- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Feminizm Fikri Aileyi Nasıl Parçaladı
Birinci Bölüm
Feminizm: Kuzu Postuna Bürünmüş Kurt
Bundan yaklaşık olarak elli yıl önce ‘Modern Feminizm’ fikrinin kurucusu olarak bilinen Amerikalı feminist Betty Friedan, yoğun talep gören ‘Kadınlığın Gizemi’ isimli ünlü kitabında, ev hanımlarının kariyer yapma girişiminde bulunmaları halinde daha mutlu ve sağlıklı olabilecekleri, iyi bir evlilik hayatı yaşayacakları ve çocuklarının da iyi yetişeceği fikrini ileri sürdü. Yıllar içinde birçok feministin de seslerini duyurmaya başlamaları ile ev hanımlarının iş girişimine teşvik edilmeleri sağlandı. Gerçekte kadının iş hayatına atılmasının altındaki temel fikir ise, annelik görevinin karşısında kendisine alternatif olarak sunulan ‘kendini gerçekleştirme’, ‘değer’ ve ‘hayatta başarılı olma’ fikri idi. Ancak buna benzer icraatlar kadının vakıası ile bağdaştırılamazdı..
Geçen onlarca yıl içerisinde de ‘feminizm’ mefhumu, aile hayatında ve sosyal hayatta, özellikle de ‘annelik’ ve ‘aile’ kavramı konusunda, kadın ve erkeğin, ‘cinsiyet eşitliği’ adı altında, belirli hakların, rollerin ve sorumlulukların eşitlenmesinde etkili ve de yıkıcı bir hal almasına neden oldu. Bu fikrin yayılmasının insanı yanıltan tarafı da kadınların devlet içinde yanlış olmakla birlikte, siyasi ekonomik eğitim ve tüzel hakları açısından yoksun olmaları idi. Sonuçta bu yeni tanımlanmaya karşı çıkan herkes gerici, çağdışı, kadınların haksızlığa uğratılması ve baskı altında tutulması çağrısında bulunan tipler olarak lanse edildi. Cinsiyet eşitliği ve diğer feminist fikirler ‘kadının güçlenmesi (kendi ayakları üzerinde durması)’ ‘kadın hakları’ ‘kadın erkek eşitliği’ gibi terimler şeker tabağında sunularak cazip gösterildi ve yayıldı. Böylelikle genel kamuoyu ve özellikle de kadın ikna edildi ve bu batıl fikirleri desteklemesi sağlandı. Ancak, bu tamamıyla bir aldatmacaydı, çünkü feminizm adına yapılan tüm icraatlar toplumdaki kadınlar, çocuklar ve genel olarak aile yapısı açısından felakete yol açan sonuçlar doğurdu. Çünkü sosyal korozif feminizm felsefesi burada kadının kendi kişisel arzularına göre yetki ve görevlerini bencilce tanımlamaya sevk ederek toplum adına kadın, erkek, çocuk açısından doğru bir çözüm getiremedi. Dar bir bakış açısına sahip olan Kadın merkezli yaklaşım ister evlilik hayatının düzenlenmesinde olsun isterse sosyal hayattaki sorunların çözümünde olsun, isterse de ebeveynlik sorumluluklarında olsun pek çok konuda kafa karışıklığına sebep olmuştur. Asli görevi olan ev hanımı ve annelik rolüne bürünen kadını böylelikle güçsüz bir kadın haline getirir olmuştur. Aynı zamanda erkeğin de ailesi üzerindeki sorumluluklarını yıprattı. Tabi bu sorumlulukları kadına yıkıp ona aşırı derecede stres yükledi. Kadına yıkılan sorumluluklardan bir tanesi maddi kazanç konusudur.
Betty Friedan gibi birçok feministin altın tepside sunduğu eşitlik vaatleri, kadını mutlu bir yaşamdan, iyi bir evlilikten ve kalkınmadan uzak baskı altında hisseden biri haline getirdi. ABD'li bir gazeteci ve öğretim görevlisi olan Dale O’Leary aynı zamanda da bir Feminizm muhalifi olarak 'Toplumsal Cinsiyet Gündemi: Eşitliği Yeniden Tanımlama' adlı kitabında şöyle yazdı, “Feministler kadınların ilerlemesini teşvik ettiklerini iddia ettiler, fakat feministler bana kadın olmanın ve ilerlemenin ne anlama geldiğine dair çok çarpık bir fikre sahip olduklarını söylediler.
Feministlerden birçoğu anneyi ve geleneksel aile yapısını incelerken erkeği evin ekmeğini kazanan, kadını da ev işleri ve çocukların bakımın görevini üstlenmiş biri olarak buldu ve görevler noktasında cinsiyet eşitliğini gerekli gördü. Bu geleneksel aile yapısını, çocuk bakımıyla, ev işleri ile ve para kazanmasıyla eşler arasında eşit olarak paylaşılması şeklinde değiştirmeye çalışmışlardır. Hatta bu durum bazı feministlerin tamamen cinsiyetsiz bir aileyi savunacak ölçüye kadar ulaşmasını sağladı. Örneğin 20. yüzyılın liberal feminist yazarı Susan Moller Okin, “Gelecekte cinsiyetsizlik olabilir” dedi. Gerçekten de bugün bazı Batılı devletlerde, aile hayatında erkeklerin ve kadınların geleneksel rollerini sunan fikirler veya imgeler reklamlarda veya eğitim materyallerinde yasaklanmıştır.
Aile hayatına ve toplumun sosyal yapısına zarar veren, hatalarla dolu feminist düşüncelerin zararı yalnızca Batı ülkelerinde yayılmamış, sömürgecilik siyaseti sonucunda İslam toprakları da dahil olmak üzere bütün dünyayı etkilemiştir. Yine 1924'te Hilafet ‘in yıkılmasından sonra İslam beldelerini yöneten laik sistemler ve hükümetler tarafından yönetilen projelerden biri olmuştur. Laik sistem ve liderlikler, feminizm de dahil olmak üzere, Batılı bakış açısını ve ideallerini, yasalar, medya, eğitim sistemi aracılığıyla halkına uygulayıp teşvik ettiler. Örneğin Tunus'un Kişisel Durum Yasası ve yeni anayasada görüldüğü gibi, toplumdaki erkekler ve kadınlar arasında tam cinsiyet eşitliği kurmaya çalıştılar. Ayrıca feminizm temelli kadın hareketlerinin toplumda özgürce faaliyet göstermelerine ve gelişmesine izin vererek, Müslüman Aile yapısını bozmaya varıncaya dek, yozlaşmış fikirlerini Müslüman ümmete yaydılar.
Bununla birlikte, bu seküler rejimler, toplumsal cinsiyet eşitliğini kuvvetli bir şekilde ulusların yasalarına ve politikalarına uygulayan uluslararası anlaşmaları ve konvansiyonları benimsedi. Örneğin, cinsiyet eşitliği konusunda küresel bir taahhüdün etkili bir bildirgesinin parçası olan Pekin Eylem Platformu, birçok Müslüman dünyası hükümeti tarafından kabul edilen, 1995’teki BM’nin Kadınlarla İlgili Dünya Konferansı’nda kabul edildi. Kadın hakları ile ilgili birçok uluslararası sözleşmenin ve birçok ulusal eylemin temelini oluşturan bu Platform, aile birliğinin yapısını cinsiyet eşitliği çizgileri boyunca yeniden biçimlendirmenin açık bir hedefine sahipti. Örneğin, Pekin Platformu 245 (a), “Aile sorumluluklarının eşitliği ve toplumsal cinsiyet eşitliğini vurgulayan medya kampanyaları aracılığıyla aile ve aile içindeki kadın ve erkeğin cinsiyet rollerini vurgulama” ifadesini kullandı. Paragraf 181 (d) özellikle hükümetlere çağrıldı “özellikle çocuk ve yaşlı bakımı ile ilgili olarak evdeki ortak aile sorumluluğu kavramını geliştirmek için, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü güçlendiren tutumları değiştirmek” ve Pekin Platformu 276 (d), “Gelenek ve din ile ifadelerinin kızlara karşı ayrımcılığa temel teşkil etmemesi için gereken adımları atınız”- cinsiyete göre aklınızda bulundurun. Eşitlik, “ayrımcılık”, aile hayatı da dahil olmak üzere, kadın ve erkeklerin rol ve eşitliklerini dengeleme ihtimali olan herhangi bir inanç ya da uygulamadır.
Bütün bunların bir sonucu olarak, Müslüman Ümmet içindeki birçok kişi toplumsal cinsiyet eşitliğini ve diğer feminizm fikirlerini benimsemiş, Müslüman toprakların yükselişinin yanı sıra siyasi, ekonomik ve sosyal açıdan da kadınlara saygı ve ilerleme sağlayacağını düşünmüştür. Bununla birlikte, kadınların toplumsal cinsiyet eşitliği de dahil olmak üzere, kadınların kendi haklarını ve hayattaki rollerini tanımlamaları gerektiği fikrini savunan feminizm kavramlarının temelde İslami inançla çeliştiğini anlamadılar. Bunun nedeni, İslam'da erkeklerin ve kadınların, haklarına, rollerine ve görevlerine eşitlik veya kendi arzularına dayalı olarak değil, yalnızca Allah'ın kanunları (Sübhanehu ve Teala) üzerine dayandırıyor olmalarıdır. Dahası, Müslüman kadının başarısını hak ve sorumluluklarını eşitleyerek değil, Yaradan'ın (Swt) görevlerini yerine getirmesiyle kendisini nasıl değerlendireceği inancına dayandırır. Allah Sübhanehu ve Teala bu gerçeği şöyle açıklamıştır,
﴿وَمَا كَانَ لِمُؤۡمِنٍ۬ وَلَا مُؤۡمِنَةٍ إِذَا قَضَى ٱللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمۡرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ ٱلۡخِيَرَةُ مِنۡ أَمۡرِهِمۡ وَمَن يَعۡصِ ٱللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلَـٰلاً۬ مُّبِينً۬ا﴾‘’Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdiği zaman, inanmış erkek ve inanmış kadına o iş konusunda seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.’’ [Al-Ahzab: 36]
Feminizm fikirlerini benimsemiş olan Müslümanlar fark etmemişlerdir ki, bu kavramların tümü, batılı devletlerin batıl yaşantılarından dolayı ortaya çıkmıştır. İnsan ürünü olan laik sistemden kaynaklanan siyasi, ekonomik, eğitimsel haklar konusundaki haksızlıklar, baskılar tarihsel deneyimlerden doğmadır. İslam'ın reddettiği bir tarih ve deneyim. Aynı zamanda feminizmin toplumda evlenmeyi, annelik ve aile hayatındaki erkek ve kadınların geleneksel rollerini küçümsediğini, bunun kadın için baskıyı temsil ettiğini ve kadının bu baskıdan nasıl kurtarılması ve statüsünün yükselmesi gerektiğini belirtirken yanlış bir fikir olduğunu da fark edemediler. Son olarak cinsiyet eşitliği ve diğer feminist ideallerin toplumun aile yapısında, kadınlarda, çocuklarda ve genel olarak toplumda meydana getirdiği tahribatın boyutunu gerçekten anlamadılar.
Bu makalenin 2. ve 3. bölümleri, feminizmin evliliğe, annelik ve geleneksel aile birimine nasıl saldırdığını açıklayacaktır
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi adına
Dr. Nazreen Nawaz
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Kadın Kolları Direktörü