Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kerkük Krizi, İşgâlin ve Kuyruklarının Hakîkatini İfşâ Eden Yeni Bir Süreçtir  

Bölge meclislerinin seçim kanununu oylamasına eşlik eden Kerkük Krizi'nin kızışması ve bunu, katliamlar, patlamalar ve kardeşlik bağını hiçe sayan ırkçı çatışmalar gibi tehlikeli güvenlik sorunlarının takip etmesi; İşgâlci Kâfirin yazıp ile her tür ayrılıkçılık, bölücülük, gerek Iraklılık gerek taifecilik bazında zıtlık ve karşıtlık ile doldurduğu, ardından daha büyük bir cürüm olarak, bu ülkede "işgâlci kâfirin milletvekillerince" onaylanan anayasanın zehirli sonuçlarındandır.

Yaşanan ve yaşanmakta olan trajik olaylar, İslâmî Ümmeti zayıflatmak, zayıflığını daha da derinleştirmek, birleşmesini engellemek amacıyla ülkeyi daha fazla krizlere sürükleyecek ve Müslümanların beldelerini, en basit devlet dinamiklerine muhtaç olacak şekilde kıytırık varlıklara parçalanmasının zemînin hazırlayacak kokuşmuş Batı demokrasisinin bizi ne hale getirdiğine dair inkârı imkansız bir delîl olarak görülmelidir.

Ey Müslümanlar! Müslümanlar Irak'ta, parlak İslâmî fetihten beri Râşidî İslâmî Hilâfet Devleti'nin ve peşi sıra gelen Halîfelerin yönetimi gölgesinde birbirlerini seven ve birbirlerine yardım eden kardeşler olarak asırlarca yaşadılar ve bu uzun dönem boyunca İslâm'dan başka hiçbir kimlik taşımadılar. Bu da İslâm'ın azâmetine, akîdesinin ve nizâmının doğruluğuna apaçık bir delîl idi. Zîra milletleri ve ümmetleri tüm farklılıklarına rağmen aynı potada bütünleştirdi ve bunlardan, ideolojisini ve topraklarını Küfür tamahlarına ve saldırılarına karşı savunan, İslâm'ın hayrını ve nûrunu tüm dünyaya yayan tek bir Ümmet biçiminde muhteşem bir doku oluşturdu.

Ey Müslümanlar! Bush'un demokrasisini, anayasasını ve size dayatılan kuyruklarını reddederek kardeşliğinize ve vahdetinize dönmenizin artık zamanı gelmiştir. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ  "Mü'minler ancak kardeştirler." [el-Hucurat 10] Ve şöyle buyurmuştur:  وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ "Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın ve sakın parçalanmayın!" [Âl-i ‘İmrân 103] Allah'ın hükmünü bir kez daha geri getirmek için samimiyet ve dürüstlük ile çalışanların saflarında yer alınız ve Allah'ın dînine nusret vermek için acele ediniz:  إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Eğer siz Allah'a (O'nun Dînine) nusret eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size nusret eder, zafer verir ve ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar." [Muhammed 7] Her yabancıyı ve saldırganı kovunuz. Gerçek şu ki kurtuluşunuz ancak ve sadece; beldelerinizi size vakfedecek, Allah'ın izniyle dünyada birinci devlet olacak, şerrin ve fesâdın kökünü kazıyacak, insanlar arasında Allah'ın Hanîf Şeriatı ile hükmedecek, Dâvet ve Cihâd yoluyla İslâm'ın Nûrunu tüm dünyaya yayacak, sizin yegâne devletiniz olacak Hilâfet'in gölgesindedir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Batı Şeria'daki Hilâfet'in Yıkılış Yıldönümünü Anma Amellerinin Ertelenmesine Yönelik Talepler Hakkında

  • Kategori Filistin
  •   |  

Yaklaşık bir haftadır bazı saygın, etkin, yetkin şahsiyetler ve kuruluşlar, özellikle el-Halîl şehrinde olmak üzere Hizb-ut Tahrir şebâbının önde gelen bazı şahsiyetlerine seslenerek Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anma faaliyetleri kapsamında Hizb'in ilân ettiği etkinliklerin ertelenmesini talep ettiler. Nedeni ise Batı Şeria ve Ğazze'deki atmosfere hakim olan mevcut ayrılıkçı gerginlik, tansiyon ve kızgınlık halidir. Onlar, mevcut gerilim halinin bu etkinlikleri çizgisinden ve hedeflenen maksadından saptırmak için provokatörlere giriş kapısı aralayacağı yönündeki ciddî kaygılarını dile getirdiler. Bu talepler, 01.08.2008 Cuma günü ilâ 02.08.2008 Cumartesi günleri yoğunlaştı. Zîra el-Halîl şehrinin hayırlı evlatlarından bazıları, bu talebi önde gelen üç yerel gazetenin birinci sayfasında yayınladılar. Talebin metni aşağıdaki şekildedir:

بسم الله الرحمن الرحيم

Çağrı

Saygın, etkin, yetkin şahsiyetler, vatanî kurumların temsilcileri, el-Halîl Belediye Başkanı ve el-Halîl'deki vatanî güçlerin temsilcileri olarak, her zaman olduğu gibi sorumluluk bilincinde olmaları ve Filistin gündemindeki mevcut koşulları dikkate almaları için Hizb-ut Tahrir / Filistin'deki kardeşlere sesleniyoruz. Bizler, 02.08.2008 Cumartesi günü kararlaştırılan etkinliklerin ertelenmesi için bu nidâ ile sizlere sesleniyoruz. Bizleri, aramızı düzeltmeye ve fitneye engel olmaya alıştırıp bize hep bunu öğütleyenlerin bu nidâya icâbet edeceğinden emîniz. Muhakkak ki Allah, el-Muvaffik'tir.

Hilâfet Devleti'nin harcı olarak değerlendirdiğimiz, birçok faaliyetimize hep katılmış, fikirlerimize daima ihtimam göstermiş ve sıkıntılı anlarımızda sürekli yanımızda olmuş, bu nida sahiplerinden olan hayır ve fazilet halkımıza diyoruz ki; Müslümanların durumuna gösterdiğiniz ihtimâmdan, berrak etkinliklerimize şaibenin karışmaması ve Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet meselesine adanması için gösterdiğiniz gayretten ötürü sizlere müteşekkiriz. Biliyoruz ki sizleri bu talebe iten faktör, Müslümanların ve İslâm Dâveti'nin maslahatıdır. Dolayısıyla Allah, sizleri mübarek kılsın ve hayır ile mükâfatlandırsın. Taleplerinize aşağıdaki şekilde icâbet etmeyi kararlaştırdık:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinlikleri ertelenmez, iptal edilir. Çünkü ertelenmesi ile vakti geçmiş ve Hilâfet Devleti'nin yıkılış yıldönümünü anmanın dışında farklı amellere dönüşmüş olur. Hele ki sizleri kaygılandıran koşulların yakın gelecekte ortadan kalkması beklenmemekteyken.

2.   Bu nedenle size ve taleplerinize saygımız ve sürekli katılmakta olduğunu etkinliklerimize gönül rahatlığı ile iştirak etmenize yönelik çabamız çerçevesinde, Kalkilya ve el-Halîl'de yapılacağı duyurulmuş iki yürüyüşü iptal etmeyi, ancak RamAllah ve Tulkerim'deki konferansları belirlenen programa göre gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. Çünkü mezkûr kaygılarınız sırf yürüyüşlere ilişkindir.

Bu münâsebetle Filistin halkına ve tüm Müslümanlara aşağıdaki hususları beyân ediyoruz:

1.   Hilâfet'in yıkılış yıldönümünü anma etkinliklerimizi ilân ettiğimizden beri Otorite, korkutma ve yıldırma kampanyası yürüttü ve ardından bunu, bilfiil infâz ederek bu yıldönümündeki tüm etkinliklerimizi engelledi. el-Halîl'de hanımların konferansını engelledi, Beyt Lahim ve Cenîn konferansını engelledi, bunların hepsinde Hizb'in pek çok şebâbını tutukladı, konferans mekanlarını ve bağlantı yollarını adeta askerî abluka altına alarak insanlara coplarla saldırdı. Tüm bu korkutma ve yıldırma kampanyası, ardından bunların engelleme yoluyla infâz edilmesi ve ağızların kapatılması kesinlikle bizleri korkutamayacaktır. 31.07.2008 tarihli beyânımızda, Otorite'nin tüm tehditlerine ve yıldırmalarına rağmen etkinliklerimizi yapmayı sürdürmeye azmettiğimizi teyit etmiştik. Bunun içindir ki kararlarımıza etki etme noktasında Otorite'nin korkutmasının ve yıldırmasının bize göre hiçbir değeri yoktur ve bu icâbetimiz sadece, bu taleplerin değer verdiğimiz muhterem şahsiyetlerden gelmiş olmasındandır.

2.   Birebir görüşmeler veya yerel medya organları yoluyla yaşanan genel tartışmalar sırasında, böylesi bir atmosfer altındaki yürüyüşlerimizi sabote ederek doğru çizgisinden saptıracak provokatörler ve "kirli eller" sık sık gündeme geldi. Diyoruz ki bu hadiselerin yaşanmasının baş sorumlusu Filistin Otoritesi'dir. Çünkü Otorite'nin, cebir ve şiddet zoruyla da olsa meşru amellerimizi engellemeye yönelik ısrarı, bu ihtimâli kapı aralayan faktördür. Eğer Otorite, iç barışı korumada dürüst olsa, kimi kesimlerle hesaplaşma derdine düşmese, amellerimizi serbest bırakır, sakin bir seyir halinde olaysız yapılabilir ve herhangi bir güvenlik önlemi almasına gerek kalmaksızın sırf izlemekle yetinmesi yeterli olurdu. Otorite'nin güvenlik birimleri, Yahudi ordusu bir şehre veya bir köye girdiğinde görevini bitirene kadar tek tek saklanmıyor mu? İşte bu Otorite, bir taraftan "güvenlik" kuvvetlerini Yahudi ordusu karşısında saklanmaya zorlayıp Filistin güvenlik birimlerini görmekten rahatsız olmaksızın görevini tamamlamasına imkan verirken, diğer taraftan bir konferans veya yürüyüş ile Müslümanlara Hilâfet'i hatırlatmak istediklerinde Ümmetlerinin evlatlarına baskı yapmalarını ve onlara karşı aslan kesilmelerini istemektedir. Güvenliğin korunması ve bunun da amellerimizi yasaklamaya yönelik bir gerekçe olması hususunda Otorite'nin iddialarını yalanlayan faktör, Otorite'nin kapalı bir salonda hanımlara yönelik konferansı engellemesidir. Şimdi hanımların konferansı, vatanî güvenliğe yönelik bir tehdit midir yoksa Allah'a, Rasulü'ne ve mü'minlere yönelik bir düşmanlık mıdır?

3.   Bu sene kanuna göre Otorite'ye tebligatlar gönderdik ve önceki neşriyatta da bu tebligatların gerekçelerini ve şer'î hükmünü açıladık. Ancak Otorite, amellerimizi engellemek uğrunda kanunu çiğnedi, kuvvet kullanmak, yakalamak ve tutuklamak yoluyla amellerimize saldırdı, bu elîm yıldönümündeki amellerimizi sabote etti. Hukukçular, insan hakları aktivistleri ve benzeri kesimler olmak üzere kamuoyu ile ilgilenen herkes, amellerimizi Otorite'nin müdahalesi olmaksızın yapmamız için kanunun gerektirdiklerini yerine getirdiğimizi, Otorite'nin ise bu eylemleri ile haklarımıza saldırdığını ve kendi çıkarttığı kanunu kendisinin çiğnediğini teyit ettiler. Şunu da teyit ederiz ki Otorite, kendi kanunu çiğnemede ısrarla bu çizgiyi takip ederse adımına adımla karşılık vereceğiz ve uygun gördüğümüze göre tebligat göndererek veya göndermeksizin yürüyüşlerimizi yapacağız.

4.   Son olarak; gerek Filistin halkı, gerekse tüm Müslümanlar bilmelidirler ki siyâsî haklar olmak üzere -ki İslâm davetini taşımak bunların başında gelir- mevcut haklar, ne yöneticilerin, ne de yönetici kılıklı kimselerin bir lütfüdür. Aksine bunlar, Ümmet'in hakkıdır, vecîbesidir ve el-Mustafâ [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in hidâyeti üzerine seyretmek maksadıyla bunları söke söke almak için mücadele etmelidir. Nitekim SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:  والله يا عم لو وضعوا الشمس في يميني، والقمر في يساري، على أن أترك هذا الأمر، ما تركته، حتى يظهره الله أو أهلك دونه "Vallahi, Ey Amca! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm'ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum."

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

Hilâfet'in Zevâliyle Müslümanlar Neleri Kaybettiler?

  • Kategori Cezâyir
  •   |  

Hilâfet'in zevâli ve sultânlarının gitmesiyle Müslümanların başına gelen en büyük musîbet; Allah'ın Kitâbı ve Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti ile amelin askıya alınmış olmasıdır. Zîra önceleri İslâmî bir hayat yaşıyorlar, hayatlarının her alanında Allah'ın Şeriatı'nı tatbîk ediyorlardı. Düstûrları da Kur'ân'dı. Rabbimiz [Azze ve Celle] onlar hakkında şöyle buyurmuştur:  خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz. Ma'rufu emredersiniz ve münkerden nehyedersiniz ve (çünkü) Allah'a îman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Tüm bunların ardından zelîl ve hakîr şekilde geçen yaklaşık 87 senedir devletlerinin olmadığı, İslâmî hükümlerin hayatın tüm vakıasından kalktığı, yerini Küfür hükümlerinin aldığı, Müslüman toplumlara kapitalist meylin egemen olduğu, Ümmetin evlatları arasındaki akîde bağının yerini milliyetçilik, vatancılık ve menfaatçilik bağlarının aldığı bugünkü hale geldiler. Bütün bunlar; Allah'ın Şeriatı'ndan sapmalarının, tâğuta muhakeme olmalarının, beşerî sistemleri şeriat edinmelerinin, Allah'ın Kitâbı'na ve Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'ne ittiba etmeleri emrini terk etmelerinin, zillete sessiz kalıp kabullenmelerinin ve ajan yöneticilerden korkarak Allah'ın inzâl ettiklerinin dışındaki hükümler ile yönetilmeye rızâ göstermelerinin semeresidir. Oysa Rableri Allah, Muhkem-it Tenzîl'de şöyle buyurmaktadır:  فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ  "O halde insanlardan korkmayın, Benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığı satmayın. Her kim Allah'ın indirdikleri ile yönetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir" [el-Mâide 44]

Allah'ın indirdikleri ile yönetecek Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet kurulmaksızın bu Ümmet'in işinin düzene girmesi mi? Heyhat, heyhat! Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine and olsun ki onlar aralarında çıkan ihtilaflarda seni hâkem tâyin edip sonra da Senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nîsa 65]

Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar vahdetlerini kaybettiler. Zîra Kâfirler, 13 asrı aşkındır hüküm süren İslâmî Hilâfet'i yıkar yıkmaz birçok üsluplar ve araçlarla Ümmet'in vücudunu parçalamaya ve İslâmî beldeleri tamamen sömürgeleştirmeye başladılar, aralarına keskin sınırlar koydular ve bu parçalanmışlığı da Ümmetin evlatlarından Sömürgeci Kâfirin projelerine hizmet eden ve geleceklerini onlara bağlayan hain yöneticiler ile pekiştirdiler. İşte tüm bunlar, İslâmî Hilâfet râyesi altında vahdetten öte bir şey olmayan Müslümanların manevî gücünü bitirmeye yönelik düşmanların bir teşebbüsü idi ve bunu da başardılar. Zîra parçalanmışlık ve bölünmüşlük mevcut bir realite haline geldi. Dahası Müslümanlar arasından, dînimize sonradan sokulmuş vatancılık adı altında parçalanmışlığı savunan kimseler çıktı. Böylece İslâmî Âlem, işinin mâliki olmayan, Kâfirlerin emirlerini infâz eden, İslâm ve ehli ile savaşan devletçiklere parçalandı. Oysa bir zamanlar hepsi, asırlarca dünyaya liderlik etmiş ve Müslümanların işlerini gözeten tek bir devletin gölgesindeydiler. Tek bir devlet liderliğinde hâkim oldular, tek bir orduyla galip geldiler, tek bir râye ile gölgelendiler ve tek bir Halîfe'yi imam edindiler. Allah Subhânehu ve Te'alâ şöyle buyurmaktadır:  وَإِنَّ هَذِهِ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَأَنَا رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ "Muhakkak ki bu ümmetiniz tek bir Ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse Bana ittika edin (takvâlı olun)!" [el-Mu'minun 52] O halde vahdet olmadıkça kurtuluş yoktur Ey Müslümanlar! Allahu Te'alâ şöyle buyurmaktadır:  وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ "Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da gücünüz, devletiniz gider. Bir de sabredin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir." [el-Enfâl 46]

Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar, devletlerarası konumlarını ve heybetlerini kaybettiler. Nitekim İslâm Devleti'nin her alanda en güçlü devlet olduğuna ve diğer devletlerin politikalarına açıkça etki ettiğine tarih şahittir. Zîra İslâmî Devlet, etrafına korku salarken, yenilmez bir orduya sahipken, rızâsına nail olmak ve onunla sulh muahedeleri imzalamak için Kâfir devletler birbirleriyle yarışırken, Müslümanlar peş peşe zaferler kazanırken ve izzettin doruk noktasına ulaşmışlarken devletleri kaybolunca bugün dünyanın en zelîl, dahası hiç bir değeri olmayan halkları haline geldiler. Üstelik heybetleri bir yana hiçbir konumu olmayan bir Ümmet haline dönüştüler. İşte Müslümanların beldeleri işgâl edilmekte, başlarına ve kıytırık varlıklarına peş peşe musîbetler gelmekte, başlarında kıllarını dahi kıpırdatmayan ajan yöneticiler bulunmaktadır. O kadar ki Müslümanlar, alçaltıcı hezîmetlerden ve tekerrür eden felaketlerden sonra zaferin kokusunu özler hale gelmişlerdir. Dünyanın tüm halkları, Müslümanlara hiçbir değer vermez olmuşlardır. Hatta Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in buyurduğu gibi yaralı İslâm Ümmeti'ne düşmanlıkta birbirleri ile yarışır olmuşlardır:  يُوشِكُ الأُمَمُ أَنْ تَدَاعَى عَلَيْكُمْ كَمَا تَدَاعَى الأَكَلَةُ إِلَى قَصْعَتِهَا فَقَالَ قَائِلٌ وَمِنْ قِلَّةٍ نَحْنُ يَوْمَئِذٍ قَالَ بَلْ أَنْتُمْ يَوْمَئِذٍ كَثِيرٌ وَلَكِنَّكُمْ غُثَاءٌ كَغُثَاءِ السَّيْلِ وَلَيَنْزَعَنَّ اللَّهُ مِنْ صُدُورِ عَدُوِّكُمْ الْمَهَابَةَ مِنْكُمْ وَلَيَقْذِفَنَّ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ الْوَهْنَ فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا الْوَهْنُ قَالَ حُبُّ الدُّنْيَا وَكَرَاهِيَةُ الْمَوْت "Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi Ümmetlerin (diğer milletlerin) sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır." Aralarından birisi dedi ki: "O gün biz sayıca az mı olacağız?" Dedi ki: "Bilakis siz o gün çok olacaksınız, velâkin selin köpüğü gibi köpükler (ağırlığında) olacaksınız ve Allah düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybetiniz çıkaracak ve sizin kalplerinize de Vehn atacak." Aralarından birsi dedi ki: "Yâ Rasulullah vehn de nedir?" Dedi ki: "Hayatı sevmek ve ölümü kerih görmektir." İslâm Ümmeti, işlerini gözetecek ve aslî konumuna geri döndürecek Hilâfet Devleti'ni kurarak izzet yolunda hızla harekete geçmediği sürece, mevcut durum olduğu gibi kalacaktır. Allahu Te'alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ "Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a (O'nun Dînine) yardım eder, zafere ulaştırırsanız, Allah da size yardım eder, zafer verir ve ayaklarınızı (Dîni üzere) sâbit kılar. [Muhammed 7]

Allah'ın indirdikleriyle yöneten ve şer'î hükümlere göre İslâmî İktisâd Nizâmı'nı tatbik eden Hilâfet'in zevâliyle Müslümanlar, servetleri ve kaynakları üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiler. Zîra Müslümanların hazîneleri mallarla dolup taştı, ihsan ile idâre edildi, kimi zamanlarda zekata müstahak hiç kimse bulunamadı, her tarafı bereket ve bolluk kapladı, İslâmî Şeriat'ı tatbik etmelerinden dolayı Allah, Müslümanların servetlerini ve kaynaklarını bereketlendirdi. Böylece zenginleştiler ve iktisatları güçlendi. Müslümanların Halîfesi, valîleri ve yetkilileri muhasebe eden, Beyt-ul Mâl'e karşı insanların en düşkünü iken Hilâfet'in zevaliyle bugün halimiz, içler acısı bir hale dönüştü, mallarımız ve servetlerimiz, petrol ve diğer hayatî kaynaklar gibi Müslümanların servetleri üzerine çöreklenen yabancı Kâfirler ile sorumluluklarını bilmeyen, gönüllü-gönülsüz Ümmet'in malını yağmalayan evlatlarımız tarafından hortumlanmaya başladı. Kezâ Müslümanların devletleri ve halkları, aşırı fakirliklerin ve Kapitalist Küfür devletlerine bağlı kırılgan ekonomilerin simgesi haline gelerek Allahu Te'ala'nın şu kavlini tasdik eder oldu:  يَمْحَقُ اللّهُ الْرِّبَا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِ وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ أَثِيمٍ "Allah fâizi tüketir, sadakaları ise bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrâr eden hiç kimseyi sevmez." [el-Bakara 276] O halde Müslümanların servetlerini kaybetmesi ve pek çoğu açlıktan ölecek derecede bereketin hayatlarından çıkması, Ümmet'in parçalarını İslâm râyesi altında birleştiren kalkanın, yani Hilâfet'in kaybolmasıyla olmamış mıdır?!

Ey Müslümanlar! Allah'ın dînini yeryüzünde ikâme etmek için çalışanlarla çalışmadıkça, ne dünyada ve Âhirette izzet makâmına ulaşabilir, ne de Allahu Te'alâ'nın rızâsına nâil olabilirsiniz. İşte bu, Rasullerin vazîfesidir, sâlihlerin ve sıddıkların âdetidir ve Allah'ın, Rasulü'ne ve mü'minlerden O'nu örnek edinenlere emridir. Ağırlığına rağmen bunu onlara emretmiş olması dahi kendileri için azîm bir şereftir. Nasıl olmasın ki? Çünkü onlar, dîn yalnızca Allah'ın oluncaya dek Allah'ın azîm dîninin ikâmesi ile mükelleftirler ki böylece mü'minler onunla izzetlenecek, Kâfirler ve Münâfıklar zelîl olacaktır.  لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُواْ فِي الْبِلاَدِ  "O halde kâfirlik edenlerin diyar diyar dolaşması sakın Seni (sizleri) aldatmasın!" [Âl-i İmrân 196] Hak olan Allah'ın vaadi için çalışınız. Ne ajan tâğutlardan duyulan korkular, ne ödlek Münâfıkların homurtuları, ne Şeytanların vesveseleri, ne komplocuların desîseleri, ne de hayalperestlerin ümitsizlikleri sizleri bundan alıkoymasın. Zîra Rasulümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:  مَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّة "Her kim boynunda bey'at halkası olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur" Öyleyse haydi câhiliye ölümünden Allah'a kaçınız, sonra tutuklanıp sorgulanırsınız,  يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ لا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ "O gün (hesap için) huzura alınırsınız, size ait hiçbir şey gizli kalmaz." [el-Hâkka 18] İşte o gün için çalışınız, o halde icâbet edecek misiniz?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ "Azîz ve Hakîm Olan Allah'ın Katından (Gelenden) Başka Nusret Yoktur." [Âl-i İmrân 126]  

Hayat, hak ile bâtıl arasındaki mücâdeleden ibârettir.  قُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ "De ki: Hak Rabbınızdan gelmiştir." [el-Bakara 147] Allah, hayatın esâsının İslâm Akîdesi'ne dayalı olmasını ve bu akîdeden kaynaklanan hükümlere göre bir hayat sürülmesini emreder. İşte hak yol budur, aksi ise bâtıldır.  قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى  "De ki: Hidâyet (hak yol), ancak Allah'ın hidâyetidir." [el-Bakara 120]

Allah, hak yolu beyân etmek, örnek bir yaşantı ile öğretmek ve hakka dâvet etmek üzere nice Nebîler göndermiştir. O Nebîlere uyanlar hak yolun yolcuları olmuşlar, onlara karşı çıkan, onları inkâr eden, onlarla istihzâ eden, dâvetlerini reddedenler ise bâtıl yolda ilerlemişlerdir. Yazıktır ki insanların çoğu, hak yola tâbi olmaktan imtina etmiştir.  وَمَا أَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِنِينَ "Ne kadar fazla hırs göstersen de insanların çoğu mü'minlerden olmaz." [Yûsuf 103] Dolayısıyla Hakka tâbi olanlar hep az olmuşlar, ama Allah'ın yardımı sayesinde çoğu kez muzaffer olmuşlardır.

Bu mücâdele, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] zamanında da sürmüştür. Müslümanlar küçük bir azınlık iken karşılarındaki müşrik çoğunluğa meydan okumuşlar, nihâyetinde mücâdelelerini Allah'tan bir zafer, bir temkin ve mutlak bir egemenlikle taçlandırmışlardır. Ancak bu hâkimiyet sırasında bile, dünya nüfusunun çoğunu Müslümanlar oluşturmamıştır. Müslümanların siyâsî liderliği olan Hilâfet Devleti, Müslümanların Halîfesi Kânunî Sultân Suleymân Hân zamanında en geniş sınırlara ulaştığı halde, yine yeryüzünde insanların çoğu Müslümanlardan olmamıştır. Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra da bu gerçek geçerliliğini korumuştur. Fakat bu kez, Müslümanlar İslâm'dan uzaklaşmaya, İslâm'ın hükümlerinden yüz çevirmeye, başlarındaki hâin yöneticilerin ağırlıklı olarak devlet gücünü kullanarak izledikleri mücrim politikalar sonucu küfür nizâmlarına rıza göstermeye, hatta yanı başlarında kardeşlerinin kanları oluk oluk akıtılırken izlemekle yetinmeye başlamışlardır. Ne var ki her zamanda ve mekânda olduğu gibi, İslâm Ümmeti'nin bu en zorlu günlerinde de, hakka dâvet eden, hak yolunda ilerleyen bir azınlık varlığını korumuştur. Zaten bu, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in de bir müjdesidir.  لا يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ لا يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ وَلا مَنْ خَالَفَهُمْ حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِك "Ümmetim arasında Allah'ın emri üzere kurulmuş bir ümmet sürekli var olmaya devam eder, ne onları yardımsız bırakanlar, ne de onlara muhâlefet edenler kendilerine zarar veremezler. Tâ ki onlar bu hâl üzereyken Allah emri, vaadi kendilerine gelir." [İmâm Ahmed rivâyet etti]

İşte şimdi Hilâfet'in yıkılışının Hicrî 87'inci yıldönümünde, bir kez daha hak ile bâtıl arasındaki mücâdelenin doğasını hatırlatıyoruz ve diyoruz ki hak ile bâtıl arasındaki mücâdele, İslâm ile Küfür arasındaki mücâdele ve Hilâfet'in yıkılmasından sonra Kâfirlerin ve ajanların baskılarıyla ibrâz eden sahîh şer'î delîllere dayalı aslî İslâm ile İslâm zannedilenler arasındaki mücâdele, küçük bir azınlığın büyük bir çoğunluğa karşı mücâdelesi şeklinde sürmektedir. Ancak burada kritik olan husus, insanın beşeri nazarla algılamaktan âciz olduğu azınlığın çoğunluğa gâlibiyetidir. Bunu da Rabbimiz [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle bildirmiştir:    كَم مِّن فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللّهِ  "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir." [el-Bakara 249]

Sayıları ne kadar az, güçleri ne kadar zayıf, etkileri ne kadar düşük olursa olsun, nihai başarı ve zafer mutlaka hak yolun yolcularının olacaktır.  وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ "Âkıbet muttakîlerindir" [el-Kasas 83] Bunu kavramak isteyenler, Allah'ın Kitâbı'nda mevcut pek çok kıssadan ibret almalı, tarihte kazanılmış başarıların temel öznesine bakmalı ve Rablerinin şu âyeti üzerinde derin derin düşünmelidirler:  إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ "Eğer Allah size nusret, zafer verirse, artık size hiç kimse gâlip gelemez. Eğer bırakıverirse, artık size kim nusret verir? O halde mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler." [Âl-i İmrân 160]

Kendimize şöyle basit bir soru sorarsak akîdemizin kuvvet anlayışını rahatlıkla kavrarız: Düşünün ki siz, bir mermi ile ölebilecek kadar zayıf ve aciz bir varlık olduğuz halde, 6 milyarı aşan dünyadaki tüm insanları, yeryüzündeki tüm tankları, topları, füzeleri, uçakları, savaş gemilerini, nükleer bombaları sizin karşınıza getirseler ve bütün bunlar size karşı savaşacak olsa savaşı kim kazanır? Elbette siz böylesine muazzam bir kuvvet ve kalabalık karşısında birkaç milisaniye bile duramazsınız. Peki, Allah size dese ki; "Ey kulum! Onlardan korkma, Benden kork, onlara karşı sabırlı ol, Ben seninle birlikteyim ve seni mutlaka muzaffer kılacağım." Allah'ın bu desteğinden ve zafer vaadinden sonra, aynı soruyu kendinize tekrar sorun. İslâm Akîdesi'ne kesin delîller ile aklen ve kalben îmân etmiş herkesin vereceği cevap, bugünkü mantık sınırlarımıza göre oldukça şaşırtıcı bir şekilde aynı olacaktır: Karşısındaki güç ne kadar büyük olursa olsun, şüphesiz Allah'ın yardımına, desteğine ve vaadine müstahak olanlar kazanır. İşte gerçek güç budur!  وَقَالُوا مَنْ أَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّ اللَّهَ الَّذِي خَلَقَهُمْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً "Dediler ki: ‘Bizden çok daha kuvvetli kim vardır?' Görmediler mi ki kendilerini yaratan Allah, kendilerinden çok daha kuvvetlidir!" [el-Fussilet 15]

İşte şimdi Hilâfet'in yıkılışının Hicrî 87'inci yıldönümünde, bir kez daha tüm Müslümanları, bilhassa iktidar ve kuvvet sahiplerini, Allah'ın vaadi, Rasulü'nün müjdesi, Ümmet'in emeli ve geleceği olan Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmaya çağırıyor, hakka ısrarla dâvet edildikleri halde inatla reddeden, Allah'tan daha çok Allah'ın zorba ve zalim kullarından korkan, sonra da feci bir akıbete uğrayarak, zillet içerisinde yaşayarak bedbaht ve pişman olan önceki kavimlerin durumuna düşmekten sakındırıyor ve son zamanlarda her yönden yoğunlaşan fikrî, siyâsî, askerî, kültürel ve toplumsal Haçlı saldırılarından bezen, üzüntüye kapılan ve ümitsizliğe düşen Müslümanları, Allah için harekete geçmeye, en çok Allah'tan korkmaya ve îmânlarından güç almaya dâvet ediyoruz:  وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ  "Gevşeklik göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın! Sizler mutlaka üstün geleceksiniz, eğer gerçekten mü'minler iseniz." [Âl-i İmrân 139]

Kuvvet sahiplerine bir kez daha sesleniyoruz; sakın bize, İsrailoğullarının Mûsâ [Aleyhi's Selâm]'a söylediği gibi davranmayın, bilakis Mikdât ibn-u Amr [RadiyAllahu Anh]'in Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e söylediği gibi davranın ve artık Hilâfet'i kurmak için hızla ve güçle harekete geçin:  يَا رَسُولَ اللّهِ اِمْضِ لِمَا أَرَاكَ اللّهُ فَنَحْنُ مَعَك، وَاللّهِ لاَ نَقُولُ لَكَ كَمَا قَالَتْ بَنُو إسْرَائِيلَ لِمُوسَى: اِذْهَبْ أَنْتَ وَرَبَّكَ فَقَاتِلاَ إنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ، وَلَكِنْ اِذْهَبْ أَنْتَ وَرَبَّكَ فَقَاتِلاَ إنّا مَعَكُمَا مُقَاتِلُونَ، فَوَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَوْ سِرْتَ بِنَا إلَى بَرْكِ الْغُمَادِ لَجَالَدْنَا مَعَكَ مِنْ دُونِهِ حَتّى تَبْلُغَهُ  "Yâ RasûlAllah! Allah'ın sana gösterdiği şekilde ilerle, şüphesiz bizler de seninle birlikteyiz. Vallahi biz sana İsrâiloğulları'nın Mûsâ'ya dediği gibi demeyeceğiz. (Hani onlar şöyle demişlerdi:) ‘Sen ve Rabbin gidin, savaşın, biz işte şurada oturmaktayız.' (Bilakis sana diyeceğiz ki:) ‘Sen ve Rabbin gidin, savaşın, şüphesiz biz de sizinle birlikte savaşmaktayız.' Seni hak ile gönderen (Allah'a) yemin olsun ki sen bizi Berk-ul Ğumâd'a [Yemen tarafında bir yer] götürsen, sen oraya varıncaya dek biz de durmadan kılıçlarımızla çarpışarak mutlaka seninle birlikte oluruz." [Sîret-u İbn-u Hişâm] Bütün bunlardan sonra da yüz çevirirseniz size Hûd [Aleyhi's Selâm]'ın Âd kavmine dediği gibi deriz:  فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقَدْ أَبْلَغْتُكُم مَّا أُرْسِلْتُ بِهِ إِلَيْكُمْ وَيَسْتَخْلِفُ رَبِّي قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلاَ تَضُرُّونَهُ شَيْئًا إِنَّ رَبِّي عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ حَفِيظٌ  "Eğer yüz çevirirseniz, şüphesiz ki benimle size gönderilenleri size bildirdim. Rabbim (dilerse) sizden başka bir toplumu (yeryüzünde) halef kılar da siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Muhakkak ki Rabbim her şey üzerinde gözetleyicidir." [Hûd 57]

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti, Hilâfet'in Yıkılışının Hicrî 87. Yıldönümünde, Tüm Müslümanları Yeniden Râşidî Hilâfet'i Kurmaya Dâvet Eder

  • Kategori Türkiye
  •   |  

İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.

Bunun için Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır.

Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir.

Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır.

Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler.

Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur.

Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir.

Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır.

Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız.

Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder?

Nitekim Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

"Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?!

Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur.

Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır.

Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur!

Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri!

Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir.

Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın!

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Terörizme" Karşı Savaşın Siyasileştirilmesi Devam Etmektedir"

Geçen yılki Dr. Hanîf'in davasının ele alınmasına yönelik güvensizlik boyutu, daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Zîra bu hafta Avustralya İstihbarât Ajansı'nın, Dr. Hanîf'in güvenlik tehdidi oluşturmadığı noktasında Howard Hükümeti'ni bilgilendirdiği, onu sürekli şekilde uyardığı ve söz konusu kişinin İngiltere'de terörist komplo hazırlamakla ilişkilendirilmesine yönelik hiçbir delîle sahip olmadığını itiraf ettiği ifşâ olmuştur. Ne var ki Dr. Hanîf'in vizesini iptal eden dönemin Başsavcısı Kevin Andrews, İstihbarât Ajansı tarafından hiçbir uyarı almadığını ve sorma gereği de duymadığını ifâde etmiştir.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr, şöyle dedi:

 

İkinci kez seçimleri kazanmak amacıyla Howard Hükümeti'nden geçen sene ulusal güvenlik hakkında pek çok cafcaflı sözler işittik. Gerçekte ise Dr. Hanîf'in davasına yönelik ifşâ olan bu trajikomik yaklaşım, artık masum insanların politik kazanımlar uğruna kurban edildiği günlük bir mesele haline gelmiştir. Bu da Batılı hükümetlerin genel bir kavrama karşı açtığı savaşın hakîkatinin bir yansımasıdır. Sözde terörizme karşı savaş, minimum oranda güvenlikle ilişkili iken, maksimum oranda orantısız ve ahlâki olmayan siyâsetle ilişkilidir. Nitekim "terörizme" karşı savaş bağlamında Batılı hükümetler, kendi sınırları dışındaki İslâmî beldelere saldırarak sömürgeleştirmişler ve İslâmî toplumları tedirgin etmişlerdir.

 

Baş belâsı Rudd Hükümeti, geçmiş hükümetlerden pek de farklı olmayacaktır. Zîra Irak'taki ve Afganistan'daki kuvvetlerini çekmesine rağmen İslâm âlemine yönelik hârici siyâseti değişmeyecektir. Nitekim Rudd Hükümeti, dünya eksenindeki şiddetin köklü nedenlerini ve bunların en önemlisi olan Batının hârici politikasını ele almaktansa sorumluluğu, sanki sorun Müslüman gençlikteymişçesine onlara yönelik sempozyumlar ve konferanslar yoluyla imâlı şekilde İslâmî toplumlara yüklemeyi sürdürmektedir.

 

Usmân Bedr

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Avustralya

 

E-mail: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Telefon: (+61) 438 000 465

 

www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.hizb-ut-tahrir.info/info/turkish.php

www.turkiyevilayeti.org| www.hizb-australia.org

Daha fazla bilgi için lütfen, Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr ile, e-mail (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) veya GSM (0438 000 465) yoluyla temas kurunuz. Ayrıca web sitemizden (www.hizb-australia.org) de ayrıntılı bilgiler edinebilirsiniz.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER