- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Batı’nın Hilafet Korkusu, Onu Engellemek İçin Enerjilerini Kullanmaya İtiyor!
Müslümanlar, Batı’nın İslam’ı bir yönetim varlığında yaşatmak istemediğini ve onun sömürge devletleri ile medya, istihbarat ve siyasi makinelerinin Hilafet Devleti’nin geri dönmesini engellemek için gece gündüz çalıştığını biliyorlar. Ayrıca Batı, Hilafet Devleti’nin siyasi bir varlık ve küresel bir fikri liderlik olarak geri dönüşünün ve gerçekleşecek bir vakıa olarak onun geri dönüş fikriyle muamele etmenin anlamını kesinlikle bilmektedir.
Dünyada Hilafet Devleti’nin geri dönüşüne düşman olanlar tarafından medyada yayınlananları takip eden birinin, bunların Batı’nın düşünce mahzenlerinde makaleler, konferanslar ve seminerler yoluyla zihinleri manipüle etmek, yalanları ve saptırıcı aldatmacaları yaymak, Müslümanların Hilafet Devleti’ne yönelik tutumlarını etkilemek, onları fikrî ve siyasi olarak ondan uzaklaştırmak, Hilafet Devleti’nin küresel olarak geri dönüşü fikrine karşı kamuoyu oluşturacak her şeyi kolaylaştırmak amacıyla olduğunu anlaması için büyük bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Bu, Batılı ülkeler tarafından kontrol edilen medya organları ile sınırlı değildir. Aksine siyasi ve istihbarat servisleri ve sözde milli güvenlik departmanları, medyadan uzakta ve gizlice Hilafet Devleti’nin gerçekleşmesini veya geri dönmesini engelleyecek her şeyi izleyerek ve tırmandırarak 24 saat çalışmakta ve bu eylemlerin, dikkatli bir bakış ve siyasi bir takiple bu yönü açıkça gösteren net işaretler ve izler bırakan sonuçları olduğunu bilmektedir.
Bunu kanıtlamak için Hilafet Devleti fikrine karşı savaşında kafir sömürgeci Batı’nın büyük ilgi çeken bazı siyasi ve medya eylemlerini örnek olarak getirebiliriz; nitekim Batı, Hilafet Devleti fikrini doğal kitlesel çemberinin dışında tutmaya çalışmakta, Hilafetin geri dönmesinin ve Müslümanların dünya için siyasi fikri bir liderlik olan Hilafet Devleti aracılığıyla milletlerin ön saflarında layık oldukları konumlarına geri dönmelerinin imkansız olduğu fikrini yaymakta ve siyasi mücadelenin lideri ve öncüsü Hizb-ut Tahrir’in literatürünü kötülemeye çalışmaktadır. Zira Hizb-ut Tahrir, bilinçli bir şekilde fikrini özümsemesi ve cihazlarını tasavvur etmesiyle, uluslararası siyaseti takip eden bir vizyonuyla, anayasa taslağıyla ve devletin iç ve dış politikasıyla ilgili her konuda Allah’ın izniyle yakında kurulacak Hilafet Devleti’nin liderliğine hazır oluşuyla Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışan ciddi bir partidir.
Birincisi: ABD Başkanları Nixon, Ford ve Reagan’ın eski danışmanı Patrick Buchanan, 23/06/2006’da “Zamanı Gelmiş Bir Fikir” başlıklı makalesini yayınladığında bu, Hilafetin Fas’tan Pakistan’a geri dönüşü fikrinin an meselesi olduğunu teyit etmek için değil, daha ziyade şu sözüyle Hilafetin geri dönüşüne karşı uyarmak içindi: “İslami yönetim fikri Müslüman kitleler arasında bir kök salarsa, dünyanın en iyi ordusu bile olsa onu nasıl durduracak? Yeni bir politikaya ihtiyacımız yok mu?”
Dolayısıyla o, o zaman tanık olunan vakıayı gözlemleyen bir bakışla konuşarak sömürgeci Batılı ülkeleri, çok geç olmadan yaklaşmakta olan Hilafet Devleti’nin tehlikesine hazırlıklı olmaları konusunda uyarmıştır. Zira o, birtakım gerçek ve göstergeleri gözden geçirmiştir ki bunlardan bazıları şunlardır:
- Düşmanlarımızdan birçoğunun kendisi için savaştığı fikrin, ikna edici bir fikir olması. Zira onlar, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna, İslam’ın Kur’an’a teslim olmak ve boyun eğmek anlamına geldiğine ve bunu cennete giden tek yol olduğuna iman etmektedirler. Dolayısıyla doğru yolda olan bir toplumun, İslam şeriatıyla yönetilmesi gerekir. Nitekim başka yolları denediler, başarısız oldular ve şimdi de onlar hadaratlarının beşiği olan İslam’a geri dönüyorlar.
- Suçlayarak soruyor: Sunmamız gereken fikir nedir? Amerikalılar, Batı’da ve Asya’da olduğu gibi özgürlüğün insan onuru ile bağdaşabileceğine ve yalnızca Demokratik ve serbest piyasa sisteminin herkes için iyi bir yaşamı garanti edebileceğine inanıyor.
- Mustafa Kemal’den bu yana milyonlarca Müslüman halk bu Batı alternatifini benimsemiştir. Ama görünen o ki bugün on milyonlarca Müslüman bunu reddediyor ve saf ve temiz İslam’daki köklerine geri dönüyor. Hakikatte İslam akidesinin dayanaklılığı müthiş bir şeydir.
- Nitekim Osmanlı Devleti’nin yenilgileri, aşağılanmaları ve Mustafa Kemal’in Hilafeti ilga etmesine rağmen İslam iki yüz yıldır kendi kendini kurtarmıştır. Ümmet nesiller boyu Batılı yönetime direndi. Ayrıca Mısır, Irak, Libya, Etiyopya ve İran’da Batı yanlısı krallara karşı direndi. Dahası İslam, komünizme kolay bir şekilde meydan okudu, 1967 yılında Nâsıriye’yi yenilgiden kurtardı ve Arafat veya Saddam’ın milliyetçiliğinden daha sağlam ve sürdürülebilir olduğunu kanıtladı. İşte bugün de İslam, dünyanın son süper gücüne direniyor.
Belki de Buchanan da dahil olmak üzere onlarca Batılı siyasi düşünce merkezi kutbunun yeni bir politikaya olan ihtiyacı konusunda sömürgeci Batı adına yaptığı uyarı çığlığı, İslami kitleler arasında pekişmiş olan İslami yönetim ve Hilafet fikrini durdurmak, Müslümanların zihinlerindeki Hilafet düşüncesi mefhumunu çıkarmaya çalışmak ve çarpıtmak amacıyla yeni siyasi manevralar ve uzun vadeli planlar yapmak ve Müslümanları gerici, vahşi ve terörist olarak nitelendirmek yoluyla Hilafeti talep etmeleri noktasında onları korkutmak içindir.
Bu kurnaz politikalardan biri de sözde Demokratik değerleri Müslümanlara doğrudan empoze etmekten kaçınmaktır. Zira Demokratik değerlerin başarısızlığı ve Müslümanların buna razı olmadıkları, Afganistan ve Irak’ın askeri işgali sırasında açığa çıkmıştır. Bu yüzden bu görev, saray mollaları, İslami teşkilatlar ve bazı İslami partiler gibi Müslümanların içindekilere verildi, Laikler ve liberaller için platformlar sağlandı ve ajan yöneticiler aracılığıyla baskılar sürdürüldü ve ağızlar susturuldu.
Hilafet Devleti’nin geri dönmesi fikrini, bazen hayalle ve bazen de imkansızlıkla damgalayarak darbe indirmeye ve İslam’ın Hilafeti farz kılmadığını, dahası bir zamanlar uygun olsa da bugün için uygun olmadığını, İslam’daki yönetim şeklinin Hilafet Devleti’ne bağlı olmadığını iddia ederek alimlerin üzerinde icma ettikleri şerî dayanağından ve farziyetinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Böylece iktidara gelen veya Laik yönetime katılan İslami partilerin birçoğu, Hilafet fikrini sulandırmak ve Müslümanları onun farz olduğuna dair düşünceden uzaklaştırmak için şeriatın Hilafet Devleti’nde tatbik edilmesi mefhumundan vazgeçtiler.
Sömürgeci kâfir kurnaz Batı’ya gelince; gizlice kollarını uzattı, İslami gruplardan cinayet ve kafa kesme sahneleri haline gelen maddi eylemlerin savunucularını militarize etti ve medya yayınlarına, Hilafetin kurulduğunu iddia edenlerin, Batı’nın Hilafetin adını bunlarla ilişkilendirerek istifade etmesi dışında onun meşruiyetinden hiçbir şey elde edemedikleri damgasını vurdu. Böylece Batı, Hilafetin geri dönüşü için çalışan ve adı onunla anılan muhlis Hizbin görevinin zorluğunu artırmaya yönelik kirli görevinde, sıradan insanlar ve bazı Müslümanlar nezdinde Hilafetin imajını zedeledi. Zira Hizb-ut Tahrir Hilafet, Hilafet de Hizb-ut Tahrir demektir. Ancak sömürgeci Batı medyası ve ona bağlı elektronik iletişim araçları, Hilafet ve İslam Devleti’nin adını IŞID ve diğer çarpık imajlara bağlayarak, Hilafetin İslam’daki saflığını, gücü ve meşruiyetini ve onun için çalışan Hizbi karalamak için sefil bir girişimde bulundu.
İkincisi: Amerika, Virginia’daki Deniz Analitiği Merkezi’ne bağlı Stratejik Araştırmalar Merkezi, stratejik tartışmalar için küresel bir forum işlevi gören Birleşik Krallık’taki Dışişleri Ofisi’nin İngiltere’deki Wilton Park Merkezi ile iş birliği içinde, 3/5/2007 tarihinde İngiltere’nin merkezinde bir konferans düzenledi ve konferansın başlığı şu şekildeydi: “İslam'da Birlik ve Yönetim Mücadelesi: Hilafetin Yeniden Canlandırılması?”
İki merkezden her biri, Hilafetin eksenlerinin tartışıldığı ana başlıklar etrafında dönen bir rapor yayınladı: Raşid Halifeler döneminde birlik ve yönetim, teori ve pratik arasında İslami siyasal sistemlerde Hilafet ve otorite, yirmi birinci yüzyılda Hilafet davetinin canlanması, İslam ümmetinin birliğinin önündeki engeller, Hilafet hakkında bölgesel görüşler, Hilafet kavramının propagandasını yapan gruplara genel bir bakış, uygulama ve Hizb-ut Tahrir üzerine bir bakış, davet, medya ve mesaj ortamları ve son olarak da diğer İslami bakış açıları hakkındadır.
Bu konferans, Hilafete davet eden partilerin aşırılıkçı olduklarına baştan karar vermiştir:
Raporda geçen en önemli noktalar aşağıdaki şekildedir:
- Bu konferans, İslam beldelerinde bugüne kadar ki birlik ve yönetimi tartışmak üzere İslam beldelerindeki uzmanları, alimleri, aktivistleri ve liderleri bir araya getirdi. Özellikle katılımcılar bu konuları, modern çağda Hilafetin kurulması hakkında İslam beldelerindeki toplumun bazı unsurları arasında devam eden bir tartışma olan “Hilafet hakkında mevcut müzakereler” bağlamında tartıştılar.
- Görünen o ki çoğunluğu aşırılık yanlısı olan küçük bir azınlık, -Afrika’dan Orta Doğu ve Endonezya’ya kadar- İslam beldelerindeki bakış açılarını masaya yatırarak Hilafetin yirmi birinci yüzyıl için geçerli bir kurum olarak propagandasını yapıyor. Bu konularda çok geniş bir İslami düşünce yelpazesi kapsamında aşırılıkçı bakış açılarını daha dikkatli bir şekilde tespit edebildik.
- Bugün Hilafet kurumu düşünülürken geçmişin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü İslam akidesinin hiçbir yönü tarihe bakmadan tam olarak anlaşılamaz.
- Bugün İslam’da birlik ve yönetim tartışması, bir dereceye kadar Hilafet hakkındaki modern tartışmalarda kendini göstermektedir.
- -Hizb-ut Tahrir başta olmak üzere- Hilafet modelini savunan modern gruplar bile, bugün var olan modern devlet merkezli düzenin bazı yönleri hakkında ortaya çıkan vizyondaki zımnen var olan varsayımları incelememe eğilimindedir.
- Hilafetin yeniden tesis edilmesi için yapılan her çağrı, İslam tarihinin yeniden okunmasıyla başlar. Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vefatından bu yana Müslümanlar için iki önemli siyasi ve dini soru olmuştur: Peygamberin ölümünden sonra onun adına kim vekalet edebilir? Bu kişinin sahip olması gereken otorite nedir?
- Ne Kuran'da ne de Sünnette kesin cevaplar verilmemiştir. Sonuç olarak ortaya çıkan İslam’daki siyasi sistemin yapısal teorisi, her dönemde farklı Hilafetin farklı yorumlarını yansıtan erken İslam tarihinin partizan bir okumasından başka bir şey sunmaz.
- İslami yönetim için adım adım talimatlar sunan özel ve benzersiz bir sistem yoktur.
- Tarih tekerrür etmeyecek: Sadece birkaç on yıl içinde, 15 yüzyıl önce var olan sistemi restore etmek mümkün değildir ve çok az sayıda Müslüman aktif olarak yedinci yüzyılda var olan eski siyasi sistemin modern öncesi dönemine geri dönmeye çalışıyor.
- Küresel İslam birliğinin veya modern Hilafetin önünde büyük engeller vardır. Bu engellerin çoğu mevcut ulus-devlet sisteminden kaynaklanmaktadır. Bir kişinin bu tür bir İslami Devlet sisteminin, mevcut ve yaygın olan ve binlerce etnik grup, kabile ve mezhepten oluşan ulus-devlet sistemine nasıl başarılı bir şekilde empoze edilebileceğini hayal etmesi bile zordur. İslami birlik, asıl olsa da uzun bir süredir yoktur.
- Müslümanlar bir Halife veya ümmetin başka bir resmi liderinin gerekliliği konusunda ittifak etseler bile bu, muhtemelen Halife’nin merkezinin yeri, “başkentin” neresi olacağı, Halife’nin yetkisinin ne olacağı ve Halife’nin yetkisinin nereye kadar uzanacağı gibi pratik konularda anlaşmazlıklara yol açacaktır.
- Belki de Hizb-ut Tahrir, kısmen çok etkili medya ve sosyal bilinçlendirme faaliyetleri nedeniyle, Hilafet fikrini benimsemesiyle meşhur olmuş bir gruptur ve bu grup homojen değildir. Bugün Hizb-ut Tahrir her ülkede bir miktar özerkliğe sahiptir ve her şubenin faaliyetlerini onaylayan merkezi bir oluşum yoktur.
- Hizb-ut Tahrir, Hilafet uygulandığı takdirde onun nasıl yapılandırılacağına dair daha net bir vizyon ortaya koymakta ve gruba göre onlar, İslam’ı uygulayan bir Halife tarafından yönetilecek olan bir İslam Devleti’ni dört gözle beklemektedirler.
- Halife, göreve başladıktan sonra şu icraatları yapacaktır: Arapça, devlet dili olarak kabul edilecek. Bütün İslam beldelerine devletinin fiili bir parçası gibi muamele edecek, sömürgeci ülkeler ve kendisiyle anlaşması olmayan ülkelerle diplomatik ilişkilere son verecek, (Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Para Fonu gibi) İslam’a dayanmayan tüm uluslararası kuruluşlardan çekilecek ve İslam davetini tüm dünyaya taşıyacaktır.
- İnternet, Hilafet davetinin yayılabileceği alanı büyük ölçüde genişletti ve Hizb-ut-Tahrir Khilafah.com web sitesi oldukça gelişmiş ve bir organizasyon şeması ile tamamlanmıştır. Dolayısıyla bu sitede çok fazla trafik var ve genellikle medyada ondan alıntı yapılıyor.
- Bugün Hilafete teşvik eden gruplar, marjinal olarak mevcuttur ve onların bakış açıları egemen yönde değildir. Buna göre Hizb-ut Tahrir genellikle pratik olarak görülmez ve el-Kaide üyeleri basitçe tahrif ediciler olarak görülür.
- Bu marjinal unsurların aksine, şu anda siyaset, liderlik ve dinde yönetim konusundaki görüşleri, İslam beldelerinin geniş kesimlerinde yankı uyandıran çok sayıda etkili İslami liderler mevcuttur.
- Ne Kur’an’da ne de Sünnette herhangi bir yönetim şeklinin adı yoktur. Bununla birlikte etkili çağdaş Müslüman düşünürler, Müslümanların İslami olmayan hükümetlere katılmaları gerektiğini savunan Raşid Gannuşi ve Müslümanların İslami ideolojilerini ayırmaları ve Avrupa toplumuyla bütünleşmeleri gerektiğini ve İslam’da herhangi bir yönetim şekli bulamadığını söyleyerek daha da ileri giden Tarık Ramazan gibi modern İslami yönetim biçimlerinin temellerini atmaktadırlar.
- Bu alimlerden hiçbirinin Hilafetin geri gelmesi fikrini desteklemediklerini belirtmekte fayda vardır. Zira İslam dünyasında birlik ve yönetim hakkında -geniş bir bakış açısı ve görüş yelpazesiyle- açıkça canlı bir tartışma olmasına rağmen bu konferansta yer alan alimlerin hiçbiri Hilafetin geri dönmesi fikrini desteklemiyor. Nitekim insanların büyük çoğunluğu, Hilafetin restore edilmesi fikrini ciddi olarak düşünmüyorlar.
- Genellikle aşırılık yanlısı grupların Hilafetin yeniden kurulması için çağrıda bulundukları görülmektedir. Şiddet içermeyen bir örgütlenmeyi benimseyen Hizb-ut Tahrir’in ana itici gücü, mevcut hükümetleri devirmek ve Hilafet Devleti’ni kurmaktır. Nitekim bu Hilafeti etkin hale getirme keyfiyeti hakkında açık bir şekilde tanımlanmış bir planları varmış gibi görünseler de, bunu yaparken herhangi bir ilerleme kaydettiklerine dair çok az kanıtlar vardır. Ayrıca onların birçoğu Hilafeti yeniden kurma fikrinin, sayı ve sempati kazanmak, takipçileri harekete geçirmek, düşmanların öfkesini kışkırtmak ve meşruiyet kazanmak için kullanılan retorik bir araç olduğuna inanıyorlar.
Bir takipçinin; bu konferansın, İslam beldelerindeki uzmanlar, alimler, aktivistler ve liderler olarak adlandırdığı ve seçtiği bir grubun huzurunda, önerilerine inanılırlık kazandırmaya çalıştığı İslam’da yönetim ve birlik, özellikle de (Hilafet Devleti’nin ihya edilmesi) için mücadele olarak adlandırdığı tartışmasında vermek istediği mesajları çıkarması için fazla zahmete girmesine gerek yoktur; bu konferansın vermek istediği mesaj ise, katılımcıların lisanları üzerinden verilen raporu doğrulanırsa Hilafeti kurma ve onun için çalışma fikrini kitlesel bir küvöz olarak dışlamak için saptırmak, çarpıtmak ve İslam beldelerini fikri ve siyasi olarak işgal etmeye çalışmak yoluyla Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması davetini dışlayan ve uzaklaştıran bir bakış açısı yansıtmaktır.
Dolayısıyla konferans, Hilafete davet eden grupların azınlık olduğu konusunda keyfi ve delilsiz olarak hükmünü vermekte ve fikrin doğruluğunu ve gücünü tartışmamaktadır. Ardından özellikle Hizb-ut Tahrir’in şiddete başvurmadığını, yani onun İslami siyasi parti olduğunu, İslami Devletin kurulmasının keyfiyeti hakkında açıkça tanımlanmış programları olduğunu, ayrıca onun anayasa taslağının ve İslam Devleti’ni kurması durumunda İslam’ı uygulamaya yönelik net programlarının olduğunu teyit eden bakış açısına rağmen, bu grupları aşırılıkçı olarak nitelendirmektedir. Peki bu konferansın raporunda açıklandıysa, hani aşırıcılık nerede?
Raporun maddelerinde geçen çarpıtmalar, sadece sömürgeciliğin iki lideri olan Amerika ve İngiltere arasındaki ortak fikri araştırma kurumları olarak yaptıkları bir aldatma ve hasis bir çalışma bağlamında yorumlanabilir. Bunu da bugün dünyanın gördüğü gibi vahşi ve yozlaşmış Kapitalist Laik ve Liberal değerler düşüncelerini yenilgiye uğratıp dışlayacak olan Hilafet Devleti’nin geri dönüşünün ve İslam’ın yüce insani değerleriyle uygulanmasının kaçınılmaz olduğunu gördüğü için buna engeller koymaya çalışmak amacıyla yapmaktadırlar. Nitekim Kapitalizmin siyasi yenilgisi ufukta görünür bir hale gelmiştir. Bu yüzden o, onlarca yıldır yalan söylemeyi, sahtekarlık yapmayı ve saptırmayı sürdürmekte ve Hilafetin kurulmasının yaklaştığını idrak ettikçe çeşitli medya ve siyasi araçları ve fikri sempozyumları kullanmasının yanı sıra Müslümanların başındaki ajan yöneticilerin baskıcı araçlarını ve İslam’daki yönetim sistemini fikri ve siyasi olarak çarpıtmaya daha yakın bir araç olarak Müslümanların alimlerini kullanarak kampanyasını yoğunlaştırmıştır. Hatta bu hususla ilgili mesele, İslam’ı istismar etme ve onu, saptırmak, çarpıtmak ve yabancılaştırmak için Hilafet adı altında öldürme ve yerinden etme gibi maddi eylemlerde bulunan gruplara bağlama noktasına kadar gelmiştir.
Batı, genel olarak İslam ümmetine ve özel olarak da Hilafet Devleti’nin geri dönüşüne yönelik kötü niyetlerini dile getirmede hiç bu kadar açık olmamıştır. Zira o, Hilafetin geri dönüşünün farkındadır ve onun geri dönüşünün kaçınılmazlığı karşısında tir tir titremektedir. Çünkü raporunun sonunda bir uyarıda bulunarak şunu sormuştur: “Aşırılık yanlısı grupların modern bir Hilafet çağrılarına ilişkin derin bir anlayış, aşırılıkçılık ve terörizme karşı mücadele konusunda politika yapıcılarını bilgilendirmek için kullanılabilir mi?”
Üçüncüsü: Demokrasi Belgelerinin Irak’taki yazı işleri müdürlüğünü yürüttüğü Demokrasileri Savunma Vakfı da dahil olmak üzere Amerikan düşünce kuruluşlarıyla çeşitli projelerde çalışan Bahreyn asıllı Amerikalı gazeteci İmran Selman’ın el-Hurra web sitesindeki 11/09/2020 tarihli, (İslami Hilafet mi yoksa Ulusal Devlet mi?) adlı makalesi.
Hilafet Devleti’nin geri dönüşü projesine yönelik düşmanlık, çarpıtma ve kin dolu bu makaleden alıntılar sunuyoruz:
- İslami Hilafet, eski imparatorluklar gibi geçmişe aittir ve onun ömrü tatlı ve acı bir şekilde sona ermiştir. Dolayısıyla modern çağa uygun olmadığı ve mevcut ülkelerin vakıasıyla çeliştiği, onun öğretisinin tamamen tarihsel bir gösterge olduğu ve bu halkların bugünü veya geleceği ile hiçbir ilgisi olmadığı okul müfredatlarında açıkça belirtilmelidir.
- Bir başka yanlış varsayım da Arap ülkelerinin ilerlemesi için birleşmeleri gerektiğidir. Arap ülkelerinin kalkınması için birliğe ihtiyacı yoktur. Aksine onların öncelikle medeniyete, hukukun üstünlüğüne ve halklarının çıkarlarına hizmet etmeye dayalı modern ulusal devletler inşa etmeye ihtiyaçları vardır.
- Son yüz yıl boyunca yapılan birlik çağrıları, birçok kişiye hitap eden ve onların hayal gücüyle oynayan ama çıkarın gerçekleşmesini kaçıran duygusal fikirden başka bir şey değildir. Bu nedenle hayali bir fikri gerçeğe yansıtma girişimi olarak sona ermiştir.
- Böyle bir birliğin mümkün olduğuna inananlar için, modern ve eski tarih hiçbir şekilde tavsiye etmese de bir Arap devleti hayali (gerçekçi olmasa da) bir gereklilik olabilir. İslami Hilafet hayaline gelince; bu bir felaket ve rahatsız edici bir kabustur ve bunu kimsenin yaşamasını temenni etmiyoruz.
- Tabii saflığı ve trajedileriyle Arap birliği çağrısının devam etmesi, İslami Hilafetin hikayesinden çok daha ehvendir. Dolayısıyla bu sonuncusu bizi, geçmişte çok eskilere götürmektedir. Bu ise tüm İslami grupların arzu ettiği veya siyasi kaprislerine uygun şekilde hesap ettiği ve diğer grupların ise reddettiği ve yaygın bir şer olarak gördüğü hayali bir geçmiştir.
- Başka bir ifadeyle bizler, İslami Hilafete, bugün Batılıların Yunan veya Roma medeniyetine baktığından daha fazlasıyla bakmamalıyız… Mevcut durumda onun olumlu yönlerinden faydalanırız ama Allah korusun bir daha ona dönmeyiz!
Onun bu makalesinden, Batılı Demokratik kurumlar tarafından işgal edilen ve istihdam edilen merkezler aracılığıyla açığa çıkan fikri ve siyasi çarpıtma yoluyla Hilafetin geri dönüşüne yönelik düşmanlığının boyutu açığa çıkmaktadır.
Dördüncüsü: Hilafete vurgu yapılan dördüncü resme gelince; bu, içerisindeki on yedinci bölümde Hizb-ut Tahrir: Hilafet Rüyası başlığını taşıyan ve yazarı Kazak Mirm Itkulova olan 2021 yılında yayınlanan “İslami Mezhepler ve Hareketler” kitabından alınmıştır. Hizb-ut Tahrir, bu kitabın üçüncü bölümde “Köktenciler ve Aşırıcılar” başlığı altında tasnif edilmiştir. Ayrıca kitaba göre aşırılık yanlılarını, amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanan kimseler olarak tanımlamış ve bununla birlikte yalan ve iftirayla terörle mücadele dairesine koymak için Hizb-ut Tahrir hakkındaki konuşmasını bu bölümün altına yerleştirmiştir. Zira o, Hizbi şiddet olarak değil siyasi olarak tanımlıyor.
Bunun içinde geçen en önemli yorumlara bir göz atalım:
- Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki huzursuzlukların, dekolonizasyon süreçlerinin ve Arap ülkeleri arasındaki çatışmaların akabinde, Hizb-ut Tahrir gibi kendi adalet anlayışıyla mücadele eden İslami bir hareketin ortaya çıkması beklenmedik bir şey değildi. Bununla birlikte uzun bir süredir din ve siyasetin birleştirilmesinin gericilik olarak görüldüğü bir dünyada, yeni hareketin fikirleri kendisinin siyasi bir parti olduğunu iddia etmekte ama inatla ve tüm kararlılıkla Nebi Muhammed’in metodu üzere İslami Hilafet için savaşmaktadır.
- Sovyet rejiminin çöküşünden bu yana Hizb-ut Tahrir’in geniş bir popülarite kazandığı Orta Asya’da güvenlik servisleri ile sosyal ve siyasi kurumların özel ilgi odağı haline gelmiştir. Bununla birlikte Hizb-ut Tahrir, diğer köktenci İslami hareketlerden daha az uluslararası ilgi gördü ve bu parti üzerine yapılan araştırmalar genellikle tartışmalı olup “terörist” veya “barışçıl” bir grup olarak nitelendirilmesi arasında gidip gelmektedir. Bu bağlamda bu bölüm, Hizb-ut-Tahrir’in tarihi ve ideolojisi ile şiddete karşı aldığı tutum hakkında daha fazla bilgi sunmaya çalışmıştır.
- Hizb-ut-Tahrir iyi organize edilmiş ve ideolojisi net bir şekilde tanımlanmıştır. Bu ideoloji, Nebi Muhammed ve onun ilk dört Halifesinin (dört Raşid Halifelerin) dönemine benzer bir Hilafetin kurulması yoluyla İslam ümmetinin ihya edilmesine teşvik etmektedir. Parti, diğer İslami hareketlerin eksikliklerini güçlü bir siyasi program eksikliğinde ve laiklerle iş birliğinde görmekte ve kendisini tamamen dini bir örgüt olarak değil, İslam’dan ilham alan siyasi bir hareket olarak ilan etmektedir. Bu nedenle o, ister komünizm, -ister Kapitalizm, isterse başka bir şey olsun-, İslam’a yabancı olmaları itibariyle diğer ideolojilere karşı çıkmaktadır.
- Hizb-ut Tahrir açısından İslam, bir fikir ve metottur, kendi kendine yeterlidir, onu Allahu Teala indirmiştir ve insanın koymuş olduğu hiçbir ideoloji ile bağdaşmaz. Liderlikte olan sık sık değişikliklere ve çağdaş dünyada değişen koşullara rağmen Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu günden beri temel ideolojisi hiç değişmemiştir. Nitekim Nebhani’nin ilk fikirleri Hizb-ut Tahrir için sağlam bir zemin oluşturmakta ve bugün birçok Müslümana ilham vermeye devam etmektedir. Dolayısıyla partinin adı, İslam beldelerini kafir rejimlerin etkisinden kurtarmak şeklindeki temel amacını yansıtmaktadır.
- Çoğu zaman Hizb-ut Tahrir ile “terörist” bir grubun arası yanlış bir şekilde karıştırılmasına rağmen Muhammed İkbal ve Zülkifl Zülkifl Hizb-ut Tahrir’i köktendinci bir hareketin tüm özelliklerine sahip bir grup olarak kabul etmektedir.
- Bugün Hizb-ut Tahrir, dünyanın en büyük İslami hareketlerinden biri olarak kabul ediliyor. Nitekim Hizb-ut Tahrir’in fikirleri Filistin’deki mütevazi başlangıcından bu yana, Nebhani’nin takipçilerini geniş ölçüde seyahate teşvik eden stratejisi, karizmatik kişiliği ve ırk, cinsiyet ve mezhep ayrımı yapmaksızın tüm Müslümanları kucaklayan yaklaşımı sayesinde birçok ülkeye hızla yayılmıştır. (Osman 2012:90)
- Ayrıca Hizb-ut Tahrir fikirlerini, broşürler, kitapçıklar, konferanslar ve düzenli toplantılar aracılığıyla aktif olarak yaymaktadır. Bugün onun medya kolu, diğer İslami kuruluşların medyasıyla karşılaştırıldığında belki de en organize ve modern olanıdır. Bu yüzden Hizb-ut Tahrir, faaliyetinin ilk on yılında birçok Arap ülkesinde göreceli bir başarı elde etmiştir.
- Şu anda kırktan fazla ülkede resmi veya gizli olarak mevcuttur. Hareketin ayırt edici özelliklerinden biri de medya ortamlarındaki yeteneklerini etkin bir şekilde kullanmasıdır; zira profesyonelce hazırlanmış basılı ve bilgilendirici broşürler, resmi ve gayri resmi sosyal medya sayfaları ve bulundukları ülkelerdeki web siteleri aracılığıyla en son iletişim yöntemlerine uyum sağlamaktadır. Örneğin Hizb-ut Tahrir’in, güvenlik kurumları tarafından yasaklanıncaya kadar Orta Asya’daki ofisinin uzun süredir çevrimiçi sosyal medyada sayfaları vardı. Bununla birlikte sosyal medyanın esnekliği, kendi etkinliklerine devam etmelerini sağlamıştır.
- Nebhani’nin bakış açısına göre İslam, hayatın tüm yönlerini düzenleyebilen eksiksiz ve tutarlı bir düşünce sistemidir. Hizb-ut Tahrir’in resmi internet sitesine göre hedefi, İslami hayatı yeniden başlatmak ve İslam davetini dünyaya taşımaktır. Dolayısıyla bu hedef, Müslümanların Daru’l İslam’da ve İslami bir toplumda İslami bir hayat tarzını yaşamaya döndürülmesi ve böylece toplumdaki tüm yaşam işlerinin idare edilmesi anlamına gelmektedir.
- Şeriat hükümlerine göre; Hilafet Devleti olan İslami Devletin gölgesindeki bakış açısı helal ve haramdır. Dolayısıyla Müslümanların, kendilerini Allahu Teala’nın Kitabı ve Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine göre yönetmesi ve İslam risaletini davet ve cihat yoluyla dünyaya taşıması şartıyla bir Halife tayin ettikleri ve işitmek ve itaat etmek üzere ona biat ettikleri işte bu durumdur.
- Nebhani İslami Devlet hakkında şöyle yazmıştır: “İslam Devleti, hayalden, rüya görmekten ve sayıklamaktan ibaret değildir. Çünkü o, 13 asır boyunca tarihin her tarafını kaplamıştır.” Nebhani, başlangıçta Hilafet veya İslam Devleti’nin Arapça konuşulan ülkelerden birinde kurulacağını ve sonunda tüm İslam beldelerini kapsayacağını öngörmüştür. Ancak fikirleri daha sonra başka yerlerde daha popüler olmuştur.
- Nebhabi, klasik İslam’ı modern siyasetle birleştirdi ve bu da, devletin siyasi, ekonomik, sosyal ve dış politikasına yönelik bir dizi kanunlarını içeren müstakbel Hilafet için bir anayasa taslağı ile sonuçlandı. Bu anayasaya göre devlet başkanı Halife olarak seçilmiş kişi olup adil ve sorumluluk sahibi biri olmalıdır.
Itkulova ayrıca birçok terörle mücadele uzmanı tarafından ifade edilen bakış açısından dolayı, hareketin şiddet ve aşırılığa doğru olan merdivenin ilk basamağı olabileceği görüşüne de değinmektedir.
Evet, Müslümanlar Hilafet ile yaşamayı hayal ediyorlar ama Hilafetin geri gelme ihtimalini hayal etmiyorlar. Çünkü Hilafet, Allah Azze ve Celle’nin vaadi ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesidir. Bu yüzden adalet ve merhamet devletini, İslami hükümlerin tatbik edildiğini ve Hilafet Devletiyle karakterize olmuş özel bir yaşam tarzını hayal ediyor ve onu her gün gözlerinin önünden geçiriyorlar. Böylece rıza ve seçim ile biat ettikleri ve aralarında Allah’ın şeriatıyla hükmetmesi için otoritelerini kendisine verdikleri bir Halifeyi gördükleri gibi kamu mallarının aralarında adaletli bir şekilde dağıtıldığını, yaşam haklarının en güzel bir gözetimle güvence altına alındığını, Yahudi varlığını ortadan kaldırmak için nasıl cihada koşuşturduklarını, topraklarında Batılı büyükelçiliğin ve sömürgecinin nüfuzunun olmadığını, pasaport veya sınır olmaksızın ülkenin bir ucundan diğer ucuna gittiklerini, milletlerin korktuğu bir devlette pratik olarak vahdetlerinin sağlandığını, Halifenin milletlere nasıl hitap ettiğini ve onları karanlıklardan aydınlığa, inanç ve değerlerinin zulmünden İslam’ın adalet ve rahmetine kavuşturmak için İslam davetini onlara taşıdığını görüyorlar…
Tüm bunlardan dolayı İslam düşmanları, tüm Şeytani üsluplarla Hilafetin geri dönüşünü geciktirmeye çalışıyorlar. Zira onlar Hilafetin vakıasını çok iyi anlıyorlar ve Hilafeti, onun için çalışanların tasavvur ettikleri gibi tasavvur ediyorlar… Peki ya Müslümanlar, Hilafet Devleti’ni kurmak için çalışmanın farz olduğunu, bunun için en kıymetli ve değerli olanları feda etmeleri gerektiğini, Hilafetin Allah’ın vaadi ve Nebisi Aleyhissalatu ve’s Selam’ın müjdesi olduğunu ve böylece Allah’ın izniyle kurtuluşa erenlerden olacaklarını bilmiyorlar mı?
Ey İslam ümmeti: İslam’ın, İslami bir varlık ve devlette tatbik edilmesi sizin üzerinize farzdır. Çünkü İslam, hükümlerini uygulayacak bir yürütme varlığı olmadan mevcut olamaz. Bu varlıktaki yönetim nizamının şekli ise, delilleri sünnet ve sahabenin icmasında kapsamlı bir şekilde yer alan İslami Hilafet Devleti’dir. Ayrıca İslam’ın ve hükümlerinin tatbik edilmesinin farz oluşu Kitap’ta da geçmektedir. Nitekim Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجاً مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem tayin edip sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” [Nisa-65] Sömürgeci kâfir, Hilafetin önemini anlıyor, Hilafeti ve onun için çalışanları inceliyor, onları terörizm ve aşırılıkçı olarak nitelendiriyor, onlarla doğrudan veya araçlarıyla savaşıyor ve her düzeyde onlara komplo kuruyor da siz Hilafetin artık zamanı gelmiş olan ölüm kalım meseleniz olduğunu nasıl anlamıyorsunuz. O halde kararlı bir şekilde harekete geçin ve kâfirler için aleyhinize bir yol ve imkan vermeyin?! Dolayısıyla Hilafetin yıkılış yıldönümünün gelecek yıl tekrar etmesine izin vermeyin. Dahası Hilafetin kuruluş yılı olsun ki böylece yeryüzü kâfir zorbaların ayakları altında sarsılsın ve insanlık, uzun zamandır beklediği Hilafetin adaleti ve merhametiyle huzur bulsun.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Dr. Ahmed Hasune