Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Bir Sorunun Cevabı: Livâ’lar (sancaklar) ve râyeler (bayraklar) mevzusu

Soru: Livâ'lar (sancaklar) ve râyeler (bayraklar) mevzusu, en-Nizam-ul Hukm (Yönetim Nizamı) kitabının (Arapça Mutemed baskısının) 158. sayfasında (Türkçe baskının 249. sayfasında) ve el-Şahsiyyet-ul İslamiyye (İslamî Şahsiyet) kitabının ikinci cildinin (Arapça Mutemed baskısının) 183. sayfasında (Türkçe baskının 193. sayfasında) geçmektedir. Aşağıda beyan edilen yerlerde küçük bir karışıklık görülmüştür:

1. "Livâ' [اللواء] -‘Âlem [العلم] de denilir- ordu komutanının bulunduğu yer için bir âlamettir... Râye [الراية] ise orduya verilen bir âlemdir... Ordunun birçok râyeleri vardır ama sadece bir livâ'sı bulunur." Bu nasıl olur?

2. "Livâ' ordunun emîrine (bir başka yerde vârid olduğu gibi ordunun komutanına) bağlanır. Râye ise harb esnasında muârakenin (çarpışmanın) komutanı tarafından kullanılır." Öyleyse ordu komutanına bağlanan şey ile muârakenin komutanına verilen şey arasında ne fark vardır?

3. "Livâ' Dar-ul Hilâfe'de (Hilâfetin merkezinde) Halîfe'nin kasrı (konutu) üzerine çekilir. Râyeler ise devletin tüm müdürlükleri, dâireleri, idâreleri ve müesseseleri üzerine çekilir." Halîfe'nin kasrı devletin müesseselerinden değil midir?

4. "Livâ' mızrağın ucuna bağlanan ve ona sarılan şeydir. O livâ' olarak isimlendirildi. Çünkü büyüklüğünden dolayı sarılı durur ve gerekmedikçe açılmaz. Râye ise göndere çekilir ve rüzgarın dalgalandırmasına bırakılır." Öyleyse rüzgârın dalgalandırmaması** halinde ve rüzgârın dalgalandırdığı şey ancak râye iken, bu livâ' Dar-ul Hilâfet üzerinde ve Ordu komutanının karargâhı üzerinde nasıl asılacaktır?

Lütfen bu konuları, bilhassa devletin mumeyyize (ayırtedici) âlametleri olan bu livâ' ve râyeyi bize açıklayınız. Nitekim bunun karışıklık olmaksızın vazıh olması oldukça ehemmiyetlidir. BerâkAllahu Fîkum [Allah sizleri mübarek kılsın]

 

Cevap:

Bu iki kitaba dikkatlice bakılırsa ve belirtilenlerin hepsi birlikte değerlendirilse hiçbir karışıklık bulunmaz:

1.    Livâ' ve Râye lüğatte âlem [العلم] olarak geçer. Kamus-ul Muhît'in [رَوِيَ] maddesinde şöyle geçti: "...Râye âlemdir ve çoğulu Râyâttır. [رايات]" [لَوِيَ] maddesinde ise şöyle geçti: "...Livâ' âlemdir, çoğulu Vuyâ'dır. [ألوية] "

Sonra şüphesiz Şâri' [Şeriat koyucu] bunların her birine kullanıldığı yere göre şer'î bir mânâ verdi. Şöyle ki;

-          Livâ' ordunun emîrine veya ordunun komutanına bağlanır. Bu onun yeri için bir âlamettir. Her nereye yerleşirse yerleşsin, bu (livâ') o yere eşlik eder. Livâ'ın ordunun emîrine bağlanmasının delîli şudur:

دخل مكة يوم الفتح ولواؤه أبيض) r أن النبي ( Nebî [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] fetih günü Mekke'ye beyaz bir livâ ile girdi. [İbn-i Mâce Câbir'den rivayet etti.] En-Nesâi Enes'ten şöyle rivayet etti:

بيده) بن زيد على الجيش ليغزو الروم عقد لواءه حين أمَّر أسامة r( أنه Nebî [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] Usâme İbn Zeyd'i Rumlarla savaşacak olan orduya komuta etmesi için tayin ettiğinde, onun livâ'ını kendi eliyle bağladı.

-          Râye, (tabur, tümen ve ordunun diğer birimleri gibi) ordu birliklerinin komutanları ile beraber bulunur. Bunun delîli, Nebî [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in Hayber'de ordunun komutanı iken söylediği şu kavlidir:

لأعطين الراية غداً رجلاً يحب الله ورسوله، ويحبه الله ورسوله، فأعطاها علياً» « Yarın râyeyi Allah ve Rasulü'nü seven ve Allah ve Rasulü'nün de kendisini sevdiği bir adama vereceğim. Böylece ‘Alî'ye verdi. [Muttefekun aleyh]

O zaman ‘Alî'ye [KerramAllahu Vechehu, Allah yüzünü kerim kılsın] orduda bir taburun veya birliğin komutanı olarak îtibar ediliyordu. Kezâ el-Harîs İbn Hassan el-Bekrî'nin hadisinde şöyle geçti:

، وإذا رايات سود فسألتُ ما هذه r على المنبر وبلال قائم بين يديه متقلد السيف بين يدي الرسول r (قدمنا المدينة فإذا رسول الله الرايات فقالوا عمرو بن العاص قدم من غزاةMedine'ye geldiğimizde Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'i minber üzerinde ve Bilâl'i de Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in elleri arasında kılıcı kendi elleri arasında tuttuğunu ve siyah râyelerin dalgalandığını gördük. Böylece bu râyelerin ne olduğunu sordum. Dediler ki, Amr-u İbn-ul Ass ğazveden döndü.

Dolayısıyla [وإذا رايات سود] "siyah râyeler gördük" demek, orduda birçok râyeler bulunuyordu demektir. O zaman ordunun komutanı tek kişiydi ve o ‘Amr-u İbn-ul Ass idi. Bu demektir ki tugayların ve birliklerin komutanlarının yanında râyeler vardı.

Bu nedenle livâ' ordunun emîrine bağlıdır ve râyeler de ordunun kalanı, tümenleri, tugayları ve birimleri ile birliktedir. Böylece orduda tek bir livâ' bulunur, ama ordunun tamamında birçok râyeler bulunur.

Öyleyse livâ' başkası değil ancak ordunun emîrinin âlemidir (sancağıdır) ve râyeler de askerlerle birliktedir.

2.    Livâ' ordunun emîrine bağlanır ve onun karargâhının üzerindeki bir âlemdir. Yâni o ordunun emîrinin karargâhına aittir. Fakat muârakede; muârakenin emîri -o ister bizzat ordunun emîri olsun isterse ordu emîrinin tayin ettiği bir başkası olsun- kendisine savaş esnasında meydanda taşıması için râye verilir. Bunun içindir ki râye, Umm-ul Harb (savaşın anası) olarak isimlendirildi. Zîra o meydanda muârakenin komutanı tarafından taşınır.

Bu nedenle gerçekleşecek bir savaş halinde, muârakenin komutanında tek bir râye olacaktır. Bu, o zamanlar herkes tarafından bilinen bir meseleydi ve yükseltilmiş duran râye muârake komutanının kuvvetliliğinin bir delîli idi. Bu da orduların savaşlarının örflerine göre idârî bir düzenlemedir.

Daha haberi askerlere ulaşmadan Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] insanlara Zeyd'in, Câ'fer'in ve İbn Ravâha'nın şehâdetini îlan ediyordu:

أخذ الراية زيد فأصيب ثم أخذ جعفر فأصيب ثم أخذ ابن رواحة فأصيب» « Zeyd râyeyi aldı ve vuruldu, sonra Ca'fer onu aldı ve o da vuruldu, sonra İbn Ravâha onu aldı ve o da vuruldu.

Fakat barış halinde veya muârake sona erdiğinde, -Amr-u İbn-ul Ass ordusu hakkındaki el-Harîs İbn Hassan el-Bekrî hadisinde geçtiği gibi- ordunun birlikleri, tümenleri, tugayları ve diğer birimleri tarafından yükseltilmek üzere râyeler orduda dağıtılır.

3.    İslam'da ordunun komutanı Halîfe'dir. Bunun içindir ki şer'an onun karargâhı üzerine livâ' çekilir. Çünkü livâ' ordunun emîrine bağlıdır. Yine Halîfe'ye devletin müesseselerin reisi olarak itibar edilerek Dar-ul Hilâfet üzerine (idârî olarak) râyenin çekilmesi de câizdir.

Devletin cihazlarına, müesseselerine ve idârelerine gelince; bunlar üzerine -livâ olmaksızın- yalnızca râyeler çekilir. Zîra livâ' yerinin bir âlameti olarak sadece ordunun komutanına hastır.

4.    Evet, Livâ' mızrağın ucuna bağlıdır, onun üzerine sarılıdır ve orduların sayısınca ordu komutanlarına verilir. Dolayısıyla birinci, ikinci ve üçüncü ordunun komutanlarına aittir... Yada eş-Şâm, Irak ve Filistin ordusunun komutanına aittir... Yada Haleb veya Hums veya Beyrut ordusunun komutanına aittir... Ordulara verilen isimlere göre böylece devam eder.

Livâ' esasen mızrağın ucuna sarılmalı ve gerekmedikçe açılmamalıdır. Mesela Dar-ul Hilâfet üzerinde... Zîra o önemli bir yerdir. Yine barış zamanında orduların komutanlarının** üzerinde... Fakat askerlerin komutanlarının karargâhlarının bilinmemesi gereği gibi güvenlik şartları onun açılmamasını gerektirirse, açılmaz ve sarılı kalır.

Râye'ye gelince, o bugünkü bayraklar gibi rüzgârın dalgalandırmasına bırakılır. Bunun için devletin dâirelerine tevdî edilir.

 

Hülasa;

Birincisi: orduya ilişkin olarak;

1.     Gerçekleşecek savaş halinde livâ'ın ordunun emîrinin karargâhına ait olması lâzımdır. Esasen açılmaz bilakis mızrak üzerinde sarılı kalır. Sadece güvenlik durumunun sağlanmasından sonra açılması mümkündür.

Meydanda ise muârake komutanı tarafından taşınan tek bir râye bulunur.

2.     Barış halinde ise livâ' orduların komutanlarına bağlıdır. Mızrağa sarılıdır ve ordu komutanlarının karargâhları üzerinde açılması mümkündür.

Râyeler de ordudaki birliklere, tugaylara, tümenlere, birimlere ve diğer gruplara dağıtılır. Her bir birlik veya tümen için (idârî olarak) özel bir mumeyyize râyenin olması mümkündür ve bunlar (asıl) râye ile birlikte çekilir.

İkincisi: Devletin dâirelerine, müesseselerine ve güvenlik teşkilâtlarına ilişkin olarak;

Dar-ul Hilâfet hariç olmak üzere bunlar üzerine yalnızca râye çekilir. Dar-ul Hilâfet üzerine ise, Halîfe'nin ordunun komutanı olması itibariyle livâ' da çekilir. Orada livâ' ile râyenin (idârî olarak) birlikte çekilmesi câizdir. Zîra Dar-ul Hilâfet, devletin müesseselerinin başıdır. Benzer şekilde özel müesseselerin ve sıradan insanların da râye taşımaları ve bilhassa bayramlar, zaferler ve diğer kutlamalar münasebetiyle müesseselerine ve evlerine asmaları mümkündür.

Bu açıklamanın, mevzu hakkında herhangi bir karışıklığı izale etmek için yeterli olmasını umarım.

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir’den Fransa Cumhurbaşkanı Başkan Chirac’a Açık Bir Mektup

  • Kategori Hizb
  •   |  

Sayın Başkan,

Bu mektubu yazmakta tereddütlüydük ve bu tereddüdün iki sebebi vardı:

Birincisi; biz bir Devleti temsil etmiyoruz. Bizler, Müslüman toprakları üzerinde Raşidi Hilafet Devleti’ni, İslam Devleti’ni kurarak İslamî hayat yolunu yeniden başlatmak için çalışan ve ideolojisi İslam olan siyasî bir partiyiz. Bir Devleti temsil etmediğimiz sürece, bunu uygunsuz bulabileceğinizi hissettik ki, Fransa gibi büyük bir devlete bir Devletin yazmasından ziyade şahsınıza bir parti tarafından yazılmaktadır.

İkincisi; mektubumuzdaki talepleri kabul etmeyeceğine inandığımız herhangi bir yöneticiye yazmıyoruz. Sizin, 17 Aralık 2003’te Fransa’da Müslüman hanımlar tarafından giyilen Hicaba ilişkin konuşmanızı duyduk. Fransa’nın bir sistem ve ideoloji olarak laikliği benimsediğini ve kurumlarınızda herhangi bir dinî sembole izin vermeyeceğinizi açıkça söylediğinizi duyduk. Yine, Hicabın yani Müslüman hanımlar tarafından giyilen başörtüsünün, haç takmak ve diğer benzer semboller gibi dinî bir sembol olduğunu açıkça söylediğinizi duyduk. Oysa İslam’da bir hanım için başörtüsü, salah (namaz) ve siyam (oruç) gibi kesin bir farziyet olarak değerlendirilir. Böylece sizin konuşmanızdan anladık ki, bu konu sizin tarafınızdan kararlaştırılmış ve Hicabın yasaklanmasına dair yasanın geçirilmesine yönelik tavsiyenizi yeniden incelemeyeceksiniz. Binaenaleyh talebimizi kabul etmenizin az bir ihtimâli bulunduğu halde size yazmalı mıydık?

İki noktayı dikkate alarak size yazmaya karar verdik:

Birincisi; 480 yıl önce, 16. yüzyılda, biz Müslümanlar Fransa’ya karşı bir iyi niyet hareketi gösterdik.

İkincisi; Tarihsel olarak Fransa, bir iyi niyet hareketlerine iltifat ve centilmenlik geleneğine sahiptir.

Bu mektubu yazmaktaki umudumuz, bugünün Fransa’sının dünün Fransa’sına karşı gösterilmiş bir iyi niyet hareketine karşılıkta bulunmasıdır. Fransız Kralı I. Francis, 1525 Pavya Savaşı’nda esir alınmıştı. Fransa, kralının esir alınmasıyla utanç hissetmişti. Fakat ordusu onu esaretten kurtaramıyordu. İşte o zaman, Osmanlılar elindeki İslamî Hilafet Devleti’ne başvurdu. 6 Aralık 1525’te Fransa kralı namına, İslamî Devlet’ten yardım isteyen bir elçi gönderdi. Elçi, Osmanlı Halifesi Suleymân el-Kanunî’ye ulaştığında, hemen bu çağrıya icabet etti. Suleymân elçiye şöyle yazan bir mektup verdi: “...Elçiniz tarafından teslim edilen mektubu aldık. İçinde düşmanınızın ülkenize saldırdığı ve serbest bırakılmanızı sağlamaya muteallik olarak yardımımızı talep ettiğiniz beyan ediliyordu. Talebinize icabet ettik. Öyleyse rahatlayın ve endişelenmeyin...” İşte Suleymân’ın icabet etmesi böyleydi. Hilafet Devleti, Fransa kralını kurtarmak için devletlerarası ağırlığını ve askerî kuvvetini kullandı ve onun serbest bırakılması için tesirli bir katkıda bulundu.

Müslümanların Halifesi Fransa’ya, hiç karşılıksız, Fransa’nın herhangi bir parçasını işgâl etmesizin veya Fransa’nın herhangi bir bölgesini sömürgeleştirmeksizin yardım etti. Üstelik hareketini bir iyi niyet hareketi olarak yaptı. Bundan da öte, 1536’da Müslümanların Halifesi Sultan Suleymân el-Kanunî ile Fransa kralı I. Francis arasında akdedilen Konstantinapol Anlaşması, hiçbir devlete verilmemiş imtiyazları İslamî Devlet’te Fransa’ya vermişti.

Sayın Başkan,

İşte bu; Devletimizin, İslamî Devlet’in, Osmanlı Hilafet Devleti’nin dünün Fransa’sı için gösterdiği iyi niyet hareketidir. Bugünün Fransa’sı, Fransa’da Müslüman hanımlar tarafından giyilen Hicabın yasaklanmasını iptal edecek ve Müslümanlara bu iyi niyet hareketiyle karşılıkta bulunacak mıdır?

Bekleyeceğiz ve göreceğiz. Eğer bugünün Fransa’sı bu iyi niyet hareketine karşılıkta bulunursa, Allah’ın izniyle yeniden kurduğumuz zaman İslamî Hilafet Devleti’ne karşı iyi bir jest olacaktır.

Lütfen selamlarımızı kabul ediniz.

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER