Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Ocampo ve Benzerlerine Ancak Râşidî Hilâfet ile Cevap Verilir

Devletlerarası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Luis Moreno-Ocampo, Darfûr'da soykırım yapmak, savaş suçları ve insanlığa karşı cürümler işlemek suçlamasıyla Sudan Devlet Başkanı Umer el-Beşîr hakkında tutuklama kararı çıkardı. Bu tür olaylarda her zaman olduğu gibi öfke ve eleştiri yürüyüşleri düzenlemek için insanlar toplandılar, gazetelere ve benzeri yayın organlarına beyânatlar vermek için birbirleriyle yarıştılar.

Bu vakıa karşısında aşağıdaki hakîkatleri açıklamak kaçınılmazdır:

1.   Darfûr'da dönen çatışma, Amerika ve Avrupa [İngiltere ve Fransa] arasında devletlerarası bir çatışmadır. Amerika Güney Sudan'da tek başına kalınca, İngiltere ve Fransa, Darfûr'da kendilerinin de bir payı olmasını istediler. Hükümet ve isyancı hareketler, işte bu çatışmanın birer aracı olmaktan öte bir şey değildirler.

2.   Devletlerarası Ceza Mahkemesi, bu çatışmada Avrupa'nın araçlarından bir araçtır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nâfi Alî Nâfi'nin mahkemeyi tanımlayan şu sözü bunu teyit etmektedir: "Ben diyorum ki bu, Avrupa zulüm mahkemesidir, devletlerarası zulüm (suç) mahkemesi değildir..." Buna ilâveten Hartum'daki Amerikan Sefâreti Maslahatgüzarı Alberto Fernandez şöyle diyordu: "Amerika, ‘Roma Antlaşması'nı' imzalayan ve onaylayan devletlerden biri değildir... Dolayısıyla Devletlerarası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Luis Moreno-Ocampo'nun Cumhurbaşkanı Mareşal Umer el-Beşîr'e karşı attığı adımlarla hiçbir alakamız yoktur." Açıktır ki Ocampo'nun yaptıkları, Darfûr'da isyancılar lehine daha fazla tavizler verilmesi ve dolayısıyla Güney Sudan'da kaybettiği nüfuzun daha büyüğüne Darfûr'da sahip olması için Avrupa baskısının dairesi kapsamına girmektedir.

3.   Bu mahkeme, Darfûr'daki suçlara bakma meşruiyetini, Güvenlik Konseyi'nin, yani Sudan'ın üyesi olduğu Birleşmiş Milletler'in verdiği yetki ile elde etmiştir. Oysa herkes bilmektedir ki Birleşmiş Milletler, İslâm Akîdesi esâsına dayanmayan bir örgüttür. Hem o, hem onun organları ve görevlendirdiği kurumlar, ele aldıkları meseleleri, Allah'ın indirdiklerini dışlayıp büyük Sömürgeci Kâfir devletlerin çıkarlarını gerçekleştirecek hükümler ile çözmekte veya hükmetmektedirler.

Bize düşen, kendimizi Sömürgeci Kâfirin ilmiğinden kurtarmamızdır. Bu da azîm İslâm ideolojisi ve onun devleti olan Râşidî Hilâfet dışında hiçbir şey ile mümkün değildir. Çünkü;

  • Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya vb. gibi, beldelerimize tamah eden Sömürgeci Kâfir devletlerin nüfuzunu sökmeye muktedir olan ancak Hilâfet'tir. Üstelik Hilâfet, Müslümanların beldelerine komplo kuran ve casusluk yapan sefâretlerini kapattıktan sonra onlarla hiçbir diplomatik ilişki kurmayacaktır.
  • Hilâfet, ideolojik bir devlet olması itibarıyla, Birleşmiş Milletler, Devletlerarası Ceza Mahkemesi ve büyük devletlerin çıkarlarından başkasına hizmet etmeyen diğer tüm zâlim Küfür kurumları gibi, İslâm esâsından başka bir esâsa dayanan herhangi bir örgüte üye olmayacaktır.
  • Hilâfet, ayıpları ayân olmuş ve fesâtları gün yüzüne çıkmış bu tür kurumları ifşâ etmeye çalışır ve de çalışacaktır.
  • Hilâfet, Darfûr ve diğer yerlerde insanları adalet ve ihsân ile gözetecek, Müslümanların dokunulmazlarında, kanlarında, ırzlarında ve mallarında ifrâta kaçmayacaktır. Dahası bu dokunulmazları çiğnemeye tevessül eden herkesi İslâm'ın hükümleri ve hadleri ile cezalandıracaktır.

O halde Hilâfet... Hilâfet... Ey Müslümanlar...! Zîra o, Rabbinizin farzıdır, izzetinizin kaynağıdır, düşmanınızın kahrıdır, topraklarınızın kurtarıcısıdır, dünyanın dört bir tarafında hayrın ve adaletin minâresidir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Esirlere, Dostlarına ve Kardeşlerine Mübârek Olsun, Ancak Sevinç Sarhoşluğunda Uyanıklık Kaçınılmaz

Direnişçi esirlerin sağ salim düşman hapishanelerinden ailelerine kavuşması, şehitlerin ve diğer katledilenlerin cesetlerinin iade edilmesi, elbette doğudan ve batıdan peş peşe Ümmet'in başına gelen elîm trajediler deryasında sevindirici bir olaydır. Bu vesileyle esirlerin serbest bırakılmalarını tebrik ediyor, Allah Subhânehu'dan işgâl hapishanelerindeki Ümmet'in diğer esirlerini, halkı Müslüman beldelerdeki hapishanelerde tutulan evlatlarını, Ümmet'i de Batı hadâratının ve dayattığı nizamların hegemonyasından, insanları demir pençe politikası ile yöneten zâlim yöneticilerden bir an önce kurtarma imkânı vermesini niyâz ediyoruz.

Bununla birlikte aşağıdaki noktaları hatırlatma gereği duyuyoruz:

  • Esirlerin bu şerefli dönüşü, toprakları kuvvet zoruyla işgâl eden düşmanın anlayacağı dilin kuvvet zor olduğunu bir kez daha teyit etmiştir. Dolayısıyla Filistin topraklarından gaspçı Yahudileri ve de Müslümanların beldelerindeki diğer işgâlcileri çıkaracak olan da ancak İslâmî Akîde esâsına dayalı kuvvet olacaktır.
  • "İsrail" işgaline karşı savaşan esirlerin iade edilmesini kutlayan resmî ve gayri-resmî liderleri ve çatışan her iki gurubu gören de sanır ki onlar, işgalci ile cihâd eden her mücâhidin yanındadır, kutlamaktadırlar. Peki, Irak'taki Amerikan işgâli ile savaşmayı "düşünmesinin" ardından yaklaşık bir buçuk senedir tutuklu bulunan onlarca gencin ve başka dosyalar hakkında şüphe üzerine tutuklanarak hiçbir yargı kararı olmaksızın halen Lübnan hapishanelerinde tutulan diğer yüzlercesinin durumu ne olacak?! Şimdi bu, Amerika ve diğer büyük devletler için herkesi cezalandıran bir çifte standart değil midir?!
  • Direnişçiler, bir taraftan fâtihler gibi dönen esirlerini sevinçle karşılarlarken diğer taraftan hıyânet ve ajanlığı sürdüren nizâmlar ile Yahudi varlığı arasındaki meşûm müzakereler üzerinde yürümektedirler. Bunu ise başkanlık seçimi kampanyasının kızışmasıyla birlikte Bush ve Cumhuriyetçi Parti adına başarılar gerçekleştirmek üzere Yahudi varlığını tanımak ve onunla "normal ilişkiler" kurmak amacıyla yapmaktadırlar. Dolayısıyla Ğazze ateşkesinden tutun, Irak'ta sükunetin sağlanması, Suriye-"İsrail" müzakerelerinin başlaması ve Şeb'a Çiftlikleri'nden çekilmenin gündeme gelmesine kadar pek çok sıcak dosyanın peş peşe soğutulması tesadüf değildir. Bu müzakereler, yakın ya da ileriki bir zamanda sonuca ulaşsın ya da ulaşmasın sırf bu müzakerelere girişmek, Allah'a, Rasulü'ne, mü'minlere yalan dolanla entrikalarını ve hilelerini gizleyerek direndiklerini ve karşı çıktıklarını gösteren nizâmlara kendilerini adayan gerçek direnişçilere hıyânet sayılır.
Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Pakistan Rejimi, Pakistan'a Olası Bir Saldırı Pahasına Amerika'ya Desteğini Artırmaktadır

Amerikan Genelkurmay Başkanı General Michael Mullen, 12 Temmuz günü Pakistan'a acil bir ziyâret düzenledi. Birkaç saat içinde Devlet Başkanı Perviz Müşerref, Başbakan Gilânî, Genelkurmay Başkanı, İçişleri Danışmanı, Esfendiyar Vâli, Mahmud Açakzay ve Efrasyab Hattak ile görüştü. Bu hızlı trafik, esen kasırganın şiddetini göstermesi açısından yeterliydi. Pakistan Genelkurmay Başkanı General Eşfak Kiyânî ile görüşmesi ardından kıdemli bir köşe yazarı ile görüştü ve Pakistan'ın oldukça zayıf olduğu ve Amerika'nın muhtemel bir saldırısına aynen karşılık verebilecek bir durumda olmadığı izlenimi verdi. Diğer taraftan Başbakan Yûsuf Rızâ Gilânî de, boğaya kızıl paçavra sallarcasına şöyle dedi: "Kabileler bölgesinde, 11 Eylül benzeri bir saldırıya yol açabilecek derecede çok yabancı (direnişçi) var."

Tüm bunlar, Amerika'nın Pakistan'a saldırması halinde hükümetin de ordunun da direniş gösterme irâdesinden mahrum olduğunu açıkça işaret etmektedir. Gerçekte onlar, Amerika'nın FATA'daki [Federal Yönetimli Kabileler Bölgesi] yabancılara karşı harekete geçmesine haklılık kazandıracak ve halkın silahlı kuvvetlerden intikam beklentisi içinde olmamasını sağlayacak şekilde saldırı lehine bir kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Oysa hâkim hakîkat şudur; Irak'ta ve Afganistan'da silahça ve teçhizatça yetersiz mücâhitleri hezîmete uğratmaktan âciz kalan Amerikan ordusu, Pakistan ordusuyla nasıl savaşabilir? Dahası Amerikalılara göre de bu ordu "inceldiği yerden kopmak üzere" olacak kadar gergin iken Amerika ne cüretle Pakistan'a savaş açabilir? Cumhuriyetçiler, hem de seçim yılında, Pakistan'la savaş halinde birkaç bin ceset torbası görmeyi hazmedebilirler mi? Kesinlikle hayır! Aslında General Mullen Pakistan'ı, Amerika'nın Pakistan içlerine sınırlı bir sınır-ötesi operasyon düzenlemesi halinde Pakistan ordusunun buna karşı koymayacağı garantisini almak için ziyâret etmiştir. Ancak General "Sâhib"in [Başkomutana, Genelkurmay Başkanına kinâyedir] ülkeyi ve halkını korumaya ciğeri ve cesâreti yoksa, bu milletten bir elveda hediyesi yahut madalyası kabul edip bu önemli konumu, Pakistan halkını korumaya muktedir bir generale bırakması daha hayırlı olur.

Ey Müslümanlar! Bu yöneticiler Amerika'ya sâdıktır, size değil! Artık bu yöneticileri başınızdan savıp Hilâfet'i kurmanızın tam zamanıdır. Ey ordu saflarındaki samimi ve dürüst komutanlar! Hâlâ Amerikan menfaatleri için kullanılmaya devam mı edeceksiniz, yoksa sorumluluğunuzun gereğini yerine getirip Hilâfet'in yeniden kurulması için Hizb-ut Tahrir'e destek ve nusret mi vereceksiniz?

Devamını oku...

Ürdün'ün Sorunu, Pahalılık Değil, Sistem Sorunudur ve Hilâfet'ten Başka Çözümü Yoktur

  • Kategori Ürdün
  •   |  

Ürdün halkı, hızla artan pahalılığın acısını çekmektedir. Her gün temel ihtiyaç maddelerinin geneline yeni zamlar yapılmaktadır. Bu aşırı pahalılık, ast-üst yetkililerin yolsuzluk hikâyesinin yayılmasını beraberinde getirmekte, yolsuzluk ve zam haberleri insanlar arasında normalmiş gibi dolaşmaktadır. Halk arasında sistem eleştirildiği halde mesele pratiğe dökülmeyen konuşmalardan ibaret kalmaktadır. O yüzden Ürdün'deki Müslümanların dikkatini aşağıdaki hususlara çekmemiz gerekti:

1.   Ürdün'deki sorun, sistemin vakıasında ve yapısında yatar. Zîra Ürdün; Kâfir Batı'nın Hilâfet Devleti'ni yıktıktan sonra aslı olan eş-Şâm beldesinden kopardığı, yönetimi için sâdık ajanlar seçtiği, Yahudi varlığı için tampon bir bölge olacak şekilde sınırlarını çizdiği, uğrunda var olduğu bu amacı gerçekleştirsin diye kendi kendisine yetecek devlet dinamiklerden mahrum bırakmak için hırs gösterdiği bir ülkedir. Öyle ki dış yardımlara bağımlı ve her sene katlanan borçlar altında ezilir halde kalmıştır. Bekâsı için gösterdiği hırsla beraber ağır borçlar altında inlemektedir. 2006 yılı toplam borcu, 7,349,670 milyar dinar [takriben 12,340 milyar YTL] ve 2007 sonunda 8,199,640 milyar dinar [takriben 13,770 milyar YTL] olmuş, yani borcu, sadece bir senede 849,970 milyon dinar [takriben 1,430 milyar YTL] artmıştır. Ürdün, 1,677 milyar dinar [takriben 2,820 milyar YTL] dış borç ödemesine rağmen, bu yılın ilk çeyreğinde kalan toplam borcu 7,732 milyar dinar [takriben 12,990 milyar YTL] olarak kalmış ve bu miktar artmaya adaydır.

2.   Ürdün'deki mevcut servetlerin işletilmediği ve bu servetlerin Ürdün ekonomisine fayda sağlayacak şekilde işletilmesine yönelik tüm girişimlerin boşa çıkarıldığı mülâhaza edilmektedir. Bunun pek çok örneği vardır. Örneğin üretim bolluğuna, düşük maliyetine, artan arz talebine ve yüksek değerde maddeler içermesine rağmen fosfat şirketi özelleştirilmiştir. Fosfattaki mevcut uranyum miktarı, Ürdün Nükleer Enerji Kurumu Başkanı'nın açıklamalarına göre 130 bin ton civarındadır. Ayın şekilde Zeytî Kayası'ndan petrol çıkartma ve Deysî Su Kanalı Projesi yerinde sayan projelerdir. Bu servetlerden herhangi birinin işletilmesine yönelik herhangi bir proje başlatılmış olsa dahi yabancı yatırımcılara satılmasından sonra olacaktır!

3.   Akabe Limanı'nın satılması ve benzer şekilde askerî arazilerin, medikal-kente ve genel istihbârata ait arazilerin satılması söylentileri gibi, kamu mülklerinin özel yatırım şirketlerine satılması, bunlardan önce Ölüdeniz Gazinosu Anlaşması ve Ölüdeniz'deki arazilerin ruhsatlandırılması... işte insanlardan gizlenen tüm bu şâibeli satışlar, öncekiler ve benzerleri hakkında medya, bazı bakanları, başbakanları, üst düzey veya alt düzey yetkilileri suçlamaktadır. Oysa mâlumdur ki bu küçük hortumcular, bu tür anlaşmaların ve satışların formalitelerini yapan memurlardan başka bir şey değildirler. Yoksa milyarlarca dolarlık anlaşmalar, sistemin tepesinden (kraldan) sinyal gelmeden imzalanamaz. Bu da artık herkese âşikâr bir fenomen haline gelmiştir. Medyanın küçük çaplı hortumculara işâret etmesi, asıl elebaşlarını gizlemekten öte bir şey değildir. Gerçekte asıl sorgulanması gereken kişi, sistemin tepesidir. Çünkü bütün yetkiler onun elindedir ve bu tür işlemler doğrudan onun gözetimi altında icra edilmektedir.

Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Maruz kaldığınız zillet ve sefâlet son haddine ulaşmıştır. Ürdün Nizâmı, size karşı küstahlıkta haddi aşmıştır. Zîra evlatlarınızın yiyeceklerini çalmakta, mülklerinizi gasp ettirmekte, servetlerinizi yağmalatmakta ve Kâfir Batı lehine Ümmetimize komplolar kurmaktadır. Siz kılınızı dahi kıpırdatmaksızın sessiz kaldıkça, o daha da azgınlaşmakta, daha da küstahlaşmaktadır.

Ey Ürdün'deki Müslümanlar!

Hilâfet olmadıkça içinde bulunduğunuz vakıadan kurtuluş yoktur. Zîra o, Rabbinizin bir farzıdır, izzetinizin kaynağıdır, düşmanızın kahrıdır, topraklarınızın kurtuluşudur ve dünyanın dört bir yanını ışıldatacak adaletin ve hayrın minâresidir. O halde Hilâfet...! Hilâfet...! Ey Müslümanlar...!

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İslâm'a Açık Bir Çağrı قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ 1 اللَّهُ الصَّمَدُ 2 لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ 3 وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ "De ki: O, Ehad olan Allah'tır. (1) Samed olan Allah'tır. (2) O, Doğurmamıştır ve Doğrulmamıştı

Sidney, Avustralya, 14 Temmuz 2008 - 2008 Dünya Gençlik Günü münâsebetiyle, binlerce Katolik Sidney'de toplandı. Biz de bu fırsatı, İslâm'a açıkça ve içtenlikle çağrımızı genişletmek için değerlendiriyoruz.

Bu dâvet; Laiklik ve Liberalizmin insanlığı hüsrana uğrattığı, üçüncü ve ‘gelişen' dünya, ifsâdın, ekonomik durgunluğun, siyâsî istikrarsızlığın, zorbalığın ve zulmün acılarıyla boğuştuğu bir sırada, öte yandan Batı'nın suçlarla, materyalizmle, sapkınlıkla, ahlaksızlıkla, güvensizlikle ve artan oranda saygıyı, insanlığı, ahlâkî değerleri, nezâketi ve güveni hızla yitirdiği bir sırada yapılmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr şöyle dedi: "Bu kritik bağlamda, tüm insanlığa Rablerini tanımaları ve nihâî vahyine icâbet etmeleri çağrımızı yineliyoruz; insanlığa, O'nun vahdâniyetine îmân çağrımızı, tüm Rasûllerine ve Nebîlerine îmân çağrımızı, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Hâtem-un Enbiyâ Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in ilâhî öğretilerine bağlılık çağrımızı yineliyoruz."

"Bizim gibi siz de biliyorsunuz ki hak ve hakikat açıktır, nettir, kesindir. Dolayısıyla sizleri, dalâletten ve dinlerarası diyalog sahtekârlığından sakınmaya çağırıyoruz, zîra bizler, el-Hâlık Subhânehu'nun tek olduğuna, hiçbir ortağı olmadığını, doğurmadığına ve doğrulmadığına, hiçbir beşerin O'na evlat isnat edilmeyeceğine, Nûh'un, İbrâhîm'in, Mûsâ'nın ve Îsâ'nın hepsinin Allah'ın Rasûlleri olduğuna, insanlık için hakkı ve hidâyeti getirdiklerine ve Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de Nebîlerin sonuncusu ve mührü olduğuna, nihâî ilâhî vahyin kendisi ile son bulduğuna, bunun da kapsamlı bir hayat nizâmı olan İslâm olduğuna kat'î delîllere dayalı, hiçbir şüpheye mahâl bırakmayan kesin bir tasdîk ile îmân etmişizdir."

İşte bunun için sizleri, İslâm'ı daha derinden incelemeye ve araştırmaya, açık yürekli ve açık zihinli bir münâzara dâhilinde, insanlardan bile bile hakkı gizleyen ve hak olarak Batı'nın İslâm hakkındaki bâtıl yorumlarını dayatma çabası içine giren medyanın, politikacıların ve dînî liderlerin propagandalarından, yalanlarından ve ajitasyonlarından uzak durarak çevrenizdeki Müslümanlar ile tartışmaya dâvet ediyoruz.

Sizleri, düşünmeye, tüm önyargılardan ve kuşkulardan arınarak bağımsız bir bakışla değerlendirme yapmaya ve bu suretle İslâm'ın doğruluğunu ve güvenilirliğini kendi nefsinizde tahakkuk ettirmeye, böylece İslâm'ı yaşam biçiminiz olarak benimsemeye dâvet ediyoruz. Yaratıcı Subhânehu'nun asla tahrif edilememiş yegâne risâleti olan İslâm, hiç şüphesiz fertler, topluluklar ve toplumlar halinde insanlığın her ölçekteki sorunlarını mükemmel çözümleri ile halletmeye muktedirdir.

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ  "Muhakkak ki Allah katında tek dîn İslâm'dır." [Âl-i İmrân 19]

 

وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى  "Selâm, hidâyete tâbi olanların üzerine olsun." [Tâ-He 47]

Daha fazla bilgi için lütfen, Hizb-ut Tahrir'in Avustralya'daki Medya Temsilcisi Usmân Bedr ile, e-mail (Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.) veya GSM (0438 000 465) yoluyla temas kurunuz. Ayrıca web sitemizden (www.hizb-australia.org) de ayrıntılı bilgiler edinebilirsiniz.

 

Devamını oku...

İnsanlar Önünde Direnen ve Katılmayacakları Yalanını Söyleyen Arap Yöneticiler, Ortak Zirve İçin Yahudiler ile Birlikte Koşa Koşa Paris'e Gittiler!

  • Kategori Hizb
  •   |  

Dün 13.07.2008 Pazar günü Sarkozy'nin çağrısıyla Paris'te "Akdeniz için Birlik" başlıklı bir konferans düzenlendi. Konferansa Akdeniz'in kuzeyindeki Avrupa devletleri ve güneyindeki Arap devletleri olmak üzere yaklaşık 40 devletin katılmasının yanı sıra Yahudi varlığı da katıldı. Ardından birlik konferansını tamamladı, sonuç bildirgesini açıkladı, Sarkozy ile Mısır Devlet Başkanı Mubârek bir basın toplantısı düzenledi. Direndiklerini ve katılmayacakları yalanını söyleyen Arap devletlerinin yanı sıra Yahudi varlığının aynı masada veya yakın masalarda oturdukları, tüm katılımcılar için bir akşam yemeği verildi.

Ne acayip, ne şaşırtıcıdır bu Arap yöneticilerin durumu! Onlar ki Allah'a ve Rasulü'ne çağrıldıklarında, جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا  "Parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler." [Nûh 7] Onlar ki Sömürgeci Kâfirler ile olan dostluklarını koparmaya çağrıldıklarında, sanki  فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ "kulaklarında bir ağırlık vardır" [el-Fussilet 44] gibisine sağırlaştılar, körleştiler. Onlar ki Filistin'in, Keşmir'in ve Çeçenistan'ın imdadına yetişmeleri veya Irak'ın ve Afganistan'ın yardımına koşmaları veya Somali'ye ve Sudan'a yardım etmeleri için ordularını harekete geçirmeye çağrıldıklarında,  يَنظُرُونَ إِلَيْكَ نَظَرَ الْمَغْشِيِّ عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ  "sana ölüm baygınlığı geçiren kimsenin baktığı gibi bakarlar." [Muhammed 20] Onlar ki beldelerini tek bir beldeye dönüştürmeye çağrıldıklarında, "bu nasıl olur?" diyerek parçalanmışlıklarında inat etmeyi sürdürdüler. Ancak Yahudi varlığının hazır bulunduğu bir konferansa çağırıldıklarında, hatta çağırılmadıkları halde bile icâbet ederek koşa koşa geldiler ve emelleri de, gözlerini belerterek Yahudi varlığına doya doya bakmaktı!

Ey Müslümanlar! Sarkozy'nin aylar öncesinden çağırdığı ve dün düzenlenen Akdeniz için Birlik toplantısını ve sonuç bildirgesini izleyenler görür ki konferansın hedefi ve uğrunda düzenlendiği şey şu üç husustur: Birincisi: Eline geçen her fırsatta veya uygun zamanda Fransa'nın hareketlendirdiği hegemonya ve sömürgecilik esintisidir. Bir "rüyadır" ki bu esinti, Arap bölgesinde, özellikle Fas ve Lübnan'da bir nebze de olsa Fransa'ya Sömürgecilik nüfuzu kazandıracaktır. İkincisi: Avrupa Birliği'ne girme yolunda Türkiye'nin önünü kesmektir. Fransızlar, Avrupa Birliği'nin kendilerini kabul etmesi için derilerini dahi değiştiren yöneticilere sahip olduğu halde, halkının ezici çoğunluğu Müslüman olduğu için Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmemesi yönünde oy kullandıklarından beri, Fransa Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne girmeye odaklanmaktan uzaklaştırıp yönlendireceği başka bir birlik oluşturmaya çalışmıştır. Üçüncüsü: Sarkozy'li Fransa, Yahudi varlığını korumak ve kollamak için Amerika ile "tatlı" bir rekabete girdi. Dikkat çekicidir ki Sarkozy, basın toplantısında konferansa katılan devletlerin sayısını dile getirirken konferansın maksadını ibrâz etmek üzere aralarında "İsrail'in de" olduğu ifadesini ekledi! Böylelikle kuzeyi ve güneyi ile Akdeniz Birliği devletlerini birleştirmede Sarkozy'nin en bariz hedefi; Filistin'i çevreleyen Arap ortamında Yahudi varlığının konumunu pazarlamaktır ki bu varlığın tanınması ve onunla ilişkiye girilmesi, normalleştirilmiş, boyun bükülmüş ve olağan bir hale getirilmiş olsun. İşte Akdeniz için Birlik konferansının gerçek hedefleri bunlardır. Sonuç bildirgesinde geçen Akdeniz'in kirliliği, çevre ve ekonomik projeler gibi diğer hususlar ise birliğin maksadı olan siyâsî hedefini rötuşlamaktan öte bir şey değildir.

Ey Müslümanlar! Bizler farkındayız ki Yahudi varlığını tanımak, bu yöneticiler nezdinde ne bir zillet, ne de bir utançtır. Aksine bu, onlar nezdinde bir realitedir ve zaferdir! Zaten onlar daha önce de Allah'a ihânet etmişlerdi ve umulur ki Allah Subhânehu onlara bu fırsatı tekrar vermez. Ancak aynı zamanda bizler şunun da farkındayız ki bu ümmet içerisinde Filistin'e -Allah Subhânehu'nun Rasulü'nün Mesrâsı ve Mirâcı kıldığı- mukaddes ve mübârek bir toprak nazarı ile bakan hayırlı ve seçkin insanlardan oluşan pek çok topluluk bulunmaktadır. Zaman ne kadar uzarsa uzasın Umer'in fethi, Salâhuddîn'in kurtarışı ve AbdulHamîd'in koruyuşu tekerrür edecek, Müslüman askerler ve süvâriler onu ikinci kez kurtarıncaya dek asla bu nazarla bakmaktan vazgeçmeyeceklerdir. Bu yöneticilerin yüzlerinin kapkara kesileceği ve onlarla birlikte Yahudi varlığının yok olacağı o gün Allah'ın izni ile mutlaka gelecektir ve işte o zaman yeryüzü, İslâm ile Müslümanlarının şânının yücelmesi ve Hilâfet'in râyesi [لا إله إلا الله سبحانه محمد رسول الله] olan el-Ukâb Râyesi'nin yükselmesi ile aydınlanacaktır.  إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا "Şüphesiz Allah, emrine ğâliptir [yerine getirmeye muktedirdir]. Allah her şey için bir ölçü koymuştur." [et-Tâlâk 3]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - el-Ğad Gazetesi'nde Yayınlanan Bir Makaleye Reddiye  

Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilâyeti Medya Bürosu, 27.06.2008 günü Ürdün menşeli el-Ğad Gazetesi'nde yayınlanan, Jean-Pierre Filiu imzalı, "Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet Fantezisi" başlıklı makaleye [Bu makalenin orijinali 03.06.2008'de Le Monde Diplomatique Dergisi'nde yayınlandı] ilişkin ekteki reddiyeyi 01.07.2008 günü mezkûr gazeteye teslim etti. Ancak basın ve meslek ilkeleri uyarınca yayınlanması gerektiği halde şu ana kadar bu reddiyeyi yayınlamadı. Bu bağlamda aşağıdaki hususları vurguluyoruz:

1.   Hilâfet meselesi, gündemi ve hacmiyle medyanın başlıca konularından biridir. Zîra Hilâfet, tüm İslâmî Ümmet'in meselesidir, ilgi odağıdır ve kurtuluş ümididir. Kezâ bu uğurda yeryüzünü faaliyetleri ile dolduran Hizb-ut Tahrir gibi siyâsi bir Hizb'in meselesidir. el-Ğad yada başka bir gazete tarafından Hilâfet aleyhinde yürütülen karalama, kuşku ve sansür kampanyasının hiç biri işe yaramayacaktır. Çünkü Hilâfet, Allah Subhânehu'nun vaadidir ve Allah, asla vaadinden dönmez.

2.   Medya organları, "tarafsızlık", "dürüstlük" ve "güvenirlik" iddiasında bulunsalar da bazıları, özellikle mesele Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet ile alâkalı olunca, medya organının dayandığı siyâsî veya fikrî eğilime göre sadece görmek istedikleri şeyden başkasını görmez olmaktadırlar. Yine de Hilâfet, artık yerel medyanın ele aldığı özel bir mesele olmaktan çıkmış, artık uydu kanallarının ve küresel medyanın ilgisiz kalamayacağı genel bir mesele haline gelmiştir.

3.   Ümmetimiz içerisindeki medya mensuplarını, dînlerinin gereğini yapmaya, ümmetleri ile dayanışmaya, başta mesleki avantajları, konuşma kürsüleri ve gazete köşeleri olmak üzere ellerindeki tüm imkânları Hilâfet'in geri dönüşüne dâvet araçları olarak değerlendirmeye çağırıyoruz. Zîra Hilâfet, yalnızca bir cemaatin veya hizbin meselesi değildir, bilakis tüm İslâm Ümmeti'nin meselesidir. Onları, Kâfir Batı'nın yanında yer almaktan da sakındırıyoruz. Aksi takdirde bilerek yada bilmeyerek Hilâfet Devleti önünde engel gibi durmuş olurlar.

<!-- /* Font Definitions */ @font-face {font-family:"Book Antiqua"; panose-1:2 4 6 2 5 3 5 3 3 4; mso-font-charset:162; mso-generic-font-family:roman; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:647 0 0 0 159 0;} @font-face {font-family:"Arabic Transparent"; panose-1:2 1 0 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-charset:178; mso-generic-font-family:auto; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:8193 0 0 0 64 0;} @font-face {font-family:00679; mso-font-alt:"Courier New"; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:auto; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:135 0 0 0 27 0;} @font-face {font-family:Verdana; panose-1:2 11 6 4 3 5 4 4 2 4; mso-font-charset:162; mso-generic-font-family:swiss; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:536871559 0 0 0 415 0;} @font-face {font-family:"Traditional Arabic"; panose-1:2 1 0 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-charset:178; mso-generic-font-family:auto; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:24577 0 0 0 64 0;} @font-face {font-family:"MS Sans Serif"; panose-1:0 0 0 0 0 0 0 0 0 0; mso-font-alt:Arial; mso-font-charset:0; mso-generic-font-family:swiss; mso-font-format:other; mso-font-pitch:variable; mso-font-signature:3 0 0 0 1 0;} /* Style Definitions */ p.MsoNormal, li.MsoNormal, div.MsoNormal {mso-style-parent:""; margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; text-align:right; mso-pagination:widow-orphan; direction:rtl; unicode-bidi:embed; font-size:10.0pt; font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-font-family:"Times New Roman"; mso-bidi-font-family:"Traditional Arabic"; mso-ansi-language:EN-US; mso-fareast-language:EN-US;} p.MsoBodyText, li.MsoBodyText, div.MsoBodyText {margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; text-align:right; mso-pagination:widow-orphan; direction:rtl; unicode-bidi:embed; font-size:12.0pt; mso-bidi-font-size:14.0pt; font-family:"MS Sans Serif"; mso-fareast-font-family:"Times New Roman"; mso-bidi-font-family:"Traditional Arabic"; mso-ansi-language:EN-US; mso-fareast-language:EN-US; layout-grid-mode:line; font-weight:bold;} p.MsoBodyText3, li.MsoBodyText3, div.MsoBodyText3 {margin:0cm; margin-bottom:.0001pt; mso-pagination:widow-orphan; font-size:9.0pt; mso-bidi-font-size:9.5pt; font-family:Verdana; mso-fareast-font-family:"Times New Roman"; mso-bidi-font-family:"Times New Roman"; mso-fareast-language:EN-US;} @page Section1 {size:612.0pt 792.0pt; margin:70.85pt 70.85pt 70.85pt 70.85pt; mso-header-margin:35.4pt; mso-footer-margin:35.4pt; mso-paper-source:0;} div.Section1 {page:Section1;} -->

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Ürdün Vilâyeti

Medya Bürosu

 

Sayın el-Ğad Gazetesi Genele Yayın Yönetmeni, Es-Selamu ‘Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Gazetenizin 27.06.2008 günü yayınlanan nüshasının 21. sayfasında, Jean-Pierre Filiu imzalı, "Hizb-ut Tahrir ve Hilâfet Fantezisi" başlıklı makaleye cevap hakkı olarak aşağıdaki reddiyemizi basın meslek ilkeleri gereğince yayınlamanızı temenni ediyoruz.

1.   Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan siyâsî bir partidir. Çalışması siyâset, ideolojisi de İslâm'dır. İslâmî hayatı yeniden başlatmak ve İslâm Dâveti'ni tüm dünyaya taşımak için Ümmet içerisinde ve Ümmet ile birlikte çalışır. Kendisini, İslâm Ümmeti'ni İslâm Akîdesi ve İslâm Nizâmı ile kalkındırmaya adamıştır. Gâyesini, Müslümanların beldelerinde Hilâfet Devleti'ni kurarak İslâmî hayatı yeniden başlatmak olarak sınırlandırmıştır. Ancak bu İslâmî dâveti taşır ve Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için Müslümanların beldelerinde yönetimi üstlenmeyi hedefler. İslâmî beldelerde İslâmî Hilâfet'i kurmak için gecesine gündüzüne katarak çalışır. Yalnızca Hilâfet'e "çağırmaz", bilakis fikrî ve siyâsî olarak bu uğurda çalışır, Allah'ın izniyle en kısa zamanda güçlü bir biçimde kurulması için Ümmet içerisindeki nusret ve nüfuz sahiplerinden ihlaslı güçleri bir araya toplamaya uğraşır. Hizb'in liderliği, aslî teşkilâtının ve cihazlarının tamamı, Müslümanların beldelerinde ve Ümmet'in ortamlarında yer alır ki onunla birlikte İslâm'ın tatbikine ve Müslümanların beldelerinin tevhidine doğru ilerleyebilsin. Hizb, tek bir fikri, tek bir emîri ve tek bir metodu olan siyasî bir kitleleşmedir. Zîra düşünsel ve şuursal bir bütünlüktür. İşte bu sayede Allah'a hamdolsun dünyada kök salmıştır ve kırkın üzerinde beldede ahenkli, koordineli ve tek bir liderlik altında tek bir metot üzerinde çalışmaktadır. Yazarın iddia ettiği gibi şuraya-oraya dağılmış cemaatlerden müteşekkil değildir.

2.   Hilâfet, şer'î hükümleri tatbik etmek ve İslâm'ı, bir dâvet ve risâlet olarak dünyaya taşımak üzere dünyadaki tüm Müslümanların genel başkanlığıdır. Yazarın makalesinin başlığında zikrettiği gibi Hilâfet, ne bir fantezidir, ne de yüzyıllar boyunca İslâmî tarihte örfleşmiş sırf bir biçimdir. Bilakis o, Allah'ın Kitâbı'ndan, Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünneti'nden ve Sahâbesi [Rıdvânullahi Aleyhim]'in icma'ından istinbât edilmiş muayyen şer'î hükümlerin sabitleştirdiği bir yasama nizâmıdır. Allahu Te'alâ, Rasûl [Aleyhi's Salâtu ve's Selâm]'a hitâben şöyle buyurmuştur:  فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve Sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tâbi olma!" [el-Mâide 48] Binaenlayh Hilâfet'in ikâmesi tüm Müslümanlara farzdır ve bunu yerine getirmek, tercihe, serbestliğe, vazgeçebilmeye veya gevşeklik göstermeye asla izin vermeyen kesin bir emirdir.

3.   Bugün Ümmet'i ihyâ edecek faktör; Sömürgeci Kâfirler ve uşaklarına karşı hakîkî bir çarpışmadır. Zîra onlar, Ümmet üzerindeki hegemonyalarının bekâsı için bir sömürgecilik projesi icrâ etmektedirler. Bu projeleri ise, bağımsızlık, demokrasi, Büyük Ortadoğu Projesi ve benzeri müteaddit isimler altında fiilî işgâl, bölgeye yönelik ekonomik öneriler ve politikalar dayatmaları şeklinde muhtelif şekiller almıştır. İslâmî Ümmet, artık ne yegâne asıl görmeye başladığı İslâm'ı bir alternatif olarak kabul etmekte, ne yöneticiler için dalkavukluk modelini kabul etmekte, ne de İslâm için Amerikan yahut Avrupa modelini kabul etmekte, ne de arı-duru İslâm'dan başka herhangi bir şeye alternatif olarak rıza göstermektedir. Zaten Hilâfet daveti, artık ilgi odağı ve kurtuluş ümidi haline gelmiştir. Dahası Ümmet'in dînine ve Hilâfet'e yönelik uyanıklığı günden güne artmaktadır. Bu uyanıklık ise, Hilâfet'in geri dönmesi ve İslâmî Ümmet'in kalkınma projesinin başarıya ulaşması endişesiyle Kâfirler cephesinde bir panik, korku ve dehşet atmosferi oluşturmuştur. Onlar ki bu proje ile Ümmet'in yükselişini engellemek için uzun yıllar çaba harcamışlardır, halen de harcamaktadırlar.

4.   Hilâfet'in geri dönüşü mutlak bir hakîkattir, Allah Subhânehu'nun imân edip sâlih amel işleyenlere vaadidir ve Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesidir:  تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [İmâm Ahmed tahriç etti] O halde Allah'ın vaadi ve Rasûlü'nün müjdesi, hangi Müslüman için yeterli delîl değildir?

5.   Batılı siyâsî uzmanların açıklamaları ve araştırmaları, Hilâfet'in küresel siyâsî arenaya dönüşünün yaklaşması hakikâtine karşı Batının meşguliyetine ve korkusuna açık bir şekilde delalet etmektedir.

-     İşte Bush, sık sık ve defaatle şöyle demiştir: "Bu aşırılar, geniş Ortadoğu'daki Amerikan ve Batılı nüfûzu sona erdirmek istemektedirler." Yine ideolojik korkusunu ve çekincesini dile getirerek şöyle demiştir: "Onlar inanıyorlar ki tek bir ülkeyi kontrol etmek, Müslüman kitleleri bir araya getirecek, bu da onlara bölgedeki tüm ılımlı yönetimleri devirme ve İspanya'dan Endonezya'ya uzanan bir radikal İslâmî imparatorluk kurma imkânı sağlayacaktır."

-     İşte Blair şöyle demiştir: "Tüm Batılıların Müslüman ülkelerden çekilmesi... tüm Müslüman milletler için tek bir Hilâfet'e giden yolda Arap dünyasında Taliban devletlerinin ve Şeriat hukukunun kurulması... Bu devletlerin ne tür bir ülke olacaklarını şaşkınlıkla karşılamak zorunda olmamalıyız."

-     İşte İngiliz İçişleri Bakanı Clarke şöyle demiştir: "...Fakat Hilâfet'in yeniden kurulması tartışılamaz, Şeriat düzeninin dayatılması tartışılamaz."

-     İşte Putin Rusya'yı, Avrupa'nın ön savunma hattı olarak görmektedir; çünkü ona göre; "Orta Asya'da bir İslâmî Devlet kurmak amacıyla laik rejimleri yıkmaya çalışanlar vardır."

-     Sarkozy ise, İspanya'dan Nijerya'ya uzanacak bir İslâmî imparatorluğa karşı uyarmıştır.

-     Amerikan Merkezî Haberalma Teşkilatı [CIA]'ya bağlı Ulusal İstihbârat Konseyi uzmanlarınca, beş kıtada yapılan otuz konferansta binden fazla uzmanın görüşü alınarak hazırlanan raporda, 2020 yılında oluşabilecek küresel sistem için dört muhtemel senaryoyu ele almaktadır ki bunlardan biri de, tek bir devlet potasında eritmek amacıyla İslâmî Âlemi ele geçirecek yeni bir Hilâfet'in kurulmasıdır.

-     Amerikan eski başkanlarından Richard Nixon, Gerald Ford ve Ronald Reagan'ın en üst danışmanı olmasının yanı sıra ünlü bir gazeteci olan Patrick Buchanan, 23.06.2006 günü yazdığı, "Vakti Gelmiş Bir Fikir" [An idea whose time has come] başlıklı makalesinde şöyle demektedir: "Hasımlarımızın çoğunun uğrunda savaştıkları fikir, nüfûzlu bir fikir. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna, İslâm'ın veya Kur'ân'a teslimiyetin Cennet'e giden tek yol olduğuna ve Allah'a bağlı bir toplumun Şeriat'a, İslâm hukukuna göre yönetilmesi gerektiğine inanıyorlar. Onca diğer yolları deneyip başarısız olduktan sonra artık İslâm'a dönüyorlar... Muhakkak ki İslâm inancının dayanıklılığı hayranlık uyandırıcıdır. Nitekim İslâm, Osmanlı imparatorluğunun iki asır boyunca uğradığı yenilgilere, hezîmetlere ve Atatürk'ün Hilâfet'i kaldırmasına rağmen hayatta kalmıştır. Batılı yönetimin nesillerine rağmen ayakta kalmıştır. Mısır, Irak, Libya, Etiyopya ve İran'daki Batı yanlısı monarşilere rağmen daha da ayakta kalmıştır. İslâm, Komünizm'i def etmiş, 1967'de Nâsırcılığın kökünü kazımış, Arafat ve Saddam milliyetçiliğine karşı daha da dayanıklı olduğunu kanıtlamıştır. Şimdi de dünyanın son süper güçlerine direnmektedir." Hristiyanlık Avrupa'da ölüyor gibi görünürken İslâm'ın, geçmiş asırlarda olduğu gibi 21. asrı da sarsmak için yükselişe geçtiğini belirten Buchanan, Victor Hugo'nun şu sözünü hatırlatıyor: "Hiçbir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü olamaz."

Batı'nın Hilâfet'e karşı tüm bu meşguliyetinden ve endişesinden sonra, dünyanın ve medyasının, bir fantezi veya vehim işe meşgul olduğunu söylemek mümkün mü?

6.   Hizb-ut Tahrir, İslâm Âkîdesi ve hükümleri üzerine kurulu ideolojik bir Hizb'tir ve İslâm'ın cüzlerinden herhangi bir cüzden taviz vermeyi veya sapmayı kesinlikle reddeder. Bu da Arap ve İslâmî beldelerdeki siyâsî hayata katılım için ödenmesi gereken bir bedeldir. Bunun içindir ki Hizb, bu katılım için çalışmayıp İslâm'ın hükümlerine ve İslâm'ı insanlara taşımada Kerîm Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna muhalefetinden dolayı bununla mücadele eder ve Müslümanları da bundan sakındırır. Yazarın Hizb'i, siyâsî sürece ve demokratik oyuna entegre etmeye çalışması; Hizb-ut Tahrir'in, yarım asrı aşkındır bir arpa boyu sapmadığı ve de Allah'ın izniyle sapmayacağı İslâmî Devleti kurmaya ulaşma metodu üzerindeki sebatına güven hakkında Müslümanların zihninde beyhude ve bulanık bir kafa karışıklığı oluşturmak içindir.

Artık Hilâfet'e davet, zâlimler için efsaneden korkuya, mü'minler için ümitsizlikten ümide, gören gözler için vehimden hakikate dönüşmüştür ve de çok yakında bir ütopya olmaktan Allah'ın Şeriatı ile hükmeden ve İslâm Risâleti'ni bir hidâyet ve nûr risâleti olarak Allah yolunda Dâvet ve Cihâd ile tüm dünyaya taşıyacak somut bir vakıaya dönüşecektir. İşte o gün mü'minler de Allah'ın nusreti ile ferahlayacaklardır.

يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ وَاللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ "Onlar Allah'ın Nûru'nu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Kâfirler kerih görse de Allah, Nûru'nu mutlaka tamamlayacaktır." [et-Tevbe 32]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Erdoğan'ın Irak Ziyâreti, Amerikan İşgâlini Meşrulaştırmak ve Politikalarına Zemin Hazırlamaktır

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10 Temmuz 2008 Perşembe günü Irak'a günübirlik resmî bir ziyâret düzenledi. 18 yıl aradan sonra bir Türk Başbakanının düzenlediği bu ilk ziyârette Erdoğan, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Başbakan Nuri el-Mâlikî ve diğer yetkililer ile görüştü. Erdoğan, Maliki ile Bağdat'ın tek güvenli alanı olan Yeşil Bölge'de görüşmesinde bir "stratejik işbirliği anlaşması" imzaladı, Maliki ile birlikte düzenlediği ortak basın toplantısında da 25 milyar dolarlık yatırım müjdesi (!) verdi.

Şüphe yok ki Irak, 2003 yılı Mart ayından bu yana Amerikan işgâli altındadır. İşgâl mızrakları altında kurulan sözde Irak Hükümeti de Amerika'nın kurdurduğu kukla bir hükümettir. Sözde demokratik süreç işletildiği iddia edilse de, Irak'ın mevcut Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanları ve diğer yöneticileri, Amerikan işgâlinin emrinde, gözetiminde ve denetiminde bu konumlara gelmişlerdir ve bunun Irak halkı ile bir alakası yoktur. Seçimlerde ve nüfus sayımlarda çevrilen dalavereler, kendilerine ait silahlı grupları bulunan çete, aşiret ve mezhep liderlerinin varlığı, her gün işlenen onlarca fail-i "mâlum" cinayetler, katliamlar ve patlamalar... herkesçe bilinmektedir. Dolayısıyla Irak, âdeta Amerika'nın 51. eyaleti mesâbesindedir. Bunun için sözde Irak Başbakanı ile yapılan "stratejik işbirliği anlaşması", gerçekte Amerika ile yapılmıştır, Başbakan'ın (70 milyar bütçeli Irak'a) 25 milyar dolarlık yatırım vaadi de ülkesiyle ve halkıyla Irak'a değil, orada bataklığa batmış Amerika'ya ve uşaklarına çekilmiş bir peşkeştir. Siyâsî, ekonomik, iktisâdî ve güvenlik yönlerinden sakıt olan böylesi bir varlığa ne kadar devlet denebilirse, yapılan anlaşmaya da o kadar stratejik işbirliği anlaşması denebilir. Yabancı askerlerin fiilî işgâli yetmezmiş gibi, yabancı şirketlerin de istilasına uğrayan bir ülkede nasıl bir yatırım yapılabilirse, Irak'a da o kadar yatırım yapılabilir. Ne kadar hayret uyandırıcıdır ki partisi kapatılma tehlikesi ile karşı karşıya bulunan, aleyhindeki darbe söylentileri ve davaları ile dünya kamuoyunda zelil düşen, halkına güya "mecburiyetten" peş peşe zamlar yapan bir hükümet, kendisi gibi zavallı bir hükümetin güya imdadına koşuyor, bölgesel işbirliği adı altında kukla bir yönetimle yaptığı anlaşmayı stratejik işbirliği anlaşması diye gösteriyor, halkının sırtından topladığı paralarla işgâlci Kâfiri ve uşaklarını finanse edip Irak hükümetine ve halkına yardım diye anlatıyor.  ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ  "İsteyen de, istenen de âciz!" [el-Hacc 73]

Sen önce kendi partini kurtar, gerçekten muktedir ol hele, sen önce aç halkının karnını doyur, kapitalist ekonomik sistemden vazgeç, sen önce bu devleti yık, Hilâfet'i kur da Irak'ı işgâlden kurtar. Biliyoruz ki mevcut küfür sistemi içerisine saplanmış hiçbir hükümet, parti veya yönetici bunların hiçbirini yapamaz, yapmayacaktır, yapamayacaktır. Çünkü bunlar, her şeyden önce sapasağlam bir temele dayanmayı, -ki İslâm Akîdesidir- sapasağlam bir kulpa yapışmayı, -ki İslâm'dır- ve sapasağlam bir devlet kurmayı -ki Râşidî Hilâfet'tir- gerektirir. Halbuki Allah, azîz dînini zelîl insanlar ile muzaffer kılmayacaktır, bilakis İslâm azîzdir, izzetli insanların nusretiyle, izzetli insanların gayretiyle, izzetli insanların azmiyle, izzetli insanların Ümmet'e liderlik etmesiyle muzaffer olacaktır. O halde, أَلَيْسَ مِنكُمْ رَجُلٌ رَّشِيدٌ "İçinizde hiç dosdoğru bir adam yok mu?"[Hûd 78]

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER