Salı, 28 Rebiu’l Evvel 1446 | 2024/10/01
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Belucistan’da Barışı Sağlamak İçin Sömürgeci Sistem Kaldırılıp Raşidi Hilafet Kurulmalıdır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Belucistan’da Barışı Sağlamak İçin Sömürgeci Sistem Kaldırılıp Raşidi Hilafet Kurulmalıdır!

Haber:

29 Ağustos 2024 tarihinde Pakistan Haber Ajansı, Başbakan Muhammed Şahbaz Şerif ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Seyyid Asım Münir’in Perşembe günü, düşman güçlerinin Belucistan’ın zorlukla kazanılmış barışını ve kalkınmasını bozmasını ne pahasına olursan olsun engelleme yönündeki kararlılıklarını vurguladıklarını ifade etti. Başbakan, Belucistan’da meydana gelen son trajik olay nedeniyle tüm halkın üzüntü duyduğu eklemesinde bulunarak masumların kanlarını döken Haricilerin cezadan kaçamayacaklarını söyledi.(app.com.bk)

Yorum:

Pakistan, Belucistan’da son zamanlarda artan şiddetli kargaşalar karşısında şok oldu. Nitekim saldırılar, 26 Ağustos 2006’da General Müşerref tarafından öldürülen Beluc aşiret lideri Ekber Şahbaz Bugti’nin ölüm yıldönümünde meydana geldi. Ayrıca bu saldırılar, Belucistan’ın her bölgesinde neredeyse eş zamanlı olarak meydana geldi.

Belucistan’daki kargaşalar yeni bir olgu değildir; zira Pakistan’ın İngiliz sömürgeciliğinden bağımsızlığını kazanmasından bu yana sürmektedir. Türünün beşinci ve en uzunu olan mevcut kargaşalar dalgası, 2000’li yılların başında General Müşerref’in iktidarı sırasında başladı. Nitekim isyancıların ve göstericilerin talepleri, daha fazla toprak hakkı çağrısından bağımsız bir devletin kurulmasına kadar uzanmaktadır.Pakistan hükümeti kargaşaları bastırmak için hem siyasi manevralara hem de askeri operasyonlara başvurdu ancak bölgede kalıcı barışı sağlayamadı.

Hükümet, yabancı güçlerin, sert askeri müdahalesini haklı çıkarmak için Belucistan’daki kargaşaları istismar ettiğini iddia ediyor. Ancak bu görüş, kargaşaların temel nedenleri ele alınmadığından dolayı karmaşık olan meseleyi basitleştirmektedir.Aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu binlerce savunmasız sivillerin Gwadar gibi kilit yerlerde gösteri yapması, ele alınması gereken gerçek ve çözülmemiş mezalimlerin olduğuna işaret etmektedir.

Bu da şu soruları gündeme getirmiştir: Neden kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere insanlar, Gwadar, hatta İslamabad gibi şehirlerde çok sayıda gösteri yapıyorlar?Belucistan’daki Müslüman nüfusun haklarının ve ihtiyaçlarının karşılanmasında sistematik bir başarısızlık mı var? Şayet hükümet bu şikayetleri etkili bir şekilde ele alıp insanların haklarını garanti altına almış olsaydı, bu durum yabancı güçlerin durumu istismar etmesi olasılığını en aza indirmez miydi?

Belucistan Müslümanları, gerek İngiliz sömürgeciliğinin altında gerekse Pakistan’ın mevcut yöneticilerinin altında çözüme kavuşturulmamış derin mezalimlerle karşı karşıyadır.Sömürgeci döneminde Belucistan, resmen bir vilayet olarak tanınmıyordu; aksine özel ve ayrıcalıklı bir düzenleme yoluyla yönetiliyordu. Nitekim İngilizler işgallerine karşı sürekli bir direnişle karşı karşıya kalmışlar, bölgenin kaynaklarını sömürmüşler ve bu da bölgenin yoksullaşmasına yol açmıştır. Zira sömürgeci sistem, insanlara hizmet etmekten ziyade onları köleleştirmek, onların haklarını inkar etmek ve askeri güç yoluyla kontrolü sürdürmek için tasarlanmıştır.

Bugün Pakistan’daki siyasi ve askeri liderlik, bu sömürgeci mirası takip etmektedirler; zira Belucistan, İngiliz uygulamalarını taklit eden bir sistemle yönetilmektedir. Dolayısıyla sömürücü ve baskıcı politikaların devam etmesi, bölgede süregelen kargaşaların ve huzursuzluğun kötüleşmesine katkıda bulunmaktadır.

Müslüman ülkelerdeki birçok ülke gibi Pakistan da sömürgeci sistemi nedeniyle başarısız bir devlet olarak kabul edilmektedir. Zira iktidardaki gruplar ülkenin kaynaklarını sömürüyor ve sadece Belucistan’ın değil, tüm eyaletlerin haklarını inkar ediyorlar. Ülke genelinde hayal kırıklığı duyguları mevcut ancak daha fazla nüfusa ve daha fazla seçim etkisine sahip eyaletler, daha fazla ilgiye ve kaynaklara sahiptir. Dolayısıyla Belucistan gibi seçim etkisi daha az olan daha küçük eyaletler, daha fazla ihmal ve sömürüye maruz kalıyorlar.

Belucistan ve Pakistan’ın genelindeki Müslümanların, bugün hâlâ mevcut olan sömürgeci sistemi ortadan kaldırmak için birleşmeleri gerekmektedir. Ayrıca onların, Nübüvvet Minhacı üzere Hilafet kurmak için çalışmaları gerekir. Zira İslam şeriatının uygulanması tüm insanlar için adalet ve refahı sağlayacaktır. Ayrıca tarihsel olarak Hilafet, çeşitli eyaletlerdeki azınlık veya çoğunluk gibi statülerine bakılmaksızın Müslümanlara ve gayrimüslimlere yönelik iyi muamelesiyle bilinmektedir. Zira yüzyıllar boyunca Hilafet, farklı ırk, dil ve dinden olan insanları yöneterek onların saygısını ve sadakatini kazanmıştır.

Tarih, Müslümanların ve gayrimüslimlerin Hilafete ne kadar sadık olduklarına şahittir. Müslümanlar Şam’ı fethettiğinde, Romalı Hıristiyanlar burayı yeniden almak için güçlerini toplarken gayrimüslimleri koruyamayınca celil Sahabi Ebu Ubeyde Radıyallahu Anh onlara cizyeyi iade etti ve onlara şöyle dedi: Size paralarınızı geri iade ettik; çünkü paralarınızı almayı ve ülkenize engel olmayı hoş görmedik.” Bunun üzerine Romalı Hıristiyanların tarafını tutmak yerine Şam Hıristiyanları şöyle dediler: “Allah sizi bize tekrar geri getirsin, Allah Romalılardan bize hükmedenlere lanet etsin; Allah’a yemin olsun onlar bizim başımızdayken bize geri vermediler, aksine bizleri gasp ettiler ve ellerinden geldiğince mallarımızdan aldılar. Bu yüzden sizin yönetimiz ve adaletiniz, bizim daha önce içinde olduğumuz zulüm ve eziyetten daha sevimlidir.”

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Şeyh Şahzad - Pakistan

Devamını oku...

Afganistan Yöneticileri, İslami Körfez’deki Haydutların ve Ümmetin Otoritesini Gasp Edenleri Şirin Göstermekle BAE’nin Komplolarından Kurtulamayacaktır!

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber - Yorum

Afganistan Yöneticileri, İslami Körfez’deki Haydutların ve Ümmetin Otoritesini Gasp Edenleri Şirin Göstermekle BAE’nin Komplolarından Kurtulamayacaktır!

Haber:

BAE, Taliban hükümetinin atadığı büyükelçisinin güven mektubunu kabul ettiğini teyit etti ve bu da onu, Çin’den sonra Taliban yetkililerinin temsilcisini bu düzeyde ağırlayan ikinci ülke haline getirdi. İsmi açıklanmayan bir BAE yetkilisi Perşembe günü geç saatlerde AFP’ye yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Afganistan Büyükelçisi’nin güven mektubunu kabul etme kararı, Afganistan halkına yardım etmek için köprüler kurulmasına katkıda bulunma kararlılığımızı teyit etmektedir.”Afganistan Dışişleri Bakanlığı Çarşamba günü X platformunda yaptığı açıklamada, yeni büyükelçi Mevlevi Bedrüddin Hakkani’nin “Protokol İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Seyf Abdullah el-Şamisi’ye güven mektubunun bir nüshasını” teslim ettiğini ve belgeleri resmi bir törenle BAE başkanına sunacağını belirtti. (Ulusal Haber Ajansı - Lübnan, 23/08/2024)

Yorum:

Yemen ve Şam’daki Müslümanları, suikastlar, bombalamalar, güdümlü insansız hava araçları yoluyla katleden, hain suçlu Hasina’ya karşı çıktığı için Bangladeş halkını tutuklayan ve Afganistan'da ya da dünyanın herhangi bir yerinde “insanlık” arzusuyla Filistin ve Sudan halkı için timsah gözyaşları döken kim Allah aşkına?! Yoksa Afganistan yöneticileri, gerek bunu gerekse BAE’nin Afganistan’a ve Müslümanlara yönelik Batı’nın “kadın hakları” olarak adlandırdığı hususla ilgili komplolarını, yani İslam şeriatının hükümlerinin uluslararası arenada ve Batı’nın bir aracı olan Birleşmiş Milletler aracılığıyla reddedilmesini unuttular mı?Her halükarda “ismi açıklanmayan” yetkili, BAE’nin “bölgesel istikrarı” destekleme kararıyla ilgili bazı sözlerinde haklıydı; yani bu karar, İslam ve Müslümanlarla ilgili her şeyi, özellikle de siyasal İslam’ın doğuda ve batıda yayılmasını engellemek ve Müslümanların başındaki yöneticilerin tahtlarını, kaçınılmaz çöküşe karşı pekiştirmek için çalışmak bakımından genel olarak Batılı ülkelerin çıkarlarının, özel olarak da BAE’nin kendisine bağlı kalmayı bir borç bildiği İngiltere’nin çıkarlarının istikrarı içindir.

Samimi Müslümanlar son otuz yılda kafirleri Afganistan kovmak için yaptıkları cihadı, bir işgalciyi başka bir işgalciyle değiştirmek, Müslümanların zihniyetlerini değiştirip Batılı ülkelerin ve onların kültürel ve siyasi olarak laik projeleri lehine çalışmak, Müslüman ülkelerde Batılı yaşam tarzını pekiştirmek ve Müslüman ülkelerde gerek ekonomik olarak gerekse başka bir şey için kâfir ülkelerin adımlarını ve çıkarlarını pekiştirmek için yapmadılar. Bundan dolayı Afganistan yöneticileri, komplo ülkelerinden biri olan BAE’nin tuzağına düşmemeli, kesinlikle ona meyletmemeli ve meşruiyeti, Birleşmiş Milletler çerçevesinde değil de İslam’ın şeriatın egemenliği ve ümmetin otoritesi hakkında belirlediği anlamlarda aramalıdırlar.

Bu nedenle Afganistan yöneticilerinin, başta dünya genelindeki İslami hareketler olmak üzere dünyadaki tüm Müslümanlarla İslam kardeşliği ilişkilerini derinleştirmeleri ve İslam beldelerini, kendisi için İslam’ı pratik ve tafsili olarak bir ideoloji olarak benimseyecek olan tek bir devletin gölgesinde birleştirme projesini ele almaları gerekmektedir. Tüm bunlar, işi mükemmel bir şekilde yapabilmek için Pakistan, Orta Asya ve diğer Müslüman ülkelerindeki tüm samimi güç ve kuvvet sahiplerinin çabalarını birleştirmek için çalışmakla paraleldir.

Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تُطِيعُوا الَّذِينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ * بَلِ اللهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرِينَ * سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَاناً وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَEy iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.Oysa sizin mevlanız (koruyup kollayanınız) Allah’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır. Kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Çünkü onlar, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koştular. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür!” [Al-i İmran 149-151]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Nizar Cemal

Devamını oku...

İnsanların Dikkatini Gerçeklerden Uzaklaştırmak İçin Yanıltma ve Duygusal Manipülasyon!

Haber-Yorum

İnsanların Dikkatini Gerçeklerden Uzaklaştırmak İçin Yanıltma ve Duygusal Manipülasyon!

Haber:

Bazı uydu kanallarının karşımıza çıkardığı analistler ve stratejistler şöyle diyorlar: Gazze’deki direniş tugayları, direnmeye muktedirdirler… Düşmana darbeler indirmeye muktedirdirler…Sıfır mesafeden cesur operasyonlar gerçekleştiriyorlar… Düşman kuvvetlerine karşı koydular ve onları geri çekilmeye zorladılar… Düşman kuvvetlerine falan eksende veya filan caddede karşı koydular ve onun saflarında ağır kayıplar verdirdiler… Daha fazla direnişçi toplamaya muktedirdirler…kendi füzelerini geliştirebiliyorlar... ve daha başkasını yapabiliyorlar.

Yorum:

Hakeza bazı uydu kanallarının karşımıza çıkardığı analistler ve strateji uzmanları, Gazze Şeridi’ndeki kahramanca direniş operasyonlarını övüyorlar ve sanki işler yolunda gidiyormuş gibi, düşmanı yenmek, onun ilerlemesini durdurmak ve ona galip gelmek yeterliymiş ve başka bir şeye ihtiyacı yokmuş gibi onun haberlerini yayıyorlar; böylece sanki direniş çok iyi gidiyormuş ve farzı kifayeyi tamamen yerine getiriyormuş gibi bir imaj sergiliyorlar!

Ancak ne analistler ne haberleri aktaran muhabirler, direnişçilerin ve mücahitlerin, silaha, teçhizata ve daha fazla eğitimli savaşçı ve askerlere ihtiyaç duyduklarından bahsetmediler. Dolayısıyla direnişi öven haber ve analizler, direnişin ihtiyaç duyduğu en önemli şey olan silahların temini ve direnişi destekleyecek kuvvetlerin gönderilmesi konusuna değinilmeden sunuluyor. Sanki bunun hakkında konuşmak caiz olmayan kırmızı çizgiymiş, sadece direnişin gösterdiği kahramanlık övülerek dikkatler başka yöne çekilmeliymiş ve mücahitlere silah ve kuvvetler sağlanmasını ya da orduların harekete geçirilmesini talep etmek caiz değilmiş gibi.

Bu, kendisiyle insanları saptırdıkları, duygularını okşadıkları ve onları kendisiyle uyuşturdukları bir tür saptırma ve anestezidir. Hatta direniş örgütleri ve tugaylarındaki sorumlular bile silah, birlik veya ordu temin edilmesi talebinde bulunmuyorlar! Sanki onların bu konuda konuşmaları yasaklanmış ve şayet bu konuda konuşurlarsa bu uyduların kendi haberlerini yayınlamayacağı ve uydu ülkelerin, liderlerinin bu uydularda bulunmasına veya bu uydulardan geçmesine dahi izin vermeyeceği tehdidi altındalarmış gibi!

Bu arada düşman Başbakan Netanyahu kuvvetlerini güçlendirmekte, vahşi saldırılarını, yıkımlarını ve öldürmelerini artırmakta, daha fazla savunmasız çocuğu, kadını ve adamları öldürmek için Amerika’dan daha fazla nitelikli silah göndermesini talep etmekte ve Amerika onun talebini karşılamaktadır ki 13/8/2024 tarihinde düşmana göndermeyi kabul ettiği son anlaşma yaklaşık 20 milyar Dolardır. Aynı şekilde Yahudi varlığına silah ve paralı asker sağlayan Avrupa ülkeleri de vardır.

Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri Yahudi varlığına her türlü silahı sağladıkları ve aynı zamanda kendileri düşmanın yanında çatışmaya fiilen dahil oldukları halde bölge ülkelerinin, canlarını, namuslarını ve evlerini savunanlara herhangi bir silah parçası dahi sağlamalarını engelliyorlar ve bunu bir suç ve çatışmanın kapsamını genişletmek olarak kabul ediyorlar. Hatta Yahudi varlığı, birtakım odakları Mısır’dan Gazze Şeridi’ne tüneller aracılığıyla silah ve mühimmat kaçırmakla suçladı; bunun üzerine Mısır rejimi, Mısır Devlet Enformasyon Servisi (SIS) Başkanı Diaa Rashwan lisanı üzerinden bunu reddetti ve Mısır’ın 14 kilometre boyunca yer üstünde 6 metre yüksekliğinde ve yer altında 6 metre derinliğinde 3 duvar inşa ettiğini, bunu beton bir duvarla güçlendirdiğini ve 1500’den fazla tüneli yok ettiğini kanıtladı!Mısır rejimini, Yahudi varlığının sınır bölgesini, yani sözde Philadelphia eksenini işgal etmesi konusunda uyardı.

Buna rağmen Yahudi varlığı, Mısır rejiminin söylediklerine güvenmedi ve Gazze Şeridi ile Mısır arasındaki bir sınır olan 14 kilometre uzunluğundaki Philadelphi (Selahaddin) eksenini işgal etti ve bu korkak rejimin uyarılarına hiç itibar etmedi; çünkü Yahudi varlığı, Mısır rejiminde zerre kadar cesaret olsaydı bu duvarları inşa etmeyeceğini ve Yahudi varlığına cevap vermek ve bu varlığın güvenliğini korumak için bu tünelleri yıkmayacağını çok iyi biliyor. Şayet Mısır rejiminde azıcık bile cesaret olsaydı, açlıktan ve bir damla su bile bulamamaktan dolayı zarar gören Gazze halkından olan kardeşlerini terk etmezdi. Şayet Mısır rejiminde azıcık bile cesaret olsaydı, düşmanın Gazze halkını öldürmesi için onları korumasız bırakmaz ve daha ilk günden orduyu harekete geçirirdi. İşte bu nedenle düşman harekete geçti, Mısır rejimine meydan okudu, korkaklığını ve alçaklığını test etti, eksenleri ve koridorları işgal etti ve Mısır sınırını kontrol altına aldı.

Yahudilerin Gazze’ye yönelik saldırısının başlangıcında, Reuters da dahil olmak üzere haber ajansları, 16 Kasım 2023 tarihinde İran’dan iki ve Hamas’tan bir yetkiliye dayandırdıkları haberlerinde, İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’in 5 Kasım 2023 tarihinde Tahran’a yaptığı ziyaret sırasında Hamas Siyasi Bürosu Başkanı İsmail Haniye’den, “İran’a ve onun Lübnan’daki güçlü müttefiki Hizbullah grubuna tüm güçleriyle “İsrail’e” karşı savaşa katılmaya aleni olarak çağrıda bulunan Filistin hareketi içindeki sesleri susturmak” için çalışmayı talep ettiğini aktardılar. Dolayısıyla İran ve yandaşlarının yapacağı en fazla şey, insanları direnişi desteklediklerine inandırmak için oraya buraya füze fırlatmak olacaktır!

İki gün boyunca Karabağ’a ve Libya’ya gönderdiği gibi Filistin’e de asker gönderme ihtimali olduğunu söyleyerek insanların duygularını okşayan Erdoğan, bu açıklamasından iki gün sonra geri adım atarak Gazze’deki soykırımı durdurmak için insanlık koalisyonu adında hayali bir koalisyon kurulması gerektiğini söyleyerek insanları kandırdı!

Bu da ortada herhangi bir haberin, herhangi bir analizin, herhangi bir yetkilinin ve liderin ağzından veya herhangi bir medya organının, savaşçılara silah, teçhizat ve savaşçı sağlanılması ve orduların harekete geçirilmesi talebinde bulunmaması, aksine düşmanla açıkça işbirliği içinde ve Amerika’nın savaşın kapsamını genişletmemek adı altında onların müdahale etmeme politikasını uygulama konusunda kahraman direniş operasyonlarını övmekle yetinme yönünde planlı bir politikanın olduğunu teyit etmektedir; böylece bu, kötü niyetli bir şekilde insanlara iyi bir şeymiş gibi gösteriliyor, insanlar da bununla etkileşime giriyor ve sahadaki acı gerçeğe yani savaşın eşit olmadığı gerçeğine aldırış etmeden bu haber ve analizleri duymak için can atıyorlar; nitekim düşman, tanklar, uçaklar ve 2000 kilo ağırlığındaki devasa mühimmatlar da dahil olmak üzere tüm silahlarla donatılıp Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından ona tüm silahlar ve paralı askerler tedarik edilirken direnişçi savaşçılar, mütevazi silahlarla düşmana direniyorlar; bu yüzden onların ülkeleri yıkılmış, halkları aç kalmış, bir içim sudan mahrum bırakılmışlar, defalarca yerlerinden edilmişler, evleri, okulları ve hastaneleri başlarına yıkılmış, hatta şehit sayısı 40 binin üzerine, yaralı sayısı 90 binin üzerine, kayıpların sayısı ise -ki onlar da şehit sayılır- 10 binin üzerine ulaşmıştır; bu arada düşman sadece yüzlerce askerini kaybetmiş, evleri, hastaneleri ve okulları yıkılmamış ve düşmana her yerden, hatta Ürdün, BAE, Bahreyn, Fas, Türkiye ve Azerbaycan’dan bile temiz su, yiyecek, meyve ve tüm enerji kaynakları gelmektedir!

Bakın işte düşman Batı Şeria’ya yöneldi ve Gazze’de yaptığını orada da rahatlıkla yapmaya başladı; yine Gazze tarzı haberler yapılmakta, analizler ve yetkililerin açıklamaları yayınlanmaktadır!

Yeter artık bu kadar saptırma ve aldatma; bu ümmetin içindeki her bir samimi kişinin, harekete geçmesi ve soykırıma maruz kalan Filistin halkını desteklemek, dahası onu özgürleştirmek ve kâfir Batı’nın ümmetlerinin kalbine diktiği mikrobu yok etmek için orduların harekete geçmesini talep etmesi gerekir; ayrıca ajan rejimler ve onların sorumluları düşene ve Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için bilinçli ve muhlis siyasi bir liderlik gelene kadar onlar üzerinde baskıyı artırmaları gerekir.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur

Devamını oku...

Mısır’ın Yahudi Varlığından Yaptığı Doğalgaz İthalatı Ağustos Ayında %18 Oranında Artış Gösterdi!

Haber-Yorum

Mısır’ın Yahudi Varlığından Yaptığı Doğalgaz İthalatı Ağustos Ayında %18 Oranında Artış Gösterdi!

Haber:

El-Arabi el-Cedid web sitesi geçen 28/08/2024 Çarşamba günü, Arap medya organlarının Mısır hükümet yetkililerinden aktardığına göre Mısır’ın işgal devletinden yaptığı doğal gaz ithalatı Temmuz ayındaki günlük 850 milyon fit küpe kıyasla Ağustos ayının başından bu yana %18 artarak günde yaklaşık bir milyar fit küpe ulaştığını yayınladı.

Yorum:

Sürekli olarak Müslümanların başındaki yöneticilerin İslam ümmetiyle hiçbir ilgisi olmayan ajanlar olduğunu ve bu ümmetin en büyük düşmanları olduğunu söyledik. Zira bu yöneticiler, ümmeti demir yumrukla yönetiyorlar, hiç durmaksızın ümmeti aşağılamak ve ezmek için çalışıyorlar, ümmetin enerjilerini ve servetlerini hiçbir faydası olmayan şeylere harcıyorlar ve halklarının bunlardan faydalanmasını engelliyorlar. Ama aynı zamanda bu yöneticiler, kafir ülkelerin bu zenginlik ve servetlerden faydalanmasını sağlıyorlar, kendilerini Müslümanların başına diken sömürgeci kâfir devlerin emirlerine amade oluyorlar ve onların hiçbir emrine karşı gelmiyorlar. Dahası sömürgeci kafirler Müslümanların zenginliklerinden faydalanıp onların halkları refah, huzur ve istikrar içinde yaşarlarken Müslümanların yoksulluğun ve hastalıkların acısını çekmesi bu yöneticiler için hiç sorun değildir. Bunun da ötesinde bu yöneticiler, ümmet ile İslam’ının arasını engelledikleri gibi, ümmetin İslam’ın hükümlerine göre yaşamasını ve onu tüm insanlara taşımasını da engelliyorlar. Ayrıca kokuşmuş Mısır rejimi, Kenane Müslümanlarının aşağılanmasında en kirli rolü oynamakta, İslam ümmetine karşı komplo kurmakta ve Allah Subhanehu ve Teala’nın şu kavlinde nitelendirmiş olduğu kimselerin yanında yer almaktadır: لَتَجِدَنَّ أَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذِينَ آمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذِينَ أَشْرَكُوا  “İman edenlere karşı düşmanlık bakımından insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun.” [Maide 82]

Yahudilerin modern tarihte bilinen en kötü savaşında Gazze’yi yerle bir ettiği, Filistin topraklarının her karışındaki tertemiz kanları akıttıkları, yöneticilerin bu kanlardan dolayı başlarındaki kıllarını dahi kıpırdatmadıkları, Filistin halkını yiyecek ve sudan mahrum bıraktıkları ve ellerinden gelse havadan dahi mahrum bırakacakları bir zamanda… diğer taraftan bu yöneticilerin, özellikle bu varlığın son demlerini yaşamaya başlamasının ardından onun köklerini söküp atmak için ordularını harekete geçirmek yerine Gazze’ye karşı komplo kurduklarını, Yahudi varlığının kirli savaşında onun yanında yer aldıklarını, onu ve onların hepsini bekleyen karanlık akıbetten kurtarmak için Yahudi varlığına yardım ve destek eli uzattıklarını görüyoruz.

Nitekim Arabic Post web sitesi 22/08/2024 Perşembe günü, Hayfa ve Aşdod’a düzenli olarak mal taşıyan gemilerin tespit edilmesinin ardından 5 Mısır limanının Yahudi varlığı için önemli tedarik limanlarına dönüştüğünü yayınladı; yine 28/08/2024 Çarşamba günü el-Arabi el-Cedid web sitesi, Mısır’ın Yahudi varlığından yaptığı doğal gaz ithalatının bu ay %18 arttığını yayınladı. Bundan daha büyük ihanet olabilir mi ey Mısır Firavunu?!Gazze ve halkına destek vermediniz, keşke bu utançla yetinseydiniz ama ilk suçtan daha beter bir suç daha eklediniz; zira sizler, Gazze’de soykırım savaşı yürüten varlığın yanında yer aldınız ve o kirli savaşını sürdürebilsin diye onunla ticaret alışverişi yapmaya devam ettiniz. Tüm bunlardan daha garip olanı ise, Mısır rejimi ile Yahudiler arasındaki bu ticaret alışverişinin karanlıkta ve çok gizli bir şekilde gerçekleşmemesi, bilakis Mısır rejiminin 120 milyonluk Kenane halkını hiç hesaba katmadan bu ticari alışverişi apaçık bir şekilde gerçekleştirmesidir! Bakın işte görsel ve işitsel medya organları, rejimin bu ticari alıverişten dolayı hiç kimseyi umursamadığından bahsetmektedir! Peki Kenane halkı, kendi ülkelerinin Gazze halkından olan kardeşlerini sırtından bıçaklayan bir hançer olmasını ve paralarını ise Yahudilerin savaşlarını finanse etmek için kullanmasını kabul mü edecek?! Kenana halkı, bu rejimin suçlarına daha ne zamana kadar sessiz kalacak?!

Müslümanların sıkıntılarının kaynağının Müslüman ülkelerdeki iktidar rejimleri olduğu ve ancak onların (iktidar rejimlerinin) tüm azalarının kesilmesinin bir fayda sağlayacağı apaçık ortaya çıkmıştır; Vallahi bu rejimler iktidar koltuklarında kaldıkları sürece bizler ayakta kalamayacağımız gibi, ümmetimiz yeniden ayağa kalkıp yüzünü bu tiranların saraylarına dönmedikçe, onları başkaları için bir ibret yapmadıkça, onların tahtlarını başlarına geçirmedikçe ve onların her birini yeryüzünden silmedikçe milletlerin kuyrukları olarak kalmaya devam edeceğiz.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Muhammed Ebu Hişam

Devamını oku...

İslam, Hem Laikliği Hem De Siyasi Teolojiyi Reddeder!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

İslam, Hem Laikliği Hem De Siyasi Teolojiyi Reddeder!

20. yüzyılda Carl Schmitt adlı bir Alman düşünür “siyasi teoloji” terimini popüler hale getirmiştir.Bu terim teoloji ile siyaset arasındaki ilişkiye işaret etmek için kullanılmıştır. Schmitt, ulus-devletin aslında Hıristiyan geleneğinden gelen dini kavramlar kullanılarak kurulduğuna inanıyordu. Schmitt, bu kavramların Hıristiyan geleneğinden aktarıldığını ve bugün laik siyaset olarak adlandırdığımız şekilde yeniden formüle edildiğini varsaymıştır.Kendisinin de ifade ettiği gibi, “Modern devlet teorisindeki tüm önemli kavramlar, sadece tarihsel gelişimleri nedeniyle değil, “Hıristiyan” teolojisinden devlet teorisine aktarılmış seküler teolojik kavramlardır; örneğin yüce tanrı, yüce yasa koyucu haline gelmiştir ancak aynı zamanda metodolojik yapısı nedeniyle bunları tanımak, bu kavramları sosyolojik bir perspektiften ele almak için gerekli bir hale gelmiştir.”

Carl Schmitt’e göre, otoritesi sorgulanamayan her şeye gücü yeten tanrının teolojik kavramı, ulus-devlet yapısına aktarılmıştı. Bu yüzden artık otoritesi sorgulanamayan devlet olmuştur. Kullanılan bir başka fikir de tanrının varlığının arızi ya da tesadüfi değil, zorunlu olduğu, dolayısıyla ulus-devletin varlığının da zorunlu olduğuyla ilgilidir.Şimdi Schmitt'in ulus-devlet analizine katılsanız da katılmasanız da bu, şu önemli soruyu gündeme getirmektedir; Batılı fikri gelenek, neden teoloji ve siyaseti ayrı bir şey olarak kabul ediyor? Schmitt’in tartışmasında örtülü olan, teoloji ile siyasetin birbirinden ayrı olduğu ve teolojik kavramların ulus devlete aktarılabilmeleri için önce onların laikleşmesi gerektiği varsayımıdır.

İtalyan filozof Roberto Esposito, “İki” adlı kitabında “siyasi teoloji” ifadesinde gizli olan çatışmayı tartışıyor. Nitekim Esposito, siyaset ve teoloji arasındaki bağlantının, Hıristiyanlığın Roma hukukuyla buluştuğu geçmiş yüzyıllara dayandığını açıklıyor.Her birinin diğeri üzerinde bir etkisi olup bize bugün, Roma Katolik geleneği olarak adlandırdığımız şeyi vermiştir. Ancak saf teoloji (ya da esasında Hıristiyanlık) ile siyasi-hukuki kanunun (ya da Roma hukuku ve devlet yönetiminin) arasındaki bu birleşim, ideal olmamıştır. Ayrıca Esposito’nun açıkladığı gibi, teolog ve siyasetçi bir diğeriyle bütünleşmeye çalışmakta olup ikisi arasındaki çatışma, Batı tarihinin çoğunu belirleyen şeydir. Batı geleneğinde teoloji ve siyaset arasındaki bu bölünme, İncil’deki şu sözlerde somutlaşmıştır: “Sezar'ın hakkını Sezar'a, tanrının hakkını tanrıya verin.”

Teoloji ile siyaset arasındaki bu çatışma, ne yazık ki Müslümanların karşı karşıya kaldığı bir sorun haline gelmiştir. Nitekim sömürgecilik asrıyla birlikte Hilafetin kaldırılması ve Müslüman ülkelerin ulus devletlere bölünmesi gelmiştir. Ulus devletin yükselişiyle birlikte de laikliğin güçlü bir şekilde dayatılması gelmiş ve bu da şeriatın siyasi alandan uzaklaşmasına yol açmıştır.Ancak siyaset ve teoloji arasındaki bu tür bir ayrımın, İslami bağlama tercüme edilmesi mümkün değildir. Hatta “teoloji” kelimesinin kullanılmasını, İslami gelenekte karşılığını bulmaya çalıştığımızda bir sorun haline gelmektedir. Batılı akademisyenler bazen “teoloji” ile kelam ilmini karşılaştırmaktadır. Ancak bu eşleştirme yanlıştır. Zira İslam tarihinde kelam ilmi, fikri bir ihtisas olması itibariyle usul-i fıkıh, tefsir ve hadis şerhleri gibi Müslümanların diğer birçok ilmiyle derinden iç içe geçmiştir. Tabi en önemlileri Kur'an ve Sünnet olan bu son ilimler, İslami kaynaklardan şerî hükümleri istinbat etmek için kullanılmaktadır. İşte ister özel, ister genel, isterse “siyaset” olsun Müslümanların tüm işleri için öğrendikleri bu şerî hükümlerdir. 

Allah Subhanehu’nun Kitabı’nda ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinde, ister ibadetler, ister hadler, isterse muamelatlar olsun tüm meseleleri bulmaktayız. Peki İslam kültüründe teoloji ile siyasetin arasını ayıran çizgi, nereye çizilecektir? Basitçe bu mümkün değildir. Zira İslam’da siyaset, siyase etmek, yani insanların işlerini, İslam’ın bize getirmiş olduğu hükümlere göre gözetmektir. Nitekim meşhur alim ve tarihçi İbn-i Haldun Mukaddime kitabını yazdığında bu noktayı çok net bir şekilde açıklamıştır: “Siyaset ve mülk, yaratılanların kefaleti ve Allah’ın, aralarında Kendi hükümlerini uygulaması için kulları arasındaki Halifesidir; Allah’ın yarattıkları ve kulları hakkındaki hükümleri, ancak bir hayır ve kanunlarında şahit olunduğu gibi maslahatların gözetilmesidir”; bu nedenle dini kanunlardan maksat, insanları, gerek Allah gerekse diğer kardeşleriyle olan tüm ilişkilerinde bu yola tabi olmalarını sağlamaktır.

Batılı Hıristiyan inançları ile İslam arasındaki çelişki, Hristiyanların, “Sezar'ın hakkını Sezar’a, tanrının hakkını tanrıya verin” sözü ile İslami nâssların arası karşılaştırıldığında daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır ki Kur’an-ı Kerim bunu açıklamıştır. Zira Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِيناً فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِّإِثْمٍ فَإِنَّ اللهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌBugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim. Kim, gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” [Maide 5]Bu ayet, İslam’ın kapsayıcılığını teyit etmektedir.

İslam şeriatının, hayatımızı kapsamadığı hiçbir yön yoktur. Zira Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ Aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Onların hevalarına tabi olma ve Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” [Maide:49]Bu ayet, Müslümanların sadece İslami hükümlere uymakla yükümlü olduklarını açıklamaktadır.

Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاءُ مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ   “Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” [Bakara 85] Bu ayet müminleri, İslam’ın yönlerini göz ardı ederek hevalarına göre seçim yapmaları durumunda olabilecekler hakkında uyarmaktadır.

Müslümanlar olarak bizler, siyaset ve dinin birbirine zıt olduğunu söyleyen görüşü terk etmemiz gerekir; aksine bu ikisi, en önemli akidemiz -ki o bizim dinimizdir- aracılığıyla iç içe girmişlerdir. Yine Müslümanlar olarak bizler, “fıkhî” ve siyaset ilimleri hakkındaki ter türlü çabanın, Allah Subhanehu’ya ve Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e itaat olan hedefimizi gerçekleştirmek kastıyla gösterildiğinin bilincinde olmalıyız.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Halil Musab – Pakistan

Devamını oku...

Yerinden Edilme Ve Tehcir Devam Ediyor… Peki Gazze’de Güvenli Bir Yer Kaldı mı?

  • Kategori Haber ve Yorum
  •   |  

Haber-Yorum

Yerinden Edilme Ve Tehcir Devam Ediyor… Peki Gazze’de Güvenli Bir Yer Kaldı mı?

Haber:

Savaştan önce Deyr el-Belah (Gazze Şeridi'nin merkezi) ile Han Yunus (güneyi) arasındaki yolculuk on beş dakikayı geçmiyordu. Ancak şu anda bu süre 3 saate kadar çıkabilmektedir; bunun nedeni ise Yahudi varlığının “insani” olduğunu iddia ettiği bölgede yüz binlerce yerinden edilmiş insanın el-Raşid caddesi boyunca toplanması, Gazze Şeridi’nin kuzey ve güneyini birbirine bağlayan yolun özelliklerini kaybetmesi ve doğusunun tarım arazileriyle ve batısının da Akdeniz kıyılarıyla çevrili bir otoyoldan, çadırlarla dolmasının ve satıcıların ve alışveriş yapanların bu caddeyi tıka basa doldurup arabaların geçmesi için geriye -nerdeyse- birkaç metre kalmasının ardından bir gecekondu bölgesine dönüşmesidir.

Son iki hafta boyunca, Yahudi varlığının savaşın ilk ayında 230 km olan alanını sadece 35 kilo metreye kadar daraltması yüzünden bölgedeki yerinden edilenlerin endişesi artmaya başlamıştır. (El Cezire Net)

Yorum:

Şayet Müslümanların kendilerini koruyacak, arkasında savaşacakları ve onun sayesinde kendilerini yeryüzü halkının çetelerinden koruyacakları bir İmamları (Halife) olsaydı gazaba uğramış bir kavim olan Yahudilerin, Müslümanların topraklarında (Gazze Haşim) uyguladıkları günlük katliamları devam ettirmeye cesaret edemeyecekleri basiret sahibi olan herkes için bir gerçek haline gelmiştir.

Gazze Haşim’deki Müslümanlar, Yahudileri bir saat veya daha kısa bir sürelik bir savaşta yok edebilecek güç ve kuvvete sahip bir ümmetin parçası oldukları halde Yahudilere teslim mi edilecekler?! Ordularımızın içindeki evlatlarımızın Gazze’deki enkaz ve yıkım altında kalan kardeşlerimize, namuslarımıza ve çocuklarımıza destek olmalarının zamanı gelmedi mi? Yahudileri çevreleyen ülkelerden bir ordunun kükreyerek, Gazze topraklarında, hatta tüm Filistin’deki halkımıza uygulanan öldürmelere, yerinden edilmeler ve kötü muameleye son vermesinin zamanı gelmedi mi?! Sizleri insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapan Subhanehu ve Teala’nın şu kavlini okumadınız mı: إِن يَنصُرْكُمُ اللهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ   “Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” [Al-i İmran 160]

Peki sizlerin, kardeşlerinize destek olmaktan engelleyenlere karşı sessiz kalmanıza ne demeli?! Oysa sizlerin, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen ve bu katliamlar, öldürmeler ve yıkımlardan dolayı hiç kıskançlık duymayan yöneticilerinizi tahtlarından indirip Müslümanlar için, yeryüzünün sapkınlarına karşı aşılmaz bir engel olacak ve arkasında Müslümanların da olacağı bir Halife nasbetmeniz daha evladır. Müslüman bir kadının çığlığından dolayı Müslüman orduların Amuriye kalelerini paramparça ettiği daha önceki kardeşleriniz gibi olanlarınız hani nerede? Allah’ın Rasulü’nün kendileri için ettiği duaya nail olabilmek amacıyla Kostantiniye’yi fethetmek için yarışan daha önceki kardeşleriniz gibi olanlarınız hani nerede; zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: لَتُفْتَحَنَّ الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ، فَلَنِعْمَ الْأَمِيرُ أَمِيرُهَا، وَلَنِعْمَ الْجَيْشُ ذَلِكَ الْجَيْشُKostantiniye elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutandır, o ordu ne güzel bir ordudur

Ey İslam ümmeti, ey onun nusret ve kuvvet ehli, ey İslam ümmetinin orduları ve güç ehli, ey savaş ehli ve ondaki halka:Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şahitlik eden Müslümanlardan olmanızdan dolayı sizlere hitap ediyoruz. Rabbi Subhanehu’nun Kitabı’na ve Nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dinine sımsıkı bağlandığı sürece fetihler ve zaferlerle dolu bir geçmişe sahip olan kadim ve azim bir ümmetin parçası olmanızdan dolayı sizlere hitap ediyoruz. Allahu Teala’nın şu kavlinden dolayı sizden yardım istemek Rabbimizin bir vacibi olduğu için sizlere hitap ediyoruz: وَإِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ   “Sizden din konusunda yardım istediklerinde yardıma icabet etmeniz sizin üzerinize vaciptir.”[Enfal 72] Allah yurtlarından çıkarılan mustazaf Müslümanlara yardım etmenizi vacip kıldığı için sizden yardım istiyoruz; sizler güç ve kuvvet ehlisiniz; o halde Allah’ın emrine icabet edecek misiniz?!

İçinde bulunduğunuz acziyet durumu, nefsinizin, şeytanın ve onun avenelerinin uydurduğu bahanelerden başka bir şey değildir; bakın işte Yahudiler, askeri cephaneliklerine ve şer güçlerinin onlara yönelik desteğine rağmen, sayı ve teçhizat bakımından kendilerinden daha az olan bir grup Müslümana galip gelemiyorlar! Böyle insanlar, ordularınızın karşısında dayanabilirler mi Allah aşkına? Onlar, şayet Allah’ı tasdik ediyorsanız sizin imanınız karşısında dayanabilirler mi; Allahu Teala’nın, yurtlarından çıkarılan mustazaf Müslümanlara yardım edenlere yönelik sevabını unuttunuz mu yoksa? يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُİşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.” [Saf 12] Allah’a yemin olsun ki sizler, şayet tek bir devletin (Hilafet Devleti) altında birleşir ve arkanızdaki tüm Müslümanlar da Allah yolunda cihat etmeye, Yahudilerle ve onları destekleyenlerle savaşmaya ve Müslümanların kutsallarının, namuslarının ve mukaddesatlarının intikamını almaya istekli olurlarsa, Yahudilerle ve onlardan daha güçlü olanlarla savaşmaya muktedir olursunuz.

Gazze Haşim’deki, dahası tüm Filistin'deki Müslümanların çektiği acılardan, Allahu Teala’dan sonra, Allah’ın sizlere vacip kıldığı görevi yerine getirmek için harekete geçmenizden başka bir çıkış yolu yoktur ya da kardeşlerinize yardım etme konusunda sessiz kalmaya devam edeceksiniz; sizler bu şekilde olsanız da Allah emri gerçekleşecektir; ama sizlerin üzerine Allahu Teala’nın azabı hak olacaktır. يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِO gün zalimlere, özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!” [Mümin 52] O halde çok geç olmadan ve güçlü, aziz ve cebbar olan Allah’ın huzuruna çıkmadan önce bu prangaları kırın ya da parçalayın ve sizleri kardeşlerinizi desteklemekten alıkoyan bu yöneticileri önünüzden kaldırıp atın. وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍHalbuki artık kurtulma zamanı değildi!” [Sad 3]

Hizb-ut Tahrir sizleri, Allah’ın emrine icabet etmeye davet ettiği gibi Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafeti kurmak için de kendisine nusret vermeye davet ediyor; böylece Müslüman ülkeler tek bir devletin altında birleşecek ve onlara, Müslümanların kutsallarından birine saldırmaya yeltenen herkesle savaşta Müslümanların Halifesi liderlik edecektir.وَلَيَنْصُرَنَّ اللَّهُ مَنْ يَنْصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ   “Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” [Hac 40] Nitekim Allah, Kendi emrine muhalefet etme konusunda sizleri uyarmaktadır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur: فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ  “Onun emrine muhalefet edenlere bir fitnenin veya elim bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar.” [Nur 63]

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdullah Abdurrahman

Devamını oku...

Gazze ve Murdarı Temizden Ayırması!

  • Kategori Makaleler
  •   |  

Gazze ve Murdarı Temizden Ayırması!

Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur: ما كَانَ اللهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِنِينَ عَلَى مَا أَنتُمْ عَلَيْهِ حَتَّى يَمِيزَ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ(Ey inkâr edenler!) Allah müminleri, murdarı temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir.” [Al-i İmran 179]

Yahudi varlığının Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımın başlamasının üzerinden on aydan fazla bir zaman geçti; o zamandan beri dünya, Yahudi varlığının Gazze’deki Müslümanları yok etme, yerlerinden etme ve topraklarını gasp etme girişiminde Batı’nın propagandasını yaptığı tüm standart ve normları nasıl ihlal ettiğini izliyor.

Büyük yabancı güçlerin temel desteğinden cesaret olan Yahudi varlığı katliamlarına devam etmekte ve yaklaşık seksen yıl boyunca çok tanıdık bir özelliği olan ince bir aldatma ve yalan perdesiyle suçlarını halkından ve dünyadan gizlemeye çalışmaktadır.

Bu soykırım, Gazze’deki iki milyon Müslümanın toplu olarak bombalanmalarına, yerinden edilmelerine, kurşunlarla hedef alınmalarına, tutuklanmalarına, korkunç işkencelere maruz kalmalarına, tecavüz edilmelerine, sakat bırakılmalarına, canlı olarak yakılmalarına, aç bırakılmalarına ve insanlığın bildiği her türlü şiddetli baskıya maruz kalmalarına neden olurken, Gazze’deki Müslümanlar ise İslam ümmetinin mübarek topraklarını umutsuzca savunmaya çalışmaktadırlar. Nitekim bu operasyonlar aracılığıyla sakinler, mülteciler, mahkumlar, direniş savaşçıları ve şehitler gibi çeşitli kategorilere bölünüp parçalandılar...

İslam ümmeti bir bütün olarak, Gazze ve Filistin’deki kardeşlerinin çekmiş oldukları acıları şaşkınlıkla izleyip şiddetli acılar hissederken onlardan birçoğunun öfkelenmesi ve sıkıntıya düşmesi için daha büyük bir neden vardı. Nitekim bir kişi, imtihana maruz kalanların sadece Filistin’deki Müslümanlar olduğunu düşünebilir; ancak gerçekte gerçek imtihana maruz kalanlar, soykırım devam ettiği halde farklı gruplara ayrılan Gazze ve Filistin dışındaki Müslümanlardır.

Yahudi varlığının Gazze’ye yönelik saldırısının başladığı Ekim 2023'ten bu yana İslam ülkesinin dört bir tarafında ümmetten birçok kişi şehit olmuş ve Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, تَرَى الْمُؤْمِنِينَ فِي تَرَاحُمِهِمْ وَتَوَادِّهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى عُضْواً تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ جَسَدِهِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّىBirbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet etmede, birbirlerine şefkat göstermede müminlerin bir bedenin misali gibi olduğunu, ondan bir uzuv rahatsız olsa diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ettiklerini görürsünüz” hadisi gereği onlara, Fas'tan Endonezya'ya kadar Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki toplumun her kesiminden ve aynı şekilde Batı ve diğer ülkelerde yaşayan Müslümanlar tarafından destek yağmıştır.

Bazıları için, mevcut araçlar yoluyla seslerini yükseltmek, sorunu ele almak için mümkün olan tek seçenek olabilir. Ancak bunu, doğru çözüme davet etmek yoluyla yapmaları gereklidir. Sadece Gazze’ye sadaka gönderilmesi çağrısında bulunmak, dua etmek, bireysel ıslahta bulunmak ya da Yahudi varlığını destekleyen şirketleri boykot etmek, bizzat ödüle layık eylemler olsalar da ancak azılı orduyu durdurarak soykırımı sona erdirmeyecektir.

Aynı şey mevcut siyasi sistemler ve mevcut dünya düzeni aracılığıyla bir etki oluşturmak için politikacılar ve kurumlar üzerinde hararetle baskı uygulayan kişiler için de geçerlidir. Zira bunu yapmak, büyük küresel güçlerin kendi yerel siyasetçilerini, kendi kurum ve kuruluşlarını ve dünyanın dört bir yanındaki yarı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol ettiklerini ve tüm bunların da kendi stratejik ve maddi çıkarlarını gerçekleştirmek için olduğu gerçeğini göz ardı etmektir. Bu ise Yahudi varlığına soykırım politikalarını sürdürmesi için şu anda Ortadoğu’da fiili hareket etme özgürlüğü vermeyi içerdiği gibi aynı şekilde bu, Yahudi ordusuna silah ve finansman sağlamayı da içermektedir.

Her açıdan İslam ümmeti için gerçek çözüm, egemenliği tüm işlerde Allah Subhanehu’nun hükmüne veren ve ümmeti, tek bir devletin ve tek bir yöneticinin otoritesi altında iç bölünmeler olmaksızın birbirine bağlayan kendi siyasi sisteminin yeniden kurulmasıdır. Bu tek yönetici, yani Halife, ümmetin muazzam kaynaklarını, özellikle de ordularını ve mücahitlerini, Müslüman ülkelerdeki askerler ve mücahitler arasında yankılanan bir arzu olan Filistin topraklarını özgürleştirmek için harekete geçiren kişi olacaktır.

Ancak ulus-devlete dayalı mevcut sistemin gölgesinde Müslüman ordular, kışlalarında hapsolmaya ve büyük komutanları tarafından zincire vurulmaya devam etmektedir. Ama bu aynı liderler, kardeşlerinin maruz kaldıkları soykırıma verdikleri tepkileri değerlendiren ve kaydeden Allah Subhanehu ve Teala tarafından sınananların bizzat kendileri olduğunun farkına varmalıdırlar. Bu yüzden onların eylemlerini sadece konuşmakla sınırlandırmaları, kesinlikle kabul edilemez bir husustur.

Ayrıca Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde olduğu gibi Sahabeler (Allah onlardan razı olsun) ve Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in etrafında olanlar da, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk İslam Devleti’nin düşmanlarına karşı cihat çağrısına icabet ettiklerinde sınandılar.

Nitekim Uhud Savaşı bunu açıkça ortaya koymuştur; zira savaşın ortasında bazı okçuların itaatsizliği nedeniyle işler Müslümanların aleyhine dönünce, Kureyş süvarileri ustaca manevralarla bundan yararlanmışlardı. Bunun üzerine Sahabeler (Allah onlardan razı olsun) aniden kendilerini tam bir yenilgi ihtimaliyle karşı karşıya buldular. Buna karşılık bazı Müslümanlar askeri oluşumu bozdular. Bununla birlikte Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ve İslam davasını savunmak için savaş alanında sabit bir şekilde kalmaya devam edenler ve şehitlik uğruna hayatlarını feda edenler de vardı. İşte bu şekilde Allah Subhanehu ve Teala Müslümanları, çeşitli gruplara ayırmıştır.

Benzer bir durum daha sonra Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in zamanında İslam Devleti’nin ilk dönemlerinde, Mute Savaşı ve Tebük Savaşı sırasında Bizans ve Roma İmparatorluğu ve büyüyen İslam gücü karşı karşıya geldiğinde yaşanmıştır. Her iki durumda da ilk Müslümanlar, profesyonel savaş eğitimi almış ve sayıca çok fazla olan deneyimli bir düşmanla karşılaşmak için yola çıkmışlardır. Dolayısıyla bu savaşlara hazırlık çerçevesinde Müslümanlar, kendi kişiliklerine göre imtihan edilip sınıflandırılmıştır. Tebük Savaşı sırasında, Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) hazırlık yapmak için gösterdikleri büyük iyiliğe rağmen ancak İslam ordusunun kaynakları son derece yetersizdi. Aynı zamanda bazı Müslümanlar da geride kalmıştı. Ancak Mute Savaşı ve Tebük Savaşı Romalıların kalplerine korku salmış ve Müslümanlar tarafından fethedilmelerinin zeminini hazırlamıştır.

Bugün Müslüman orduların komutanları kışlalarında hareketsiz bir şekilde otururlarken Allah Subhanehu ve Teala’nın aslında onları, sadece münafıklar kendilerini zincire vurdukları için zincirli kalmaya devam eden münafıklar ve muhlis müminler şeklinde iki kategoriye ayırdığını idrak etmelidirler. Ancak her iki durumda da bu pranga durumu, kıyamet gününde Allah Subhanehu ve Teala’nın huzurunda aleyhlerine bir hüccet olacaktır.

Samimi Müslüman ordu komutanlarının, özellikle de hak ile batıl arasında tereddüt edenlerin, kararlı bir duruş sergilemeleri ve Nübüvvet Minhacı üzere İkinci Raşidi Hilafeti yeniden tesis etme ve Filistin’deki ve işgal altındaki tüm topraklardaki Müslümanları karşı karşıya kaldıkları vahşi zulümden kurtarma davası olan İslam davasına güçlü bir şekilde bağlı kalmaları gerekir. Bu komutanlar bunu yaparak sadece mazlumları vahşi zulümden kurtarmakla kalmayacaklar, bilakis aynı zamanda ahirette kendilerini azaptan kurtaracaklar ve bunun yerine Allah Subhanehu ve Teala’nın cennetinde büyük bir sevaba nail olacaklardır ki büyük kurtuluş işte budur.

Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Abdulhakim Esed

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER