Pazartesi, 27 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/09/30
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Sömürgeci Siyasî ve İktisâdî Nizâmı Kaldırıp Atınız, Mevcut Yöneticileri Deviriniz ve Hilâfet Devleti'ni Kurmak İçin Çalışınız

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed, bugün, 2008 yılı seçim takviminin açıklanması münasebetiyle bir basın açıklaması yayınlayarak şöyle dedi: Gerek anayasasıyla, gerekse düzenlediği seçimleriyle ülkenin baş belası iktidar zümresidir.

Zîra geçen otuz yedi (37) sene boyunca Bangladeş, demokrasi, diktatörlük, askerî nizâm ve sıkıyönetim ile yönetildi. Bunları hepsi de ülkeye hâkim olmak amacıyla Sömürgeci Batıdan ithal edilmiştir. Dolayısıyla da mevcut beceriksiz siyasî liderlik ile peş peşe ülkenin yönetimine gelen hükümetleri ifrâz ederek ülkeye kan kusturmuştur.

Doğru, dürüst ve sorumluluk sahibi siyasî bir liderlik ifrâz etmeye ancak Hilâfet muktedirdir. Zîra o, mevcut liderliği tamamen değiştirecek, güçlü bir ekonomi inşâ etmeye çalışacak, Ümmet'in kaynaklarını yağmalamadan işletecek, Washington'a, Londra'ya ve Delhi'ye hizmet etmeyecek, fikren mağlup olmayacak, Sömürgeci bir zihniyete değil uzak görüşlülüğe sahip olacak ve Bangladeş'i bölgenin ve dünyanın öncüsü haline getirecek bozuk olmayan bir liderliktir.

Ayrıca Muhyiddîn Ahmed, ülkede güçlü ve istikrarlı bir hükümeti oluşturmaya, insanların temel ihtiyaçlarını temîn etmeye, bağımsız bir ekonomi oluşturmaya ve Ümmet'in güvenliğini korumaya ancak Hilâfet'in muktedir olduğunu teyit ederek Sömürgeci siyasî ve iktisâdî nizâmı kaldırıp atmaya, mevcut iktidar zümresini devirmeye ve Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet etti.

Muhyiddîn Ahmed devamla, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in, 7 Kasım gününden başlayarak "Ülke İçin En Uygun Yegane Sahîh Nizâm, Hilâfet'tir" başlığı altında ülkenin dört bir tarafında bir dizi etkinliklerde bulunacağını belirtti.

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri "Ban Ki-Moon", Ajandasında Sömürgecilik Siyasî Programı Olduğu Halde Bangladeş'i Ziyâret Ediyor

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri "Ban Ki-Moon'un" Bangladeş ziyâretini eleştirdi. Zîra bugün yayınladığı basın açıklamasında şöyle dedi: Küresel sömürgenin kurumu sayılan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin, sene sonu Aralık ayında yapılacak seçimler öncesinde Bangladeş'i ziyâret etmesi, şüpheli siyasî emareler barındırmaktadır. Zîra hem Birleşmiş Milletler, hem de Genel Sekreteri, mücrim Amerika'nın elindeki birer kukladır.

Nitekim Amerika, Irak ve Afganistan'a saldırıp kadın-erkek olmak üzere Müslümanları katlettiğinde Birleşmiş Milletler, sessizliğini korumakla kalmamış, bilakis cürümün işlenmesinde ona yardımcı olmuştur. Bugün ise Genel Sekreteri, siyasî diyalogdan, seçimlerden, demokrasiden ve Bangladeş'teki siyasî partilerin yeniden şekillendirilmesinden dem vurmaktadır! Oysa daha dün ve halen cürümünde Amerika'ya yardım edenler bizzat onlardır.

El-Hak Tebâreke ve Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَـكِن لاَّ يَشْعُرُونَ "Onlara "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın!" denildiğinde, "Biz ancak reformcularız" derler. Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridir. Lâkin bunun şuurunda değildirler." [el-Bakara 11-12]

Barıştan, reformdan ve demokrasiden dem vuran bu tür şahsiyetlerin ve kurumların kalplerini kin bürümüştür, İslâmî Ümmet'e zarar vermek amacıyla daima ona karşı plan ve desise kurarlar. O halde onlardan sakının!

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un Körfez Devletlerine Yönelik Ziyareti

İngiltere Başbakanı Gordon Brown, bu hafta, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar'ı kapsayacak olan Körfez devletlerine yönelik bir ziyarete başlayacaktır. Ziyaretin maksadı, bu devletleri, taklitçi ekonomilere egemen fonlarından para enjekte etmeye ve Dünya Bankası'na bağlı kurtarma fonuna yardım etmeye ikna etmektir. Bu ziyaret ise, Amerikan Hazine Bakanı Yardımcısı Robert Kimmitt'in, Körfez Hükümetlerini ziyaret ederek Körfez Hükümetleri ile Körfezli yatırımcılarından Amerikan ekonomisine daha fazla yatırım yapmaları çağrısında bulunmasının akabinde gerçekleşmektedir. Nitekim Dubai Uluslararası Finans Merkezi Vâlisi Ömer İbn-u Süleymân, Robert Kimmitt ile görüşmesinden sonra şöyle demiştir: "Körfez bölgesi, Batının önündeki ümit haline gelmiştir."

Beldelerimizi işgal eden, servetlerimizi yağmalayan ve yatırımlarımızın üzerine çöreklenen Amerika ile İngiltere, şimdi de efendisi için kendisini fedâ eden kölelik rolünü sürdürmemizi istemektedirler. Zîra Kapitalist İktisat Nizâm'larının iflâs ettiğini fark etmelerinden sonra Körfez devletlerinden, Müslümanların paralarını, mâli piyasalarına aktarılmasını istemektedirler ki hem kendi açıklarını, hem de nizâmlarının açıklarını kapatsınlar. Körfez Hükümetleri ise muhtemelen bunu yerine getireceklerdir.

Amerika ve İngiltere'nin istediği bu paralar, ne yöneticilerin, ne de mevcut hükümetlerin paralarıdır. Bilakis bunlar, tüm Müslümanların paralarıdır. Bunun içindir ki Müslümanlar, sabah-akşam İslâm'a ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını ilân ettikleri halde servetlerinin Batı devletlerini güçlendiren bir araç olmasına izin vermemelidirler.

إِنَّ الْكَافِرِينَ كَانُواْ لَكُمْ عَدُوًّا مُّبِينًا "Şüphesiz Kâfirler sizin apaçık düşmanlarınızdır." [en-Nisâ 101]

Dahası dışarıdaki yatırımlarımızın Müslümanların beldelerine geri getirilmesini talep edilmesinin tam zamanıdır. Böylece bunlardan Müslümanlar faydalansın da Ümmetimiz fakirlik ve yoksulluk içerisinde yaşarken paralarımız Batının kucağına atılmasın.

Amerika ile İngiltere'nin gerçekleştirdiği bu tür ziyaretler, reddedilmeli, heyetleri kabul edilmemeli ve bizlerden işitecekleri tek şey, en ağır sözler olmalıdır. Nitekim Allah [Subhânehu ve Te'alâ], düşmanlarımıza bu şekilde muamele etmemizi emretmiştir:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُم مِّنَ الْحَقِّ "Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, sevgi göstererek dost edinmeyin! Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir." [el-Mumtehine 1]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Savaşta Süt Dökmüş Kediye Dönenler, Bize Karşı Aslan Kesiliyorlar!

Dün, 30.10.2008 günü Suriye'de muazzam bir kalabalık, el-Bukemal bölgesini vahşice bombardımana tutan Suriye topraklarına yönelik Amerikan saldırısının ardından Amerika'yı ve Yahudi varlığını kınamak üzere sokağa döküldü. Her ne kadar bu muazzam gösteri, hem Amerika'nın Irak'ı işgaline, hem de Yahudi varlığının Filistin ile Golan'ı gaspına yönelik şiddetli nefretin göstergesi olsa da Suriye Nizâmı, bu gösterinin yönünü, saldırıya tepki vermeyi gerektiren sahîh bir kanala yönlendirmeksizin sırf duyguları deşarj etmeye kanalize etmeyi başarmıştır.

Saldırıya tepki vermek, sırf duyguları deşarj etmekle değil bilakis orduları, malum cephelere doğru harekete geçirmekle olur ki bu cepheler, Kuzey Doğu Suriye sınırında bulunan Irak'taki Amerikan askerleri ile Filistin'i ve Suriye'nin Güney sınırındaki Golan'ı işgal eden Yahudi askerleridir. Hiç değilse saldırgan ile diplomatik ilişkiler kesilmeli ve teslimiyetçi müzakereler yapılmamalıdır. Ancak Suriye Nizâmı, ne ona ne de buna cesaret edebilmektedir. Çünkü o, ne Amerika ile ilişkilerini kestiğini, ne de Yahudi varlığı ile Türkiye'deki müzakereler takvimini durdurduğunu açıklayamaz!

Bu nizâm, saptırmanın, çaptırmanın, dahası zilletin ve aşağılanmışlığın içerisine saplanmıştır. Zira o, zulmü altında inim inim inleyen halka karşı aslan kesilirken, düşmanların karşısında zelil şekilde boyun eğmektedir. Daha dün İsrail uçakları, Suriye hava sahasını ihlal edip Dîyr el-Zûr noktasını vurunca bu nizâm, cevap hakkını koruyacağını ve uygun bir zamanda gerekli adımları atacağını açıkladı... Bu gerekli adımların, Yahudi varlığı ile Türkiye'de yürüttüğü teslimiyetçi müzakereler oluğunun ortaya çıkması pek de uzun sürmedi!

Aynı şekilde bugün, Amerikan uçaklarının Suriye hava sahasını ihlal etmesi ve el-Bukemal'de katliam işlenmesinden sonra bu nizâm, Amerika ile Irak'ın başına diktiği otoritenin yürüttüğü soruşturmanın sonucunu beklediğini, bu konuda Suriye'nin bilgi sahibi olacağını ve sonra da Suriye'nin uygun adımı atacağını açıkladı! Aklı başında bir kimse saldırganın kendi saldırısı hakkında yürüttüğü, daha sonra da saldırıya maruz kalanın bilgi sahibi olduğu bir araştırmadan medet umar mı hiç?! Olsa olsa bu, Amerika ile Suriye Nizâmı'nın, bu saldırı üzerinde anlaşmış olmasıdır! Amerikan dostu bu nizamın gidişatının yıllardan beri bugüne kadar tercih ettiği şey işte budur.

Hizb-ut Tahrir / Suriye Medya Bürosu, bu fasit nizamın değiştirilmesi ve Hilâfet'in kurulması amacıyla Ümmetin, bilhassa kuvvet ehlinin azmini biler ki Suriye olması gerektiği İslam Dâr'ının merkezi konumuna geri dönsün. Böylece sadece düşmanın püskürtüldüğü değil bilakis düşmanları sersemleten sırtına vurduğu darbelerle işgal edilmiş toprakları kurtarmak üzere orduların hareket ettiği İslam'ın gerçek kalelerinden bir kale haline gelsin. İşte o gün, mü'minler Allah'ın nusreti ile sevineceklerdir.إِنَّ فِي ذَلِكَ لَذِكْرَى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ "Şüphesiz bunda, aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için bir öğüt vardır." [el-Kâf 37]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Suriye Vilâyeti
Medya Bürosu

Devamını oku...

Sayın Yılmaz Çelik'in Avukatı Tarafından, Kendisi Hakkında Yayınladıkları Yalan Haberlerden Ötürü Medya Organlarına Gönderilen Basın Açıklamasının Metnini Yayınlıyoruz


14 Ekim 2008 - Ankara - Müvekkilim Yılmaz Çelik'in, 27.09.2008 günlü gözaltı haberi hakkında bazı basın organlarında gerçeğe aykırı bilgi ve yorumlar yapılmıştır. Şöyle ki; Yılmaz Çelik hakkında, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Hizb-ut Tahrir üyeliği nedeniyle verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının, Yargıtay'ca 29.11.2007 tarihinde onaylanması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı araması ile gözaltına alınıp Sincan Cezaevi'ne konulmuştur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yapılan Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınmadığı gibi, "Yılmaz Çelik'in yakalanmasıyla Ergenekon'a bir darbe daha vuruldu, Ergenekon'un dinci kanadı, Ergenekon'un dinci ayağı çökertildi, radikal dinci ve ulusal terör kafa kafaya, Hizb-ut Tahrir'den de Ergenekon çıktı, Ergenekon soruşturmasında Hizb-ut Tahrir lideri gözaltına alındı, Ergenekon Yılmaz Çelik ile görüştü" şeklindeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Yılmaz Çelik'in Ergenekon soruşturmasında ismi geçen hiçbir kişi ile hiçbir zaman ilgisi, irtibatı ve görüşmesi olmamıştır. Keza şiddet ve cebir içeren her türlü eyleme karşı çıkan Yılmaz Çelik'in, şiddet uygulamayı benimseyen kimseler ile görüşmesi, işbirliği yapması ve onlarla ortak hareket etmesi mümkün değildir.

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi kararında, her ne kadar Yılmaz Çelik'i terör örgütü üyesi olarak cezalandırmış olsa da, müvekkilimin cebir ve şiddet sayılabilecek hiçbir eylemi yoktur. Nitekim mahkeme kararında: "...Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Hizb-ut Tahrir ile ilgili bilgi notunda... Terörle Mücâdele Kanunu 1. maddesi kapsamında tarif edilen terör örgütüne ideoloji ve örgüt boyutları itibariyle tipik olarak uyduğu, ancak cebir ve şiddet boyutu itibari ile uymadığı...", "... Sanıklar her ne kadar şiddete başvurmadıklarını söyleseler de, demokrasiyi benimsemediklerini, mevcut rejimden memnun olmadıklarını, bunu yıkarak Raşidi Hilafet Devleti kurmak istediklerini ifade ettikleri, ılımlı demokratik bir hakkı kullandıklarını ifade etmekten ziyade yıkıcı ve hırçın şekilde devirip yerine yenisini kurmak şeklindeki tarz ve tutumları...", "... Ancak örgüt bugüne kadar herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacının da şiddeti öngörmediği belirlenmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasal rejiminin yıkılması ve yerine Şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurulması amaçlandığına göre, bu amaç için zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti rejiminin demokratik yollar ile halkın desteğini ve sempatisini kazanarak yıkılması mümkün değildir. Bunun için mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir örgütü Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör örgütü olarak kabul edilmiştir..." değerlendirmelerinde de Yılmaz Çelik'in cebir ve şiddet içeren hiçbir eyleminin olmadığı kabul edilmiştir.

Yılmaz Çelik, cebir ve şiddetin her türüne ve şiddet uygulayan her kişi ve kuruma ısrarla karşı çıktığı halde, adının terör ve şiddet ile anılmasını ve Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındığı haberlerini, kişilik haklarına, onur ve haysiyetine saldırı olarak nitelemektedir. Bu nedenle yayın yapan basın organlarına karşı kanuni yollara başvurulmuştur. Müvekkilim adına kamuoyuna duyurulur.

Yılmaz Çelik'in Vekili
Avukat Hacı Ali Özhan

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Amerikan Seçimlerine Katılmak: Birr [İyilik] mi, Yoksa Mâsiyet [Günah] Üzerine mi Yardımlaşmaktır?

  • Kategori Amerika
  •   |  

Müslüman, küçük-büyük her amelinde, sözünde ve davranışında Allah'ın emirlerine ve nehîylerine bağlanmalıdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [Ahzâb 36]

Nitekim sahâbe [Rıdvânullahi Aleyhim], hayatlarının her işi hakkında şer'î hükmü araştırıyorlar ve ona bağlanıyorlardı. Ahmed, Râfi İbn-u Hudeyc'ten şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] döneminde araziyi muhâkale (kiraya vermek) ederek sülüs (üçte bir), rubu (dörtte bir) ve müsemmâ (muayyen) bir yiyecek karşılığında kiraya veriyorduk. Derken bir gün amcalarımdan bir geldi ve dedi ki: Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bizim için faydalı olan bir şeyi bize yasakladı. Fakat Allah'a ve Rasulü'ne itaat bize daha faydalıdır. Araziyi muhâkale ederek sülüs (üçte bir), rubu (dörtte bir) ve müsemmâ (muayyen) bir yiyecek karşılığında kiraya vermemizi nehyetti."

Yakında Amerikan seçimleri yapılacak, mâli ve siyasî krizlerden çıkmak veya sivil haklarının iyileştirilmesi için pek çok insan ona bel bağlayacaktır. Bilhassa Müslümanlara, bu seçimlerin Kapitalizmin ve demokrasinin felaketleri yüzünden insanların çektiği sıkıntılardan hiçbir şeyi değiştirmeyecek olmasının ötesinde bu seçim sürecinin bir parçası olmalarının câiz olmadığını açıklamak istiyoruz. Çünkü seçimler, sadece muayyen bir adayın isminin bulunduğu oy pusulasını, seçim sandığına atmaktan ibaret değildir. Bilakis seçimler, ister başkan, ister eyalet vâlisi, ister kongre üyesi, ister belediye başkanı, isterse başka birisi olsun söz konusu adaya mutlak vekâlet vermek demektir. Bu seçime ortak olmanın şer'î hükmü ise, seçimden talep edilen şeylerin vakıasıyla alakalıdır. Dolayısıyla eğer seçim, yapılması haram olan amellere ilişkin ise, haram ameli yapmaları için kişilerin seçilmesinden dolayı bu haramdır. Dolayısıyla bir Müslümanın, küfür kanunlarıyla hükmedecek veya küfür kanunları çıkaracak veya küfür hükümlerini infâz edecek herhangi bir Müslümanı yada başka birisini seçmesi câiz değildir. Bilindiği üzere Amerika'daki kanunlar ve hükümler, ne Allah'ın Kitâbı'na, ne Rasulü'nün Sünneti'ne, ne de İslâm usulüne ve hükümlerine istinat etmektedir. Bunun da ötesinde İslâm ile taban tabana zıttır. Zîra Amerikan kanunları, dîni hayattan koparma inancına dayanıp yasama hakkını Allah'a değil halka vermesiyle egemenliği ona ait kılarken İslâm'da ise anayasa ve kanunlar, yasama hakkını insanlara değil, Allah'a veren ve hayatın her alanında Allah'ın dînini insanlara hakim kılan İslâmî akîdeye dayanır.

Küfür ile hükmetmenin ve küfür hükümlerini infâz etmenin haramlılığını beyân eden şer'î nasslar birbirini destekler şekilde gelmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." [el-Mâide 44]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." [el-Mâide 45]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ "Her kim Allah'ın indirdikleri ile hükmetmezse (yönetmezse), işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [el-Mâ'ide 47]

Buradaki [يَحْكُم] "hükmetmek" kelimesi, ister başbakan, ister bakan, isterse bunların yardımcısı olsun bir emrin onaylanması ve infâz edilmesi salâhiyetine ve otoritesine sahip olan herkesi kapsar. Allahu Te'alâ'nın şu kavli ise:

وَأَن احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet! Sakın onların hevâlarına tâbi olma ve Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın!" [el-Mâide 49]

Gerek emir, gerekse nehîy olsun Allah'ın inzâl ettiği hükümlerle hükmetmenin farziyeti hakkında Rasulü'ne ve ondan sonra gelen Müslümanlara yönelik Allah'ın kesin bir emridir. Nitekim Kur'ân, şeriata muhakeme olmayanların, yani fertler arasındaki ilişkilere tahakküm edecek şekilde egemenliği şeriatın yönetimine vermeyen bir kimsenin imânını nefyederek şeriatın yönetim egemenliğini şiddetle vurgulamıştır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Kur'ân, sadece şeriata muhakeme olunmakla yetinemeyerek bunun yanı sıra şeriata mutlak teslimiyeti ve hükümden yana içlerde hiç bir sıkıntı duyulmamasını şart koşmuştur. Yine Kur'ân, hükmün Allah'a ait olduğunu ve bunda ona hiçbir kimsenin ortak olamayacağını beyân etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına asla kulluk etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru dîn budur! Velâkin insanların çoğu bilmezler." [Yûsuf 40]

Ve şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

Bu âyet-il kerîmede Allah, Kitâb'a, Sünnet'e ve önceki Kitâplara imân ediklerini söyledikleri halde Allah'ın şeriatından başkasına, yani tâğutlara muhakeme olmak isteyen kimseleri yermiştir.

Yine Kongre'nin işlerinden biri de insanlara vekaleten yasamada bulunmaktır. Yani kanunlar ile hükümler çıkarmak, projeleri ve anlaşmaları onaylamaktır ki bu da câiz değildir. Çünkü egemenliğin şeriata ait olmasından ötürü İslâm'da yasama, sadece Allah'a aittir. Burada ise yasama, Kongre üyelerine aittir. Bu ise, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinde açıkça nehyedilen ve faili kınanan aynı ameldir:

Kezâ Tirmizî, Süneni'nde Addî İbn-u Hâtim [Radıyallahu Anh]'den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanına geldim ve o, şu ayeti okuyordu:

اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ "(Yahudiler) bilginlerini (hahamları), (Nasrânîler de) râhiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i, Allah'tan başka rabler edindiler." [et-Tevbe 31]

Bunun üzerine şöyle dedi: "Onlar, onlara ibâdet etmiyorlardı ki?" Rasulullah ise şöyle dedi:

ولكنهم كانوا إذا أحلوا لهم شيئا استحلوه وإذا حرموا عليهم شيئا حرموه "Ancak onlar, bir şeyi helal kıldıklarında siz de onu helal kılıyor ve size bir şeyi haram kıldıklarında siz de onu haram kılıyordunuz."

Küfür kanunlarına istinâden kanunlar çıkarmak, Allah'ın şeriatından başkasına muhakeme olmak, Kitâb'ı ve Sünneti terk etmektir ki bu şer'an haramdır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ "Ey İmân edenler! Allah'a, Rasulü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve Âhiret Günü'ne inanıyorsanız, onu Allah'a ve Rasulü'ne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir."[en-Nisâ' 59]

Yine burada tasarıların ve anlaşmaların onaylanması da küfür kanunlarına binâen olmaktadır, dolayısıyla bu da İslâm'a muhalefet etmektir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ "Yoksa onlar Cahiliyye hükmünün mü peşindeler? Akleden bir toplum için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?" [el-Mâide 50]

Sahîh-i Muslim'de ise, Ummü Seleme'den Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

سَتَكُونُ أُمَرَاءُ. فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ. فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ. وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ. وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ "Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa berî olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim de râzı olur ve tâbi olursa (o başka)!"

Şu halde münkere rızâ göstermek ve ona tâbi olmak noktasında Allah'ın inzâl ettikleriyle hükmetmeyen bir hükümetin tasarılarını ve anlaşmalarını onaylamaktan daha ağır bir şey var mıdır?

Şöyle denilebilir: Yûsuf [Aleyhi's Selâm], -hâşa- küfür ile hükmetmiş, dolayısıyla bu hususta ona tâbi olmamız câizdir. Buna cevaben deriz ki: Yûsuf [Aleyhi's Selâm], Allah'ın emirlerine ve nehîylerine bağlıydı ki İsmet sıfatına sahip olan bir Nebî için bu nasıl olmasın ki? Nitekim onun buna ne kadar bağlı olduğunu açıklayan Yûsuf sûresinde pek çok âyet vardır. Hatta o, zindanı, masiyete tercih etmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ "Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha sevimlidir." [Yûsuf 33]

Yine o, Allahu Te'alâ'nın şu kavlinde şöyle demiştir:

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40]

O halde Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'ın küfür ile hükmetmesi nasıl tasavvur edilebilir? Bilindiği üzere bizden önceki şeriatlar, bizim şeriatımız değildir. Kimileri ise, "Bizim şeriatımıza muhalefet etmediği sürece", yani "Nesh edilmedikçe" kaidesini şart koşarak buna muhalefet ettiler. Küfür ile hükmetmenin haramlılığına değinirken yukarıda zikrettiğimiz âyetlerin hepsi de tahrîme ilişkin kat'î delillerdir ki "Nesh edilmedikçe" cümlesiyle birlikte bu kaideye göre bile bu hususta Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'a tâbi olmak câiz değildir. Aynı şekilde bizden öncekilerin şeriatları, bizim şeriatımızdır diyen bir kimsenin, Yûsuf [Aleyhi's Selâm]'ın döneminde Allah'tan başkasına secde etmenin cevâzında olduğu gibi insana secde etmeyi câiz görmesi gerekir. Eğer Allah'tan başkasına secde etmek, bu hususta delillerin vârit olmasından dolayı İslâm'da haramsa, Allah'ın inzâl ettikleri dışındakilerle hükmetmenin veya buna ortak olmanın tahrimine ilişkin olarak yukarıda zikrettiğimiz tüm deliller uygun düşmez mi? Dolayısıyla Allah'tan başkasına secde etmeyi haram kılan bir kimsenin, küfür ile hükmetmeyi de haram kılması gerekir. Aksi takdirde hevâsına tabi olmuş olur ki bu haramdır.

Şöyle denmez; Müslümanların maslahatı, seçimlere katılmaya bağlıdır. Zîra maslahat, şeriatın bizim için maslahat gördüğü şeylerdir. Zîra insan aklı, bir şeyin maslahat veya mazarrat olarak itibar edebilmesi noktasında çelişkilere, ihtilaflara ve tenakuzluklara maruzdur. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَعَسَىٰ أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَىٰ أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ "Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür." [el-Bakara 216]

Seçimlere katılımdan doğacak maslahatın geçersizliğini ve batıllığını pek çok âyet ile delil kanıtladığı gibi seçimlere katılımdan doğacak maslahat, hakikat dışı bir ütopyadır. Bunun en çarpıcı örneği, Amerika'daki Müslümanların 2000 yılı seçimlerinde oğul Bush'u seçmelerinin maslahat olarak görülmesinin bozukluğudur. Zîra Müslümanlara Gizli Delil Yasası'nı kaldıracağını vadeden Bush'un Al Gore'dan daha iyi olduğunu sandıkları sırada özelde Müslümanların, genelde ise dünyanın başına gelen büyük bir musîbet olduğu görülmüştür.

Ey Müslümanlar!

Seçimlere katılım, diğer azınlıkların başına geldiği gibi sizleri bu topluma entegre etme, içerisinde eritme, İslâmî kimliğinizi bitirme ve Kapitalist ideoloji sahipleri nezdinde olduğu gibi elde edilmesi muhtemel menfaat ölçücüsünü, amellerin mikyası haline getirme üsluplarından biridir. Böylece şer'î hükümlere bağlılık, bazı ibadetlere hasredilecek, diğer tasarruflarda şer'î hükme göre değil, maslahata göre hareket edilecek ve İslâmî mefhumlar ile değerler, Kapitalizm mefhumlarına ve değerlerine dönüşecektir.

Kapitalist nizâmının, insanlık için güvenliği, adaleti ve müreffeh bir yaşamı gerçekleştirmekten aciz kaldığı -ki bunun en çarpıcı örneği mevcut ekonomik krizdir- bir sırada sizlerin yapması gereken burada yada başka yerde oy kullanmak veya bir adayı desteklemek olmamalıdır. Aksine yönetimin, yasamanın ve egemenliğin, insanlar ile hevâlarına değil de Allah [Azze ve Celle]'ye ait olduğu bir esasa dayanan yönetime ve ekonomiye dair âdil modeller sunmak olmalıdır. Hem kendiniz, hem de dünya için yapacağınız en güzel amel, geçmişte Müslümanların İslâm'ı Endonezya halkına taşıdığı gibi bu beldenin halkına İslâm'ı taşımaktır ki onları, dertten, sıkıntıdan ve hüzünden huzura ve saadete çıkarasınız. Yine Nübüvvet Minhâcı üzere Hilâfet'i yeniden kurmak için çalışanlarla birlikte çalışınız ki dünyada izzete, ahirette de kurtuluşa nâil olasınız.

Şüphesiz harama göre helalde bereket vardır. Allah'ın hükümlerine ittibada ise, dünyada saadet, ahirette ise kurtuluş vardır. Nitekim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sahâbesi, harama düşmek korkusu ile helalin onda birini terk ediyorlardı. O halde bazılarına ne oluyor ki harama düşmekte ısrar ediyorlar, dahası seçimlere katılmayı zorunluluk olarak görüyorlar. Hani Allah'ın hükümlerine düşkünlük ve gayret nerede kaldı?

Son olarak aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

1. Mevcut seçimlere katılmak, şer'an haramdır ve bir Müslümanın herhangi bir adayı yönetimde ve yasamada vekil göstermesi helal değildir.

2. Bugün yaşadığımız mâli ve siyasî krizler, demokrasi ve kapitalizm adı altında insanın yönetimde Allah'ın metodundan uzaklaştırılmasının kaçınılmaz sonucundan öte bir şey değildir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:

وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا "Her kim de Zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olur." [Tâ-hâ 124]

3. Genelde tüm dünya, özelde ise Amerika, insanın hevâsına ve görüşlerine dayanmayan yeni siyasî ve iktisadî bir nizâma muhtaçtır. İslâm akîdesi esasına dayanan bu nizâmı sunmaya ise, ancak Müslümanlar muktedir.

4. Burada yaşayan Müslümanların, bünyesinde tüm insanlığın sorunlarına yönelik köklü çözümler barındıran küresel bir nizâm olması itibarıyla İslâm'ı gayr-i müslimlere taşıması gerektiği gibi siyasî İslâm Nizâmı'nı geri getirme sürecine ortak olmalıdırlar ki o, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli ile müjdelediği Râşidî Hilâfet Nizâmı'dır:

ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere Hilâfet olacaktır"

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin."[el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilâyeti Heyeti, San'a'daki Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı İle Görüştü

Hizb-ut Tahrir / Yemen Vilâyeti'nden bir heyet, 27.10.2008 Pazartesi sabahı, San'a'daki Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı ile görüştü ve Türkiye'deki medya organlarının, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti'ni Ergenekon terörist çetesi ile ilişkilendiren haberler yayınlanması ile Hizb'in Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik'in tutuklanması hakkındaki mektubu teslim etti. Aynı şekilde basın açıklamaları ve Yılmaz Çelik'in Köklü Değişim Dergisi ile yaptığı röportajın metni de teslim edildi. Söz konusu mektupta şöyle geçmiştir: "... Hizb-ut Tahrir'in, ne kendisi, ne hedefi, ne gayesi, ne de metodu ile hiçbir bağlantısı olmayan bu tür iddialarla töhmet altında bırakılması doğrusu çok üzücüdür. Bazı istihbaratlar, gerek Ürdün'de 'Krala suikast düzenlenmesi davası' olsun, gerek Özbekistan'da 'Taşkent patlamaları' olsun, gerekse benzeri olaylar olsun Hizb'i maddî eylemlerle ilişkilendirmeye teşebbüs etmiştirler. İşte bu teşebbüsler, ivedi olarak başarısızlıkla sonuçlanmış, dahası Hizb, kamuoyundan büyük bir destek elde etmiş ve bunlardan berî olduğu belli olduktan sonra güçlenerek çıkmıştır. Dolayısıyla bu azgın nizâmların onu zayıflatma ve imajını yıpratma çabaları, hiçbir fayda vermeyecektir..." Konsolosluk Maslahatgüzarı, heyeti kapıda büyük bir memnuniyet, saygı ve takdirle karşılayarak ofisine kadar eşlik etti. Ardından Hizb'in Ergenekon terörist çetesi ile ilişkilendirilmesinin ve Türkiye Vilâyeti Resmî Sözcüsü Saysın Yılmaz Çelik'in tutuklanmasının şiddetle reddedilmesi ekseninde bir konuşma yaşandı.

Öncelikle heyet başkanı, Hilâfet Devleti'nin azâmetine ve Osmanlı Hilâfet Devleti'nin nasıl dünyayı korkutan bir güç olduğuna değindi. Türkiye Cumhuriyeti ise, laikliği, cumhuriyeti ve vatancılığı benimsemesinden beri bugün ise kendisini Avrupa Birliği'ne almaları için Avrupalılara rica minnette bulunmuş ve Türkiye halkı, İslâm'a sımsıkı sarıldığı sürece onu birliğe almayacaklardır. Oysa Osmanlı Hilâfeti, mağlup olmaz ordusu, korsanları korkutan deniz donanmaları ile sekiz yüz (800) sene dünyaya hükmetmiş, Yemen'de büyük bir etki ve tesir bırakmıştır. Nitekim Hilâfet ordusu, devletin bünyesine katmak, Krallarının Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in naşını kabrinden çıkarmaya ve Kabe'yi yıkmaya ahdettiği Portekizlileri korkutmak ve İslâmî mukaddesatları korumak amacıyla Yemen Vilâyeti'ne yönelmiştir. Kezâ Küfrün elebaşı İngiltere, devlet içerisindeki milliyetçi ve fırkacı homurtuları canlandırmış, Arap ve Türk hainleri bu çağrılara hemen kucak açmıştır. Hem Hizb, hem gayesi, hem de metodu hakkında bir konuşma ve diyalog yaşanmasından sonra Elçi, Hilâfet'in yıkılması planlarına, "Arap Lawrence" filminin bunun kanıtı olduğuna ve Osmanlı Hilâfet Devleti'ne karşı nasıl savaşıldığına değindi. Daha sonra Elçi, kendisinden ne istendiğini sorunca Hizb'in Yemen Vilâyeti Medya Bürosu Başkanı şöyle cevap verdi: "Türkiye'de meydana gelen son olayları şiddetle, nefretle kınadığımızı, eleştirdiğimizi hükümetinize ve liderlerinize iletmenizi, İslâmî yönetime geri dönmenizi, dünya yeni yönetimine geri dönünceye dek laikliği kaldırıp atmanızı ve Hizb'in Türkçe web sayfalarından fikirlerine vakıf olmanızı istiyoruz." Son olarak Türkiye Konsolosluğu Maslahatgüzarı, ayını saygı ve takdir ile bizi kapıya kadar uğurladı. Sadak olan Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:ليبلغن هذا الأمر ما بلغ الليل والنهار ولا يبقى بيت مدر أو وبر إلا ادخله الله هذا الدين بعز عزيز أو بذل ذليل "Bu iş (İslâm'ın hâkimiyeti), gecenin ve gündüzün ulaştığı her yere mutlaka ulaşacaktır. Allah, bu dînin girmediği ne kerpiçten bir ev, ne de kıldan bir çadır bırakmayacaktır ki azîzi azîz, zelîli zelîl etsin." [İmâm Ahmed, Temîm ed-Dâri'den rivâyet etti]

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Yemen Vilâyeti
Medya Bürosu

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Türkiye Cumhuriyeti Sudan Konsolosluğu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Heyeti'nin Basın Açıklamalarını Teslim Almayı Reddetti

Üye Üstâz Şârık Yûsuf ile üye Yâkub İbrâhîm'in eşlik ettiği Merkezî Temas Lecnesi Başkanı Üstaz Nâsır Rıdâ liderliğindeki Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti'nden bir heyet, H. 21 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 20 Ekim 2008 günü, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti'ni Ergenekon Örgütü ile ilişkilendirmeye ilişkin itham ile Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcüsü'nün bu iddialara, ardından da tutuklanmasına ilişkin reddiyesi hakkındaki basın açıklamalarını teslim etmek amacıyla Büyük Elçiyi görmek üzere Sudan'daki Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğuna ziyarette bulundu.

Bu ziyaretin öncesinde H. 13 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 12 Ekim 2008 tarihinde, talepleri doğrultusunda Büyük Elçi ile görüşmeyi talep ettiğimiz bir mektup yazdığımız halde heyetin konsolosluğu ziyaret etmesine kadar hiçbir yanıt vermediler. Zîra heyeti, kapalı zarf içerisinde olmadığı gerekçesi ile basın açıklamalarını teslim almayı reddeden konsolosluğun güvenlik görevlisi karşıladı. Bunun üzerine heyet, geri dönerek konsolosluk olumlu yada olumsuz bir cevap verir ümidiyle iki gün beklediyse de hiçbir cevap vermediler. Bunun üzerine de heyet, ikinci kez H. 24 Şevvâl 1429 el-muvâfık M. 23 Ekim 2008 tarihinde, talepleri doğrultusunda basın açıklamalarını kapalı bir zarfa koyarak Türkiye Cumhuriyeti Sudan Büyük Elçisi'nin ilgisine sunduysa da kapalı zarf içerisindeki basın açıklamalarını almayı, hatta meseleyi konuşmayı bile reddettiler. Türkiye Cumhuriyeti Sudan Konsolosluğu'nun bu tutumu, doğrusu ne İslâm ahlakı, ne de diplomatik örflerle bağdaşan şaşırtıcı ve garip bir tutumdur. Oysa bizleri bu basın açıklamasını yazamaya sevk eden faktör, Hizb-ut Tahrir'e yönelik kurulan aşağıdaki komploları insanlara açıklamaktır:

1) Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti'nin karışmakla itham edildiği Ergenekon Örgütü, devleti laikliğe çağıran, İslam'a ve davetçilerine karşı koyan "Kemalist" İngiliz ajanlarına bağlı bir örgüttür. Dahası onlar, İslam'ın her türlü tezahürüne karşıdırlar. O halde aklı selîm bir kimse, nasıl olur da salt bir tasavvurla Hizb-ut Tahrir'i bu tür örgütlere karıştırabilir!! Hele ki Hizb-ut Tahrir'in, Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna bağlı kalarak hiçbir maddi eylemde bulunmadığı herkes tarafından malumdur. 2) Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti Resmi Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik, H. 20 Ramazân 1429'da bir basın açıklaması yayınlamış, ardından da H. 23 Ramazân 1429 el-muvâfık M. 23 Eylül 2008'de içerisinde Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon'a karışmasına yönelik medya ve Devlet tarafından ortaya atılan iddiaları çürüten daha detaylı bir basın açıklaması yayınlamıştır. Nitekim basın açıklamasında şöyle geçmiştir: "Rabbimiz Subhânehu'nun kavline icabet etmek ve kalpleri mutmain kılmak amacıyla tekrar yineliyor ve apaçık ifadelerle diyoruz ki; Hizb-ut Tahrir'in Ergenekon benzeri teşkilatlarla hiçbir alâkası ve bağlantısı olmamıştır, olmayacaktır da!" 3) Sayın Yılmaz Çeliğin, yapmış olduğu bu basın açıklamalarına ve Türkiye'deki Köklü Değişim Dergisi ile gerçekleştirdiği röportaja rağmen, Hizb-ut Tahrir'in yıldızının parlamasından ve Batıya ajanlıklarını ifşa etmesinden rahatsız olan Türkiye otoriteleri, Sayın Yılmaz Çeliği, H. 26 Ramazân 1429 el-muvâfık M. 26 Eylül 2008'de, hem de Kadir Gecesi'nde tutuklamaktan çekinmemişlerdir. İşte bu tür tutuklama, korkutma ve iftira politikası, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu Müslümanların beldelerindeki diktatör ve despotik nizamların vazgeçilmez bir simgesi olagelmeye devam etmektedir. Ne var ki bu, Hizbin şebabı'nın sebatını, bu nizamların zebanîlerinin de utanç ve alçaklıklarını arttırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ "Zulmedenler, nasıl bir yıkılış ile yıkıldıklarını çok yakında bileceklerdir." [eş-Şu'arâ 227]

 

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER