- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
İngiliz Büyükelçinin Ürdünlü Milletvekillerine Yönelik Daveti Sömürgeci Bir Davettir!
İngiliz Büyükelçisi tarafından temsil edilen Ürdün’deki İngiliz Büyükelçiliği, seçimlerde kazanan milletvekillerini İngiliz Büyükelçisi'nin evinin bahçesinde bir resepsiyona katılmaya davet etti; onlar belirlenen protokol prosedürlerine göre henüz resmi olarak milletvekili olmadılar ancak Amman’daki İngiliz Büyükelçiliği'nin sayfasında geçenlere göre davet, “dün gece İngiliz Büyükelçisinin evinin bahçesinde oldu ve yeni seçilen 45 milletvekilini ağırladık” dedi. Parlamentodaki yeni rollerinizi üstlendiğiniz için sizi tebrik ederiz.”
Aralarında Hareket Cephesi’nin üyelerinin de bulunduğu kazanan milletvekillerinin geri kalanı, İngiltere’nin yaklaşık bir yıldır Filistin’de ve yakın zamanda Lübnan’da devam eden işgale verdiği desteği gerekçe göstererek daveti kabul etmediler; zira onlara göre davet uygun değildi ve İslami Hareket Cephesi bloğunun resmi sözcüsü Milletvekili Yanal Ferihat’ın belirttiğine göre Temsilciler Meclisi, İngiltere Büyükelçiliğine davet edilmek için herhangi bir resmi davet almamış olup üyeleri de henüz yemin etmemiştir.
Şimdi bu küstahça yapılan davet üzerinde duralım:
Birincisi: Ürdün’ün kuruluşundan beri, hatta daha kurulmadan önce, yani onunla Osmanlı Hilafetine karşı komplo kurup ona ölümcül bir hançer sapladıktan sonra dedeleri (Şerif’i) Arapların kralı olarak atayacağını söyleyerek aldattığı günden beri Ürdün'deki rejimin işlerinin yönetimini İngiltere üstlenmiştir. Zira Hilafetin İngiliz ve Fransızlardan oluşan kâfirlerle savaştığı bir dönemde o da, rolü gereği (Arap Devrimini) ilan etmiş, bunun sonuçlarından biri de Hilafet Devleti’nin yıkılması olmuş ve İngiltere de ona verdiği sözleri yerine getirmemiştir. Daha sonra İngiltere onu (Şerif) ve oğullarını Suriye, Irak ve Mavera-i Ürdün Emirliği'nde denetlemeye devam etmiş, daha sonra onları Suriye ve Irak'tan geri çekerek Ürdün’de onları kendisine sadık ajanlar olarak tutmuştur.
İkincisi: Büyükelçinin atanan milletvekillerini ağırlaması, ev sahibinin ağırlaması ve misafirler üzerinde vesayet sahibi olması niteliğindedir. Zira İngiltere Ürdün’de hâlâ nüfuz sahip olup kral ve hükümet, hatta milletvekilleri olarak Ürdün’ün maliki olmaya devam etmektedir. Nitekim daha önce İngiliz Büyükelçisinin seçimlere, atamalara ve hatta seçim sürecini düzenleyen yasalara ne ölçüde müdahale ettiğine dair birtakım açıklamalar ve gerçekler geçmiştir.
Bu rejimin kendisine dokunan eli geri çevirmediği, çıkarlarına aykırı olsa bile her şeyi kabul ettiği artık bir sır değildir. Zira rejimin izni olsun ya da olmasın, ülkenin dört bir yanına yayılan onlarca Batılı askeri üs bunun kanıtıdır. Dolayısıyla rejim, artık ülkeyle ilgilenmiyor, onun tek derdi iktidar koltuğunda kalma ve ister özelleştirme ister yatırımı teşvik etme, isterse de paravan şirketleri devreye sokarak maden arama adına olsun Ürdün'ün tüm kaynaklarını satmak ve ceplerini doldurmaktır.
Üçüncüsü: Ürdün’deki yöneticilerin ajanlığı yeni bir haber değildir; hatta o kadar yaygın ve popüler bir hale geldi ki daha fazlası talep edilemeyecek bir boyuta ulaşmıştır. Ancak halkın cinsinden olan ve onları temsil etmesi gereken milletvekillerinin, İngiltere’nin, Gazze, Lübnan ve Batı Şeria’da arbeden çıkaran, öldüren, yok eden ve tutuklayan Yahudi varlığını hâlâ desteklemeye devam ettiği bir dönemde üçte birinin büyükelçinin davetine icabet etmesi hayal bile edilemezdi.
Dördüncüsü: Son seçimlerde kazanan milletvekillerinin, rejimin Filistin halkına destek vermediğine ilişkin gerçekler ifşa olduğuna göre kendilerini Allah’ın gazabından uzak tutacak onurlu bir duruş sergilemeleri gerektiği gibi Yahudilere Balfour Deklarasyonu’nu ve bundan bir yıl önce de bu rejimi türeten meşum Sykes-Picot Anlaşması’nı veren, dahası bunun da öncesinde Hilafete karşı komplo kuran ve onu yıkan elleri, Müslümanların kanına bulaşmış sömürgeci kafir devletin davetine icabet etmeyeceğimizi açıkça ilan etmeleri gerekirdi. Zira İngiltere’nin sorunu sadece işgal konusundaki tutumu değildir; aksine onun İslam ümmetine karşı olan düşmanlığı Filistin’in teslim edilmesinden onlarca yıl öncesine dayanan tarihi bir düşmanlık olup Ürdün'deki rejim de dahil olmak üzere onun dikmiş rejimler hâlâ İslam’ın iktidara geri dönüşünü engellemek için çalışmaktadırlar. Büyükelçinin davetini reddeden milletvekillerinin, özellikle de İslamcıların, bu reddedişlerine Allahu Teala’nın şu kavlini delil getirmeleri gerekir: إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ... “Allah, yalnız sizinle savaşanları (dost edinmenizi) yasaklar.” [Mümtehine 9] Dolayısıyla onların daveti reddetmelerinin nedeni, kendilerini nasıl ve kim davet ettiğiyle ilgili usulen bir itiraz olmamalıdır.
Beşincisi: İngiltere kötülüklerin anası olup fiilen harbi bir devlettir; zira İngiltere, Müslüman ülkeleri işgal ediyor, gece gündüz bize karşı komplolar kuruyor, İslam temelinde kalkınmamızı engelliyor ve Hilafetin geri dönüşü için çalıştığından dolayı Hizb-ut Tahrir’i yasaklıyor. Dolayısıyla İngiltere, düşmanlığını anlamasa da Yahudi varlığından daha az düşman değildir; milletvekillerinin, Yahudiler ile onları Filistin'e getirenlerin arasını nasıl ayırdıklarını bire türlü anlamıyorum?! Dahası Filistin’de Müslümanları katledenlerle onlara silah ve teçhizatla destek verenlerin arasını nasıl ayırdıklarını anlamıyorum?! Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur: وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ “Onlar size karşı savaşa devam ederler.” [Bakara 217] Onların gerçekliği işte budur; bu görüşün dışında herhangi bir görüşe sahip olan birinin, akideye yönelik anlayışını yeniden gözden geçirmesi gerekir.
Bir devletin gücü ve heybeti, benimsemiş olduğu ideolojinin gücünden kaynaklanır; dolayısıyla ulusal devlet kapitalist Batı’ya tabi olup onun türetmesi olduğundan dolayı Müslüman ülkelerdeki mevcut devletçikler, buralardaki elçilikleri aracılığıyla istediklerini planlayan ve uygulayan Batı’ya bağlı vilayetler haline gelmişlerdir. Şayet güç, heybet ve izzet istiyorsak, Allah izzeti sayesinde müminler, Müslümanların otoritesinin kurulmasıyla izzetli olacaklardır; bu otorite ise üzerimizdeki bağımlılığı ve zilleti kaldıracak olan Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafettir.
Hilafet Devleti’nin sömürgeci İngiltere’nin girişimlerine karşı takındığı onurlu tutumun bir örneği, Sir Gray'in 29 Şubat 1792'de İngiliz Avam Kamarası'nda okuduğu ve onu sunan üyenin, Rus müzakereleri sırasında Sadrazamın İstanbul’daki İngiliz Bakanı Sir Robert Ainslie’ye verdiği cevabın metni olarak tanımladığı mektubun metninde geçenlerdir; zira Rusya ile yaşadıkları son krizlerinde İngiltere’nin yardım teklifine karşı Türk divanının verdiği bu cevaptan daha aşağılayıcı ve küçümseyici bir mektup belki de yoktur. Nitekim mektupta şöyle geçmektedir: “Hıristiyan olan devletlerin en ahlaksızı olmasanız da -ki öyle olduğunuz biliniyor-, Rusya gibi bir gücü boyun eğmeye zorlamamızı önermenizden dolayı onların en kibirli ve küstah olanının siz olduğunuzdan şüphe yoktur. Sizin gibiler ve diğer bazı önemsiz Hıristiyan güçler birleşmiş, güç olarak bize eşit olduğunuzu sanıyorsunuz. Oysa biz sizin kapasitenizi biliyoruz. Dolayısıyla sizin bu küstahlığınız, cesaret ve ülkenizdeki yönetim meclislerinin statüsünü düşüren ve onları aşağılık bir duruma getiren sefih bir dikte sınırına ulaşmıştır.”
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Taki