıdır. Zira onlar, Endonezya'nın şeriat ile kurtulmasını engellemekteler ve laiklik ile sömürgecilik altında kalması için çalışmaktadırlar.

وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ "Onlar tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Şüphesiz Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır." [el-Enfâl 30]

 

 

Muhammed İsmâ'îl Yusanto

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Endonezya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İslâmî Hilâfet, Ümmeti İslâm Esası Üzerine Birleştirecek, Güçlü ve Kapsamlı Sanayileşmiş Bir Politika Bina Edecektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, Dakka'daki Mühendislik Fakültesinde "İslâm'da Sanayileşme Politikası" başlıklı iktisadî bir sempozyum düzenledi. İlk konuşmayı Hizb'in üyesi Mustafa Menhâz yaparken konferansa, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ile yardımcısı Murşid il-Hakk, Şeyh Memnûr Râşid, Muhammed Şevket Hüseyin ve Âsım el-Evden da iştirak etti.

Sayın Mustafa Menhâz, dünyanın sanayileşmiş öncü devleti haline gelmesine imkân verecek Hilâfet Devleti'ndeki sanayileşme politikasını açıkladı:

1- Siyasî Vizyon: Hilâfet Devleti'nin, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmeye ilişkin programı, itici ve onu ileriye sevk edici bir güç olarak İslâmî akîde üzerine bina edilecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, İslâmî Ümmeti, İslâm'ı tüm dünyaya egemen kılacak olan açık bir siyaset vizyonu temelinde birleştirecektir. 2- Sanayinin Temelinin Askerî Sanayileşme Kılınması: Hilâfet, temelde ekonominin temel dayanağı olacak olan harp sanayisi üzerine yoğunlaşacaktır. İşte bu siyaset, birçok istihdam alanları oluşturacak, serveti önemli ölçüde geliştirecek ve İslâmi Ümmete tuzak kuran diğer milletleri caydırmaya yönelik hayatî bir faktör olacaktır. Dolayısıyla askerî sanayileşmeye dayalı bir ekonominin bina edilmesi, çelik, demir ve kömür gibi ağır sanayinin yanı sıra harp sanayinin gelişimine de imkân verecektir. 3- Madenlerin Çıkarılması: Hilâfet Devleti, maden kaynakları ile sanayisinde ve üretiminde maden kullanan fabrikalarının işlerini idare edecek ve bugün olduğu gibi diğer milletlerin bunları işletmesine izin vermeyecektir. Çünkü madenler, birçok sanayilerde zaruridir ki Hilâfet Devleti, kendisinde mevcut olmayan madenleri de sömürgeci olmayan ve İslâmî beldelere tamahkârlığı bulunmayan devletlerden ithal edecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, sömürgeci devletlerin bir kuklası haline gelmesini engellemek için de İslâmî âlemdeki kiralık Batı şirketleriyle muamelede bulunmaya yönelik kararlı bir siyaset benimseyecektir. 4- Ziraat: Güçlü ve bağımsız bir ekonomi, gıdada kendi kendine yeterliliğe muhtaçtır. Bunun içindir ki Hilâfet Devleti, gıdada İslâmi beldelerin diğer devletlere olan bağımlılığına son vermek için özenle çalışacaktır. Dolayısıyla Hilâfet Devleti, Allah Subhânehu ve Tea'lâ'nın yalnızca bize bahşettiği tarım arazilerinin kullanılmasını da içeren bir siyaset benimseyecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, tarım sektöründeki ileri tarım teknolojisine de girecektir.

Sayın Mustafa Menhâz şöyle dedi: Bugün Ümmet, hiçbir siyasî bir vizyona sahip olmayan ve sömürgeci efendilerini memnun edecek Kapitalizm nizamını tatbik eden mevcut yönetimlerin benimsedikleri başarısız politikalar sebebiyle sanayileşme açısından dünyadaki diğer milletlerden geri kalmıştır. Servetlerimiz pahasına sömürgeci ellerde bir kukla olan yöneticilerimiz, gücümüzü ve kudretimizi kullanmamıza imkan vermeyeceklerdir.


Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Heyeti, Pakistan Sefareti'ne Bir Mektup Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti Resmî Sözcüsü İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl] liderliğinde ve Hizb'in üyeleri Üstâz İbrâhîm Müşerref ve Muhammed Mustafâ'nın eşliğinde Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilâyeti'nden bir heyet, Pakistan Cumhuriyeti Sefareti'ne Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti'nin yayınladığı "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun!" başlıklı bir mektup teslim etti. Söz konusu mektup, yöneticiler yoluyla Müslümanları birbirine kırdırma hususunda habis Amerikan komplosunu ifşa etmiş ve mektupta şunlar geçmiştir:

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! İslâm'a ve Müslümanlara hıyanet eden bu yalancı yöneticiler, kendi çıkarları ve sömürgeci kâfirin çıkarından başka bir şeye önem vermezler. Bu yöneticiler, Amerikalıları himaye etmek için Müslümanları birbirine kırdırmaktadırlar."

"Ey Pakistan Âlimleri! Lal Mescidi katliamı karşısında tarafsız kalmanız Müşerref'in, mescitteki kadın ve çocuk Müslümanlara karşı cürümünü işlemesinde ve onların kanlarını akıtmasında ve de Pakistan'ın başkentinde başarılı olmasını sağlamıştır. Bu katliamdan dolayı hala Müslümanların yürekleri dağlanmaktadır ki bundan daha öte bir yürek acısı yoktur. İşte bugün de bu "demokrat" yöneticiler, Amerikan efendilerinin uğrunda Svat Vadisi'ni topyekûn Lal Mescidi'ne çevirmeye çalışıyorlar. O halde bu yöneticilerin bu yıkıcı hamleyi sürdürmelerini durdurmak için izzetli bir duruş sergilemez misiniz? O halde Amerika, Afganistan ile kabileler bölgesindeki tüm mescitler ve okulları yıkmadan önce kıyama kalkınız, medreselerinizdeki tüm öğrencileri de kıyama kaldırınız ve bu yöneticilerin saraylarına doğru harekete geçiniz."

"Ey Pakistan'ın Siyasî Partileri! Müslümanların Amerika için kendi kardeşlerini katletmeye yöneldiklerine şahit olduğunuz halde Pakistan'daki insanların işlerini gözettiğinizi mi iddia ediyorsunuz! Aranızda Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere hıyanetlerinden dolayı hak ettikleri bir muhasebe ile bu yöneticileri muhasebe edecek hiç aklı başında bir adam yok mu? Bunu yapmadığınız takdirde Kıyâmet Günü'nde Allah'ın azabının zalim yöneticilerle birlikte sizleri de kuşatmasından korkmaz mısınız? Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لاَ يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوُا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلاَ يُنْكِرُوهُ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللَّهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ "Muhakkak ki Allah Azze ve Celle bir kesimin ameli yüzünden geneli cezalandırmaz. Ne zaman ki aralarında münkeri görürler ve reddetmeye muktedir oldukları halde reddetmezlerse, işte bunu yaptıklarında Allah hem bu kesime hem de genele azâb eder."

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devem edeceksiniz? Sizleri utanç ve aşağılık tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"


İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Mesele Hiç de Öyle Değil Ey Başkan!

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, bugün 23.05.2009'da, Şam'da düzenlenen İslâm Konferansı Teşkilatı'nın 36. konferansı münasebetiyle İslâm ülkelerinin dışişleri bakanları önünde bir konuşma yaptı. Konuşma, Arap yöneticilerinin adetleri olduğu üzere bir vızıltı şeklindeydi. Bu konuşma; İslâm'ın ve Müslümanların... İslâmî akîdenin savunulması... İslâm'ın bir hoşgörü dini olup terör dini olmadığı... Barış süreci başarısız oldukça hakların geri alınması yolunun direniş olduğu... "İsrail'in" barışın önünde bir engel olduğu... Stratejik bir hedef olarak Suriye'nin barışa karşı tutumunu değiştirmeyeceği... Kudüs'ün Yahudileştirilmesi karşısında durulacağı... Gazze'ye yönelik ablukanın kaldırılması... İrade gücünün olması gerektiği... Ardından izolasyona değil açılıma... Müslümanlar arasında ekonomik işbirliğine... Ve benzeri şeylere çağrıda bulunulan ballandırılmış bir konuşma edasında ortaya çıkmıştır. Bu da konuşmanın, Devlet Başkanının sarf ve nahivde gaf yaparak merfûyu nasbedip veya mensubu merfû yapınca derhal geri dönerek hatasını düzeltecek ölçüde "bıktırıcı" bir konuşma olduğunu göstermektedir!

Ayrıca konuşmayı inceleyen bir kimse bu konuşmanın, ne aç bırakan, ne tok tutan, ne genelin, ne de özelin aldanacağı eski yeni tekrar edilmiş bir konuşma olduğunu görür. Bunun içindir ki konuşma, içerisinde geçen iki noktanın dışında ne yoruma ne de değerlendirmeye değerdir. Bu iki nokta ise, bazı insanlarda aldatılma şüphesi doğurabilecek pek çok yanlışı gizlemektedir. O iki nokta şunlardır: Devlet Başkanı'nın, İslâm ile İslâmî akîdeyi savunduğunu ifade etmesi ve konuşmasında barış süreci başarısızlığa uğradıkça bölgenin kurtarılmasına ilişkin hakların geri döndürülmesi yolunun direniş olduğunu belirtmesidir. Her iki ifadede de açık bir saptırma, dahası hayâsızlık yatmaktadır!

Birincisine gelince; hapishaneleri genelde Müslümanlardan, özelde ise Hizb-ut Tahrir'den olan muhlis ve muttakilerle dopdolu olduğu halde nasıl olur da Devlet Başkanı İslâm'ı ve İslâmî akîdeyi savunabilir?! O kimseler ki ancak Allahu Subhânehu'nun şu kavlinde ifade ettiği gibi el-Azîz-ul Hamîd olan Allah'a imân etmelerinden dolayı hapsedilmişlerdir:

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلاَّ أَنْ يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan sırf Azîz-ul Hamîd olan Allah'a imân etmelerinden dolayı intikam aldılar." [el-Burûc 8]

Ayrıca kırkın üzerinde Hizb-ut Tahrirli ve bir çok diğer Müslüman hapishanelerinde sıkboğaz edildiği, işkenceye ve eziyete maruz bırakıldığı halde nasıl olur da Devlet Başkanı İslâm'ı ve İslâm akîdesini savunabilir?! Oysa Allahu Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا "Mü'min erkeklere ve Mü'mine kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." [el-Ahzâb 58]

O halde Devlet Başkanının İslâm ve Müslümanlar hakkında söyledikleri, dünyada ve âhirette boynuna dolanacak bir iftira değil midir?

İkincisine gelince; Devlet Başkanı, barış sürecinin Madrid'den bugüne kadar başarısızlığa uğrayıp barışa zarar verdiğini ve konuşmasına göre bölgenin kurtarılmasına ve hakların geri döndürülmesine ilişkin çözümün direniş olduğunu ikrar edip teyit etmektedir. Ancak hem Devlet Başkanı, hem de herkes şunun farkındadır ki Yahudi varlığı ile olan en sakin cephe işgal edilmiş Suriye toprağı olan Golan cephesidir. Öyleyse direniş nerde kaldı ey Başkan!

O halde işgal edilen toprağın geri alınması için Devlet Başkanının direniş hakkında söyledikleri, zerre kadar hayâsı olan kimsenin söyleyemeyeceği açık bir yalan, çarpıtma ve aldatma değil midir?

Mesele hiç de öyle değil ey Başkan! Zira insanlar, sandığından daha uyanık oldukları gibi Hilâfeti, merkezi olan Şam'a geri getirmek için gecelerini gündüzlerine katarak çalışan İslâm erleri vardır. İşte o zaman ruveybida çöplüklerini surlarının arasından püskürtecek ve işte o gün zalimler nasıl bir inkılâp ile devrileceklerini bileceklerdir.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Suriye Vilâyeti
Medya Bürosu

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir Heyeti, İslamabad'daki Özbekistan Sefareti'ne Hizb-ut Tahrir Üyesinin Özbek Hapishanelerinde İşkence Edilerek Katledilmesini Protesto Eden Bir Mektup Teslim Etti

Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây başkanlığında ve beraberinde Hizb'in üyesi Tahir Saduzi'nin olduğu Hizb-ut Tahrir'den bir heyet, siyasî çalışma ve değişimi isteme haklarını kullanan Hizb-ut Tahrir şebâbına işkence edip onları idam etmesinden dolayı mücrim Özbek yönetimine yönetilmiş bir protesto mektubu teslim etmek üzere İslamabad'daki Özbekistan Sefareti'ne gitti. Tâğut Kerimov'un katlettiği şehitlerin sonuncusu Özbekistan'daki mücrim yönetimin hapishanelerinde işkence edilerek katledilen şâb İsmet Hodurbadiyov'dur.

Şehit İsmet Hudarbadiyov, Hizb-ut Tahrir'e üyeliği yüzünden 2002 yılından bu yana hapishanedeydi. Şu an eşine düşen, ikinci kocasını da defnetmektir. Zira ilk kocası Ferhat Osmanov da Özbekistan kasabı Kerimov tarafından 1999 yılında şehit edilmişti. Osman da Hizb-ut Tahrir'in aktif üyelerindendi ve o zaman katledilmesi tâğut Kerimov ve yönetimin gidişatında hiçbir değişiklik yapmaksızın küresel protestonun fitilinin tutuşmasına yol açmıştı.

Medya kaynakları ve insan hakları örgütlerine göre Özbekistan hapishanelerinde 10 binin üzerinde Hizb-ut Tahrir üyesi bulunmakta ve her gün tâğut İslâm Kerimov yönetimi tarafından işkenceye ve zulme maruz kalmaktadırlar. Nitekim şehit edilen İsmet Hudarbadiyov'un ve Ferhat Osmanov'un yanı sıra Ferhad Ozmanov, Muzaffer Avazzov, Hasanaddîn Alimov, Ömer Elîf Hasan Erkonoviçh, İynagonov Osman Tursunoviçh, Sayidminov Numan, Nuzurov Habibullah, Arif İçanov ve diğerleri de tâğut Kerimov tarafından şehit edilmiştir.

Her şeye rağmen Hizb-ut Tahrir ve şebâbı, Hilâfet Devleti'ni kurmak için benimsediği barışçıl siyasî metoduna bağlı kalacaktır. Hali hazırda Hizb-ut Tahrir, bölgedeki en büyük siyasî hizbdir.

Söz konusu mektupta, Hizb'in Özbek yönetimini şiddetle kınamasına yer verilerek Hizb, şebâbının küstah İslâm Kerimov'a asla boyun eğmeyecekleri ve Allah emrini yerine getirinceye kadar bu şekilde sabrederek devam edecekleri teyit edildi. Evet, Hizb-ut Tahrir'in şebâbı, cürüm eylemlerinden dolayı Kerimov'u yargılayacak olan Hilâfet Devleti kurulana kadar sebat ederek Hizb'in fikrî çatışma ve siyasî mücadeleye dayanan metoduna bağlı kalacaklardır.

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Başbakan Erdoğan Kimin İçin Koşuşturuyor?

16 Mayıs 2009 tarihinde Rusya'nın Soçi kentinde AKP Hükümeti Başbakanı Recep Erdoğan ile Rusya Başbakanı Viladimir Putin arasında bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin ağırlık noktasını enerji ve Ermenistan işgali altındaki Dağlık-Karabağ oluşturdu.

Bu ziyaretin kimin adına gerçekleştirildiğine gelince; dünyanın en gözde bölgeleri olan İslam beldelerinin başındaki hain liderlerin, ya ülkelerini başta ABD olmak üzere sömürgeci kafir devletlere altın tepside sunduklarını ya da efendilerinin üzerlerine yüklediği misyon gereği yine efendileri adına canhıraş bir gayretle koşuşturduklarını görürüz. Herkesçe malum olduğu üzere ABD, Türkiye üzerinden uzak ya da yakın bölgeler bazında çıkarlarını gerçekleştirmek ve bu bölgeleri kontrol altında tutmak üzere AKP'ye Türkiye'yi kendisi adına bir "merkez ülke" statüsüne getirme rolü vererek dış politikada komşularla sıfır problem şeklinde özetlenebilecek bir ilkeyi uygulamaya koydurmuştur. Böylece AKP'den Ermenistan ile Türkiye arasındaki sorunların çözüme kavuşturulması istenmiştir. Yine bu minvalde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ermenistan'la başlattığı meşhur "futbol diplomasisi" sonrası Türkiye-Ermenistan ilişkileri farklı bir boyut kazanmış, 22 Nisan 2009 tarihinde Ermenistan ile rezil bir "yol haritası" üzerinde anlaşmaya kadar varmıştır. Recep Erdoğan söz konusu "yol haritası" konusunda Azerbaycan kamuoyunda oluşan tansiyonu düşürmek adına 14 Mayıs 2009 tarihinde Azerbaycan'a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Azeri parlamentosunda yaptığı açıklamada Ermenistan'la sınırın açılması konusunda "Sebep ve netice ilişkisi vardır Türkiye Ermenistan kapısı kapanmıştır. Ne zaman yukarı Karabağ Ermenistan'ın işgaline maruz kalmıştır o zaman kapılar kapanmıştır ne zaman işgal durur o zaman kapılar açılır. Azeri kardeşlerimizle bu konuda mutabık kalmadığımız sürece adım atamayız. Bunlar bağlantılıdır" demiştir. Öte yandan Rusya, Ermenistan üzerinden kendisine alternatif bir enerji koridoru olması bakımından ABD'nin arka bahçesine nüfuz etme çabalarını baltalamaya çalışmaktadır. ABD yararına Dağlık-Karabağ konusu üzerinden Rusya ile pazarlık yaparak birlikte hareket etme işini de Erdoğan üstlenmiş görünmektedir ki bunlardan biri Türkiye'de ilk nükleer enerji santrali ihalesinin Rusya'ya verilmesidir. Recep Erdoğan'ın 17 Mayıs 2009 tarihindeki "Nabucco projesinde Türkiye tedarikçi değil transit ülkedir" şeklindeki açıklaması ve resmi rakamlara göre işsizliğin %17'lere ulaştığı ülkemizde kapitalist ekonomik krizin belini büktüğü halkın içler acısı durumu birlikte düşünüldüğünde İslami Ümmetin başındaki bu sefil yöneticilerin, halkının problemlerini çözmek yerine efendilerinin maslahatları için koşuşturdukları bir kez daha gözler önüne serilmektedir.

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hükümet, Hizb-ut Tahrir'in Svat'taki Amerikan Savaşını Durdurmak İçin Yürüttüğü Kampanyayı Boş Çıkarmak Amacıyla Attığı Adımlar Çerçevesinde Lahor ve Karaçi'de Hizb'in Beş Aktivistini Tutukladı

Pakistan'ın "Demokratik" Hükümeti, Hizb-ut Tahrir'in beş üyesini tutukladı ve masum vatandaşların başlarına yağan lavları durdurmak için Svat Vadisi bölgesinde vekâleten yürütülen Amerikan savaşının hakikati noktasında insanları bilinçlendirmeye dönük çalışmaları yüzünden onlara terör ve büyük bir hıyanet suçlamasında bulundu.

14 Mayıs'ta Pakistanlı yetkililer, Hizb-ut Tahrir'in şebâbından Şezad Kerîm ve Abdullah Arafat'ı Lahor'daki bir çarşıda güpegündüz insanların gözü önünde tutukladılar ve polis birimleri oradaki bir merkeze götürdüler. Yürürlükte olan yasal normlarına göre tutuklama dosyası açmak yerine onları, polis merkezinde kendilerini temsil eden avukatları bulunmasına rağmen gizli istihbarat birimlerine teslim ettiler. Ertesi gün onları mahkemeye çıkarmak yerine taciz ve ölümle tehdit ettiler. Polise bu iki kişinin durumu sorulduğunda şehirdeki polis birimi, iki şebabın tutuklandığını inkar etti. Nihayet polis birimi, bu iki şebabı 16 Mayıs günü terörizmle mücadele mahkemesine sevk etti ve ek soruşturma için gözaltı süreleri yedi gün uzatıldı. Şimdi sözde "Bağımsız Yargıya" sorarız: Yüksek öğretim, yüksek itibar sahibi birer davet taşıyıcısı olan bu iki şebabı polisin gözaltına almasının maksadı nedir? Hırsızlık veya silahlı soygun ve cinayet suçlamasıyla mı tutuklandılar?!

Bu iki şebabın her türlü fiziksel tacize maruz kalması noktasında Hükümeti uyarıyoruz. Zira bu husustaki tüm sorumluluğu Hükümete yükleyeceğiz.

Bunun yanı sıra polis, 16 Mayıs Cumartesi günü, Karaçi şehrindeki bir çarşıda Hizb-ut Tahrir şebâbından Arslan Kamer, Şefaat Alî Hân ve Ömer Hân'ın olduğu üç kişiyi daha tutukladı. Polis, bir kez daha şiddet eylemlerinden uzak yüksek itibar sahibi olmakla tanınan kültürlü bu üç şebâba büyük bir hıyanet suçlamasında bulundu. Çünkü onlar, Svat'taki vahşî katliama karşı hak sözü söylemek için seslerini yükseltmişlerdir.

O halde Pervez Müşerref'in diktatör hükümeti ile Demokratik Pakistan Halk Partisi ve Pakistan Müslüman Birliği Partisi Hükümeti arasında ne fark vardır? Bu fark, bu Hükümet'in iddia ettiği hoşgörü ve ifade özgürlüğü müdür? İslâm'a ve Müslümanlara yönelik her türlü saldırıya sık sık "ifade özgürlüğünü" gerekçe gösteren bu Hükümet ile şiddeti kaldırıp atmasıyla tanınan siyasî bir hizip olan Hizb-ut Tahrir'e karşı şiddet kullanan ve ona terörizm ile büyük bir hıyanet gibi mesnetsiz bir suçlamada bulunan aynı Hükümetin ta kendisidir.

Herkes şunun farkındadır ki sömürgeci kâfir, diktatör ve demokratik olmak üzere peş peşe gelen Hükümetler yoluyla kapitalizm nizamını tatbik etmekte ve İslâm'ın tatbik edilmesi için çalışan tüm muhlis siyasî partileri yasaklamak için bu Hükümetleri kullanmaktadır. Nitekim Hizb-ut Tahrir'in üç küsur yıl önce Hükümetin Hizb'i yasaklaması kararına karşı Yüksek Mahkeme'de açtığı dava bugüne kadar rafa kaldırılmıştır. Dürüst ve bağımsız olduğunu iddia etmesine rağmen yargı, bunu kesin bir karara bağlamayı istememektedir. İşte o zamandan bu yana Hükümet'in istediği herhangi bir mahkemede Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olduğunu ispat edemeyeceğinin farkında olmasından dolayı dava ertelenmektedir.

Sorumluluğumuz gereği Hükümet'e deriz ki Hizb'in faaliyetini engellemek için izleyeceği her türlü yöntem başarısızlığa mahkûm olacak ve onlar için en hayırlı olanı Allah'ın fazlı sayesinde tamamı ağır bir yenilgiye uğrayan Arap Hükümetleri ile Orta Asya Hükümetlerinin Hizb'e karşı kalkıştığı girişimlerden ibret almalarıdır. Zira bu düşmanca girişimlere ve zalimce uygulamalara rağmen Hizb-ut Tahrir, dünyanın en büyük İslâmî siyasî Hizbi olmayı başarmış ve halen Hilâfet Devleti'ni kurmak için kırktan fazla ülkede çalışmaktadır.

Hizb, Hükümete yönelik şu söylemini yineler ki o, şebâbını tutuklayarak ve onu yasaklayarak siyasî faaliyetlerini yapmasını asla engelleyemeyecektir. Muhakkak ki Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Hilâfetin geri geleceği hakkındaki müjdesi kesinlikle tecelli edecek ve gerçekleşecektir, Hizb-ut Tahrir'in şebâbı, onu tüm çıplaklığıyla görmektedir.

 

Nâvid Butt

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER