Perşembe, 26 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/28
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Kürt Meselesi de Dahil Müslümanların Tüm Sorunları Demokratik Açılımla Değil, Ancak Râşidi Hilafet Devleti ile Çözülür

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Son günlerde Türkiye gündemi, AKP'nin başlattığı "Kürt Açılımı-Demokratik Açılım" söylemleriyle çalkalanmakta. Zira başta Başbakan Recep Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri, bir türlü ağızlarından düşürmedikleri bu iki söylemle yatmaktalar, bu iki söylemle kalmaktalar, konuşmalarına bu iki söylemle başlamaktalar ve bu iki söylemle kapatmaktalar, her iki kelime de bir araya ya demokrasi ya demokratikleşme ya demokratik atılım ifadelerini sokuşturmaktalar. Onların lisan-ı kavilleri söylemese de "Kraldan çok kralcı olmak." deyiminde olduğu gibi lisan-ı halleri "Demokratlardan çok demokrat kesildiklerini" göstermektedir.

Gerek Kürt açılımı gerek Ermeni açılımı gerekse demokratik açılım olsun AKP hükümetinin başlattığı açılımların temelinde Amerikan politikalarının AKP hükümeti yoluyla Türk kamuoyuna kabullendirilmesi yatmaktadır. Bu açılımlar Özal döneminde başlatılmış, Obama'nın  geçen nisan ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretle ivme kazanmıştır. Obama, ziyareti esnasında mecliste yaptığı konuşmasında Amerika ile İslam dünyası arasında bir köprü vazifesi görmesinden dolayı Türkiye'yi önemsediklerini ifade etmiştir. İşte Obama'nın ziyaretinden bu yana AKP hükümeti, dün Ermeni açılımı, bugün Kürt açılımı, ertesi gün demokratik açılım adı altında Amerikan açılımlarını bir bir açmaya başladı. Kürt açılımını hayata geçirmek ve halka pazarlayabilmek için "akan kanlar dursun", "artık analar ağlamasın", "akan gözyaşları dinsin", "silahlar sussun", "terör son bulsun" gibi masumane ve kulağa hoş gelen sözlerle allayıp pulladı.

Oysa Kürt meselesi, Ermeni meselesi ve Kıbrıs meselesi gibi özelde Türkiye'deki genelde dünyadaki Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ve göğüslerine bir hançer gibi saplanan bu tip kronik sorunların ana kaynağı demokrasi ile bu demokrasiyi özgürlükler ve insan hakları gibi küfür sloganları adı altında bize pazarlamaya çalışan başta Amerika olmak üzere sömürgeci kafirlerin ta kendisidir. Dolayısıyla bu demokratik açılımlar sonucunda değil sorunlarının çözülmesi, Müslümanların başına gelmedik felaket kalmamıştır. Nitekim Amerika'nın demokrasi getireceğim vaatleriyle 2003 yılında Irak'ı işgal etmesi sonucunda boşalan gözyaşları sel olmuş, akan masum kanlar derya deniz olup taşmış, bombaların patlamadığı bir gün kalmamıştır. Kısacası Irak, Amerika'nın getirdiği demokrasi sayesinde bir alev topuna dönmüştür. İşte sadece Irak'ta yaşananlar, demokratik açılımın nasıl şerir olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla AKP yetkililerinin, bütün musibetlerin ve felaketlerin anası olan demokrasinin ve demokratik açılımın otuz yıldır akan kanı durduracağını ve bir Amerikan açılımı olmadığını söylemeleri açıkça yalandır. Demokrasi, demokratikleşme, demokratik atılım ve demokratik açılım ismen farklı olsalar da hepsi demokrasi kelimesinden türemiş olup tek bir anlamı ifade eder ki o da Allah'ın şeriatını bir tarafa atıp halkın kendi kendini yönetecek yasalar çıkarmasıdır.

Ey Müslümanlar!

Otuz yıldan beri kaybettiğiniz evlatlarınızın asıl failinin, kafir Batı'nın bu asalak yöneticiler yoluyla bizlere pazarlamaya çalıştığı küfür fikri demokrasi ile ondan türetilen demokratik açılımlar olduğunun artık farkına varıp Kürt meselesi de dahil bütün sorunlarınızı kökünden halledecek, sizleri geçmişteki gibi hayrın ve nurun taşıyıcısı asil bir ümmete dönüştürecek asıl köklü çözüme doğru harekete geçmelisiniz ki o, Hizb-ut Tahrir'in yarım asır önce başlattığı Râşidi Hilafet Devleti'ni Kurma Projesi'dir. Aksi takdirde Amerikan politikalarını hayata geçirmek uğruna gecelerini gündüzlerine katıp diyar diyar dolaşan, köşe bucak gezen, demokrasi havarisi kesilen bu Amerikan uşağı yöneticiler yeri, göğü ve denizi halis muhlis küfür ürünü olan demokratik açılımlarla ifsat edecekler maazallah. O halde ey Müslümanlar, iş işten geçmeden Hilafet Devleti Projesi'nin ana kaynağı olan Rabbinizin dinine icabet ediniz.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey iman edenler! Allah ve resulü, sizi size hayat verene davet ettiği zaman icabet ediniz." [el-Enfal 24]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Meşru Olan Şey Nedir? Ümmetin Akidesi ile Şeriatına Dayanan Şey mi, Yoksa Beşerin Koyduğuna Dayanan Şey Mi?

Kerim Kardeş el-Ahbar Gazetesi Editörü,

es-Selâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh,

Konu: el-Ahbar gazetenizde geçenlere reddiye,

 

H. 04 Şaban 1430 el-muvafık M. 26 Temmuz 2009 tarihli, 283 sayılı gazeteniz el-Ahbar'daki Üstaz Adil Hasun'un kaleme aldığı "Meşru Olmayan Bir Hizb Olan Hizb-ut Tahrir'in, Kararın Batıllığı ve Meşru Olmadığı Gerekçesiyle Lahey Mahkemesi'nin Kararını Reddetmesi, Bir Paradokstur" başlıklı makaleyi mütalaa ettik. Yazar, Hizb'i meşru olmamakla nitelendirmiş ve Nifaşa'nın batıl olduğu, ona dayanan anayasanın yanı sıra Lahey'e muhakeme olmanın da meşru olmadığı şeklindeki sözlerine karşı çıkmıştır.

Kimin meşru olup kimin olmadığını açıklamadan önce Müslüman olmamız vasfıyla meşru ve meşruiyet kelimelerinin üzerinde durmamız kaçınılmazdır. Şimdi sorarız: İstediğimiz meşru ve meşruiyet hangisidir? Beşerin yaratıcısı, kainatın müdebbiri, siyasi, iktisadi, içtimai hayatı ve benzerlerini düzenlemesi için resulleri şeriatla gönderen Allah'ın meşruiyeti mi, yoksa yarın ne olacağını bilmeyen, çevreden etkilenen beşerin çelişkili ve eksik meşruiyeti mi?!

Kesinlikle ve kuşkusuz cevap bizler, iğnesinden ipliğine kadar siyasi hayatımızın her işinde ve diğerlerinde muhayyerliğin olmadığı bir bağlılıkla Allah'ın şeriatına muhakeme olmaya ve hidayetin Nebisi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e tabi olmaya mecburuz. Nitekim Mevla Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhakeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Ve şöyle buyurmaktadır:

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً "Eğer herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, gerçekten Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve resulüne döndürün. Bu, hem daha hayırlı hem de netice bakımından daha güzeldir." [en-Nisâ' 59]

İşte bu iki ayet, hiçbir kimsenin Allah'ın kitabı ve resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnet ile hükmettiğini söyleyemeyeceği Lahey Mahkemesi'ne muhakeme olmanın batıllığına dair delil olarak yeterlidir. Onun öncesinde kafir Batı'nın direktiflerine dayanan Nifaşa; Müslümanlar aleyhine kafire otorite vermiş, Güney Sudan'ı Kuzeyinden ayırmış, Sudan'ın diğer bölgelerinin parçalanması zeminini hazırlamış -ki Darfur bize uzak değildir- ve silah çekerek ekini, nesli, ağcı ve taşı helak eden mücrimlere meşruiyet kazandırmış Nifaşa'dır. Bu, Nifaşa'nın ifraz ettiği vakıa açısından olup gizledikleri ise daha beterdir.

Meşruiyet açısından olana gelince; Nifaşa, Allah'ın kitabına ve resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetine dayanmadığı gibi Nifaşa üzerine bina edilen geçici anayasa da aynıdır ki batıl üzerine bina edilen de batıldır. Dolayısıyla Nifaşa'yı, geçici anayasayı ve Lahey Mahkemesi'ni reddetmemiz hevaya dayalı bir reddiye olmayıp ancak hayatımızı [لا إله إلا الله محمد رسول الله] esası ve ondan kaynaklanan tüm hayat nizamlarının dışında başka bir şeye bina etmemizi kabul etmeyen azim İslam ideolojisi esasına dayanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'in meşruiyetine gelince; beyan ettiğimiz esasın -ki o, Allah'ın kitabı ile resulü  [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetidir- kendisinden alınmıştır. O halde onun, yani Hizb-ut Tahrir'in, kendisini tanısın yada tanımasın meşruiyetini yitirmiş bir kimsenin meşruiyetine ihtiyacı yoktur. Dolayısıyla onların tanıması da tanımaması da bizler nezdinde aynıdır. Zira Hizb-ut Tahrir, şöyle buyuran Allahuteala'nın emrine icabet ederek kurulmuştur:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ "Aranızda hayra [İslam'a] davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet [siyasi hizb] bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!"

O, ideolojisi İslam ve işi siyaset olan siyasi bir Hizb'dir. İslam'da hayat ile din ve din ile devlet arasında bir ayrım yoktur. Dolayısıyla siyaset, İslami akideden kaynaklanan veya onun üzerine bina edilmiş şeri hükümlerdir. Dolayısıyla dini siyasete karıştırmak sözü, İslam'dan ve siyasetten anlamayan bir kimsenin sözüdür.

Hizb-ut Tahrir, çalışmak için hiç kimsenin kendisine izni vermesini beklememektedir. Sudan'daki siyasi saha, Hizb-ut Tahrir'i gayet iyi bilir. Zira Nifaşa'yı meşru gören partiler, Batı'nın ve Doğu'nun otellerinde birbirleriyle mücadele ederlerken Hizb-ut Tahrir'in şebabı, ümmetin ortasında onun derdiyle dertleniyor, İslam esası üzerine onun kalkınması için çalışıyor, tutuklanıyor ve hapsediliyordu. Faaliyeti hiçbir gün durmamış ve inşallah uğrunda kurulduğu gayesini gerçekleştirene kadar da durmayacaktır. O gaye ki, Habib-ul Mustafa [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdelediği inşallah son günlerini yaşadığımız diktatörlük döneminden sonra gelecek olan Nübüvvet Minhacı Üzere İkinci Râşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktır. Aleyhi's Salatu ve's Selam şöyle buyurmuştur:

... ثم تكون خلافة على منهاج النبوة "...Sonra Nübüvvet üzere Hilafet olacaktır."

Ve de inşallah bu gayeyi gerçekleştirmek için İslami ümmetin muhlis evlatlarıyla birlikte çalışmaya devam edecektir. Allah'a hamdolsun ki bugün artık Hizb-ut Tahrir, Doğu'da Cakarta'dan başlayıp Batı'da Tanga'ya kadar ümmetin kalkınmasının ve diğer ümmetlerin başındaki liderlik ve egemenlik mekanına oturmak üzere geçmişte olduğu gibi ümmetlerin lideri olarak dönmesinin ümidi haline geldi.

Son olarak makalenin yazarı saygıdeğer kardeşimize deriz ki: Meşru olan kimdir? İslam akidesi esasına dayanıp bu esas üzere ümmetin kalkınması için çalışan kimse mi, yoksa kafir Batı'ya boyun büken, Allah'tan korkmayıp ondan korkan, anayasasını ve kanunlarını batıl kapitalizm nizamı ideolojisine bina eden kimse mi?!

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ "Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını yıkılacak bir uçurumun kenarına kurup onunla beraber kendisi de çöküp Cehennem ateşine giden kimse mi? Şüphesiz ki Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." [et-Tevbe 109]

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir'in, Londra'da, 26 Temmuz 2009 Pazar Günkü İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet Başlıklı Konferansına Binlerce Kişinin Katılacağı Hatırlatılır

Hizb-ut Tahrir / İngiltere'nin "İslam'a ve Hilafet'in Kurulmasına Davet" başlıklı yerel konferansına binlerce temsilci katılacaktır. Konferans, 26 Temmuz 2009 Pazar günü Londra'da düzenlenecek olup sabah saat 11:45'ten itibaren Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'nda başlayacaktır.

Bu konferans, bu yaz düzenlenecek iki konferansın ilki sayılır. Zira ikinci konferans, Brmingham şehrinde düzenlenecek ve en az 4000 temsilci katılacaktır. Bu iki konferans; Lübnan, Pakistan, Endonezya, Bangladeş, Sudan, Ukrayna ve Tanzanya'nın yanı sıra Amerika, Filistin ve Avustralya gibi Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında düzenlediği konferanslar ve yürüyüşler gibi küresel etkinlikler çerçevesinde düzenlenmektedir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Taci Mustafa şöyle dedi: "Batıdaki Müslümanlar, giderek artan baskılarla karşı karşıya kalmaktalar. Zira hükümetler ve medya organları, laik değerlerle bağdaşması ve Batı İslamının ortaya çıkması amacıyla İslam'ı değiştirmeye yelteniriz beklentisi içerisinde İslam'ın görüntüsünü çarpıtmayı ikiye katlamaktalar."

"Ayrıca başörtüsünün yasaklanması, Sarkozy'nin peçeye saldırması, Resul Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret edilmesi, propagandalar, baskıcı terör kanunları ve Kur'an-il Kerim'in yeniden tefsi edilmesi teşebbüslerinden her biri küresel İslami uyanışı frenleme amacıyla Batı'nın beyhude girişimlerini oluşturmaktadır."

"Allahuteala'nın yardımıyla Hizb-ut Tahrir / İngiltere, bu yaz düzenlenecek olan iki konferansımızda, hak olan İslam risaletine davet edip onun güzelliğini açıklamak yoluyla Batı'da ikamet eden Müslümanlar olarak bu politikalarla mücadele çatışmasında ön saflarda olmamızın nasıl vacip olduğunu ve kurulacak Hilafet Devleti'nin küresel kapitalizm sömürüsüne karşı zayıfları nasıl destekleyeceğini ortaya koyacaktır."

26 Temmuz 2009 Pazar günkü konferansın yapılacağı salonun kapıları sabah saat 11:00'da açılacak, Troxy, 490 Commercial Road E1 0HX Salonu'ndaki etkinlikleri saat 11:45'te başlayacak ve akşam 19:15'e kadar devam edecektir. Editörlere Not:

1. Basın akreditasyonu edinmek zorunlu olup şu e-mail adresi yoluyla akreditasyon başvurusunda bulunulması rica olunur: Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

2. İngilizce, Arapça ve Urduca röportajlar yapılması mümkündür.

3. Konferans programının tamamı sitemizde mevcuttur.

4. Sabah saat 11:45'ten itibaren konferansın şu siteden canlı olarak seyredilmesi mümkündür: www.hizb.org.uk

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilafet Davetini Engellemede Sömürgeci Küfür Güçleri Hüsrana Uğrayıp Başarısız Olduğu Gibi Ajanları da Başarısız Olacaktır

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, Hilafet'in yıkılış yıldönümü münasebetiyle bugün öğleden sonra saat 14:00'da başlaması beklenen Dakka'daki "Bangladeş için Hilafet" başlıklı konferansa davette bulundu. Davete Hizb-ut Tahrir üyeleri ve taraftarları olmak üzere 1000'den fazla kişi icabet etti. Ancak onlardan önce polis, konferans salonunun kapılarını kapattı. Hizb-ut Tahrir Resmî Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ve yardımcısı Mürşid-il Hakk, konferansın düzenlenmesine izin vermesi amacıyla yarım saatten fazla polisle konuşarak ona, Hizb'in yasal şekilde yer ayırttığını ve buna engel olmasının doğru olmayacağını teyit ettiler. Polis, konferansın engellenmesine dair hükümetten emir aldıklarını gerekçe göstererek konferansın düzenlenmesini engelleme gerekçelerini haklı çıkarmada başarısız olunca Resmî Sözcü, "Hilafet davetini engellemede sömürgeci küfür güçlerinin hüsrana uğrayıp başarısız olması gibi ajanlarının da başarısız olacağını" ifade edip katılımcılardan mekanı terk etmelerini talep etti.

İkindi vakti saat 17:00'da 5000'in üzerinde Hizb-ut Tahrir üyesi ile taraftarı, Dakka'daki Mescid-il Kebir'de toplanarak hükümetin kararı aleyhinde gösteri yaptılar. Mescit dışındaki despotik polis birimleri, büyük halk desteği yüzünden gösteriyi durdurmada başarısız oldu. Gösteriden sonra Muhyiddîn Ahmed, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş tarafından yayınlanan "Ey Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir Sizleri, Kafir Kapitalizm Nizamını Reddetmeye ve Hilafet Devleti'ni Kurma Çalışmasını Emreden Şeri Hükme Sarılmaya Davet Ediyor" başlıklı beyanı okudu.

Mezkûr beyanda Müslümanlara, Hilafetlerinin varlığı boyunca Amerika ile Avrupa'nın karşılarında nasıl alçaldığı hatırlatıldı. Bu nedenle ümmetin düşmanlarının, sömürgeci İngiltere ve Allah ona lanet etsin ajanı Mustafa Kemal eliyle yıkmak üzere H. 28 Recep 1342'de Hilafet'e saldırmaları hiç de şaşırtıcı değildir.

Bugün ise Hilafet Devleti'nin yokluğunda Müslümanlar, Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın bu ümmeti "en hayırlı ümmet" olarak vasfetmesine rağmen beceriksiz devletlerin gölgesinde yaşamaktalar. Bugün, hem erkeklerimizin, evlatlarımızın ve kardeşlerimizin nasıl katledildiğine hem mukaddesatlarımızın, analarımızın, bacılarımızın ve kızlarımızın ırzlarının nasıl çiğnendiğine hem de kafirlerin Irak'ı, Afganistan'ı, Filistin'i, Çeçenistan'ı ve Keşmir'i nasıl işgal ettiklerine şahit olmaktayız. Ümmet, 5 milyondan fazla askere sahip olmasına rağmen bu saldırılara karşılık vermeye muktedir değildir.

Ümmete yönelik bu ihlaller ve felaketler, Hilafet'i kaybettiğimiz ve sömürgeci kafirin kendi yerine bizlere hükmetsinler diye başımıza zavallı ajan kralları, başkanları ve başbakanları diktiği daha ilk andan başlamıştır. İşte bu yöneticiler, kafirleri kendilerine dost edindiler ve Müslümanların ordularını onların hizmetlerine amade kıldılar. Dolayısıyla seksen seneden beri ölümünden sonra bile kafirleri korkutan Salahaddin Eyyübi gibi tek bir general yetiştirmeyi dahi beceremediler.

Yine beyanda demokrasinin George Bush'un yaptığı gibi füzelerin ve bombaların sırtına sararak ve şu anda da sinsi Obama'nın İslami âlem ile "ilişkilerin normalleştirilmesi" gibi içi boş sözler kullanarak yaptığı gibi sömürgeci kafirin ümmete ihraç ettiği bir küfür nizamı olduğu ifade edilmiştir. Dolayısıyla o, iktidar Birlik Partisi ile müttefiklerinin onun yoluyla elektriksiz "dijital bir Bangladeş" oluşturmayı amaçladıkları bir nizamdır! Muhalefet iktidardayken demokrasinin sadece kendilerinin, liderlerinin ve maiyetinin hizmetinde olmasına rağmen muhalefet güçlerinin hükümeti demokrasiyi tatbik etmemekle itham ettiği bir nizamdır.

Demokrasi, kendi yerine milletvekilleri seçmesi yoluyla insana yasama hakkı vermiştir. Bu milletvekilleri, haramı helal, helalı haram kılmaktadırlar. Oysa İslam, insana bu salahiyeti vermediği gibi insanların milletvekillerine de vermemiştir. Zira İslam'da egemenlik, insana değil Şeriat'a aittir. Yine İslam, insana kendi arzusuna ve isteğine göre yasama hakkı da vermemiştir. Mesela insanlar, faiz, ihtikâr ve eşcinsellik gibi Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın haram kıldığı şeyleri helalleştirilmesi üzerinde ittifak etmiş olsalar bile bu ittifakın hiçbir değeri yoktur.

Yine beyanda bir kimsenin kat'î İslam hükümlerinden herhangi bir hükmü inkar ederek tek bir hüküm ile dahi olsa Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmederse Kur'an-il Azim'in onu kafir olarak vasfettiği belirtilmiştir. Yine Kur'an, Allah'ın yasama hakkını inkar etmeksizin veya küfür hükümlerine inanmaksızın Allah'ın inzal ettiklerinden başkasıyla hükmeden bir kimseyi de fasık ve zalim olarak vasfetmiştir. Buradan da demokrasi gibi bir nizamı benimsemesi, ona davet etmesi veya onun için çalışması Müslüman'a haram olmaktadır. Bilakis Müslüman'ın onu reddetmesi, bunu Müslümanlara dayatan yöneticilerle çatışması ve onları devirmek için çalışması vaciptir.

Beyan şu ifadelerle son bulmuştur: Küfür nizamlarını korumaktan geri durmaları ve mevcut yöneticilere olan dostluklarından vazgeçmeleri hususunda Bangladeş'teki etkin ve yetkin kişiler ile güç ve kuvvet ehline çağrıda bulunuldu. Keza onlara, bunu yapmadıkları takdirde Allah'ın gazabının dünyada ve ahirette kendilerini kuşatacağı hatırlatıldığı gibi Firavun'un yanında yer almaları ve onu zulmünden engellememelerinden dolayı Allah'ın hep birlikte azap ettiği Firavun ile askerleri hatırlatıldı. Yine onlara, Hilafet'in kurulması için çalışmanın ve boyunlarında bir biatin olmasının farziyeti hatırlatılarak bunun sadece avamdan olan insanlara değil bilakis kendilerine de bir farz olduğu vurgulandı. Zira beyanda şöyle geçmiştir: "İslam, ümmetin ve onun muhlis evlatlarının saffında yer almayı ve Hilafet Devleti'nin ikamesi için onlara güç yetirdiğiniz desteği vermeyi sizlere farz kılmıştır. Şeyh Ata İbn-u Halil Ebû Raşta önderliğindeki Hizb-ut Tahrir liderliği, muhlis bir liderlik olup İslami ümmetin tevhidi yönünde Hilafet Devleti'nin liderliğine muktedir aydın bir akliyete sahiptir. Bu nedenle Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmada ümmetin saflarına katılınız ve ümmeti, onun düşmanları olan tağutlardan, zalimlerden ve dinsizlerden kurtarınız."

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Zerdari Nizamını Hilafet'in Geri Gelmesi Öncesindeki Zalimane Nizamların Sonuncusu Kılalım

  • Kategori Pakistan
  •   |  

Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

لا يَلْبَثُ الْجَوْرُ بَعْدِي إِلا قَلِيلا حَتَّى يَطْلُعَ فَكُلَّمَا طَلَعَ مِنْ الْجَوْرِ شَيْءٌ ذَهَبَ مِنْ الْعَدْلِ مِثْلُهُ حَتَّى يُولَدَ فِي الْجَوْرِ مَنْ لا يَعْرِفُ غَيْرَهُ ثُمَّ يَأْتِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى بِالْعَدْلِ فَكُلَّمَا جَاءَ مِنْ الْعَدْلِ شَيْءٌ ذَهَبَ مِنْ الْجَوْرِ مِثْلُهُ حَتَّى يُولَدَ فِي الْعَدْلِ مَنْ لا يَعْرِفُ غَيْرَهُ "Benden sonra zulüm, doğuncaya kadar çok az kalacaktır. Zulümden bir şey doğduğunda onun misli kadar adaletten gidecektir. Hatta zulümden başkasını bilmeyen birisi doğana kadar. Sonra [Allah Teberake ve Te'alâ], adaleti getirecektir. Adaletten bir şey geldiğinde onun misli kadar zulümden gidecektir. Ta ki adaletten başkasını  bilmeyen kimseler doğana kadar."

Bugün Müslümanlar, zulümden, zorbalıktan, baskıdan ve hakların gasp edilmesinden başka bir şey bilmez oldular. Hiç kuşkusuz onlar, adalete, güvenliğe ve huzura susamışlardır. Ancak heyhat ki heyhat! Zira kendisinden önceki nizam gibi Zerdari nizamı da Pakistan'daki Müslümanları kurtlar sofrasının başında yetimler gibi bırakarak Pakistan'ın hazinelerini saçıp savurmaktadır.

Mesela ülkenin servetleri bağlamında Zerdari hükümeti, Müslümanları aşırı yoksulluk içerisindeki bir yaşama sürükleyen IMF gibi Batılı sömürgeci finans kurumlarının politikasını izlemeyi hala sürdürmektedir. Zira IMF, bir milyar küsur rupi toplanmasına dair Pakistan hükümetine yönelik talimatlarını dayattıktan sonra hükümet, petrole vergi koyma projesini benimsedi ve Yüksek Mahkeme bunu reddedince Zerdari, cumhurbaşkanlığı kararnamesi altında "petrol kalkınma vergisi" adında benzeri başka bir kanunun dayatılmasına başvurdu. Hatta bu kanun, Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilse dahi Zerdari, IMF'yi hoşnut etmek için başka bir kanun teklifinde bulunacaktır.

Elektrik trajedisi bağlamında ise insanlar, gece karanlığında ve kızgın yaz sıcağında yaşmaya terk edilirken fabrikalar kapılarına kilit vurmuş, Su ve Enerji Bakanı "Raja Pervez Eşraf'ın" itiraf ettiği üzere hükümetin, elektrik üreten özel şirketlere ödemesi gereken elektrik faturalarını ödeyememesi yüzünden iflas etmişlerdir. Diğer taraftan hükümet, IMF'nin talimatlarına göre hareket ederek hiçbir değeri kalmayacak derecede yerli paranın değerini düşürmüştür. Bu da tüm dünya, ekonomide bir durgunlukla ve fiyatlarda düşüşle karşı karşıya kalmasına rağmen gıda ve benzeri temel gereksinimlerin fiyatlarında keskin bir yükselişe yol açmıştır.

Zerdari hükümetinin uygulamaları, mücrimce uygulamalardır. Çünkü Pakistan, fakir bir ülke değildir. Bunun aksine Allah [Subhânehu ve Te'alâ], pek çok büyük devletin mahrum olduğu derecede Pakistan'a muazzam nimetler bahşetmiştir. Bu nimetlere örnek olarak Pakistan, dünyanın dördüncü büyük kömür rezervine sahiptir, dünyanın yedinci bakır üreticisidir, Belucistan bölgesindeki şu ana kadar keşfedilmiş altın rezervi 18 milyar doları geçmektedir, Afrika'nın ürettiği buğdaydan daha fazlasını üretmektedir, tarımsal açıdan dünyanın ilk on ülkesi ve hayvancılık sektörü alanında yirmi ülkesi arasında yer almaktadır. Tüm bunlar, hem 29 milyon hektarı bulan tarımsal arazilerinin dörtte üçünden daha azının işletilmesi hem de Zerdari hükümetinin insanlara hiç yardım etmediği bir sırada olmaktadır. Bilakis onları, insanlara yükledikleri ağır vergiler üzerinden eğlence gezileri altında Batı dünyasına seyahat ederlerken, insanları yağmalama ve hortumlama koltuklarında kalabilme adına onlara para toplamak için dilenci şapkası giydiklerini görürsünüz.

Durumlarının değişmesi için Müslümanların ihtiyaç duyduğu şey, kendilerini İslam ile yönetecek muhlis bir liderliktir. Zira İslam ile yönetimin, yani Hilafet Devleti'nin gölgesinde enerji kaynaklarının özel şirketlerin idaresine tabi olması caiz değildir. Bilakis bunlar, insanların kendilerinden karşılıksız veya maliyet fiyatına faydalanmalarının sağlanacağı kamu mülkiyetidir. Bu da ziraat, sanayi ve ulaşım amaçlı elektriğin ucuz fiyatla tedarik edilmesi imkânını sağlayacaktır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

ثلاث لا يمنعن، الماء والكلأ والنار "İnsanlar şu üç şeyden men edilmez: Su, mera ve ateş." [İbn-u Mâce]

Ayrıca toprağını ekmek isteyen kimseler içerisinden ihtiyaç sahiplerine faizsiz kredi verilecektir. Zira Hilafet, o zaman ziraî üretimi ileriye götürecek ve milyonlarca insana iş istihdamı sağlayacaktır.

Bu, Müslümanların servetleri açısındandır. Güvenlik açısına gelince; Pakistan ordusu, dünyanın yedinci ordusu ve altı ay içerisinde 29 milyondan fazla asker toplayabilecek olmasına rağmen Amerika, kuru gürültü dışında bir tepki görmeksizin Pakistan'ın güvenliğini ihlal etmektedir. Zira Amerika, uçaklarıyla Pakistan topraklarını vurmakta ve istihbarat birimleri ülkeyi enine boyuna gezip dolaşarak Orta Amerika ve Irak'ta yaptıkları gibi şehirlerde kaos oluşturmak amacıyla bombalama eylemleri gerçekleştirmekteler. Bunun yanı sıra Amerika, ödlek askerleri aşırı korkudan dolayı saklanırlarken cesur Pakistan askerlerinin kendisinin yerine mücahit Müslüman kardeşleriyle savaşmasında ısrar etmektedir. O kadar ki tüm duygularını unutmak için intihar etmeye, içi içmeye ve uyuşturucu kullanmaya başvurmaktalar!

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Hem Allah'ın sizlere olan onca nimetine, hem de yeterli askerî gücünüze rağmen Zerdari hükümeti, sizleri fakirlik, kaos ve güvensizlik hali içerisine sürükledi. Ve bu hükümet, ikinci kez kalkınmayı başarmadan ümidinizi kesecek derecede sizleri trajedilere maruz bırakmaya devam edecektir. Ancak şunu iyi bilmelisiniz ki batılın ömrü, asla uzun olmayacaktır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurarak bizleri bununla müjdelemiştir:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilafet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra zorba diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilafet olacaktır." Sonra sükut etti..

Bu ümmet, hem Râşidi Halifeler [Radıyallahu Anhumâ]'nın yönetimi boyunca Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet Devleti'ni, hem de Emeviler ve onlardan sonra gelen kimselerin yönetimi boyunca ısırıcı melikler yönetimine şahit oldu. Onlar, Allah'ın kitabı ve nebisinin sünneti ile hükmetmelerine rağmen yönetime sımsıkı sarıldılar dolayısıyla bu yüzden günahkar oldular. Ümmet, H. 28 Recep 1342 yılında Hilafet'in yıkılmasından şu ana kadar zorba diktatörlük yönetimine şahit olmaktadır. Bu dönem, Allah'ın indirdiği hükümlerin dışındaki hükümlerle yöneterek küfrü ve kafirleri ülkemize yerleştiren hainlerin yönetimidir. Ancak Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hadisine ümmeti müjdeleyerek son vermiştir ki o, Allah'ın izniyle yakında kıyamına şahit olacağımız ikinci kez Nübüvvet Minhacı Üzere Hilafet'in geri gelmesidir.

Ey Pakistan'daki Müslümanlar!

Şunu iyi biliniz ki bu Hilafet, sizlerin üzerine gökten melekelerin kanatları üzerinde inmeyecektir. Bilakis aynen rızık Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın elinde olmasına rağmen onu elde etmek için çalıştığımız gibi onu geri getirme uğrunda çalışmak ve mücadele etmek bir vaciptir. Bu nedenle nusretin kesinlikle Allah katından geleceğine güvenerek bu dinin nusreti ve güçlenmesi için çalışmalıyız. Muhakkak ki o, Allah'ın huzuruna selim bir kalple gelen kimse dışında ne malın ne de evlatların bir fayda etmeyeceği o gün Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın kendisinden dolayı hesaba çekeceği bir farzdır. Şüphesiz Allah, hayat işlerinde indirdiği hükümlerle hükmetmeyi Müslümanlara farz kılmış ve bu da ancak Hilafet Devleti'nin ikamesiyle mümkündür. Zira Rabb-il İzze, şöyle buyurmuştur:

فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ "Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve sana gelen haktan (sapıp da) sakın onların hevâlarına tabi olma!" [el-Mâide 48]

Ayrıca Allah, boyunlarında bir Halifeye biatin olmasını Müslümanlara farz kılmıştır. Zira Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

منْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Her kim boynunda bir biat halkası olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur." [Muslim, rivayet etti]

Zalim tağutların sizlere yaptığı cürümler ve musibetler karşısında seyirci kalmanız yaratıcınız nezdinde caiz olmadığı gibi geçici olarak öfkenizi dindirme uğraşı içinde Amerika bir tağutu başka bir tağutla değiştirene kadar ayak ayaküstüne atıp oturmanız da caiz değildir. Şüphesiz değişim sizlerin ellerinde olup onu gerçekleştirmeniz gerekir. Zira güçlü bir ülkeye ve hak bir dine sahipsiniz. Bu nedenle büyük bir devlet, dahası dünyanın birinci devleti olmaya muktedirsiniz. Kaldı ki aranızda İslam'a ve sizlere sadık ve Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın hak yönetimin metodunu gösteren bir Hizb vardır ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli onda tecelli etmiştir:

لاَ تَزَالُ طَائِفَةٌ مِنْ أُمَّتِي ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ حَتَّى يَأْتِي أَمْرُ اللهِ وَهُمْ كَذَلِكَ "Ümmetimden hak üzere zahir olan bir tâife daima var olacaktır. Kendilerini yardımsız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeyecektir. Ta ki onlar bu haldeyken Allah'ın emri gelinceye kadar."

O halde Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışmalı, onun davetine yardım etmeli ve Hilafet Devleti'ni kurmak için güç ve kuvvet ehlinden onun adına nusret talep etmelisiniz.

Ey Güç ve Kuvvet Ehli! Ey Silahlı Kuvvetlerdeki Müslümanlar!

Hilafet Devleti'nin yıkılış yıl dönümü ve ümmetin başına peş peşe gelen zulüm yılları, bir gecede yapmaya muktedir olduğunuz değişim için sizleri değiştirecek bir dürtü ve Zerdari de halkınızın sıkıntısını çektiği tağutların sonuncusu olur da Hilafet Devleti'nin ikamesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret verirsiniz. İyi biliniz ki Allah Subhânehu, kendisine yardım edenin yardımcısıdır.

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, kendisine (dinine) nusret verenlere, nusret verecektir. Şüphesiz Allah, kesinlikle Kaviyy'dir, Aziz'dir." [el-Hacc 40]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'nın, Java'daki Marriott ve Ritz-Carlton Otellerindeki Patlamalar Meselesini Kınaması Hakkında

Medya organlarının büyük bir kısmı, 17.07.2009 Cuma günü sabah 7:00'da, Java'daki Mariiott Oteli ile Cakarta'daki Ritz-Carlton Oteli'nde patlamaların meydana geldiğini, bu korkunç patlamalarda dokuz kişinin öldüğünü ve elliden fazla kişinin de yaralandığını aktardılar. Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Endonezya, aşağıdaki hususları beyan eder:

1. Zalimane eylemler olması itibarıyla patlamaları şiddetle kınar. Zira İslam, her ne kasıtla olursa olsun bir kişinin haksız yere masum insanları öldürmesini ve özellikle eylemler ölüme ve insanların korkmasına yol açması halinde şahsi ve kamu mallarına zarar verilmesini kesin olarak nehyetmiştir.

2. Tüm taraflara, özellikle de polise ve medya organlarına, patlamaları bir cemaatle veya İslami hareketlerle yada örgütlerle ilişkindiren tahminler karşısında temkinli bir tavır sergilemeleri çağrısında bulunur. Zira bu mevcut tahminler arasından biri, siyasi çıkarları uğrunda toplum ve ülke içerisinde güvenlik kargaşası çıkarmak ve Endonezya'nın bir terör merkezi haline geldiğini göstermek için de İslami örgütleri suçlamak amacıyla bir şahsın yada bir gurubun yapmış olabileceğidir.

3. Polis Bürosu'ndan failleri ve amaçlarını ortaya çıkarmasını talep eder ki insanlar arasındaki endişe ve kaygı hali kalksın ve failler hak ettikleri cezayı görsün.


Muhammed İsmâ'îl Yusanto

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Endonezya

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Kadının Mahkemede Başörtüsünün Çıkarılması, Bu Hükümetin İslam'a Düşman Olduğunun Bir Göstergesidir

Kafir demokrasiye inanan bu hükümet, sadece Batı'ya hizmet etmekte ve gerçekte İslam'a karşı açılmış bir haçlı savaşı olan "terörizme" karşı savaş gerekçesi altında İslam'ı ülkeden söküp atmaya yönelik haince bir amel işlemektedir. İşte Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Fehmide Ferhâna Hânım, askerî eylemlerle bağlantıları olduğu gerekçesiyle üç kadının tutuklanması ve 15.07.2009 günü mahkemede bulundukları sırada zorla başörtülerinin çıkarılmasına ilişkin bir değerlendirme olarak yayınladığı bugünkü basın açıklamasında böyle söylemektedir. Ferhâna Hânım şöyle ekledi; bu menfur amel, "Fransa'da peçeye yer yok" diyen Sarkozy'nin sözlerinin bir yansımasıdır. Çünkü hükümet, kokuşmuş Batılı laiklik akidesini tatbik etme hususunda sömürgeci efendilerine itaat eden bir köledir. Zira o, George Bush, Benedict, Gert, Loderz ve Sarkozy'nin adımını takip etmektedir. Nüfusunun %90'ından fazlasının İslam'a inandığı bu ülkede insanlar tutuklanmakta ve Allah'a itaat etmeleri veya başörtüsü takmaları veya sakal bırakmaları "suçlamasıyla" yargılanmaktadırlar!!

Büyük facia şudur ki Şeyha Hasina, otoriteye gelmeden önce insanlara İslam'a dokunmayacağı sözü verdi. Ancak bu olay, apaçık bir şekilde onun yalanını ifşa etmekte ve hainler ile İngiltere'nin 28 Recep 1342'de İslami Hilafet'i eliyle yıktığı, ardından da Müslüman kadının başörtüsünü yasaklayan ve sömürgeci efendilerini hoşnut etmek için laikliği tatbik eden Mustafa Kemal Atatürk gibi kafir Batı'nın ajanlarının çizgisini takip ettiğini ortaya koymaktadır.

Fehmide Hânım şöyle dedi: Demokrasiye çağrıda bulunan Müslümanlar, bundan ibret ve ders almalıdırlar. İşte bu, iğrenç demokrasinin gerçek yüzüdür. Zira demokrasi, İslam'la savaşılmasından başka bir şeye inanmaz. Bu nedenle İslam ile Allah'a itaat eden Müslümanların bu hükümetler tarafından kovuşturulması hiç de garip değildir. Mesela demokratik dünyanın liderleri olan Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ülkeler, başörtüsüne karşı şerir bir savaş açmışlardır. Bunun da ötesinde başörtülü kadınlara saldırılmakta, hatta başörtüsü takmalarından dolayı öldürülmekteler. İşte bu tür olaylar, demokratik ülkelerde İslam'a yer olmadığını göstermektedir.

Son olarak Fehmide Hânım, geçmişte Müslümanların Mutasım Billah gibi bir Halifesi olduğu günlerde tek bir Müslüman kadının ırzını korumak için dahi düşman kafirlere cihat ilan edilirken bugün ise Şeyha Hasina hükümeti gibi Batı'nın ajanlarının yönetimi gölgesinde sabah-akşam Müslüman kadınların ırzlarının tahkir edildiğini ifade ederek ümmeti, demokratik kafir nizama tepki vermeye ve Müslümanların akidesi ile ırzlarını koruyan Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet etti.

Fehmide Ferhâna Hânım

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Hanımlar Resmî Sözcüsü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Müslüman Kadının Başörtüsü, Alman Politikacılarını Teşhir Ediyor

Geçtiğimiz çarşamba günü bir Alman vatandaşı, geçen ağustos ayından bu yana süren anlaşmazlık nedeniyle Mısır kökenli Müslüman bir hanımı öldürdü. Bu kişi, anayolda bu hanıma hakaret edip başörtüsü yüzünden onu terörist olmakla suçlamıştır. Böylece o da hakaret davası açmak zorunda kalmış, mahkeme, son oturumda Alman vatandaşı aleyhinde karar verip onu para cezasına çarptırınca, bıçak saplayarak hayatına son vermişti.

Bu olay, İçişleri Bakanı "Schaeuble"nin İslam Konferansı ve Müslümanların Almanya'daki vakıası hakkındaki açıklamalarından birkaç gün sonra meydana geldi. Zira ona, Almanlar hala İslam'dan korkuyorlar mı denildiğinde şöyle cevap verdi: "Hayır, hayır bunu sanmıyorum." Yine ona, 2006 yılında yayınlanan "Allensbach" Enstitüsünün yaptığı ankete görüş bildirenlerin %80'inin Müslümanların mutaassıp olduğu ve %60'ının da İslam'ın demokrasi ile birlikte yürümeyeceğini ifade ettikleri söylenince şöyle cevap verdi: "Her şeyden önce belirtmeliyim ki anketlere olan güvenim son derece sınırlı olduğu gibi toplumumuzun geçen senelerde pek çok şey öğrendiğini düşünüyorum. Örneğin önyargılı kararlar ve yine mescitlerin inşa edilmesine karşı koyma azalmıştır." Görünen o ki "Schaeuble" kendine olan güveninden daha çok anketlere güvenmelidir. Çünkü yaşanan son olaylar, onu yalanlamakta, hayal dünyasında yaşadığını yada vakıayı görmezlikten geldiğini ortaya koymaktadır ki bu vakıa, mesele öldürme boyutuna dayanacak derecede Alman toplumunda İslam'dan ve Müslümanlardan nefret edildiğinin ifşasını kanıtlamaktadır.

O halde bunun sorumluluğu kime aittir? Bizzat sebep Almanya'nın politikası değil midir? Şansölye Merkel şöyle dememiş midir: "Avrupalılar, radikal İslamcılar ve demokrasi düşmanları karşısında Hıristiyanlık değerlerini savunmalıdırlar." Sanırız bu Alman vatandaşı ona icabet ederek onun çağrısına göre hareket etti ve sonuç başörtüsü takmasından dolayı Müslüman bir hanımın öldürülmesi oldu.

Bu Müslüman kadının başörtüsü yüzünden öldürülmesi, Almanya'daki politikacıların gizlediği hakikati ifşa etmiştir ki o şudur: Sorun, Müslümanlarda değildir. Bilakis başkalarındadır. Evet, sorun, Müslümanları diyaloğa, hoşgörüye, entegrasyona davet eden ve aynı zamanda Müslüman erkekleri ve kadınları kendi halklarına terörist gibi tasvir eden politikacılardadır. Sorun, başörtülü Müslüman bir kadını görmeye gerçekte tahammül edemedikleri halde özgürlük, hoşgörü ve ötekine saygılı olmak gibi aydınlanma değerlerine inandıklarını iddia eden kimselerdedir.

Evet, görmek isteyen kimse için hakikat işte budur. Ancak insan gerçekleri neden görmez? Çünkü o, -Nietzsche'in dediği gibi- onun karşısında duran, yani onu bizzat kapatandır. Tabii ki Alman politikacıları, filozoflarının ne demek istediğini bizden daha iyi bilirler.


حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir
Medya Temsilcisi
Almanya ve Alman Bölgeleri

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER