Cuma, 27 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/29
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Veziristan'daki Savaş Fitnesi, Amerika Tarafından Türetilmiştir Amerikan Varlığını ve Ajanlarını Söküp Atınız ve Hilafet Devleti'ni Kurunuz Gerçek Kurtuluş Yolu Budur Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

  • Kategori Pakistan
  •   |  

        Bizler, elli küsur yıldır muhtelif İslami beldelerde ve on küsur yıldır Pakistan'da çalışan Hizb-ut Tahrir şebabı olarak bu beyan yoluyla azimlerinizi biliyor ve artık kaçınılmaz olan büyük bir değişimin kapısı önünde olduğunuzu teyit ediyoruz. Zira bunu, Pakistan'daki Amerikan varlığına son verilmesinin talep edildiği yüz binlerce neşriyatı sizlere dağıttığımız, aranızdan on binlercesine hitap ettiğimiz, binlerce afiş ve pankartlar açtığımız geçen seneler boyunca ve Amerika'nın istihbarat ve askeri varlığına son verilmesini, sözde Amerikan sefareti ve konsolosluğu olan Amerikan askeri üslerinin kapatılmasını talep eden ve Devlet Başkanı Zerdari'ye gönderilmek üzere hazırlanan "Kırmızı Mesaj" adındaki dilekçeyi bütün kararlılığınızla imzalamanız yoluyla bu 2009 yılında hissettik. Keza Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerine ve sizlerden milyonlarcasına ulaşan ve bu sırada bu daveti sizlere taşıyan yüzlerce şebabının tutuklandığı Hilafet Devleti'nin kurulması için şerefli davetine yönelik medya sansürlemesi karşısındaki tepkilerinizden de sizde bir değişim olduğunu hissettik.

Sizlerin çok hayırlı olduğunuz ve Amerikan varlığının tehlikesine karşı uyanık olduğunuz hususunda şüphemiz yoktur. Nitekim bu, hem İslamabad'daki dünyaca ünlü İslami Üniversitesi'nde meydana gelip onlarca kızımızın şehit olmasına yol açan ödlek patlamaya hem de bunun peşi sıra ailelerin alışveriş yaptığı kalabalık bir pazar yerinde Paşaver'de meydana gelip yüzlerce çocuğumuzun, kızımızın ve kardeşimizin şehit olmasına yol açan patlamaya yönelik tepkinizde açıkça görülmüştür. Zira bu kanlar, Amerika Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'u karşılamak için akıtılmıştı. Müslümanlara yönelik bu vahşi operasyonları gerçekleştirenin Orta Amerika'dan Vietnam, Irak ve Afganistan'a kadar dünyanın muhtelif bölgelerindeki fitnenin ve kaosun sebebi olan Amerikan istihbarat birimleri içerisindeki kafirler olduğu sizlerce açık bir husustur... Şimdilerde ise bu şerir eylemlerini elleri kuruyasıca mevcut ajan yöneticilerin yardımıyla Pakistan'da yapmaktadır.

Kayda değerdir ki Hillary Clinton'ın sizlerin akıllarını ve kalplerini kazanmak için yaptığı Pakistan ziyareti tamamen başarısız olmuştur. Zira o, 28.10.2009'da Pakistan'a ulaşmasının üzerine düzenlediği basın toplantısında hedeflerini açıklayarak şöyle demiştir: "Buraya bazılarının bozduklarını düzeltmek için geldim ve bunu güçlü bir şekilde hissediyorum." Ancak o, Amerika'nın bozduklarını düzeltmek yerine yaptığı konuşma sırasında buna vurgu yapmıştır. Zira o, bilinçli bir şekilde konuşmakta olup cahil değildir. Çünkü Amerikan güvenlik elemanlarının İslamabad'da gelişmiş silahlarla dolaşmasının nedeni sorulunca bundan haberi yokmuş gibi bir görüntü sergiledi. Ardından bu durumunu fark edince siyasi dokunulmazlık için gerekli olan tedbirleri buna gerekçe olarak gösterdi. Kendisine Amerikan varlığının kanların akıtıldığı kaotik bir hal oluşturduğu ve çözümün Amerika'nın bölgeden tamamen çekilmesinde yattığı söylenince sizleri aldatmak için kullandıkları ajan yöneticileri ve birçok araçları olmasına rağmen uyanıklığınız karşısında küplere binerek uyanıklığınız nedeniyle sizleri azarlamak için ağır ifadeler kullanmaya başvurdu ve sizlerin "bağımsız" olduğunuzu söylediğinde şaşkın görünüyordu!

Amerika, kendi ordusu ve istihbarat birimleri ile yetinmeyerek dünyanın yedinci büyük ordusu olup yüz binlerce askerinin "ya zafer ya şahadet" mefhumu ile eğitildiği ordumuzu bulaştırmaya girişerek Veziristan'da dönen fitne savaşına onu da karıştırmıştır. Oysa ajan Hükümet, Amerika'nın maksatlarını gerçekleştirmek için operasyonlarına "kurtuluş ismini" vermiştir.

Amerika, haçlı sömürgeciliğini korumak için ordumuza tahakküm etmek amacıyla milyonlarca dolar tahsis etmiştir. Dolayısıyla Afganistan'a yönelik başarısız işgalini koruma yolunda kendi askerleri kurban olması yerine şu anda bizzat kendi ölülerini sayanlar bizzat Müslüman askerlerdir! Bunun yanı sıra Medine-tul Münevvera'da İslami Devlet'in kurulmasına nusret veren Ensarın torunları askerlerimiz aldatılmıştır. Zira hain yöneticileri alaşağı edip tahtlarının enkazı üzerine Hilafet Devleti'ni kurmak yerine şu anda onlar kırılgan Amerikan işgalinin himayesi için çalışmaktadırlar. Dolayısıyla geçmişte haçlılarla savaşarak onların kaburgalarını kıran ve onları korkutan bu askerler, şu anda İslam'a ve Müslümanlara yardım etmekten geri durmaktadırlar. Hatta Pakistan ordusu ile savaşan müşrik Hindu savaşçıların varlık sebebi bile daha önce Hindistan önündeki kapalı olan kapıları açan Afganistan, Belucistan ve kabileler bölgesindeki Amerikan varlığıdır. Dikkate değerdir ki hain yöneticiler, silahlı kuvvetleri saptırmak ve dikkatlerini bu "fitne" savaşının gerçek sebebi olan Amerikalılardan uzaklaştırmak için Hindistan'a ışık yaktılar. O kadar ki bizler, artık mezarını kendi elleriyle kazan bir kimse gibi olduk. Öyle değil mi ey Müslümanlar?!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Kesinlikle bilginiz olsun ki giderek büyüyen Amerikan varlığına son vermenin teki çözümü Hilafet Devleti'ni kurmaktır. Zira İslami ümmeti birleştirmeye ve Müslümanları düşman kafirin şerlerinden korumak amacıyla ümmetin imkanlarını kullanmaya muktedir olan sadece Hilafet'tir. Zira Tatarlıları, haçlıları, Romalıları ve Farsları hezimete uğratan Hilafet'tir. Hatta Hilafet zayıf döneminde bile H. 21 Safer 1210 el-muvafık M. 05 Haziran 1795 yılında imzalanan anlaşma gereği Amerika'yı vergi ödemeye mecbur bırakmıştır. Zira söz konusu anlaşma, Amerika'yı 642.000 dolar altın ve 12.000 lira Osmanlı altını ödemeye mecbur bırakmıştır ki bu anlaşma, Amerika tarihinde kendi dili dışında imzaladığı ilk anlaşmadır.

O halde sizlere sorarız: Fakir ve zayıf bir ülke olan Somali, ödlek silahlı Amerikan kuvvetlerini hezimete uğratabiliyor, teçhizatça ve donanımca dağılmış işgal altında olan Irak'taki Müslümanlar Amerika'nın ülkelerini eline geçirmesini engelleyebiliyorsa o halde nükleer silahı olan İslam dünyasındaki en güçlü orduya sahip olan Pakistan'ın özellikle de çöktüğü ve tüm dünyanın nefret ettiği bir zamanda Amerika'yı gitmeye mecbur etmesini engelleyen şey nedir? Şüphesiz Amerika, kapasitesinden ve gücünden daha büyük olan bir dünyaya yayılmış, silahlarla donanımlı olmalarına rağmen askerileri cesaretlerini yitirmiş, Avrupa ve Rusya onunla rekabet etmekte, görünen hiçbir çıkışı olmaksızın zayıflattıkça zayıflatan ekonomik bir krizle karşı karşıya kalmış, sendeleyen haçlı seferini kurtarmak için milyarlarca dolar harcamış ve daha fazla harcaması gereken bir durum içerisindedir! O halde Amerika'nın bu zayıf hali sizlere Rabb-il İzzenin şu kavlini hatırlatmıyor mu? إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ "Şüphesiz ki kâfirlik edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar, daha da harcayacaklardır. Sonra bu onlar için hasret (yürek acısı) olacak ve sonra (nihâyetinde) mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrâr edenler ise Cehenneme toplanacaklardır." [el-Enfâl 36]

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

İnsanlığın lideri olmak için Müslümanların önünde elverişli küresel bir koşul ve uygun bir fırsat vardır. O halde Hilafet Devleti altında İslami yönetimi ikame eden ilk İslami ülke olma şerefine nail olup Pakistan'ın İslami ümmetin tamamının küresel süper bir devletin patasında birleşmesinin irtikaz noktası olmasını istemez misiniz? Sizler İslam'ı ve Müslümanları sevdiğiniz ve bu gaye uğrunda fedakarlığa hazır olduğunuz halde nasıl olur da bu şekilde olmazsınız. Zira bu topraklar, hicret etmek veya kafir düşmanla cihat etmek için İslam uğrunda kurban olan kimselerin kanlarıyla sulanmıştır. Sizler ki sevabını umarak sömürgeci kafir ve ajan yöneticileri yüzünden sizlere acı çektiren çeşitli sıkıntılara ve belalara sabredip Allah ve Resulü için dinde muhlis kimselerdiniz. Bilesiniz ki Hilafet Devleti, sadece İslam'ın ve Müslümanların zırhı değildir. Bilakis her Müslümanın kendisinden dolayı hesaba çekileceği bir farzdır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], boyunlarınızda bir halifeye biat halkasının olmasını emretmiş ve boynunu bir imama biatten yoksun bırakının ölümünü cahiliye ölümü olarak tanımlamıştır. مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur."

O halde kolları sıvayarak Hilafet Devleti'ni kurmak için şerefli çalışmada gecenizi gündüzünüze katarak Hizb-ut Tahrir şebabının yanında yer alınız. İnsanları geçek değişim yönünde harekete geçirmek için Hizb-ut Tahrir ile birlikte tek saf olunuz. Hilafet'e davet etmediğiniz ne bir mescit ne bir üniversite ne bir çarşı bırakınız. İster tartışma, konuşma, ders, kısa mesaj, e-mail, radyo, telefon ister benzeri şekilde olsun Allah'ın sizlere bahşettiği gücü veya kuvveti esirgemeyiniz. Hilafet Daveti'nin yankısını bu ülkenin ve bu ümmetin dört bir tarafına yayınız. Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınızı, kardeşlerinizi, babalarınızı ve akrabalarınızı bölgedeki Amerikalıların mezarını kazımaya ve ümmete acı çektiren zillet ile hezimete son verecek Hilafet Devleti'ni kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırınız ki izzet, güç ve kuvvet başlığı altında yeni bir sayfa açılmış olsun. وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لا يَعْلَمُونَ "İzzet, Allah'a, resulüne ve müminlere aittir. Fakat münafıklar bunu bilmezler." [Münafikun 8]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan'ın Amerika'dan ve Terörden Korunması İçin Zerdari'nin Gitmesini İsteyen Yüzlerce Kişi Toplandı

      Kadın, erkek ve çocuk yüzlerce Müslüman, Pakistan'ı terör uçurumuna sürükleyen Amerikan planından korunması için Zerdari hükümetinin yok edilmesini talep etmek üzere Londra'daki Pakistan yüce temsilciliği önünde toplandı. Gösteriyi, Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki mahalli kolu düzenledi. Kuran ayetleri okunmasının ardından Hizb-ut Tahrir'in Mahalli İdari Kurul Başkanı Dr. Abdulvahid, Hizb-ut Tahrir'in Zerdari rejiminin Güney Veziristan'da başlattığı ikinci savaşa karşı çıkma kampanyasına liderlik yaptığını açıklayarak Amerika kuvvetlerine ve terörün Pakistan şehirlerinde yayılmasının sorumlusu Blackwater ve Dynacorp gibi yarı askeri örgütlere izin verilmesinden sorumlu olanın Zerdari hükümeti olduğunu vurguladı. Zerdari rejimi, Veziristan operasyonunun Pakistan'ın güvenliği için olduğunu gerekçe göstermesine rağmen bu gerekçe yalandır. Gerçekte ise hükümet, daha önce "terör" ve "militarizm" tehlikesinden söz edilmediği halde General Müşerref'in 2003-2004 yıllarında yaptığı gibi açıkça Amerikan talimatlarına uymaktadır. Nitekim İslam'a yönelik kampanyanın akabinde bunun pahalıya mal olduğu ve popülaritesini kaybettiği ortaya çıkmıştır.

Ayrıca göstericilere İslamabad'daki İslam Üniversitesi'ne yönelik son saldırıları, Silhit şehrindeki patlayıcılarla dolu Amerikan deposundan söz edilmesini, bu eylemlerin arkasında dış güçlerin olduğuna işaret eden Amerikan özel güvenlik şirketlerinin satanist olaylarını ve Irak'taki, hatta Orta Amerika'daki benzeri Amerikan senaryoları hatırlattı.

Ardından Londra'daki Pakistanlı jenerasyonun başkanı Müştak Raca, göstericilere bir konuşma yaparak şöyle dedi: Kendisiyle ihya olalım ve sorunlarımızı çözelim diye Allah'ın efendimiz Muhammed [SallAllahu Aleyi ve Sellem]'i hidayetle insanlığa göndermesinden beri bu şerefli hedef uğrunda fedakarlıklarda bulunmuş ve mücadele etmiştir. Şimdi Pakistan, bu krizle karşı karşıyadır ve Hizb-ut Tahrir, Hilafet Devleti altında kitap ve sünnet uyarınca sorunları çözmek için bu hidayete davet etmeyi sürdürmektedir. Rejim ise bu barışçıl aktivistleri takip etmekte ve tutuklamaktadır. Son olarak tüm Müslümanları Hizb-ut Tahrir'in çalışmasına destek vermeye çağırdı.

Ardından Hizb-ut Tahrir / İngiltere'deki Pakistan Lecnesi üyesi Tavsif Zahid ve Atıf Salahaddin, göstericilere Urduca konuşma yaptılar. Tavsif, şu anda başarısızlıkla karşı karşıya olup Afganistan'da ayaklarını sabitleştirmeyi ve daha önce Irak'ta yaptığı gibi Pakistan'ı zayıflatmak için çalışmayı hedefleyen bölgeye yönelik Amerikan planını açıkladı. Ayrıca mücrim Pakistan yöneticilerinin Amerika'nın Pakistan'a mezhepçilik ve iç savaş tohumunu ekmesini kolaylaştırmasının ardından bunun semeresini hasat etmeye başladığını ifade ederek "Kerry-Lugar" taslağının Zerdari hükümetinin kendisini ve Pakistan'ı Amerika'ya teslim ettiğinin en son örneği olduğunu belirtti.

Atıf ise Amerika'nın hiçbir zaman Pakistan'ın, İslam'ın ve Müslümanların dostu olmadığını, rejimin komplosunun bir hıyanet olduğunu, Amerika nezdinde itibar gören ve müttefiki olan Nevaz Şerif'in Veziristan'daki operasyonu desteklediğini belirterek şöyle ekledi: Demokrasi ve diktatörlük gölgesindeki böylesi mevcut bir hıyanet vakıasından farklı olan Pakistan'da yeni bir liderlik çıkmadıkça gelecekte bu hıyanetin daha fazlasına şahit olacağız. Zerdari, Müşerref veya Nevaz Şerif, Pakistan'ı asla kurtaramazlar. Güç ve nüfuz sahiplerini Hilafet'i kurması için Hizb-ut Tahrir'e destek vermeye çağırdı ki Amerika'dan ve 2001 yılından beri beraberinde getirdiği terörden kurtuluş işte o zaman gerçekleşecektir. Tâci Mustafa ise Hizb-ut Tahrir'in bu kampanya çerçevesinde birçok bölgede pek çok faaliyette bulunduğunu ve daha fazlasının yapılacağını belirterek katılımcıları, "Pakistan'ın Kurtuluşu İçin Zerdari Gitmelidir" mesajını taşımak için çaba sarf etmeye davet ederek buna [لا اله الا الله] rayesini en yükseğe kaldıracak olan Hilafet'in muktedir olduğunu ifade etti. Barışçıl gösteri, Pakistan halkı ve İslami ümmet için yapılan dua ile son buldu.

Devamını oku...

Rus Güvenlik Birimleri, Müslümanların Hizb-ut Tahrir'in Taşıdığı Davete Olan Teveccüh Düzeyi Karşısında Şaşkın

  • Kategori Rusya
  •   |  

[F.S.B] İstihabarat Birimi'nde, İçişleri Bakanlığında ve Başsavcılıkta görevli Rus güvenlik birimleri, bütün takvaları ve ihlaslarıyla Hizb-ut Tahrir'in davetini kabul eden Rusya'daki Müslümanların sayısı ve Müslümanların Hizb'in faaliyetlerine bağlılıkları karşısında şaşkınlık ve hayret içerisindeler. Böylelikle Hizb'in taraftarları gün be gün artmakta ve Hilafete davet birçok Rus şehrinde duyulur hale geldi.

Bu durum ise Rus hükümetinin İslami davetin Rus vatandaşları arasında yayılmasını durdurmak için pek çok girişimlerde bulunduğu bir zamanda meydana gelmektedir. Zira güvenlik birimleri, bizlere gönderilen ilahi şeriatın ırk, millet ve din esasına dayalı bir ayrım olmaksızın yeryüzünde tatbik edilmesi olan hakkı insanlığa taşıyan hizb üyelerini korkutmaya çalışmaktadır. Hizb üyeleri hakkında yalanlar yayan Güvenlik Birimleri, evlerini aramak, haklarında dava açmak, darp etmek ve hapsetmekle onları korkutmaktadırlar.

Güvenlik Birimleri, 22.10.2009'da bir kez daha Başkırya Cumhuriyeti'ndeki onlarca Müslümanın evini aradı ve bu iğrenç baskınları sonunda Owa ve Diortoli şehirlerinde Müslümanlardan 10 kişiyi tutukladı. Bu Müslümanlar, yasak olan dini bir harekete ve örgüte katılımı belirten Rusya anayasasının 282/2. maddesine göre suçlanmaktadırlar. Esasında bu madde, Rusya hükümetinin bakış açısına muhalif bakış açısı taşıyan her türlü hareketi denetlemek içindir.

Hizb-ut Tahrir hakkında önceden planlanan eylemlere gelince; televizyon kanalları yoluyla Rus vatandaşları hakkında onların bombalama ve kundaklama eylemlerinde bulunan teröristler olduğu iddialarını dile getirdiler ve ellerinde silahlar olan insan görüntüleri yayınladılar.

Rus vatandaşlarını maddi araçlar kullanmayan ve delillerle destekli barışçıl diyaloga itimat eden hizbin uyguladığı fikirler ve faaliyetler nedeniyle hayatlarının ve sağlıklarının tehlikede olduğuna ikna etmeye çalıştılar.

Güvenlik Birimleri içerisindeki üst düzey görevliler, yakalanan Müslümanların aleni davette bulunduklarını ve gizlenmediklerini ifade ettiler. Aslında kendi fikirlerine inanan şerefli herkes bu şekilde davranmalıdır.

Güvenlik Birimi görevlileri, yasaklı örgütler tarafından İslami değerlere davetin artık bittiğini ve yeniden başlamayacağını da duyurdular!

Bu bağlamda aşağıdaki hususları vurgularız:

1. İslam, Nasranilik ve Yahudilik gibi kehanetçi bir din değildir. Bunun aksine ister Müslüman isterse gayrimüslim olsun insanın tüm sorunlarını çözmeye muktedir ruhi ve siyasi akli bir akidedir. İslam'dan alınan çözüm, yönetim, teşrii ve toplum meseleleri de dahil hayatın her alanına değinir. İslam'dan alınan çözüm, fıtrata muvafık olup aklı ikna eder ve kalbi mutmain kılarak onu teskin eder. Bu şartları yerine getirecek olan ne başka bir çözüm ne başka bir nizam vardır, ne demokrasi ne de diktatörlük bu şartlarla örtüşür. İslam, tüm insanlık için bir rahmettir. Tüm insanlık için adaletin oluşması ve kapitalizmin gölgesinde insanları kasıp kavuran bu krizler gibi krizler çukuruna düşmemizin engellenmesi ancak onun tatbiki ile mümkündür. Allah, Müslümanları, yeryüzünde adaletin uygulanmasının bekçisi kılmış ve hayatlarında insanlara önderlik etmeleri için bu rahmeti insanlar arasında yaymayı onlara vacip kılmıştır.

2. Hizb-ut Tahrir, tam ve kesin bir şekilde insanları İslam ile kültürlendirmektedir ve bu hususta alemlerin Rabbinin farzına bağlanmaktadır. Yani dürüst bir kimse, Hizb-ut Tahrir'i İslami-siyasi bir hizb olarak tanır ki hakikat işte budur. Hizb-ut Tahrir'in "terörist bir örgüt" olduğunu teyit eden herkes, kendini ve ne yaptığını bilmeyen küstah ve yalancı bir kimsedir. Bu kimseler ya kör ve sağırdırlar ya küresel siyaset hakkında bilgileri olmayan birer cahildirler ya da işledikleri bu cürümlerden dolayı halkları karşısında sorumluluk üstlenmek istemeyen birer diktatördürler.

3. Rusya, Rus halkından yönetimi gasp eden bir gurup insanın geçici kişisel çıkarlarından kaynaklanan kanunları takip ettikleri polisiye yönetim sistemine sahip bir ülkedir. Buna göre bu vakıayı idrak eden ve onların aksi bir bakış açısı ortaya koyan herkes radikallikle suçlanmakta ve takip edilmektedir. Bugün Rusya'da bu kimselerden farklı fikirler taşıyan kimseler tehlike içerisindeler ve hizb de bundan müstesna değildir. Dolayısıyla gazeteciler ve insan hakları örgütleri gibi vatandaşlık bilincine sahip olan ve siyasi zulümden kaçmak için birçok kez ülkeyi terk eden veya bunu başaramayarak öldürülen herkes onlar nezdinde bir tehlikedir. Rusya, küresel örgütlerin özellikle de insan hakları örgütlerin verilerine göre ifade özgürlüğüne izin verilmesi noktasında despotik rejimlerle yönetilen Afrika ve Orta Asya devletleri ile yan yana son sırada yer almaktadır. Bu veriler, Rusya hükümetinin karşıt görüşlere yönelik politikasını göstermektedir.

4. Rusya'nın Müslümanlara yönelik politikasını İslam'ın yayılmaması ve Müslümanların İslam esası üzerine birleşmemesi şeklinde özetlemek mümkündür. Rusya, Müslümanların cemaai bir şekilde tamamıyla dinlerine bağlanmaya, insanlara onun güzelliğini ve adaletini göstermeye dolayısıyla Rus halkının da istikrar ve huzuru bulacak bir şekilde cemaai bir şekilde İslam'a teveccüh etmeye başlamasından korkmaktadır. Rusya, bir ideoloji olarak İslam'ın karşısında duramamakta ve onun gibi bir ideolojiye de sahip değildir. Bunun içindir ki Rusya, inançları ve Hizb-ut Tahrir'in kanaatlerini taşımaları yüzünden kendi vatandaşlarını tutuklayarak hapsetmektedir. Zira Rusya, en tehlikeli şey olarak hizbi görmekte ve yalan ile aşırı güçten başka ona karşı koyacağı bir şeye de sahip değildir.

5. Şüphesiz Rusya, Hizb-ut Tahrir'den korkmakta ve mesele sadece Müslümanların birleşmesi değildir. Zira Rusya, Müslümanlar arasında Hilafet Devleti'nin ortaya çıkması olasılığı karşısında tir tir titremekte ve kesinlikle bunu istememektedir. Nitekim bu korku, Hilafet'in kurulmasının kaçınılmaz bir durum olduğunu ifade eden herkese saldırmasında açıktır.

6. Rusya hükümeti, halkının hayrını ve iyiliğini istememektedir. Oysa bu durum vatandaşlarına yönelik hedefleri ile çelişmekte olup bunu geçici kişisel çıkarları uğrunda kullanmak için saklamaktadırlar. Bu nedenle hükümet, Rus halkını genelde İslam, özelde Hizb-ut Tahrir hakkında yalanın hakim olduğu medya organları vasıtasıyla yayılacak olan nura taşıyacak hakikati gizlemeye çalışmaktadır.

7. Rusya hükümeti, halkını korkutmak ve ona hıyanet etmek için tek dertleri din üzerinden zengin olmak olan diploma sahibi imamlar yetiştirecek medreseler inşa etmek gibi her şeyi yapmaya hazırdır. Zira onlar, dini diledikleri gibi sattıkları ticari bir eşyaya dönüştürdüler. Eyvahlar olsun ki onların yaptıkları şey Allahuteala'ya ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hıyanet edenlerin amelleri gibi ne kadar da kötü bir şeydir! Talat Tacaddin ve onun gibi olan bu imamlar var ya! Alenen Müslümanlar hakkında yalan konuşuyorlar ardından da Müslümanları tutuklamalarından dolayı güvenlik birimleri çetelerine kalplerinin derinliklerinden teşekkür ediyorlar. Bu alçaklar, sanki Hizb-ut Tahrir ellerinden almaya çalışıyormuşçasına makamları için korkuyorlar. Eğer onlar, makamlarının Allahuteala'nın huzurunda boyunlarına nasıl bir sorumluluk yüklediğini bilmiş olsalardı kesinlikle derhal onları terk ederlerdi. Dolayısıyla onların sözleri gırtlaklarına takılacaktır.

Rusya hükümeti şunu iyi bilmelidir ki Hizb-ut Tahrir şebabına baskı yaparak Müslümanları dinlerine sarılmaktan uzaklaştırma ümidi sırf bir hayaldir!

Hizb-ut Tahrir / Rusya, sizlere der ki:

Hilafet'in kurulması çalışmasını asla durduramayacaksınız. Ne kadar tutuklama yaparsanız yapın asla hizbi bitiremeyeceksiniz. Hapsederek başkalarını asla korkutamayacaksınız.

Bizlerden onlarca hata yüzlerce hatta hatta binlerce kişiyi tutuklayabilirsiniz. Ancak bu sizlerin aleyhine olacak ve insanlar, şerrinizi ve hakikati istemediğinizi daha çok fark edecektir.

Artık Müslümanlar değiştiler, hak kalplerine yer etti ve kurtuluş yönünde çalışmaya başladılar. Sizler ise geç kaldınız! Zira İslam Müslümanların kalplerinde güçlendi ve akıllarına yer etti ki artık asla onu söküp atamazsınız! Müslümanları tutuklayarak ve "imamlar" gibi hainleri kullanarak Hizb-ut Tahrir'in taşıdığı daveti asla durdurmazsınız. Artık gerçek yüzünüz ortaya çıktı ve halkınız karşısında üzerinizdeki şer alametleri belirginleşti. O halde maslahatları ve ihsan ile gözetilmesi hususunda ümmet, bu gibi yöneticilere güvenir mi hiç?!

Hizb içerisinde kalmamızı engellemek için bizleri hapisle tehdit ediyorsunuz. Ancak bizler, hapsi din uğrunda bir imtihan olarak görüyoruz. Dolayısıyla hapis, bizleri çalışmaktan alıkoymayacaktır. Bilakis gücümüzü artıracak, dünyanın ve ahiretin izzeti için imanda bizleri geçen kardeşlerimize yetişene kadar çalışmaya devam edeceğiz. İster yönetici ister istihbarat görevlisi isterse başkası olsun aşırı gücünüz hiçbir şahsın karşısında bizleri hak sözü söylemekten vazgeçmeye icbar edemeyecektir.

Hilafet, her Müslümanın derdidir ve Hilafet'i istemiyorum diyen muhlis bir Müslüman yoktur. Böyle söyleyen bir kimse çıkarsa o Müslümanların cemaatinden değildir.

 

Devamını oku...

Amerika'nın Sudan'a Yönelik Stratejisi, Ülkeyi Parçalamaya Dönük Bir Sömürgeci Devlet Planıdır

  • Kategori Sudan
  •   |  

       Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 19.10.2009 Pazartesi günü, Amerika'nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Susan Rice ve Birleşik Devletler'in Sudan Özel Temsilcisi General Scott Gration ile birlikte düzenlediği bir basın toplantısında Sudan'a yönelik yeni Amerikan stratejisini açıkladı. Bunun öncesinde de Başkan Obama, üç ana hedef halinde belirlenen bu strateji hakkında bir açıklama yapmıştı. Zira Amerikan Dışişleri Bakanı şöyle dedi: "Stratejimizin üç ana hedefi vardır. Bunlar: 1. Darfur'daki anlaşmazlığa, geniş çaplı insan hakları ihlallerine ve savaş suçlarına son vermek. 2. Ya 2011 yılı sonrasında birleşmiş ve barış içinde olan bir Sudan'a yada barış içerisinde yaşayabilen birbirinden ayrı iki devlet yönünde düzenli bir yola doğru götürecek olan kapsamlı barış anlaşmasının uygulanması. 3. Teröristlere güvenli barınak sağlamayan bir Sudan'ın olması."

Başkan Obama'nın Sudan'ın durumuna önem verdiğine ilişkin açıklamasından bu yana hükümet ve siyasi ortam, bu politikayı gözetleyen ve bekleyeduran bir atmosfer içerisine girdi. Zira Obama, 18.03.2009 tarihinde şöyle demişti: "Sudan, bu hükümetin öncelikleri arasında yer almaktadır." Bu açıklamasına paralel olarak da aynı gün, yani 18.03.2009'da General Scott Gration'ı Sudan Özel Temsilcisi olarak atadı. Başkan Obama, bu stratejiye ilişkin açıklamasında ise şöyle demişti: "Öncelikle Darfur'daki çatışmaya, insan haklarına yönelik açık ihlallere ve soy kırıma nihai olarak bitirmeye çalışmalıyız. İkinci olarak uzun vadeli bir barış imkanı oluşturmak amacıyla Kuzey Sudan ile Güney Sudan arasındaki kapsamlı barış anlaşması uygulanmalıdır. Bu iki hedef aynı anda ve acil bir şekilde takip edilmelidir." Ayrıca bu hususu Susan Rice, şu sözleriyle ifade etmiştir: "Müsaade ederseniz burada Amerikan politikasının temel iki hedefine vurgu yapayım. Bunların birincisi, şu anda Darfur'da şahit olduğumuz toplu soykırıma son vermek ve Darfur sakinlerinin tamamı adına kalıcı bir barışa ulaşmak. İkincisi ise Kuzey ile Güney arasında kapsamlı barış anlaşmasının etraflıca ve etkin bir şekilde uygulanmasına destek vermek." Dışişleri Bakanının bu politikanın üç hedefi olduğunu açıklamasına rağmen -Obama ve Susan Rice'ın açıkladığı üzere- bunu sadece iki hedefle sınırlandırabiliriz ki bunlar: Darfur meselesi ve Kuzey ile Güney arasında Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasıdır. Zira Dışişleri Bakanı şöyle demiştir: "O halde aynı anda eş zamanlı olarak Darfur ve kapsamlı barış anlaşmasının olduğu iki ana konuyu ele alan bir yol takip edeceğiz." Hatta teröristler için güvenli bir barınak olmasını Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmamasının bir semeresi olarak sayarak bunun da ötesine geçmiştir. Zira şöyle demiştir: "2005 yılında Kuzey ile Güney arasındaki kapsamlı barış anlaşması ileriye doğru atılmış tarihi bir adım olmasına rağmen bugün Sudan, Sudan halkının hayatında sağlıklı bir iyileşmeye yada daha fazla anlaşmazlığa ve şiddete götürecek olan bir yol ayrımındadır. Sudan'ın istikrarsızlaşması, sadece 40 milyon vatandaşının geleceğini tehlikeye atmakla kalmayıp zaten karışık olan bölgenin bir şiddet yuvasına, istikrarsızlığa dönüşmesine ve devletlerarası teröristlere güvenli barınak sağlaması da olasıdır."

Bundan da yeni Sudan'a yönelik yeni Amerikan politikasının ilan edilmiş iki hedefinin olduğu sonucuna varırız ki bunlar: Darfur meselesi ve Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasıdır. Bunun hakikati ise aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Darfur meselesinin ipleri ne tam olarak hükümetin ne de Amerika'nın elindedir. Bilakis Avrupa'nın, özellikle de (İsyancı hareketlerin en barizlerinden olan; Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Sudan Kurtuluş Hareketi'nin Abdulvahid Kanadı) olmak üzere isyancı hareketleri destekleyen Fransa'nın elindedir. Amerika, bir müzakere platformu olarak Doha müzakerelerini desteklemesine ve Amerikan Sudan Özel Temsilcisi Scott Gration'un, müzakerelere oturmaları için Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Abdulvahid Hareketi'ne baskı yaparak isyancı hareketleri bir araya getirmek amacıyla bu hususta gerçekleştirdiği yoğun hamlelerine rağmen dokuz hareketi bir araya getirmeyi başarsa da büyük isyancı hareketlerin müzakere masasına oturduklarına dair bir işaret bulunmamaktadır. Bilakis 27.10.2009'da düzenlenmesi planlanan Doha müzakerelerinin dördüncü turunun başarısız olduğu ilan edilmiştir.

Bu nedenle Amerika, Darfur meselesi karşısında; isyancı hareketlerden olası en fazla sayıyı birleştirme yönündeki girişimlerine ve tehditlere devam etmek yoluyla Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Abdulvahid Hareketi'ne karşı sopa göstermeyi sürdürmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bilindiği üzere daha önce Avrupa, 2006'daki Abuca müzakerelerinin ardından yaptığı gibi bu hareketlere karşı yapılan her türlü icraatları boşa çıkarmıştır. Ancak yeni Amerikan stratejisi, hükümete ve isyancı hareketlere yönelik tehditlerle doludur. Zira Susan Rice şöyle söylüyordu: "Geri adım atan veya her hangi bir adım atmayan taraflar açısından vahim sonuçları olacak ve tüm taraflar sorgulamalara boyun eğdirilecektir."

Ancak bu kez Amerika, özellikle Obama yönetiminin şovu gölgesinde uluslararası politikada Avrupa ve Rusya eksenini esnetmek için uluslararası ortaklarına baskı yapmaya bel bağlamıştır. Zira Dışişleri Bakanı şöyle demiştir: "Herhangi bir tarafın geri adım atması halinde hükümetimiz ve uluslararası ortaklarımız tarafından önüne engeller koymak şeklinde sert baskılara maruz bırakılacaktır." Bundan da Darfur meselesiyle ilgili Amerikan politikasının, müzakerelere dahil etmek için isyancı hareketlere, özellikle de Adalet ve Eşitlik ile Sudan Kurtuluş Hareketi'nin Abdulvahid Kanadı'na baskı yapmayı sürdüreceği sonucuna varırız.

İkincisi Sudan'a yönelik yeni Amerikan politikasının özünü, ileride tüm Sudan'ın parçalanmasına yol açacak barışçıl bir şekilde Güney Sudan'da tam egemen bir devlete ulaşmak için Nifaşa Anlaşması'nı uygulamayı oluşturmaktadır. Amerika, baskı yaparak hükümetin Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasında ayrıntılı metinlerin iyileştirmesini ve hükümetin basit çoğunlukla referandumda kabul ettiği üzere 2011 yılında Güney Sudan'a yönelik kamu harcamalarına ilişkin hususlarda tavizler vermesini ümit etmektedir. Zira Ulusal Kongre Partisi, bu yılın ekim ayında yaptığı yıllık kongresinde Güneyin ayrılması için %75'ten daha az bir çoğunluğu kabul etmeyeceğini ilan etmesine rağmen (%51) gibi basit bir çoğunlukla Güneyin ayrılmasını kabul etmiştir. Amerika, hükümetin Nifaşa Anlaşması'nın uygulanmasını engellemek yoluyla bu stratejiyi boşa çıkarmaya muktedir olduğunu bilmesinden dolayı Susan Rice Şöyle demiştir: "Barış yolları, yıllar boyunca kırık vaatlerin enkaz kalıntıları ve Sudan hükümeti tarafından yerine getirilmeyen yükümlülüklerle doludur." Bu nedenle Amerika, hükümeti mahiyeti anlaşılmayan teşvikler havucu ile baskı sopası arasında bırakmıştır. Zira Başkan Obama şöyle demiştir: "Şayet Sudan hükümeti, bölgedeki durumun iyileştirilmesi ve barışın sirkülasyonu için çalışma yönünde hareket ederse orada teşvikler olacak aksi taktirde Birleşik Devletler ve uluslararası toplum tarafından baskılar artacaktır." Nitekim bu, Susan Rice'ın şöyle derken takip ettiği aynı çizgidir: "İhtiyaca göre dengeli teşvikler kullanacak ve ihtiyaca göre somut baskılar uygulayacağız."

Sudan'a yönelik eski yeni Amerikan politikasının hakikati işte budur ki o hakikat; devletlerin terör listesinden Sudan isminin kaldırılması hususunda Amerika'nın gösterdiği havuç karşısında hükümetin acziyetini istismar ederek Güneyi ayırmaya ardından da onu parçalamaya çalışmaktır. İstihbarat ve Güvenlik Birimleri Genel Koordinatörü'nün, 18.10.2009'da gazete editörleri ile yaptığı görüşmesinde: "İşbirliğine rağmen Sudan isminin devletlerin terör listesinde kalmaya devam etmesinden dolayı Amerika'yı kınıyoruz. Bu işbirliğindeki hareket noktamız, vatancı bir hareket olarak Sudan'ın güvenliğini korumak için olup Amerika'yı razı etmek için değildir" diyerek bir kez daha değindiği Amerika ile Sudan arasındaki tüm işbirliğine rağmen ne Amerika devletlerin terör listesinden Sudan ismini kaldırmış ne hükümete kendisini hoşnut etmesi karşılığında istediği şeyleri vermiş ne de hükümetle ilişkilerini tam olarak normalleştirmiştir. Çünkü Amerika, bu acziyeti kendi politikasını uygulamanın bir dürtüsü olarak sürdürmeye devam edecek ve hükümete de hiçbir şey vermeyecektir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاّ غُرُورًا "(Şeytan) onlar vaat eder ve ümit verir. Oysa şeytanın onlara vaadi aldatmadan başka bir şey değildir."[en-Nisa 120]

Ey Müslümanlar: Amerika, 2005 yılından bu yana geçen dört yıl boyunca Nifaşa Anlaşması'nı uygulayarak birbirleriyle kavga edip çatışan iki varlık, onlarca ordu, silahlı guruplar ve ülkeye uygulanan stratejik bir boşluk durumu türeterek ülkeyi uçurumun eşiğine getirmiştir. Dahası Amerika, bu strateji yoluyla ya Nifaşa Anlaşması'nın uygulanması çerçevesinde yürümeleri ya da tamamen bir kaos döngüsü içerisine düşerek ülkenin külliyen çökeceği şeklindeki korku hayalleri içerisinde insanları aldatmaya çalışmaktadır. Zira Başkan Obama şöyle demiştir: "Şu anda Sudan, hızlı önlemler alınmaması halinde kaosun daha da artması yüzünden çöküşün eşiğinde durmaktadır."

Ey Müslümanlar: Bizlere düşen, bu yeni stratejiyi biz Müslümanların beldesini parçalamaya çalışan İslam ve Müslüman düşmanı ideolojik sömürgeci bir devlet planı olarak ele almamızdır. Buna karşı koymanın yolu ise ancak yöneticileri, siyasi güçleri ve isyancı hareketleri İslam esası üzerine muhasebe etmekle olur. O halde İslam esasına dayalı ideolojik bir devlet bina etmek için çalışmalıyız ki o; Amerika ve benzerlerine, insanları küfrün karanlığından İslam'ın nuruna çıkarmayı hedefleyen kendi planlarının ve stratejilerinin hedefi haline getirecek şekilde muamele edecek olan Raşidi Hilafet Devleti'dir.

وَإِنْ تَتَوَلَّوْا يَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ ثُمَّ لا يَكُونُوا أَمْثَالَكُمْ "Eğer (Allah'tan) yüz çevirirseniz sizin yerinize başka bir kavim getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar." [Muhammed 38]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / İngiltere Tarafından Nick Griffin'in Soru Zamanı [Question Time] Programına Yönelik Bir Yorum

İngiliz Ulusal Partisi'nin [BNP] çağrısı, ifade özgürlüğünün sınırları hakkında tartışmanın artmasına ve bazı kesimlerin öfkelenmesine yola açtı. Bu hususta aşağıdaki noktaları kaydettik:

1. Müslümanların geneli, hiçbir ağırlığı ve destekçisi olmayan marjinal bir politikacı olan Griffin'in anti-İslam görüşlerini bilmektedir. Ancak İslam'a ve değerlerine saldırılmasına imkan tanıyan atmosferlerin oluşmasında birinci derecede sorumlu olanlar tüm siyasi partilerdeki kıdemli politikacılardır. Griffin gibi bir kişinin bu denli pervasızca kin kusması mümkün hale gelecek şekilde anti-İslam ortamı oluşturanlar bizzat onlardır. Zira onların savaş propagandası ve adaletsiz terörle mücadele kanunlarının yanı sıra geçen sekiz sene içerisinde ucuz popülizm Müslümanlar nezdinde İngiliz halkını Avrupa halkları arasında en şaibeli halk haline getirdi.

Tartışmaya katılan parlamento üyesi Jack Strown, Müslüman kadının peçesine saldırarak kendi açısından anti-İslam duyguların beslenmesine yardımcı oldu. Buna rağmen Müslümanların oylarının kazanılmasında bu programın istismar edilmesi olası değildir.

Programın diğer bir konuğu ise Muhafazakar Partili "Vorsy'nin" arkadaşları da İslam'a yönelik nefreti beslediler. Jack Straw, Tony Blair, David Cameron, Michael Joov, Gall Wells ve C. Patrick Fetes gibi siyasilere rağmen bir kimsenin İslam düşmanlığını besleyenin sadece İngiliz Ulusal Partisi olmadığını anlaması mümkündür.

2. BBC tarafından Griffin'e yöneltilen davet ve önde gelen politikacıların ona katılma kararı, iki yüzlülüklerini ve ifade özgürlüğü ilkesi denilen hususu kötüye kullandıklarını ifşa etmektedir.

Sayın Griffin'in ırkçı fikirleri, ya hoş görü sınırlarının dışına çıkmış olup Avrupa parlamentosu üyesi olsa dahi bunlara karşı sessiz kalınması imkansızdır ya da aralarında istemedikleri kişilerin fikirleri açısından olduğu gibi itibara alınması ve kendisini ifade etmesine fırsat verilmesi kaçınılmazdır. Buna rağmen bu politikacılar, Hizb-ut Tahrir gibi maddi çalışmayı metot edinmeyen İslami siyasi partilerden ırkçı olmayanlara değinmeyi reddetmektedirler. Bilakis bayan Vorsy ve sayın Straw bu partilerin yasaklanmasına çağrıda bulunmuşlardır. Buna mukabil ırkçı bir partinin liderliğini yapan ve Hitler hakkında "kısmen ondan uzak olan" bir görüle sahip olan Griffin ile birlikte oturmaktan mutluluk duymaktadırlar.

Bu denli iki yüzlülük ve siyasi fırsatçılık, siyasi kurumun insafsızlığının ötesinde bu kurumun Müslümanları ifade özgürlüğüne dair düşüncelerine ikna etmedeki başarısızlığının farkına varmalarını da sağlamıştır.

3. İster Griffin'in partisi isterse İngiliz Savunma Birliği [EDL] olsun medyada İslam düşmanı aşırı sağcı uçlara geniş bir alan verilmesi İslam'ı hoşgörüsüz ve gerici şiddet yanlısı bir din olarak göstermeye çalışan yalanlara zemin hazırlamaktadır. Buna mukabil bu iddialara ve yalanlara karşı koyulmasına ise kısıtlı bir alan verilmektedir.

Onlar bunu, sırf Müslümanları İslami değerlerden özür dilemeye sevk etmek ve liberal Batılı değerleri kabullenmelerini istemeyi umdukları atmosferleri pekiştirmek için yapmaktadırlar. Buna göre Müslümanlar, böylesi bir atmosferde ihtiyatlı olmalı ve planlar ile kendilerine kurulan tuzaklara karşı da uyanık olmalıdırlar.

Bunun arkasındaki maksat, rolü gereği "radikal" İslami bir akım oluşturmaya yol açacak provokatör aşırı sağcı bir kanat oluşturmaya sevk etmektir. Nitekim bu durum İngiliz Savunma Birliği'nin "kenetlenmesinde" açıkça ortaya çıkmıştır. Zira politikacılar, Müslümanların İngiltere'nin harici sömürgecilik politikasını kabullenmelerini kolaylaştıracak İslam'ın deformasyonu ve "çağdaş" İslam'a teşvik edilmesi hususunda bunu istismar etmektedirler.

Binaenaleyh şeriattaki herhangi bir şey veya herhangi İslami bir mefhum hakkında özür dilemek veya liberal çizgiye uymak için dini bir yönü değiştirmek veya bizleri ılımlı ve radikal olarak tanımlama tuzağına düşmek gibi şeyleri yapan herkes İslam'dan nefret edenlerin planlarına ortak olanlardan olacaktır.

Aynı metot sayesinde İslam'dan nefret edenlerin planlarına hizmet etmiş olacaktır. Eğer bir Müslüman, İslam'ı hoşgörüsüz gerici şiddet yanlısı bir din olarak göstermeye çalışan yalanları üreten intibanın yanı sıra akılsızca sorumsuz işler yaparsa Müslümanları dinlerinden özür dilemeye ve liberal değerleri kabullenmeye sevk etmek için onlara yönelik baskının artmasına yol açacaktır. Bu tür işler, bizzat aptallık olacaktır ve sadece İslam'dan korkan siyasi kurumlardaki bu kimseleri memnun edecektir.

Bu kabul edilemez istikrarsız ortamın gölgesinde Müslümanların sebat etmeleri, bu parçalama tuzağına düşmemeleri, dinleri adına herhangi bir taviz vermemeleri ve sorumsuz davranışlarda bulunmamaları gerektiğini düşünüyoruz. Müslümanları, İslam dünyasında İslami hayatı yeniden başlatma hususunda bizimle beraber çalışmaya -ki bunu dört gözle bekleyen Müslümanlar vardır- ve Batıda içerisinde yaşadığımız toplumlardaki değerlerimizi korumak için çalışmaya çağırıyoruz. Hem izzetimizin kaynağının Allah'ın dinine tabi olmaktan kaynaklanıyor olması bakımından seçkinliğimizi hissetmeliyiz hem laik kapitalizm yaşam tarzının yok ettiği kimselerin trajik hayatlarını görüyorken değerlerin en üstünü olan değerlerimize güvenmeliyiz hem etrafımızdaki kimselerle kaynaşarak onlara İslam'ı açıklamalıyız, İslam hakkındaki safsataları ve basmakalıp görüntülerin pekişmesine katkıda bulunmak yerine bunları çürütmeliyiz hem de siyasi sınıfların ortamlarına sürüklenecek şekilde sessiz ve sedasız kalmamalıyız veya tavizler vermemeliyiz. Bilakis insanlara İslam'ın yüce tabiatını açıklamalıyız ve insanlarla en güzel şekilde tartışmalıyız.

 

Devamını oku...

Hilafet Devleti Kurulmadıkça Bu Ümmet Gün Yüzü Görmeyecektir!

       AK Parti hükümetinin yürüttüğü Amerikan projesi Kürt açılımı, İngiliz yanlısı laik ordu, laik kurumlar ve sivil uzantıların karşı hamleleriyle içinden çıkılmaz bir hal almış ve 8 Aralık 2009'da Tokat'ın Reşadiye ilçesinde yedi askerin PKK tarafından öldürülmesiyle ülke, çatışma sarmalına bürünmüştür.

Bilindiği üzere Amerikan projelerini bir bir yerine getirmeyi kendisine görev addeden mevcut hükümet, PKK'nın tasfiye edilmesi amacıyla başlattığı sözde Kürt açılımı projesi ve demokratikleşme safsatalarıyla hem İngiliz yanlısı laik orduyu hem de onun sivil uzantısı olan güçleri yıpratmak için tüm gücünü kullanmaktan geri durmamıştır. AK Parti hükümetinin Avrupa Birliği'ne üye olma gerekçesi altında oluşturduğu demokratik atmosferden dolayı geçmişe oranla darbe yapma yetisi zayıflayan İngiliz yanlısı laik ordu, DTP ile PKK içerisindeki uzantılarını harekete geçirerek ülkeyi kaotik bir sürecin içerisine sokup hükümeti dar bir boğazın içerisine sokmak istemiştir. Bunun yanı sıra laiklerin kalelerinden biri olan Anayasa Mahkemesi, oy birliğiyle DTP'yi kapatarak Kürt Açılımı projesi noktasında AKP hükümetinin elini kolunu bağlamıştır. Gelişen bu olaylar karşısında şaşkına dönen Başbakan dahil tüm hükümet yetkilileri ise cılız ve silik açıklamalar yapmaktan öteye geçememişlerdir.

Ey Türkiye'deki Müslümanlar!

Amerika ve İngiltere gibi sömürgeci güçlerin nüfuz çatışması devam ettiği, çatışma taraflarının aktörleri kendilerine biçilen görevi yerine getirdiği ve emellerine ulaşmak için sömürgeci güçlerin iğrenç üsluplarını kullandıkları sürece İslam ümmetinin güvende olması, huzura kavuşması ve gün yüzüne çıkması imkansızdır.  O halde sizleri, mazarrat yöneticileri alaşağı edip ümmeti onların pençesinden kurtaracak olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için gece-gündüz çalışan Hizb-ut Tahrir'e destek vermeye davet ediyoruz. Şayet bunu yapmaz iseniz bu yedi masum Müslüman askerin ölümü son olmayacak ve bu köle ruhlu güçlerin çatışması sonucunda daha nice masum evladınızın kanı heder edilecektir. Hala davetimize icabet etmeyecek misiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve Resulü sizi, size hayat veren şeye davet ettiğinde ona icabet ediniz." [el-Enfal 24]


Yılmaz Çelik
حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ "Sakın ha zalimlere meyletmeyiniz. Yoksa size de ateş dokunur." [Hud 113]

      ABD Başkanı Barack Obama, 01.12.2009'da New York West Point Askeri Akademisi'nde yaptığı konuşmada Afganistan stratejisini açıklayarak 30.000 ek asker gönderileceğini ve NATO müttefiklerinden de takviye kuvvetler beklendiğini belirtti. Hemen ardından, 02.12.2009'da ABD'nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, Türkiye'nin sıcak çatışmaya girmeme sınırlamasını kaldırması gerektiğini söyleyerek Türkiye'nin Afganistan'a muharip asker göndermesi gerektiğini ima etti.

Sekiz yıldır kendi çıkarları uğruna Afganistan'ı harabeye çeviren, İslam'ın hurumatlarına saldıran, on binlerce Müslüman'ı katleden küfrün başı Amerika, Müslüman Afgan mücahitleri karşısında burnu sürtülüp bataklığa saplanınca kendini bu bataklıktan kurtarmak, imajını düzeltmek ve terörizmle mücadele saçmalığında kendini haklı gösterme gayesiyle Müslüman Türkiye ordusunu da bu vahşete ortak etmek için sık sık muharip asker talebini dile getirmektedir.

Türk yetkililerin bu husustaki hepsi birbirinden beter açıklamalarından biri Milli Savunma Bakanı'nın utanmaksızın küstahça yaptığı şu açıklamasıdır: "...Oradaki Türk askerleri de muharip güçtür. Sonuçta Türkiye, bu ülkeye işçi ya da sağlıkçı göndermemiştir." Zaten İslam'ı ve şiarlarını istismar ederek Amerikan projelerine hizmet etmeyi kendine görev addetmiş bir hükümetten de bu talebi dillendiren sömürgeci kafirlerin dillerini koparıp Afganistan'ı onlara mezar etmeleri beklenemezdi!

Ey Türkiye'deki Müslümanlar! Amerika'nın, Afganistan'daki Müslüman kardeşlerinizi katletmek için belirlediği yeni stratejisi karşısında el pençe duran ve bu kadar iğrençliklerine rağmen onları dost ve müttefik olarak niteleyen bu yöneticileri kaldırıp atmak için daha neleri yapmasını bekliyorsunuz! Müslüman kardeşlerinizi katletmek için ordular toplayan kafir Amerika'ya destek vermeleri hiç onurunuzu incitmiyor mu? Sakın ha sakın, Müslüman ordunuzun Müslüman kardeşlerinizle karşı karşıya gelerek birbirlerini öldürmelerine izin vermeyiniz! Yoksa her Müslüman'ın akan bir damla kanından siz de sorumlu olursunuz ki günah olarak bu sizlere yeter de artar bile!

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا Her kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası içerisinde ebediyen kalacağı Cehennem'dir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [Nîsa 93]

 

Yılmaz Çelik
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Türkiye Yöneticileri Filistin'i ve İslam'ı İstismar Ediyorlar

        Kuveyt Haber Ajansı ve diğer ajanslar, 01.12.2009 tarihinde Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün şu açıklamasını aktardılar: "Esasen Filistin ve Kudüs meselesi İslami bir mesele olup sadece Filistinlilerin meselesi değildir..." Haber Ajansı şöyle ekledi: "Gül, kendisinin ve Ürdün Başbakanı Nadir el-Zehebi'nin başkanlığında Amman'da düzenlenen Ürdün-Türkiye İş Forumu sırasında yaptığı konuşmasında Filistin vatanı toprakları üzerinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasının gerekliliğini vurguladı. Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın daveti üzerine üst düzey bir heyet öncülüğünde Ürdün'ü ziyaret eden Türkiye Cumhurbaşkanı, Arap barış girişimini övdü ve halkların refahını sağlayacak şekilde bölgedeki çatışmaya son vermek ve istikrarı sağlamak amacıyla İsrail'den Yahudi yerleşim birimlerini durdurmasını ve barış müzakerelerine katılmasını talep etti." Yine Day Press'in haberine göre Abdullah Gül, 24.11.2009 tarihinde Ankara'da Ben Eliezer ile görüşmesinden sonra "İsrail'in" yerleşim birimlerinin inşasına devam etmesi ve 67 sınırları içerisinde bir Filistin devletinin kurulmasını istememesi nedeniyle "İsrail'i" ziyaret etmeyi reddetmişti.

        İslam şiarlarına bürünerek iktidara ulaşan mevcut Türkiye yöneticileri, bölgedeki Amerikan projesi lehine arabuluculuk rolünü yerine getirmek için bugün de Müslümanların karşısında Osmanlıcılık kılıfına bürünmektedirler. Başbakan Erdoğan gibi Abdullah Gül de çirkin tutumlarının hakikatini gizlemek için İslami şiarları tahrik eden bir üslup içerisinde İslam'ı istismar etmektedir. Zira o, Filistin ve Kudüs meselesinin İslami bir mesele olup sadece Filistinlilere ait bir mesele olmadığını söylüyor! Aslında onun böyle bir gerçeği dile getirmesi hakkı gerçekleştirmek ve ona bağlanmak için değildir. Bilakis o bu gerçeği, sözünün arkasında yatan asıl maksadını gizlemek için bir kılıf olarak dile getirmiştir.

        O halde Filistin'in İslami bir mesele olması Türkiye'nin Filistin'i kurtarmak için harekete geçmemesi ve Türkiye-"İsrail" askeri işbirliğiyle nasıl bağdaştırılabilir?

        O halde Filistin'in İslami bir mesele olması ifrata kaçmaya ve aslen Filistin arzı üzerinde oturan Yahudi varlığına kucak açmaya dayanan Arap girişiminin övülmesiyle nasıl bağdaştırılabilir?

        O halde Filistin'in İslami bir mesele olması Türkiye'nin "İsrail'i" tanıması ve başkalarını da tanımaya davet etmesiyle nasıl bağdaştırılabilir?

        İşte tüm bunlar, Türkiye yöneticilerinin Filistin'in genelinde silahlarla donanmış Yahudi varlığına mukabil silahtan arındırılmış olarak yaşayabilen bir devlet olmak üzere iki devletli çözümle temsil edilen Filistin meselesini tasfiye etmeye yönelik Amerikan planını izlediklerini açıkça ifşa ettiği gibi Abdullah Gül'ün Filistin'in İslami bir mesele olduğuna ilişkin açıklamasının gerçeğini de açıkça ifşa etmektedir.

Ey Müslümanlar!

       Filistin meselesinin İslami bir mesele olması, onu kurtarma görevinin yöneticisiyle, yönetileniyle, Arabıyla, Acemiyle tüm Müslümanların boynuna binmesi demektir. Yoksa bunun manası her ne sıfatta olursa olsun onun üzerine bir devletçik kurmak için çalışmak demek değildir.

       Filistin meselesi İslami bir meseledir deyip ardından sanki vatancı bir meseleymişçesine davranılması gibi teorik bir yönle yetinilmemelidir. Zira bu, diğer Müslümanları aldatmak ve sömürgeci kafirlerin adımını takip etmektir.

Ey Müslümanlar!

      Günümüz yöneticilerinin hallerini kabullenmek, arabuluculuk rolleriyle yetinmek, sözde Yahudi varlığının meşruiyetini tanımaları, Allah yolunda cihattan geri kalmaları, Amerika gibi kafir devletlerin planlarını hayata geçirmeleri karşısında sessiz kalmak, devletlerarası meşruiyet denilen şeyle muamele etmek, ümmetin geri kalanı harekete geçmeksizin sadece direnişi desteklemekle yetinmek, meseleyi bir kilit, ev, toprak ve benzeri meseleler gibi yansıtmak doğrusu azim bir münkerdir... Zira bu fiillerin hepsi, Filistin meselesinin İslami bir mesele olması gerçeğiyle çelişmektedir.

     Filistin, İslam sıfatından başka bir sıfatla ve parça parça asla kurtarılamayacaktır. Bilakis onu, İslam diyarına ilhak etmek üzere İslam rayesinden başka bir şeyi tanımayan muhlis Müslümanlar kurtaracaktır da sonra kerim Resulümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bizlere müjdelediği üzere Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet darının merkezi olacaktır.

وَعْدَ اللَّهِ لا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لا يَعْلَمُونَ، يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنْ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ عَنْ الآخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ "Bu Allah'ın vaadidir ve Allah vaadinden caymaz, ancak insanların çoğu bilmezler. Onlar dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Onlar ahiretten ise büsbütün gafildirler." [er-Rum 6-7]

Azim olan Allah ve kerim Resulü doğru söylemiş, Amerika, tüm batılı devletler ve Müslümanların ajan yöneticileri ise yalan söylemişlerdir.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER