- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Hilafet, Hastalığı Salgına Dönüşmeden Önce Durduracaktır
Salgın ve felaketler, sorumlu liderliğin önce kaçınmaya sonra da etkisini azaltmaya çalışması gereken insan hayatının gerçekleridir. İslam beldelerinin mevcut yöneticileri utanç verici bir şekilde başarısızlığa uğrayıp liderlik eden kapitalist güçler de halklarının ve ondan kurtulmayı ümit eden diğerlerinin umutlarını hayal kırıklığına uğratırken Hilafet ise başarılı olacaktır.
Müslümanların yöneticileri, Hilafet Devleti olmaksızın geçen bir asırlık aşağılanmayla birlikte ümmeti durgunluğun en derinliklerine sürüklediler. Bu arada davet taşıyıcılarını köşeye sıkıştırıp muhalif sesleri hapse atarlarken, sömürgecilerin kendilerine tahsis ettikleri bayrakları dalgalandırmakta ve halkı da devletin otoritesi ve bağımsızlığını öven vatancı şarkıları haykırıp durmaya zorlamaktadırlar. Nitekim yöneticiler, COVID-19 salgını sırasında yeniliği ve sağlam siyasi liderliği, uluslararası bağışları ve yardımı elde etmek için yalvarıp durdukları eşyalarla değiştirdiler. Camiler ve işyerleri kapanmasına rağmen salgını kontrol altına alamadılar ve halkın sağlık ihtiyaçlarını karşılayamadılar.
Liderlik eden kapitalist ülkeler başarısız oldular; zira demokratik sistemleri, salgının ülkelerine girip yayılmasını önlemek için acil ve kararlı önlemler almaktan aciz kaldılar. Nitekim dünyaya yönelik tehlikeyi duyurmakta yavaş hareket eden ancak tehlike anlaşıldığında önlemleri almada kendilerinden daha yavaş hareket eden Çin’i izlediler. COVID-19, ülkelerine birbiri ardına girmeye başlayınca ekonomilerini kapatmaya ve insanların evlerinde kalmasına yönelik sert önlemler aldılar ancak artık çok geç olmuştu. Çin, sadece etkilenen bölgelerde insanları evlerine kapattı, demokratik olmayan bir ülke olarak virüsü ortadan kaldırdılar, halka açık olan yerlerde insanları maske takmaya zorladılar ve ekonomilerini Dünya Sağlık Örgütü’nün, etkilenen bölgelerdeki tüm insanlar için maskelerin gerekli olduğuna dair çok geç duyurusunu beklemediler. Zira Dünya Sağlık Örgütü, krizin ilk aylarında insanlardan maske takmamalarını istedi. Maskeler çok etkili bir kontrol önlemi olmasına rağmen bu tavsiyenin nedeni Kapitalizmin temel bir başarısızlığından kaynaklanmaktadır.
Tüm dünyada tıbbi personel için kişisel koruyucu ekipman sıkıntısı olmakla birlikte Dünya Sağlık Örgütü ise tıbbi personelin kullanabileceği yetersiz stoklara öncelik vermek istedi. Bu durum, daha önceki bir salgının ve MERS’in (Orta Doğu solunum sendromu) yayılmasının ve kuş ve domuz gribi tarihinin ardından pandemi virüsünün herhangi bir zamanda ortaya çıkma olasılığının farkında olan en zengin kapitalist ülkeler için bile geçerlidir. Elbette bu devasa ekonomilerin hazırlıklarını yapabilecek zenginlikleri var ancak hazırlıklı değillerdir. Buna ek olarak ideolojileri onları, ihtiyaç duyulan şeyleri üretmekten alıkoymaktadır. Çünkü neyin üretileceğini, ne kadar üretileceğini, onu kimin alacağını ve kimin onsuz olması gerektiğini belirleyen fiyat mekanizmasıdır. Umutsuzluk içinde yapabilecekleri tek şey, kendilerine başvurma imkanı vaat eden herhangi bir tedarikçiye veya acenteye para harcamaktır. Nitekim bazıları servetler kazanırken peşin ödemeye rağmen kusurlu ürünler ve tamamlanmamış sözleşmeler yaygınlaştı. Devlet daireleri ise kendi ülkeleri yoluyla sevkiyat transferi yapan, maskeler ve diğer koruyucu elbiseleri kapışmak için malzemeleri kendi sınırlarında tutan korsanlar gibi davranmaya başladılar. Aynı şey test kitleri için de geçerlidir. Şimdi ise aşılar için korsanlık devam ediyor. Fiyat mekanizması, kapitalizmin en kutsal doktrinidir ve Adam Smith’in, metaların üretimini ve dağıtımını yöneten "görünmez el" dediği şey işte budur. Nitekim serbest piyasa ekonomisi, geçen yüzyılın sonlarında küreselleşme doktrini ile egemen olmuştur. Zira her ülke tek bir pazarda rekabet etmekte ve böylece her ülke ulusal ihtiyaçlarını karşılamak için diğer ülkelere bağımlı olmak zorunda kalmaktadır. Sonuç olarak ülkeler temel malzemeleri temin etmek için çılgın bir şekilde mücadele etmekte ve kendi temel metalarını üretemedikleri için de bedeller ödemektedirler. Küreselleşme, küçük ülkeleri yoksullaştırmak ve Batı'ya bağımlılıklarını artırmak için bir silah olmuştur. Ancak özgür ve açık küresel ekonomi ilkesi, şu an destekçilerinin büyük acı çekmesine neden olmaktadır.
İslam ümmeti, maddi ve fikri servet açısından zengindir. Ancak yöneticilerin beceriksizliği, bazılarının gözünde Kapitalizmin başarısızlıklarını gizlemiş ve ümmetimizin içindeki yeni diriliş umutlarını hayal kırıklığına uğratmış olabilir. Lider konumundaki Kapitalist ülkeler sonunda aşı üretmeyi başardılar. Fakir ülkelerdeki insanlar ise kendi ülkelerinin Batı ürünlerini pazarlamaya ve test etmeye yardımcı olacak bir anlaşmanın parçası olmadıkça böyle şeyler icat edemeyeceğini bilmeyi arzulamaktadır. Nitekim Batılı ders kitapları ve medya organları, yalan bir şekilde Edward Jenner’in 1796 yılında çiçek hastalığına karşı koruma sağlamak için inek çiçeği virüsünü aşı olarak kullanıldığındaki aşı kavramına atıfta bulunmuşlardır. Aslında İngiltere’ye aşılama bilincini getiren Osmanlı Hilafetiydi. Oysa çiçek hastalığı, on sekizinci yüzyılda Avrupa’da her yıl yaklaşık yarım milyon insanı öldürmüştü. Ancak İslam beldeleri, aşı nedeniyle çiçek hastalığından büyük ölçüde korunmuşlardı. Nitekim 1718 yılında eşi Türkiye Büyükelçisi olan Bayan Montagu, Osmanlı Hilafeti’nin başkentinde altı yaşındaki oğlunu aşılatmıştı. Bir arkadaşına şöyle bir mektup yazmıştı: “Sana burada olmak isteyeceğinden emin olduğum bir şey söyleyeceğim. Çiçek hastalığı çok ölümcül ve aramızda da çok yaygındır. Keşfettikleri bir aşıyı bulduktan sonra aşının ölümcül olmadığı anlaşıldı. Burada her sonbaharda aşı olma işini yapan bir grup yaşlı kadın var… Her yıl binlerce insan bu süreçten geçiyor… Bu aşı yüzünden kimse ölmedi. Deneyimin güvenliğinden tamamen memnun olduğumu bilmenizi istiyorum... Vatanımı sevdiğimden dolayı, bu faydalı buluşun İngiltere’de yayılması için onu getirme zahmetine katlanacağım. Bu konuda özellikle doktorlarımızdan bazılarına yazmaktan da geri durmayacağım.” Bayan Montagu, İslam beldelerinin her bir tarafında yapılan aşılamanın başarısı hakkında yazan birçok Batılıdan sadece biriydi.
İslam, salgın hastalıklara özel bir şekilde çözüm getirmiştir.
Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: إِذَا سَمِعْتُمْ بِالطَّاعُونِ بِأَرْضٍ فَلَا تَدْخُلُوهَا وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلَا تَخْرُجُوا مِنْهَا “Bir beldede veba olduğunu duyarsanız, oraya gitmeyin. Eğer veba olan bir yerde bulunursanız sakın oradan çıkmayın!” [Buhari Sahihinde, Usame Bin Zeyd’den rivayet etti.] Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği başka bir hadiste -ki lafız Müslim’e aittir- ise, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: الطَّاعُونُ رِجْزٌ أَوْ عَذَابٌ أُرْسِلَ عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ أَوْ عَلَى مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ فَإِذَا سَمِعْتُمْ بِهِ بِأَرْضٍ فَلَا تَقْدَمُوا عَلَيْهِ وَإِذَا وَقَعَ بِأَرْضٍ وَأَنْتُمْ بِهَا فَلَا تَخْرُجُوا فِرَاراً مِنْهُ “Taun (veba), bir azaptır. Beni İsrail’den bir kavme yahut sizden önce geçen bir ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde o(nun çıktığı)nı duydunuz mu, o taunlu yere gitmeyiniz! İçinde bulunduğunuz bir yerde de taun zuhur ederse, ondan kaçarak oradan çıkmayınız!”
Bu benzer uygulama, etkilenen bölgeler karantina altına alınarak uygulanmış olup herkesi enfekte olan ve olmayan bölgelerdeki yerlerinde kalmaya zorlamaksızın enfekte olan şehirlerin veya bölgelerin diğer bölgelerden katı bir şekilde izole edilmesine dair şeri bir delil oluşturmaktadır. Demokratik ülkeler her durumda, bölgeler arasında ayırım yapmaktan ve erken önlem almaktan çok korkuyorlar. Ölüm oranı devasa boyuta ve kitlelerin öfkesi haline geldiğinde ise sağlık sistemleri çökmektedir. Çok büyük ekonomik kayıplara uğrayacak olsalar bile ülkelerini tamamen kapatmaktan çok korkmaktadırlar. Öğretim, alışveriş ve eğlencede yüz yüze etkileşimin yeri almak için büyük teknoloji sanayisi internet bağlantısından yararlanmıştır. İslam’da hüküm, şüpheli bir şekilde popülerlik oranlarını yükselten politikacılar arasındaki popüler rekabet için değil Allah’ın rızasını kazanmak içindir.
Ayrıca Hilafet Devleti, İslam risaletini dünyaya taşıma ve yabancı ülkelere bel bağlamadan insanların ihtiyaçlarını karşılama gücü temelinde kurulacaktır. Bu ise temel mallarda kendi kendine yeterlilik sağlandığı sürece diğer ülkelerle büyük ölçekli ticareti engellemeyecektir. Hilafet Devleti, sağlık bakımının sadece özel sektöre bağlı kalınan fiziksel, ilaç ve aşı malzemelerini temin etme sorumluluğundan vazgeçmeyecektir. Zira özel sektör, tekelleşmeyi arzulamaktadır. Ümmetin sağlık ihtiyaçları ise, para miktarına bakmaksızın memnun olmayı arzulamaktadır. Şayet biyolojik bir aşı olursa, üretim araçları tek bir tesiste kurulabileceği gibi aşının çoğaltılması ve paralel olarak 20 fabrikada yeniden üretilmesi gerekir.
Batı’ya bağlı onlarca rejimlerin altında meydana gelen bir asırlık başarısızlığın ve bölünmelerin ardından, Raşidi Hilafet Devleti’nin yeniden kurulma zamanının yakın olduğu ve Batı’nın dünyanın özlem duyduğu iyi bir liderliği kesinlikle sağlayamayacağı açık bir hale gelmiştir.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Abdullah Rubin