Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Mısır'ın Uzlaşma Belgesi, Filistin Meselesinin Tasfiyesi için Amerikan Yolunda Atılmış Yeni Bir Adımdır

 

Mısır, 2009.09.09 Perşembe günü, devlet başkanlığı, yasama ve vatani meclis seçimlerinin önümüzdeki senenin ilk yarısında yapılmasının yanı sıra Mısır ve Arap gözetiminde birimlerin yeniden teşkil edilmesi amacıyla bir güvenlik gücünün oluşturulmasını, her iki otoritenin elinde bulunan tutuklulara ilişkin diğer düzenlemeleri içeren Uzlaşma Belgesi'ni hem Fetih ve Hamas Hareketlerine hem de diğer guruplara teslim etti. Artık Mısır tarafı, teklif ettiği belgeye ilişkin gurupların resmi cevabını beklemektedir. Mısır yönetiminin Filistin'in farklı seçimlerinin başarısı için gösterdiği hırs, Filistin'i altın bir tepside leziz bir lokma olarak Yahudi devletine teslim etmeye hazır siyasi bir zümrenin ifrazı için Amerika'nın gösterdiği hırsın aynısıdır. Böylece Arapların ve Müslümanların yöneticilerinin tam bir normalizasyon için koşuşmalarının ardından ümmetin vücudundaki bu zehirli varlığı pekiştirmeye yönelik rüyası gerçekleşmiş olsun. Çünkü Yahudi otoritesi altında gerçekleşecek olan seçimler, ancak işgalin istediği şeyi ifraz edecektir ki bu aşikar bir husustur. Mısır tarafının güvenlik güçlerinin yeniden oluşturulmasına odaklanması, tamamen Dayton'un denetimine tabi olmayan hiçbir güvenlik gücünün kalmamasını garantilemek içindir. Böylece Ürdün yönetimiyle işbirliği içerisinde Dayton tarafından eğitilen güçlerin durumunda olduğu gibi Yahudi devletine bağlı birer etkin güvenlik kolu haline gelsinler. Tutuklular konusuna gelince; Yahudilerin güvenliği için tehdit teşkil eden veya Yahudilerin serbest bırakılmasını istemediği kimselerin hapishanelerde kalmasının Mısır açısından bir sakıncası yoktur. Nitekim Mısır belgesi şu ifadeyle bunu belirtmiştir: "Taraflardan her biri serbest bırakılmaları imkansız olanların isim listesini teslim edecektir." Bu belgeye bakan bir kimse bunun, Amerikan Başkanı Obama'nın Filistin-"İsrail" çatışmasının çözümüne ilişkin olup son günlerde ortaya çıkan ve gelecek ayın sonunda ilan edilmesi beklenen planının alt zemininden öte bir şey olmadığını fark eder ki bu vizyonun hedefi, 2011 yılı yazında Filistinlilere ait kıytırık bir devletçik karşılığında Yahudi devleti ile Amerika lehine Filistin meselesini tasfiye etmektir.

Mısır tarafının gözetiminde ve arabuluculuğunda yapılan sözde diyalog turlarını inceleyen bir kimse tarafların arasını uzlaştırma hususunda bu tarafın ciddi olmadığını fark eder. Bilakis Mısır tarafının tek derdi, zamanın uzaması, ekonomik ve ambargo koşullarının kötüleşmesiyle birlikte Yahudi varlığı lehine daha fazla taviz elde etmektir. Hatta utanmaksızın guruplardan Yahudi devletini tamamen itiraf etmelerini talep eden bizzat Mısır yönetimi olmuştur! Mısır yönetimi, otoritenin tarafları arasında bir tür siyasi hareketlilik oluşturması hususunda Amerika'nın kendisine tevdi ettiği arabuluculuk rolü oynamaktadır ki bu sırada Amerika, gerek Afganistan gerek Irak gerekse mali ve ekonomik olsun üst üste gelen krizlerden boşa çıkmış olsun. Bir tarafta gurupların diğer tarafta Yahudilerin olduğu iki taraf arasında Mısır tarafının oynadığı arabuluculuğu inceleyen bir kimse, bundan amaçlanın durumların ve atmosferlerin sakinleşmesini güvence altına almak ve bu arada da Yahudi varlığının güven ve güvenliğe ermesi olduğunu görür.

Hareketlerin ileri gelenleri, Mısır belgesini cümleten ve tafsilen reddetmeliler, Amerika'nın arabulucusu ve manevi babası Mısır yönetimini kaldırıp atmalılar ve ona Amerika ile Yahudilerin öteki yüzü nazarıyla bakmalıdırlar. İçlerindeki muhlis kimseler de işgal süngüleri altında yapılacak olan seçimlere katılmayı reddetmeliler ve Amerikan veya Mısır menşeli veya benzeri teslimiyetçi çözümlerin hepsini boykot etmelidirler. Filistin meselesinin çözümü, karar ve yetki sahibi olmayan ne kıytırık bir otorite yoluyla ne de hıyanet çözümlerine meşruiyet kazandıracak olan yasama veya vatani meclis yoluyla olması mümkündür. Filistin meselesinin çözümü, fetih alaylarını harekete geçirecek ve Filistin'i bir bütün olarak Yahudilerin pençesinden kurtaracak olan Râşidi Hilafet Devleti'ne muhtaçtır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de Düzenlediği "Ramazan İslam'ın Nusret Ayıdır" Başlıklı Konferansı Ravalpindi'de de Düzenledi

 

Sonuç Bildirgesi: Amerikan sefaretini kapatınız, Amerikan Büyükelçisini kovunuz, askeri ve istihbarati ikmalleri kesiniz. Hilafet Devleti'ni kurması için silahlı kuvvetler Hizb-ut Tahrir'e nusret vermelidir.

Hizb-ut Tahrir; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de başarılı şekilde düzenlediği konferanslarının bir benzerini Ramazanın on yedinci günündeki Bedir Savaşı'nın yıl dönümü münasebetiyle Ravalpindi'de "Ramazan İslam'ın Nusret Ayıdır" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansa, İslamabad ve Ravalpindi bölgesinden yüzlerce kişi katıldı. Konferansa katılanlar arasında Suheyb Saduzi, Hizb'in Resmi Sözcü Yardımcısı İmrân Yûsufzây, Cüneyd Han ve Dr. İftihar vardı. Diğer konferanslarda olduğu gibi Pakistan'ın hain yöneticileri ile tam bir anlaşma içerisine girerek Pakistan'daki Müslümanlara tamamen tahakküm etmeyi amaçlayan son Amerikan hareketliliği konusu detaylı bir şekilde ele alındı.

Konuşmacılar, Hilafet Devleti'ni kurarak Amerikan varlığından köklü şekilde kurtulmanın pratik yolunu açıklamalarının yanı sıra konferansa katılanları bu siyasi mücadeleye katılma çağrısında bulundular ve medya organlarına katılımcıların üzerinde ittifak ettiği konferans sonuç bildirgesi dağıtıldı.

Sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer almıştır: "Pakistan'daki Müslümanlar, sadece Amerikan sefaretinin genişletilmesine karşı çıkmalarının ötesinde kapatılmasını ve Amerikan Büyükelçisinin kovulmasını da talep ediyorlar. Afganistan'ın kurtulması için atılacak ilk adım olarak Amerikan kuvvetlerinin çıkarılması, Amerikan istihbarat elamanlarının Pakistan'dan kovulması ve Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine yönelik tüm lojistik desteklerinin kesilmesi talep edilmektedir. İnsanlığın yeni lideri olarak İslami ümmetin tamamı yönünde ilk adım olarak Hilafet'i kurması için Pakistan Silahlı Kuvvetleri bir an evvel Hizb-ut Tahrir'e nusret vermelidir."

 

İmrân Yûsufzây

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Artık Silahlı Kuvvetlerimizin Pakistan'daki Amerikan Askeri Üstlerini Yok Etmesinin Zamanı Gelmiştir

  • Kategori Pakistan
  •   |  

 

Pakistan'daki Amerikan Büyükelçisi Anne Patterson, 27.08.2009'da basına, Amerika'nın Pakistan içerisinde kendisi için askeri üstler inşa edeceği niyetini ortaya çıkaran pek çok rapordan bahsetti. Nitekim bu raporlardan bir de Amerika'nın herhangi bir büyükelçilik için izin verilen 350 personel sınırını aşan ve yüzlerce Amerikan silahlı askerinin bulunacağı genişlikte büyük bir büyükelçilik inşa etmek amacıyla başkent İslamabad'taki pek çok evi kiralayacağına ve bir milyar rupiye 18 hektarlık bir araziyi satın alacağına değinen rapordur. Ayrıca bu raporlarda Paşaver'de askeri bir üssü bulunan Amerikan Güvenlik Güçleri Şirketi "Blackwater'in" inşa edileceği geçmektedir. Bu şirket, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın Irak'ta kullanıp Amerikan ordusunun yanı sıra oradaki Müslümanlara karşı en iğrenç suçları işleyen şirketin ta kendisidir. Bunların yanı sıra Pakistan içerisinden saldırılar düzenleyebilmek için Amerikan gözetiminde yeterli askeri personeli içerecek şekilde insansız uçaklara ait bir üssün inşa edildiğine değinen başka bir rapor daha vardır.

Amerikan yetkilileri her zaman olduğu gibi basın toplantılarında gururlanmışlar ve Müslümanları hafife almışlardır. Zira Amerikan Büyükelçisi, Büyükelçiliğin yüzlerce odalardan oluşmak üzere gerçekten büyük olacağı, inşaatının tamamlanmasının yedi yıl alacağı ve kesinlikle Amerikan deniz piyadeleri tarafından korunacağı noktasında Müslümanlara verdiği sözde "güvencelerle" onların öfkelerini körüklemiştir. Ancak Büyükelçi daha da ileri giderek başkentte yeni bir askeri üst için destek merkezi olarak Kuzey Batı ve Sind Bölgesindeki Amerikan askeri genişlemesi için bir üst teşkil etmesi amacıyla Amerika'nın Karaçi'deki Büyükelçiliği genişleteceğini ve Peşaver'de yeni bir konsolosluk inşa edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca bu Amerikan genişlemesinin, daha önce Zerdari Hükümeti tarafından kendilerine yer verilen Amerikan kurumları ve kuruluşları yoluyla Amerikan çıkarlarının korunması amacıyla tahsis edilmiş olup harcanan milyarlarca doların denetimi için olduğunu teyit etmiştir.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Dünyanın dört bir tarafındaki Amerikan Büyükelçiliklerinin, istihbarat ve gizli operasyonların birer merkezi olarak kullanıldığını söylemekle gizli olan bir şeyi ifşa etmiş olmuyoruz. Zira Amerikan Büyükelçilikleri, trajediler çıkarmak ve insanları yaralamak için çalışan örgütlerden oluşup Güney Amerika'dan Endonezya'ya uzanan bir şebekeyi idare etmektedir. Bu elçiliklerde çalışan diplomatlar ise kendilerine ev sahipliği yapan ülkelerin içişlerine burunlarını sokmaktalar ve bunu da görev fonksiyonlarının bir parçası olarak addetmekteler. Zira onlar Amerikan çıkarlarının gerektirdiğine göre emredip yasaklamaktadırlar.

Bu Amerikan askeri genişlemesi bize Doğu Hindistan Şirketini koruma gerekçesi altında askerlerini bölgeye konuşlandırdığı zamandaki emperyalist İngilizleri hatırlatmaktadır. O zaman kalelerin inşa edilmesini ve bölgeye binlerce askerin konuşlandırılması kapsayacak şekilde bu misyon kademeli olarak genişlemiştir. Hatta kafirler, Müslümanları doğrudan yönetmeye başlamıştır.

Mevcut yöneticilere gelince; hıyanet hususunda -Müşerref gibi- geçmişteki yöneticileri kat be kat geçtiler. Zira Müslümanların en azılı düşmanı olan, Müslümanların kızlarına tecavüz eden bir orduya, Kur'an'ı kirletilmesine ve Pakistan'ın dört bir tarafında askeri üstler inşa etmesine izin verilmesi, kesinlikle bu büyük bir hıyanetin yeni bir halkasıdır. Nitekim Zerdari ve zebanileri, Amerikan'ın ülkeye nüfuz etmesini engellemek yerine, insanlara verilen yalan güvenceler kılıfı altında bu üstlerin inşa edilmesinin gerekli olduğuna destek vermişlerdir. Şüphesiz bu demokrat yöneticiler, yaptıkları bu işlerle bir kez daha demokrasinin, Pakistan'ın sorunları için bir çözüm değil bilakis bunun aksine sorunların aslının bizzat demokrasinin kendisi olduğunu kanıtlamışlardır. Doğrusu diktatör rejim gibi demokratik nizamın gölgesinde de kafir, kendi çıkarlarını korumak için kanunlar çıkarmayı ve gerekli politikaları empoze etmeyi başarmıştır.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

İster Müşerref gibi diktatör yönetici olsun isterse Zerdari gibi demokrat yönetici olsun her ikisi de tek bir paranın iki yüzü gibidir. Onların tek derdi kendi tahtlarında baki kalmak adına Amerika'nın çıkarları için şu andaki ve gelecekteki güven ile güvenliğinizi ihlal etmektir. Şayet bu yöneticilere dur deyip haddini bildirmezseniz Afganistan'a yönelik işgallerini korumak için acı çeken ödlek Amerikalılar, tek bir kurşun bile atmaksızın Pakistan'ı kapsayacak şekilde işgallerini genişleteceklerdir ki böylece daha büyük zarar vermelerin imkan tanıyacak şekilde Pakistan üzerinde tam bir egemenlik kuracaklardır. Bu da ajan yöneticiler olmaksızın gerçekleştirmeyi başaracakları bir şey değildir.

Nitekim Allahu Subhanehu Te'alâ Müslümanları uyarmış, zira şöyle buyurmuştur:

إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَآءً وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُمْ بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ "Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten onlar inkâr edivermenizi istemektedirler." [el-Mumtehine 2]

Boynunuza binen sorumluluk, bu zilleti omuzlarınızdan kaldırıp atmak ve Pakistan'daki Amerikan askeri üstlerinin inşasını engellemek için tüm gücünüzle harekete geçmektir. Keza boynunuza binen sorumluluk, zulüm kendileri için bir yaşam biçimi haline gelmiş olan ve dinlerine hıyanet eden bu yöneticileri kaldırıp atmaktır. Şayet sorumluluğunuzu yerine getirmezseniz şüphesiz Allah sizlere azap edecektir. Zira şöyle buyurmuştur:

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ "Sakın zulmedenlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra muzaffer de olamazsınız." [Hûd 113]

O halde hakkınız olan bu otoriteyi yöneticilerden çekip alınız, sömürgecilerin maşaları olan bu ruvaybida yöneticileri kaldırıp atmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışınız, onların enkazları üzerine Hilafet Devleti'ni ikame ediniz, sömürgeciliğin tüm şekillerini Müslümanların beldesinden yok edecek, egemenliğini ve yükselişini gerçekleştirme hususunda ümmetin tüm gücünü istihdam edecek olan adil bir Halife'ye biat ediniz.

Ey Kuvvet Ehli! Ey Silahlı Kuvvetlerin İçindeki Müslümanlar!

Şeytani girişimleri için Amerika'nın bizden yardım talebinde bulunmaya başlamasından bu yana sekiz yıl geçti. Nitekim üslerimiz ile hava koridorlarımızın kullanılmasını ve bölge savaşı için lojistik destekte bulunmamızı talep etmiştir. Ardından Pakistan İstihbarat Kurumlarının içine müdahale etmeye devam etmiş, ardından orada burada uyguladığı insansız uçaklarının saldırıları karşısında sessizce oturmanızı talep etmiş, ardından da kendi uğrunda sizden konuşlanmanızı istediği Savt'taki tertemiz Müslüman kadınların kanlarını akıtmanızı talep etmiştir. Şimdi de sekiz yıl boyunca Afganistan'da çektiği acılarının gerçek kaynağı olan Veziristan'a konuşlanmanızı talep etmektedir.

Bunca yıl sonra ve tüm bu isteklerinin ardından Amerika, sizleri gözetleme, kontrol etme, hükmetme, emretme ve sizlere yasaklama bakımından daha iyi bir konumda olmak için alt yapısının kapsamını genişletmek için çalışmaktadır!

Harekete geçmeniz ve Amerikalılara hak ettikleri cevabı vermeniz için tüm bunlar yeterli değil midir? Artık Hilafet Devleti'ni ikame etmesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret vermenizin tam zamanı değil midir? Ümmetin durumunu zelil ve aşağılanmış bir hayattan izzetli ve zafer dolu bir hayata döndürmek için dünyadaki yedinci en büyük ordunun ve imanla dolu askerlerinin harekete geçmesi gerekmez mi? Allah Te'alâ şöyle buyurmuştur:

قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ "Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin toplumun gönüllerine şifâ versin." [Tevbe 14]

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Sahih-il Buhari'de (Cizye Kitabı-Yahudilerin Arap Yarımadası'ndan Çıkarılması Babında) Ebi Hurayra [Radıyallahu Anh]'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biz mescitte iken Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] çıkageldi ve şöyle dedi:

انطلقوا إلى يهود، فخرجنا حتى جئنا بيت المدراس فقال: أسلموا تسلموا، واعلموا أن الأرض لله ورسوله، وإني أريد أن أجليكم من هذه الأرض، فمن يجد منكم بماله شيئا فليبعه، وإلا فاعلموا أن الأرض لله ورسوله "Haydi Yahudilere gidiyoruz. Bunun üzerine yola düştük. Ta ki Beyt-il Midras'a gelince şöyle dedi: Müslüman olunuz, Müslüman olunuz. Biliniz ki arz Allah'a ve resulüne aittir. Ben, sizleri bu arzdan çıkarmak istiyorum. O halde sizden kimin her neyi varsa onu satsın. Yoksa biliniz ki arz Allah'a ve resulüne aittir."

Yahudilere ait özel okullar olması şeklinde anlaşılması bakımından bu hadis hususunda kafamız karıştı. Zira kimimiz, bu hadisin Beni Kureyza veya Hayber Yahudilerinden ayrı olarak Yahudilerin varlıklarına ilişkin olduğunu anladı... Bu durumda onlara ait özel okulların olmasında bir sorun yoktur. Kimimiz de onların, Beni Kureyza ve Hayber olaylarından sonra Yahudilerden geriye kalan zimmet ehli kimseler oldukları tercihinde bulundular. Bu da zimmet ehline ait özel okulların olması caizdir demektir. O halde burada bir sorun var! Bu durumun açıklığa kavuşturulmasını rica ediyoruz.

Cevap: el-Midras Konusu:

Meseleyi zimmet ehli veya Yahudilerin varlıklarıyla ilişkilendirmekle konunun dışına çıktınız. Böylelikle de onlar zimmet ehlinden olunca hükmü de karıştırdınız. Zira bunun sonucunda zimmet ehline ait özel okullar olacağı cevazına ulaştınız.

Oysa mesele bundan daha basittir. Zira mesele, okullarla ilgili değildir. Ancak zimmet ehlinin dinlerini öğrenmeleriyle ilgilidir. Buradaki "el-Midras", ibadet mekanlarına ait müştemilattan olup içerisinde Tevratlarını ve ayinlerini öğrendikleri bir yerdir. Zimmet ehlinin kendi aralarında dinlerini öğrenmeleri ise caizdir ve bu, bilinen manadaki okullardan farklıdır.

Sorunu açıklığa kavuşturmak çerçevesinde; el-Midras'ın manası Kamus-ul Muhitte iki manada geçmektedir:

Birincisi: İçerisinde Yahudilerin Tevrat'ı okuduğu bir yerdir.

İkincisi: Bayramlarında yiyip içmek üzere içerisinde toplandıkları yerdir.

Lisan-il Arap'ta ise şu iki manada gelmiştir:

Birincisi: Bayramlarında toplanıp içerisinde dua ettikleri bir yerdir.

İkincisi: İçerisinde yiyip içtikleri bir gündür.

Görüldüğü gibi el-Midras, içerisinde kendi aralarında dinlerini öğrendikleri ibadet mekanlara ait olan müştemilattan veya içerisinde yiyip içtikleri günden öte bir şey değildir. Yani onlara ait olan divan veya bunun benzeri gibi bir yerdir. Dolayısıyla her iki halde de bunun bilenen manadaki okullarla hiçbir alakası yoktur.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Mucize, sadece nebilere ve resullere ait olan harikulade olaylardır. Ancak alimler, sık sık "keramet" kelimesini tekrarlıyorlar, onu pek çok şekilde tanımlıyorlar ve bir çok ayeti ve hadisi de bunlara delil olarak getirmeye çalışıyorlar. Soru şudur: Keramet diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Eğer varsa bu mesele hususunda yeterli bir açıklama istiyoruz. Eğer yoksa mesela Ashab-ı Kefh, Ashab-ı Uhdud, Ömer İbn-ul Hattab'ın, "Ey Seriye, dağa doğru!" sözünün yanı sıra Sa'd İbn-u Ebi Vakkas'ın Dicle Nehri'ndeki kıssasına ve bu husustaki pek çok örneklere nasıl bir cevap vereceğiz?

Cevap:

1. Allah Subhânehu, kainatı, insanı ve hayatı insanın değiştiremeyeceği veya ihlal edemeyeceği kanunlar ve özelliklerde yarattı:

لا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ "Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yürürler." [Yasin 40]

وَفِي الأَرْضِ آَيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ وَفِي أَنْفُسِكُمْ أَفَلا تُبْصِرُونَ "Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde nice deliller vardır. Hiç görmüyor musunuz?" [Zariyat 20-21]

هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللَّهُ ذَلِكَ إِلا بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآَيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ إِنَّ فِي اخْتِلافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لآَيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ "Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona bir takım yörüngeler takdir eden O'dur. Allah bunları, ancak bir hak olarak yarattı. O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır. Gece ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın göklerde ve yerlerde yarattığı şeylerde elbette ittika eden bir kavim için nice deliller vardır." [Yunus 5-6]

إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ "Biz, yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik." [Saffat 6]

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ "Andolsun ki biz, gökte bir takım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik." [Hicr 16] Ve benzeri ayetler.

2. Allah Subhânehu mahlukatı, kendilerine takdir ettiği fıtri imkanlara göre yaşama hazırladı. Mesela insan, kuş gibi cismiyle havada uçamaz ve deniz yaratıkları gibi cismiyle suda yürüyemez. Keza insan, karada ayakları üzerinde yaşar. Dolayısıyla bu kanunu ihlal ederek ayaklarıyla suda yürüyemez veya havada uçamaz.

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلا أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ "Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi bir ümmettirler. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler." [el-En'âm 38]

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ "Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür... Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir." [en-Nur 45]

3. Aynı şekilde Allah Subhânehu, eşyaya da ihlal edemeyeceği özellikler yerleştirdi. Mesela ateş, yakar. Dolayısıyla ateş olduğu sürece Allah'ın onda yarattığı yakma özelliğini Allah Subhânehu kaldırmadıkça hiçbir kimse kaldıramaz. Aynen Allah Subhâneh'unun İbrahim [Aleyhi's Selam]'i ateşten kurtardığı gibi. Zira ondan yakma özelliğini kaldırmıştır ki Allahuteala şöyle buyurmuştur:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ "Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol! dedik." [Enbiya 69]

Diğer eşyalardaki özellikler de böyledir.

4. Daha sonra Allah Subhânehu, kainatın içerisinde onun tabii kanunsal gerekliklerine göre yaşamamız için bu kainatı bizlerin hizmetine verdi ve bu kanunların her iptali verilmiş olan bu hizmetle çelişir. Dolayısıyla buna muktedir olan sadece Allah Subhânehu'dur. Eğer Allah Subhânehu, bu kanunlara ilişkin bu iptali bize bildirmişse ona iman ederiz. Yok eğer Allah Subhânehu, bunu bize bildirmemişse bu, kainatın bizlerin hizmetine verilmesi kapsamına girer.

وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ "İçinden taze et yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi hizmetinize veren O'dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsunuz. (Bütün bunlar) O'nun lütfünü aramanız içindir. Umulur ki şükredersiniz." [en-Nahl 14]

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الأَرْضِ إِلا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ "Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir." [Hacc 64]

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلا هُدًى وَلا كِتَابٍ مُنِيرٍ "Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin hizmetinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır." [Lukman 20]

وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلا لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ "Güneş, ay ve yıldızlar emrine amade kılınmıştır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!" [el-Arâf 54]

وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ "Denizde yüzüp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı." [İbrahim 32-33]

5. Allah Subhânehu, resuller gönderdi ve onları risaletlerinin doğruluğunu kanıtlayan mucizelerle, yani harikulade olaylarla destekledi. Böylece Allah Subhânehu, bazı kanunları iptal ettirmekte ve bu harikulade olaylar kimin tarafından ortaya koyulmuşsa onun gönderilmiş bir nebi olduğuna iman etmeleri için insanlara meydan okusun diye bunları resulleri tarafından gerçekleştirmektedir.

Mesela Allah Subhânehu, camit bir asayı gerçek şekilde, yani insanların gözleri önünde bir sihir şeklinde olmayan canlı bir yılana dönüştürmüştür. Bunun içindir ki sihirbazlar, asanın gerçek bir yılana dönüştüğünü gördüklerinde Musa Aleyhi's Selam'ın alemlerin Rabbi olan Allah tarafından gönderilen bir Nebi olduğuna iman edenlerin ilki olmuşlardır. Çünkü onlar, bir beşerin böylesi harikulade bir olayı gerçekleştiremeyeceğini idrak ettiler. Bu harikulade olayın bir benzeri de Musa Aleyhi's Selam ile kavminin suya doğru hareket ederek denizi yarmalarıdır... Yine İsa Aleyhi's Selam'ın ölüyü diriltmesi ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Arapların güç yetiremediği bir şekilde Arapça kelamını konuşması da böyledir... Resul ve nebiler tarafından gerçekleştirilen mucizeler malum bir husus olup delilleri de malumdur.

6. İnsanların nebiler ile resullerden başkaları için isimlendirdikleri kerametlere gelince; Allah Subhânehu'nın kullarından bir kulunu herhangi bir amelde dikkat çekici bir şekilde muvaffak kılmasıdır. Bu da bazen harikulade, yani kainat kanunların aksine olan bir olay olur, bazen de harikulade bir olay olmayıp sadece bu muvaffakiyetin azametinden dolayı insanlarca böyleymiş gibi tasavvur edilen bir olay olur.

Harikulade bir olay olursa Allah Subhânehu, bunu bize bildirir. Çünkü kainatın insanın hizmetine verilmesi hakkındaki nasslar, ammdır. Yani kainat kanunları kapsamına girer. Dolayısıyla bu hizmete verilmesinin iptal edilmesi, özel bir durum içindir. Yani kainat kanunlarının ihlal edilmesi özel bir hal içindir. Dolayısıyla da özel bir nassa gerek duymaktadır.

Dolayısıyla Allah Subhânehu'nun bu kula ait kıldığı bu muvaffakiyetin harikulade bir olay olduğuna dair bir nass varit olduğunda ona iman ederiz. Harikulade olay olduğuna dair bir nass yoksa bu, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yarattığı kainat kanunlarının kapsamında sadece Allah Subhânehu'nun bir muvaffakiyeti olur.

Bunun içindir ki beklenmedik bir anda ve bir kişi getirmeksizin Meryem Aleyhi's Selam'a gelen rızık, yani harikulade bir rızıktır. Dolayısıyla ona iman ederiz; çünkü Allah Subhânehu, onu bize haber vermiştir.

كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ "Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve "Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?" der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine hesapsız olarak rızk verir, derdi." [Âl-i İmrân 37]

İşte nebiler ve resullerden başkası için olup harikulade olaylar hakkında kitap ve sünnette varit olan nasslar da böyledir. Dolayısıyla bunlara geldikleri şekilde iman ederiz. Yani bu nasslar, subuti ve delaleti kati olarak varit olmuşlarsa bunları kesin olarak tasdik ederiz. Yok eğer subuti ve delaleti kati olarak varit olmamışsa kesin olmayan bir şekilde tasdik ederiz.

Ashab-ı Kefh, Ashab-ı Uhdud ve Meryem Aleyhi's Selam kıssası gibi nasslarda zikredilen harikulade olaylar hakkında belirtilen olaylarının cevabı işte budur... Zira bunlar, Kur'an-il Kerim'de varit olmuştur dolayısıyla bunlara iman ederiz.

Ancak Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in vefatından sonra ondan işittikleri halde rivayet etmedikleri delili ifşa eden sahabenin icmaası dışında ve Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hayatında bazı sahabeleri, Allah'ın muvaffakiyet sayesinde onlar tarafından gerçekleştirilen harikulade bir olay boyutuna ulaşan sözlerinde ve fiillerinde isimlerini belirterek metheden hadisleri dışında rivayet edilen nasslar kesilmiştir. Dolayısıyla muayyen konumlarda kendileri tarafından gerçekleşen sözler veya fiillere dair ilgili kişileri tanımlayan nasslar varsa geliş şekillerine göre, yani sabitliğine göre kesin yada kesin olmayan şekilde bunları tasdik ederiz.

Ancak kitap ve sünnette kim oldukları belirtilmeksizin bazı Müslümanların bunların dışında yapmış olduğu filler ve sözlerin hepsi harikulade olaylar değildir. Bilakis bunlar, Allah Subhânehu'nun muttaki kullarının amellerinde başarılı olmaları, düşmanlarının şerrinden kurtulmaları ve benzeri hususlarda onları muvaffak kılması olup kainat kanunları kapsamına girer.

7. Ömer [Radıyallahu Anh] tarafından "Ey seriye dağa doğru!" sözünün ifade edilmesi ve Allah Subhânhu'nun bunu bu askerlere ulaştırarak düşmanlarına karşı zafer kazanmaları hususuna gelince; Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Ebu Davud'un Ebi Zerr [Radıyllahu Anh] kanalıyla tahriç ettiği şu hadiste şöyle buyurduğunu söylemiştir:

سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّ اللَّهَ وَضَعَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ يَقُولُ بِهِ "Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu işittim: Allah, söylesin diye hakkı Ömer'in lisanına koydu."

Yine Tirmizi, İbn-u Ömer kanalıyla Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahriç etmiştir:

إِنَّ اللَّهَ جَعَلَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ وَقَلْبِهِ "Allah, hakkı Ömer'in lisanına ve kalbine koydu."

Ahmed, İbn-u Ömer kanalıyla Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu tahriç etmiştir:

إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى جَعَلَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ وَقَلْبِهِ "Allahuteala, hakkı Ömer'in lisanına ve kalbine koydu."

Bunun içindir ki bizler bu hadisleri alır ve Ömer'in "Ey seriye, dağa doğru!" şeklindeki sözünü, rivayetin sabitliğine göre kesin yada kesin olamayan şekliyle tasdik ederiz. Bu da resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in mezkur hadislerine binaendir.

8. Sa'd İbn-u Ebi Vakkas [Radıyallahu Anh]'ın nehri geçmesi hususunda varit olanlara gelince; yine geliş şekline göre rivayetin kesin yada kesin olmayan sabitliğine göre bunları da tasdik ederiz. Çünkü Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Sa'd'ın şahsını methetmiştir. Zira Ahmed'in Müsned'inde, Abdullah İbn-u Amr kanalıyla tahriç ettiği hadiste Salavatullahi ve Selamuhu Aleyh şöyle buyurmuştur:

أنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَوَّلُ مَنْ يَدْخُلُ مِنْ هَذَا الْبَابِ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَدَخَلَ سَعْدُ بْنُ أَبِي وَقَّاصٍ "Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu: Bu kapıdan ilk giren kimse cennet ehlinden olan kişidir. Derken Sa'd İbn-u Ebi Vakkas girdi."

Yine İbn-u Hıbban, İbn-u Ömer kanalıyla şöyle dediğini tahriç etmiştir: Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in yanında otururken şöyle buyurdu:

يدخل عليكم من ذا الباب رجل من أهل الجنة "Sizin üzerinize şu kapıdan girecek olan cennet ehlinden olan adamdır." Derken Sa'd İbn-u Ebi Vakkas göründü.

Yine Hakim'in Müstedrik-il Sahihiyen'in'de ve Beyhaki'nin Nübüvvetin Delilleri kitabında geçtiği üzere Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellm], Sa'd'ın duasına icabet etmesi için Allah Subhânehu'ya dua etmiştir. Nitekim İbn-u Hıbban, Kays İbn-u Ebi Hazım kanalıyla şöyle demiştir: Sa'd'ın şöyle dediğini işittim: Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bana şöyle dedi:

اللهم استجب له إذا دعاك "Allah'ım sana dua ettiğinde ona icabet et."

Hakim, Müstedrik'inde bu hadis hakkında, "bu hadisin isnadı sahihtir" demiştir.

Nehir geçidindeki şehirlerin fethedilmesi sırasında nehrin geçilmesi rivayetinde ise Sa'd, askeri alarma geçirerek şöyle demiştir: "Dünya sizi helak etmeden önce düşmanla cihat edilmesi görüşüne vardım. Dikkat edin! Onlara doğru bu denizi yarmaya azmettim." Ardından Allah Subhânehu'ya dua etti ve askere şöyle seslendir: "Deyiniz ki: Allah'tan yardım isteriz, ona dayanırız, Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, muhakkak ki Allah velisine yardım eder, dinini galip kılar, düşmanını hezimete uğratır, Aliy-yul Azim olan Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur." Ardından harekete geçti, geçitteki insanları takip etti ve onları atlarıyla birlikte kuşattı...

Her ne kadar bazı rivayetlerde ileriye açınılmaması halinde nehirde atın sırtına ulaşacak şekilde sığ yerler olup ileriye açınılması (sığ olan yerlerin dışına çıkılması) halinde suyun oldukça yükseldiği, özellikle de nehrin Sa'dı yuttuğu sırada nehrin belirli sığ yerlerinden geçmiş olabilecekleri geçse de şehirlerin fethedilmesi rivayetinden Sa'dın ve askerilerin, nehrin suyu kabarık olduğu bir haldeyken nehre daldıkları anlaşılmaktadır.

Nitekim bazı rivayetlerde onlardan birisinin nehri geçerken boğulduğu geçmektedir. Zira İbn-ul Kelbi, Selil İbn-u Zeyd'in: "Irak'ın fethedilmesine şahit olduğunu ve Müslümanların şehirlere doğru giderken Dicle'de boğulduğunu ve ondan başka kimsenin boğulmadığını" zikretmiştir. Yine et-Taberi, Taberi Tarihi'nde Müslümanların hepsinin Dicle'yi sağ salim geçtiklerini ancak Ğargada adında Barak'tan bir adamın sarışın renkteki atının sırtından düştüğünü, bunun üzerine Gaga'a İbn-u Amr'ın atının yularını ona uzattığını onun da eliyle tutarak geçtiğini zikretmiştir.

Yani orada, boğulan kimse de vardır atının sırtından düşüp ardından Gaga'a'nın elinden tutup kurtulan kimse de vardır...

Ancak ister harikulade bir olay isterse bir maharet olsun önemli her halükarda Sa'd'ın duasına icabet edilmiş, onun da nusret ve düşmanın hezimete uğratılması için dua etmiş olmasıdır... Yine Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Sa'dın cennet ehlinden olduğunu ve duasına icabet edilmesi için ona dua etmiş olmasıdır. Dolayısıyla bizler, bu hadisleri alır ve geliş şekliyle sabitliğine göre kesin yada kesin olmayan şekilde rivayeti tasdik ederiz.

Velhasıl:

-Kainat, kanunlarına ve özelliklerine göre insanın hizmetine verilmiştir.

-Bu kanunlardan ve özelliklerden herhangi birisinin iptal edilmesi kainatın insanın hizmetine verilmesi hakkındaki amm nasslara ilişkin bir tahsistir.

-Dolayısıyla herhangi bir harikulade olayın tasdik edilmesi bir nassı gerektirir.

-Eğer burada bir nass yoksa olaylar, Allah'ın mahlukatı üzerine yarattığı fıtrata göre cereyan eder.

-Eğer burada bir nass varsa nebilerin birer mucizesi ve nebiler dışındakilerin -haklarında nass varit olan- birer kerameti olarak geldiği şekliyle ona iman ederiz.

-Bunun dışındakiler, yani haklarında bir nass varit olmayanlara gelince; takvası her ne olursa olsun Müslüman bir kimsenin yaptığı dikkat çekici herhangi bir amel yada söz, ne harikulade bir olaydır ne de kainat kanunlarının ihlal edilmesidir. Bilakis bunlar, amellerinde başarılı olmaları veya düşmanlarının şerrinden korunmaları bakımından Allah Subhânehu'nun kullarına yönelik bir muvaffakiyetidir.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Burada kimi insanlara isabet eden ve cinlere atfettikleri bir takım hastalıklar var. Keza cinleri gördüğünü, onları işittiğini, onlara emirler verdiğini, pek çok işi onların yardımıyla gerçekleştirdiğini veya onların insanların hizmetine verildiğini iddia eden kimseler de var. O halde insanlar ile cinler arasında hissedilen somut bir ilişki var mıdır?

Cevap:

1. Bizler açısından cinler mugayyibattandır. Dolayısıyla bizler onları göremeyiz. Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:

يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ "Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler." [el-Arâf 27]

Yani İblis ve onun taifesi demektir. Diğer bir ifadeyle cin demektir. Zira iblis, cindendir.

إِلاَّ إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ "İblis cinlerdendi." [Kefh 50]

2. Onlarla olan ilişkimizde asıl olan şudur ki onlar, vesvese vermeye muktedirdirler. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ "Derken şeytan onlara vesvese verdi." [el-Araf 20]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَوَسْوَسَ إِلَيْهِ الشَّيْطَانُ "Derken şeytan ona vesvese verdi." [Taha 120]

Burada şeytan, iblistir ki o, cinlerdendir.

3. Şeytanların, isteyerek şeytana uyması dışında insanın üzerinde mücbir bir hakimiyeti yoktur. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الأَمْرُ إِنَّ اللَّهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَأَخْلَفْتُكُمْ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ إِلاَّ أَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ لِي "(Hesapları görülüp) iş bitirilince, şeytan diyecek ki: "Şüphesiz Allah size gerçek olanı vaadetti, ben de size vaadettim ama size yalancı çıktım. Zaten benim size karşı bir hakimiyetim yoktu. Ben, sadece sizi (inkâra) çağırdım, siz de benim davetime hemen koştunuz." [İbrahim 22]

Ve şöyle buyurmuştur:

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآَنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آَمَنُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُمْ بِهِ مُشْرِكُونَ "Kur'an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın! Gerçek şu ki: İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak koşanlaradır." [en-Nahl 98-100]

4. Allah Subhânehu'nun açıkladığı bu aslın dışında herhangi somut bir ilişki, kendisine has olan bir nassa muhtaçtır. Dolayısıyla böylesi bir duruma ilişkin bir nass olduğunda bu nass uyarınca bu duruma iman ederiz.

Mesela Süleyman aleyhisselamın cinler üzerindeki hakimiyeti, onlara emretmesi ve nehyetmesi gibi... Bu durum hakkında nass varit olmuştur ki dolayısıyla ona imana ederiz. Nitekim Allahuteala, en-Neml suresinde Süleyman aleyhisselam hakkında şöyle buyurmuştur:

قَالَ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ أَيُّكُمْ يَأْتِينِي بِعَرْشِهَا قَبْلَ أَنْ يَأْتُونِي مُسْلِمِينَ قَالَ عِفْريتٌ مِنَ الْجِنِّ أَنَا آَتِيكَ بِهِ قَبْلَ أَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَ وَإِنِّي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ أَمِينٌ "(Sonra Süleyman) dedi ki: Ey ulular! Onlar teslimiyet gösterip bana gelmeden önce, hanginiz o melikenin tahtını bana getirebilir. Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm yeter ve bana güvenebilirsiniz, dedi." [en-Neml 38-39]

Ve şöyle buyurmuştur:

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ وَأَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِإِذْنِ رَبِّهِ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ أَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعِيرِ يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَاءُ مِنْ مَحَارِيبَ وَتَمَاثِيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍ اعْمَلُوا آَلَ دَاوُودَ شُكْرًا وَقَلِيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ "Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!" [Sebe 11-12]

5. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bir muamelenin cinle ilişkisi olduğuna dair "vahiy" yoluyla özel bir nass varit olmadığı sürece herhangi bir somut vakıayı beşeri muameleler babına göre çözerdi ve her vakıa bu şekildeydi. Mesela öldürülmüş bir adam bulunduğu zaman hakkında bir nass varit olmadığı sürece dikkatler onu cinin öldürdüğüne çekilmez. Hakeza Hayber'deki öldürülen adamın olayında insanlardan onu kimin öldürdüğüne dair araştırılma yapılmış ve dikkatler cinlere çekilmemiştir:

Muslim, Sahih'inde şunu tahriç etmiştir: Abdullah İbn-u Sehl ve Muhayyisa, telaşlı bir şekilde Hayber'e doğru yola çıktılar. Derken Abdullah İbn-u Sehl, bir kimsenin öldürülüp bir kuyuya yada dağa atıldığını haber verdi. Bunun üzerine bir Yahudi gelerek vallahi onu siz öldürdünüz dedi. Onlar dediler ki: Vallahi onu biz öldürmedik... Ardından mesele Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e intikal edince şöyle dedi:

إِمَّا أَنْ يَدُوا صَاحِبَكُمْ وَإِمَّا أَنْ يُؤْذِنُوا بِحَرْبٍ فَكَتَبَ رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْهِمْ فِي ذَلِكَ فَكَتَبُوا إِنَّا وَاللَّهِ مَا قَتَلْنَاهُ "Ya arkadaşınızın diyetini öderler yada savaş açmış olurlar. Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], onlara bu hususta bir mektup yazdı. Onlar da vallahi onu biz öldürmedik şeklinde bir mektup yazdılar."

Kıssa meşhurdur ve olayın araştırılması hususunda ne yakından ne de uzaktan bunun bir cin işi olduğu konusuna girilmemiştir.

6. Binaenaleyh madem ki herhangi bir olay hakkında cinlerle somut bir ilişkinin olduğunu zikreden bir nass varit olmamıştır o halde cinler ile insan arasındaki ilişki bir vesvese ilişkisinin ötesine geçemeyecek şekilde kalır.

Madem ki Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in rısaleti, risaletlerin sonuncusudur ve ondan sonra vahiy kesilmiştir o halde yeni bir nass yoktur. Bunun içindir ki bizler ile cinler arasında somut bir ilişki yoktur. Bilakis sadece vesvese ilişkisi vardır. Ayrıca dediğimiz gibi kişi isteyerek icabet etmediği sürece kişi üzerinde cinlerin vesvesesinin bir hakimiyeti de yoktur.

Raşit Halifeler dönemindeki somut hususlar da bu şekilde çözülmekteydi. Zira öldürme veya hırsızlık veya hastalık veya dolandırıcılık gibi herhangi bir somut vakıada dikkatler cinlere çekilmezdi. Bilakis insana çekilirdi. Çünkü özel bir nass varit olmadıkça cinlerin ilişkisi bizzat vesvese ilişkisidir. Madem ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den sonra özel bir nass yoktur o halde somut vakıaların hepsi cinlerden değil insandadır. Zira onların dünyası bizim dünyamızdan farklıdır ve bizlerle olan ilişkileri sadece vesvese ilişkisidir.

Binaenaleyh insan hastalandığında konunun cinlerle bir ilgisi yoktur. Bilakis hastalık, İslam'da geçene göre, yani tedavi ile tedavi edilir:

İster deva hadiste geçtiği gibi somut olsun ki Usame İbn-u Şerik kanalıyla şöyle dediği rivayet edilmiştir: Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e geldim ve adeta ashabından çıt çıkmıyordu. Selam verdim sonra da oturdum. Derken oradan buradan Arabiler gelerek dediler ki: Ey Allah'ın resulü tedavi olmalı mıyız? O da dedi ki:

تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلاَّ وَضَعَ لَهُ دَوَاءً غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ "Tedavi olunuz. Zira Allah [Azze ve Celle], bir tek yaşlılık dışında şifasını yaratmadığı hiçbir dert yaratmamıştır." Yani ölüm dışında demektir. [Ebu Davud tahriç etti]

İster deva, Muslim'in müminlerin annesi Aişe [Radıyallahu Anhe]'den tahriç ettiği hadiste geçtiği gibi dua ve rukâ (efsun) yaptırmakla olsun.

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ كَانَ يَرْقِي بِهَذِهِ الرُّقْيَةِ أَذْهِبْ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ بِيَدِكَ الشِّفَاءُ لاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ أَنْتَ "Resulullah, şu şekilde efsun yapardı: Ey insanların Rabbi! Sıkıntıyı gider. Şifa senin elindedir. Senden başka onu keşfedici yoktur."

İsterse Kur'an'dan veya sünnetten benzeri dualar veya onlara uygun herhangi bir dua ile olsun.

Ancak hastalığın şifa bulması amacıyla kendilerinin cinlerle ilişkisi olduğunu iddia eden kimselere başvurmak dolandırmak ve paralarını batıl yolla yemek amacıyla sıradan insanları kandıran deccallerin yaptığı, bir dolandırıcılık ve aldatmadır.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Bizler, Kitleleşme kitabının 6. sayfasının son kısmında şöyle diyoruz: "İslamcı hareketler üzere kaim olanlar, açık-genel bir şekilde İslam'a davet ediyorlar..."

Soru şudur:

a-    Açık-genel bir şekilde İslam'a davet etmek ne demektir? Örneklerle birlikte bu nasıl olmaktadır?

b-    Hareketlerin İslam'a açık-genel şekilde davet etmelerinin caiz olmadığına dair deliller nedir?

Cevap:

Açık-genel şekilde davet, ona kendisinden olmayan şeylerin girmesine mani olacak şekilde berrak ve sınırlı olmamasıdır. Bilakis davete muhalif olmadığı veya maslahat olduğu yada benzeri gerekçeler altında diğer fikirlerin kendisine gireceği kapıları aralamış olmasıdır.

Dolayısıyla fikri berrak, mefhumları vazıh ve hedefleri sınırlı olmayan bir davet sahibi kimse, demokrasinin bir küfür nizamı olduğunu, sosyalizmin İslam'dan olmadığını ve meclis tarafından yapılan yasamanın bir cürüm olduğunu asla idrak edemez... Aynı şekilde başkalarında olan bilim ve sanayiden hangisinin alınmasının caiz olduğunu ve hayat hakkındaki hadarat ve mefhum gibi şeylerin alınmasının caiz olmadığını da asla idrak edemez... Bu kimse salatı kılabilir ve oruç tutabilir... Bu da İslam'a açık bir şekilde davet ediyor olmasından dolayıdır. Nitekim İslam devletinin son zamanlarında Müslüman alimlerin Batıdan bilim, sanayi ve icadın alınmasının caiz olması ile hayat hakkındaki hadaratın ve mefhumların alınmasının caiz olmaması arasını ayırt edememelerinin açık olduğu anda İslam ümmetine isabet eden şey de işte buydu.

Yolca onların misali, kültür ile bilim ve hadarat ile medeniyet hususunda İslam ile Batı arasını uzlaştırma fikrini taşıyan gurup gibidir. Bu kişiler ise kalkınma veya ıslah veya muasır alimler olarak isimlendirilmiştir. Açık İslam anlayışı, işte bu alimler yüzünden ortaya çıkmıştır. Böylece İslam'ı anlama kapısı arkasına kadar aralanmış, İslam'dan olmayan şeyler İslam'a girmeye başlamış ve İslam'ı anlama hususundaki şeri kaideler bir denetleyici ve şeriatın dışına çıkmayı engelleyici olmak yerine bu kapıyı açan bir anahtar haline gelmiştir. Böylece onlar nezdinde İslam, mevcut toplum ve egemen fikirle uzlaşsın diye nasslarının taşıyamayacağı şekilde tefsir edilmeye başlanmıştır. Bundan dolayı da bu bakış açısıyla örtüşsün diye "zamanın ve mekanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez", "adetler muhkemdir" ve "Müslümanların güzel olarak gördüğü Allah katında da güzeldir" gibi şeri dayanağı olmayan külli kaideler ortaya çıkarılmıştır... Pek çok şeri nassı da savunma cihadı ve çok eşlilik ancak gerekçelerle olur sözü gibi bunların iptal edilmesini kast eden bir tefsirle tefsir ettiler...

Bu, açık şekilde davet hakkındadır.

"Genel" şekilde olmasına gelince; çözümlerinin detayları olmaksızın İslam'a genel olarak davet etmeleridir. Mesela "Çözüm İslam'dır", "Her iki dâr da kurtuluşu gerçekleştirecek olan İslam'dır" ve "En güzel nizam İslam'dır" ve benzerlerini söylemektedirler. Ardından kendilerine İslam'ın hayat nizamlarına ilişkin çözümleri ve İslam'ın nizamlarını tatbik edecek İslam Devleti hakkında sorulduğunda susup kalmaktadırlar. Keza kendilerine mevcut nizamların İslam nizamına nasıl dönüştürüleceği sorulduğunda da şaşırıp kalmaktalar, kekelemekteler ve etraflarına bakmaktadırlar. Bu senden uzak olmasa da temiz çıkmak için rüzgarla yarışmaya kalkışırlardı.

Açık-genel bir şekilde İslam'a davet edilmesinin caiz olmadığının deliline gelince; bu, Allah Subhânhu'nun kitabında ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde ayrıntılı bir durumdur. Nitekim Allah Subhânehu şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الإِسْلامُ "Allah katında din ancak İslam'dır." [Âl-i İmran 19]

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ "Her kim İslam'dan başka bir din ararsa bu ondan asla kabul edilmeyecektir." [Âl-i İmran 85]

Aynı şekilde hüküm, ekonomi, evlilik ilişkileri, kafirlerin dost edinilmemesi, zina edenin recmedilmesi, hırsızın elinin kesilmesi ayetlerini zikrettiği gibi İslam nizamlarının, bunlara başkasının karışmadığı birer seçkin nizam olduğunu da açıklamıştır...

حَتَّى يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ "Sonunda habisi temizden ayıracaktır." [Âl-i İmran 179]

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِنَ الأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَ الَّذِينَ لا يَعْلَمُونَ "Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. O halde sen ona uy; bilmeyenlerin hevalarına uyma." [Casiye 18]

لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا "Sizden her biriniz için bir şeriat, bir de metot kıldık." [Maide 48]

Allah Subhânehu'nın kitabı ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde bunların dışında pek çok şey vardır.

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Ekonomik kriz, tüm dünyayı yiyip bitirmeye devam etmektedir. Mesela Amerika'nın birçok devlete özellikle de Çin'e büyük borçları vardır. O halde Amerika, dolar basarak Çin'e olan borçlarını kapatabilir mi yoksa IMF kanunları buna engel mi olur?

Cevap: Amerika, IMF'nin onayıyla veya gizlice, hatta onun onayı olmadan "alenen" kağıt para basabilir. Zira IMF üzerinde fiili nüfuza sahip olan Amerika'dır. Dolayısıyla sahte gerekçeler göstererek meselenin hakikatini gizleyebilir ve bunu da IMF'ye dayandırabilir! Ancak böylesi bir yöntemle kağıt para basılması, doların değerinin düşmesine, dolayısıyla enflasyona, yani fiyatların yükselmesine yol açar. Bunun içindir ki baskın bir çıkarı olmadıkça Amerika, buna yeltenmez.

Mesela haberler, petrolün varil fiyatının 150 dolara kadar yükselmesine neden olan ve "arkasında Amerika'nın olduğu" petrol spekülasyonları sırasında Amerika'nın "iki (2) ila dört (4) trilyon" arasında kağıt para bastığını aktardılar. Dolayısıyla Amerika, rezervlerine eklemek üzere doğrudan veya dolaylı şekilde petrolün en büyük oranını satın alabilmek için bu kağıt paraları basmıştır ki o, bunda fiyatların yükselmesi ve doların düşmesinin ötesinde kendisi için bir çıkarın olduğunu görmüştür. Ancak Amerika, küresel ekonomik krizin tırmanmaya başlamasıyla bunu durdurmuştur. Çünkü Amerikan piyasaları, pek çok şirketin iflası, borçların artması, üretimin ve tüketimin düşmesi nedeniyle artan enflasyonu kaldırabilecek bir durumda değildi.

Amerika'nın büyüyen bir ekonomik karşılığı olmaksızın şu anda kağıt para basması imkansızdır ve bu da görünür gelecekte devam edebilir.

Ancak Amerika, herhangi bir zamanda karşılıksız para basımında kendisi için bir çıkar görürse bunu yapar. Zira diğer devletlerin rezervine oranla büyük oranda nakdine tahakküm eden tek devlet olmasının yanı sıra IMF üzerinde fiili nüfuzu vardır.

Binaenaleyh Amerika, ödemesi gereken borçları kapatmak için şu anda para basmış olsa bile şu iki sebepten dolayı bunun hiçbir faydası olmaz:

Birincisi: Çünkü kağıt paranın değeri düşecektir. Zira piyasaya sürülen para miktarı ne kadar artarsa değeri de o kadar azalacaktır. Dolayısıyla alacaklı ile borçlu arasında ekonomik sorun meydana gelecektir. Mesela alacaklı olan devlet de Çin gibi büyük bir devlet olduğunda bu, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri etkileyecek ve Amerika'nın ekonomik krizini olduğundan daha fazla arttıracaktır. Hele ki Amerika ile Avrupa, krizi yalnız başına bırakmayıp ondan çözümüne katkıda bulunmasını istemişlerken.

İkincisi: Ekonomik bir karşılığı olmayan piyasaya sürülmüş kağıt paranın artması Amerika içerisinde emtia fiyatlarının artmasına yol açacaktır ki Amerika'daki ekonomik piyasalar bunu kaldıramaz...

Tüm bunlardan dolayı Amerika'nın büyüyen ekonomik bir karşılığı olmaksızın yeni bir kağıt para basması en azından görünür gelecekte beklenmemektedir.

Ancak dediğimiz gibi bu bir muhtemel olarak durmaktadır. Zira Amerika, siyasi yada ekonomik olsun muhtemel bir çıkarının olduğunu gördüğünde hem dolarının dünyanın pek çok devletin rezervine yayılması hem de IMF üzerindeki fiili nüfuzunun dürtüsüyle bunu yapacaktır.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER