- |
- İlk yorumlayan ol!
- yazı boyutu yazı boyutunu küçült Yazı boyutu büyüt
بسم الله الرحمن الرحيم
Haber-Yorum
Yozlaşmış Kapitalist Sistemler Kendi Halklarının Sağlığını da Tehdit Eder Duruma Gelmişlerdir!
Haber:
İngiltere’de milletvekilleri tarafından hazırlanan bir rapora göre Ulusal Sağlık Sistemi’ndeki (NHS) çalışan açığı, hastaların sağlığını tehdit edecek seviyeye ulaştı. NHS’in tarihinde görülmemiş bir şekilde doktor açığı 12 bini, hemşire ve ebe açığı ise 50 bini aştı. Raporu hazırlayan Avam Kamarası’ndaki Sağlık ve Sosyal Bakım Komitesi’ne başkanlık eden Eski Sağlık Bakanı Jeremy Hunt, Eylül’de göreve başlaması gereken yeni başbakan için en öncelikli konulardan birinin bu olması gerektiğini söylüyor: “NHS’te istikrarlı bir şekilde çalışan açığı olması hem sağlık çalışanlarına hem de hastalara büyük bir risk oluşturuyor. Hükümetin bu sorunu aşmak için uzun vadeli bir planı olmaması da bu sorunun çözümünü zorlaştırıyor.” Komiteye göre bu gidişle 2030’ların sonunda sağlık ve sosyal bakım alanında 1 milyon yeni istihdam gerekecek. (www.bbc.com 25.07.2022)
Yorum:
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; bir devleti devlet yapan, onun sahip olduğu akidesi ve bu akideden çıkan hüküm ve kurallardır. Dolayısıyla eğer bir sistem sömürgecilik, menfaatçilik ve faydacılık esasına dayanıyorsa, o sistem insana sadece menfaat sağlayan veya daha çok para kazanması gereken sağmal bir inek gibi bakmaya başlar. Yani bir insan ne kadar çok yatırım yapıyor ve üretiyorsa, o insan daha çok değerli ve kıymetli olur. Bu da insanlar arasındaki ilişkiyi sadece çıkarlar ilişkisine döndürür ve haliyle bu toplumdaki insanlar da ilişkilerini bu çıkar üzerine inşa ederler. İşte bu yüzden kapitalist toplumlarda insani, ahlaki ve ruhi değerlerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü bunların maddi bir getirisi yoktur. Hayata çıkar penceresinden bakan böyle bir sistemde, bir insanın insan olarak hiçbir değeri kalmamakta ve sadece hedef menfaat olmaktadır. Doğal olarak bu durumun sağlık alanına yansıması da kaçınılmaz olacaktır. Zira eğer bir kişi, yatırımları ve gelirleri çok yüksek biriyse, onun tedavisi vereceği yüksek miktarlar karşısında özel lüks hastanelerde en yüksek düzeyde olacaktır. Çünkü hasta bile olsa tedavisi karşılığında ödediği bir maddi değer vardır. Ama eğer tedavi olacak kişi fakir veya orta düzeyde biriyse ona yönelik tedavi diğerine nazaran daha düşük seviyede olacaktır. Zira bu kişinin tedavisi karşılığında kazandıracağı maddi bir değer yoktur. İşte bu düşünce başta İngiltere’de görüldüğü üzere kapitalist sistemleri, yüksek geliri olmayan hastalara maddi kıymeti olmayan ve topluma yük olan bir unsur olarak bakmaya ve onların tedavisi için ciddi adımlar atmamaya sevk etmiştir. Nitekim biz buna, Kovid-19 pandemisi sürecinde Avrupa ülkelerinin birçoğunda tanık olduk. Batılı sistemlerin pandemi sürecinde salgını maddi bir getiriye dönüştürüp aşılar üzerinden elde ettikleri yüksek gelirlerden bahsetmiyorum bile. İşte İngiltere’de doktor ve hemşire yetersizliğinin ana nedeni budur.
Oysa İslam insana, insan olması vasfıyla bakar ve İslam’ın hükümlerinin hakim olduğu Hilafet Devleti’nin altındaki her bir vatandaşa, cinsiyetine, ırkına, dinine veya kökenine bakmaksızın, hem şehirlerde hem kırsal alanda, yüksek kalitede ve ücretsiz olarak sağlık hizmeti sunulur. Zira İslam şeriatı halkın temel ihtiyaçlarını karşılamayı Hilafete farz kılmıştır. Bu yüzden sağlığı korumak, İslam nezdinde güç yetirebilenlerin bir lüksü değil, aksine kadın ve erkek, her bir vatandaşın temel ihtiyacı ve hakkıdır. Bunun için yönetimini üstlendiği herkese, yeterli ve iyi donatılmış hastane ve muayenehaneler, ilaç, doktor ve hemşire bulundurmak zorundadır. Bunların masraflarını ise Hizb-ut Tahrir'in Anayasa Tasarısı, Madde 164'te belirttiği şekilde, Beyt-ül Mâl'den sağlayacaktır: “Devlet bütün sağlık hizmetlerini herkes için ücretsiz temin eder.” Zira bu, Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavli gereği gözetimi devlete ait olan şeylerdendir: الإِمَامُ رَاعٍ وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ “İmam (Halife) bir çobandır ve o, raiyyesinden mesuldür.” Dolayısıyla bu hadis, devlete vacip olan gözetime dahil olmalarından dolayı sağlık ve tedaviden devletin sorumlu olduğu hususunda genel bir nasstır. Bu yüzden Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yönetici sıfatıyla Ubeyy'e bir doktor göndermiş ve ikinci Raşid Halife Ömer de tedavi etmesi için Eslem'e bir doktor çağırtmıştır. İşte bu iki olay, sağlık ve tedavinin devletin ihtiyacı olan kimselere ücretsiz olarak sağlaması gereken tebaanın temel ihtiyaçlarından olduğuna dair birer delildir. Ayrıca İslam Devleti’nin sağlığa verdiği öneme dair tarihten bir örnek verecek olursak; 1283 yılında Kahire'de kurulmuş Bîmâristânü'l-Mansûrî gibi devlet hastaneleri, 8.000 hasta ağırlayacak kapasiteye sahiptiler. Her hastaya iki bakıcı tayin edilirdi ki bunlar hastayı rahat ettirmek için her şeyi yapardı. Her hastaya özel yatak, özel nevresim ve özel kap kaşık verilirdi. Hem yatılı hastalara hem de ayakta tedavi gören hastalara bedava yemek ve ilaç verilirdi. Hatta engelli hastalara ve uzak kırsal bölgelerde yaşayanlara ulaşmak için mobil dispanserler ve klinikler vardı. Binaenaleyh Halife; her bir vatandaşına kaliteli bir yaşam standardı sunmak, insanları geçim sıkıntısının olumsuz etkilerinden kurtarıp ruhsal ve fiziksel sağlığını korumak için mücadele etmek zorundadır. Ayrıca insanların koruyucusu olarak Halife bilimsel araştırmaya, halk sağlığına, tıbba, yeterince ihtimam gösterilmesini ve yatırım yapılmasını garanti etmek zorundadır. Zira İslam; Hilafeti herhangi bir görevin ihmalinden dolayı vatandaşlarına gelebilecek zarardan sorumlu ve mesul kılmıştır. Peki İslam’ın Hilafete yüklediği bu sorumluluğu, kazancı insanın ihtiyaçlarından önemli sayan ve sağlık hizmetini bir temel ihtiyaç olarak değil de bir lüks olarak gören kapitalist siyasi sistemde görmek mümkün müdür? Kesinlikle hayır. Bırak bozuk kapitalizmin vatandaşlarının sağlığını garanti etmeyi, tıbbi tedaviyi bir sömürü aracına dönüştürmüş ve sağlık sistemine özel sektörün hakim olmasını sağlamıştır. Dahası insan sağlığını bozan yığınla sorunlar üretmiştir.
Sonuç olarak başta Müslüman halklar olmak üzere Batılı halklar da İslam ideolojisi üzerine kurulmuş köklü bir alternatif siyasal sisteme muhtaçtır ki bu da; Allah’ın izniyle yakında kurulacak Hilafet Devleti’dir. Zira yüzyıllar süren Hilafet, başka milletlerin gıpta ettiği seçkin ve rakipsiz bir sağlık sistemi oluşturduğu gibi Allah’ın izniyle tekrar kurulduğunda bu sistemi yeniden oluşturacaktır. Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmuştur: فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقَى * وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى “Artık benden size hidayet geldiğinde, kim benim hidayetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz. Her kim de benim zikrimden yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz." [Tâhâ 123-124]
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Ramazan Ebu Furkan