- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Demokrasi ve Laiklik Birbirinden Ayrılmazlar
Kafir Batı Hilafet Devleti’ni yıkmayı başardığında, birçokları mevcut rejimlere girip bunlara dahil olarak vakıayı değiştirebileceklerini ve bu süreçte Laikliği ortadan kaldırabileceklerini düşündüler. Dolayısıyla demokrasi çağrısında bulundular, insanlara Laikliğe karşı olduklarını ama demokrasiyi kabul ettiklerini, çünkü demokrasinin bir amaç değil bir araç olduğunu söylediler ve kendilerini ve insanları vakıa zemininde hiçbir gerçekliği olmayan hayali bir platonik teoriye soktular. Böylece ne Laik Demokrasinin bataklığından kurtulabildiler, ne de Laikliği ortadan kaldırabildiler, bataklığın içinden boğulup gittiler. Soruna çözüm ararlarken sorunun bir parçası oldular ve Demokratik süreci sürdürmenin ve ona dahil olmanın bizzat Laikliği koruduğunu unuttular. Zira Demokrasi korunurken Laiklik ortadan kaldırılamayacağı gibi Laiklik korunurken de Demokrasi ortadan kaldırılamaz. Çünkü her ikisi de birbirinden ayrılmayan iki parçadır. Şimdi konuyu fikri açıdan incelemeyeceğim. Dolayısıyla John Locke, Thomas Jefferson, George Holyoke ve Jean-Jacques Rousseau’nun alıntılarını getireceğim… Daha doğrusu Türkiye’den bir örnek vereceğim ve kararı size bırakacağım:
Mustafa Kemal, Laikliğe kesin olarak iman ediyordu. Çünkü onu Batı ile bağlayan bağ, bir çıkar veya menfaat bağı değil fikri ve ideolojik bir bağdır. Bunun için ölümünden sonra Türkiye’de Laikliği garantilemek istedi. Peki Laikliği garantileyen yön nedir, onu uygulayan, dikkatleri ondan başka yere çeken ve insanları hiçbir değeri olmayan cüzi meselelerle meşgul eden nedir? Mustafa Kemal insanlara özgürlüğü, refahı, iktidarın dönüşümünü ve benzeri şeyleri vaat etti… Ama partisi, Türkiye’de tek partiyken iktidar dönüşümü nasıl olacaktı?! Laiklik tehlikeye girerse onu kim koruyacak ve İngiltere’nin Türkiye’deki nüfuzunu kim koruyacaktı?!
Mustafa Kemal, ordunun doktrini tamamen Kemalist bir doktrin haline gelinceye ve orduda İslam tamamen kayboluncaya kadar ordu içerisindeki nüfuzunu tamamen uygulamaya başladı. Sistem yönüne gelince; Mustafa Kemal siyasi partilerin kurulmasını teşvik etmeye çalıştı. İlk girişim 1924 yılında Kazım Karabekir tarafından kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası oldu. Ancak parti, kuruluşundan altı ay sonra kapatıldı, bazı üyeleri Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulunma bahanesiyle idam edildi ve bazıları da hapse atıldı. İkinci girişime gelince; Yalova ziyareti sırasında Fethi Okyar ile görüşen ve ondan siyasi bir parti kurmasını talep eden Mustafa Kemal’in isteği üzerine Fethi Okyar’ın kurduğu bir parti olan Serbest Cumhuriyet Fırka’sı oldu. Ancak parti kurulur kurulmaz Laik sistemin tüm muhalifleri onun içinde toplandı, ardından parti kapandı ve CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) 1946 yılına kadar Türkiye’deki tek parti olarak kaldı. Nitekim Adnan Menderes Demokrat Parti’yi kurdu ve 1960 yılında ordu, Adnan Menderes ve partisini deviren bir askeri darbe yaptı ve ordu iktidarı ele geçirdi. Ancak ordunun görevi Türkiye'deki laikliği ve İngiliz nüfuzunu korumak olduğu için ordu Türkiye’de iktidarda kalamadı. Bunun ardından ordu, siyasetçileri siyasi partiler kurmaya çağırdı ve demokratik süreç yeniden başladı. Bunun üzerine ordu, 1980’de yeniden darbe operasyonu yaparak iktidarı ele geçirdi, ardından ordu siyasetçileri siyasi partiler kurmaya çağırdı ve böylece demokratik süreç yeniden başladı…
Türkiye Cumhuriyeti tarihini incelediğimizde, Demokratik sürece dahil olmanın, haddi zatında Laiklik olduğunu ve Demokrasinin, Laikliği koruyan bir yönetim biçimi olduğunun bir örneği olarak görüyoruz.
Peki çağımızın İslamcıları, Laikliğin demokrasinin varlığıyla ortadan kaldırılamayacağını, vakıanın düşüncenin kaynağı değil de düşüncenin konusu olması gerektiğini, İslamcıların bu vakıayı tamamen inkar etmeleri ve ona dahil olmadan onu değiştirmek için çalışmaları gerektiğini anladılar mı acaba?!
Bazı İslami grupların, Demokratik sürece girince Hilafet’i ve Laikliğin ortadan kaldırılması gerektiğini unuttuklarını gördük. Çünkü onlar, Laikliğin ürettiği sorunlarla meşgul oldular. Nitekim bir sorunu çözünce, onlarla birlikte ikinci bir sorun ortaya çıktı! Böylece sorunlar etrafında dönüp durdular, onlarla meşgul oldular ve tek dertleri iktidarda kalmak oldu. Dolayısıyla iktidara gelmeden önce İslam’ın savunucu ve İslam’ın koruyucusu olurlarken, iktidara geldikten sonra ise kendilerini iktidarda tutan sesleri matematiksel işlemlerle hesaplayan matematik profesörleri oldular.
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
“De ki: “Benim yolum budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah’a çağırırız. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah’a eş koşanlardan değilim.” [Yusuf-108]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Derda