Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - 2009 / 2010 Genel Bütçesi Demokratik Hükümetler ile Diktatör Hükümetlerin Bütçeleri Arasında Hiç Bir Fark Yoktur, İslâmî Ekonomik Nizamdan Başka Bir Çözüm de Yoktur

Demokratik Hükümetin gelecek yıl için sunduğu bütçe, ister yönetimde "diktatör" bir kişi olsun isterse de "demokrat" denilen seçilmiş kimseler olsun Pakistan ekonomisinin başarısız Kapitalist ilkelerine göre idare edildiğini bir kez daha teyit etmiştir. Geçtiğimiz dokuz yıl boyunca Pakistan'daki aydınlar, ekonomik sorunlar da dâhil Pakistan'daki sorunların çözümüne sadece demokratik Hükümetin muktedir olduğu iddialarında ısrar etmelerine rağmen mevcut durum iddia ettiklerinin aksine bir durumdur. Zira Hükümet, Uluslararası Para Fonu'nun baskılarına teslim olarak elektrik fiyatları ile akaryakıt ve akaryakıt ürünlerinin vergisini yükseltmiş ve fakirler için verdiği 120 milyar Rupilik malî yardımları kaldırmıştır. Dolayısıyla Pakistan, bu kötü ekonomik veriler gölgesinde asla ilerleyemeyecektir. Zira basit bir kıyaslamayla gelişmiş devletlerin halklarından destek ve yardımları kaldırmadığı görülecektir. Ancak Pakistan bunun aksini yapmaktadır. Mesela Amerika ile Avrupa, düzenli şekilde senelik olarak 46.5 milyar dolar ile 54 milyar avro ziraat sektörüne destek vermekteler ve bu desteği kaldırmaya da niyetli değillerdir.

Ayrıca desteğin kaldırılmasının yanı sıra Pakistan'ın kırılgan ekonomisinden geriye kalanları da yok etmek için sömürgeci kâfir, elektrik ve doğalgaz gibi temel ihtiyaçların fiyatlarının yükseltilmesi için demokrasiyi kullanmaktadır.

Terörizme, "İslâm'a" yönelik Amerikan savaşını finanse etmek için yeni bütçenin, insanlara yeni vergiler koyması bir felakettir.

Hükümetin IMF'in direktiflerini dayattığı yöntem, ister yönetim nizamı demokratik olsun, isterse de diktatörlük olsun Pakistan bütçesinin, Kapitalizmin ilkeleri üzerine bina edildiğini bir kez daha tekit etmiştir. Batı hadâratıyla haşır-neşir olanların, başarısız Kapitalist ekonominin modelini anlamaları için, mevcut küresel ekonomik kriz yeterli değil midir? Zira nasıl olur da bir sistem, Amerika gibi büyük ülkelerin ekonomik sorunlarını çözmede başarısız olduğu halde Pakistan'ın ekonomik sorunlarını çözebilir? Kapitalizm, servet dağılımının üretimin arttırılması yoluyla olacağı şeklindeki yanlış fikirleri sebebiyle milyonlarca Amerikalının temel ihtiyaçlarını karşılamada başarısız olduğu gibi yoksulluk ve işsizlik sorunlarını çözmede de başarısız olmuştur.

Pakistan'daki ekonomik sorunlar, ancak İslâmî Ekonomik Nizam'ın tatbik edilmesiyle çözülür. Zira mevcut nizamın aksine İslâm'daki ekonomik nizam, doğrudan Uluslararası Para Fonu'nun denetimi ve gözetimi altında çalışan Şevket Aziz ve Şevket Turani gibi beşerin koyduğu bir nizam değil Kur'an ve Sünnet'den istinbat edilmiş bir nizamdır. Yani Hilâfet'in ikame edilmesinin ardından, fakirlerin üzerinde doğrudan veya dolaylı bir vergi olmayacaktır. Zira şeriat, fakirlere vergiler konulmasını haram kılmış dahası devlete, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamasını vacip kılmıştır. Bunun yanı sıra petrol, doğalgaz, elektrik ile tabii kaynaklar, kamu malı olacak ve devlet bunları insanlara maliyetine sağlayacaktır. Elektrik, doğalgaz, petrol ve madenlerin bolluğunun doğal sonucu olarak üretim maliyetinin düşük olması, tabiatıyla bunların fiyatlarının da düşük olmasını sağlayacaktır. Ayrıca "şirketler tarafından ekileceği" gerekçesiyle yabancı şirketlere dağıtmak yerine devlet, bu ziraî arazileri, ziraî üretimin hacminin artırılması bakımından bizzat ekmeleri için insanlara dağıtacaktır.

Bunun yanı sıra İslâm, ihracat ve ithalat yapan Müslüman tacirlere gümrük vergisi konulmasını haram kılmıştır ki bu politika, sanayiye yardım edilmesi, malın kenzedilmesinin sınırlanması ve tüketicinin korunması bakımındandır. Ayrıca gümrük vergileri, mülkiyet vergisi, satış vergisi ve benzerleri gibi olan doğrudan vergiler, şeriata aykırıdır ve Hilâfet Devleti gölgesinde insanlardan kaldırılacaktır ki bu da sanayinin desteklenmesi ve fiyatların istikrarı bakımındandır.

 

Şehzâd Şeyh

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Çetelerin Çatışmasına" Yönelik Sorumsuz Yaklaşım Kaosun Daha da Artacağı Uyarısında Bulunmaktadır

Suç ortamındaki nüfuz rekabetinin neden olduğu çeteler arası tırmanan çatışma, çatışmaların patlak verdiği yoğun nüfuslu mahallelerde, birçok masum insanın kurban olmasına yol açtı. Otoritelerin, çekişmeli taraflara karşı müdahalede bulunacağı vaatlerine rağmen, bu ateş açılması silsilesi, daha çok kurbanlar vermeye devam etmiştir ki bu durum, hedef haline gelen mahalle sakinlerinin emniyet ve güvenlik duygularını kaybetmelerine ve çocuklarının gelecekteki kurbanlar arasında olmasından korkmalarına yol açmıştır.

Bu trajik gelişmelerin ortasında bazı siyasîlerin ve basın organlarının, İslâm'a yönelik düşmanlıktaki gündemlerine hizmet etmesi için bu çatışmayı istismar etmeye çalıştıklarına tanıklık etmekteyiz. Bunu da çekişmedeki diğer tarafı göz ardı ederek üyelerinin çoğu ikinci kuşak yabancılardan oluşan çeteler üzerine odaklanarak yapmaktadırlar. Zira Müslümanların kültürel arka planının suçun arkasındaki sebep olduğu şeklindeki mesnetsiz ithamlarına ve iddialarına devam ettiler. Nitekim bu mesnetsiz suçlama açıklamalarının başında, çeteler çatışmasını yabancıların Danimarka'ya saldırısı olarak gören Danimarka Adalet Bakanı'nın açıklaması gelmektedir. Zira o, şöyle demiştir: "Ülkemizi öldürücü silah taşıyan yabancılardan korumak hakkımızıdır. Bu sözüm, ırkçılık taassubu olarak görülebilir. Ancak ben onlara şunu söylüyorum: Ülkemizden çıkıp gidiniz." Dahası politikacılar, Müslümanların geneline karşı ayrımcılığın hâkim olduğu yasal ağırlaştırmaları talep eden siyasî teklif için bu çatışmayı istismar etmektedirler! Suçlarla Mücadele Komitesi Sorumlusu'nun da dâhil olduğu birçok uzmanın görüşüne göre bu ağırlaştırmalar, çatışmaların alevlenmesinden başka bir yere götürmeyecektir!

Bu siyasîler ile medya organları, mesnetsiz suçlamaları ile iddialarının neden olabileceği vahim sonuçlara karşı tüm uyarıları göz ardı etmişlerdir. Zira etnik ayrımcılık temeline dayalı saldırgan konuşma tarzlarının, çatışmanın kontrol sınırlarının dışına çıkmasına ve etnik ayaklanmalara dönüşebileceği uyarılarını göz ardı etmişlerdir. Aynı şekilde Müslümanlara yönelik saldırılarının çatışmayı tırmandırancığını da dikkate almamışlardır ki bu da şu iki sebepten dolayıdır: Birincisi: Daha fazla şiddet doğmasına yol açacak şekilde Müslümanlar hakkında çirkin bir görüntü oluşturulması. İkincisi: Bu çatışmada daha fazla kutuplaşmaya zemin hazırlayacak hayal kırıklığının gelişmesi. Böylelikle bu siyasîler ile medya organları, bu olaylara maruz kalan bölgeler karşısında sorumsuzluk sergilemişlerdir!

Bu siyasîler, Avrupa örgütleri ve istihbaratları tarafından yayınlanan raporları tamamen ihmalci bir yaklaşımla ele aldılar. Nitekim göz ardı ettikleri bu raporlardan biri de 2005 yılında Avrupa'da Müslümanlara yönelik tehditlerin ve saldırıların sayısının giderek arttığı uyarısında bulunan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü tarafından yayınlanan rapordur. Bizzat bu örgüte göre, bunun sebebi, Müslüman azınlıklara karşı nefreti arttıran ayrımcılık politikasıdır. Buna ek olarak Danimarka İstihbarat raporları, Danimarka'daki aşırı sağcı kesimler arasında "Yüksek Aktivite" ve "Radikalizm ile şiddette artış olduğu" uyarısında bulunmuştur.

Mezkûr uyarılar ile Danimarkalı aşırı sağcı kesimler içinde yaşanan bu çatışmadaki kutuplaşmaya değinen medya raporları ışığında, siyasîlerin, dahası Bakanların böylesine gerilimli bir atmosferin gölgesinde etnik ve nefret homurtularını kışkırtmada ısrarcı olmalarına insan hayret etmektedir. Şimdi burada ön plana çıkan soru şudur: Bu açıklamalar, bu politikanın doğuracağı riskleri görme yetersizliğinin yol açtığı bön bir demagoji midir, yoksa bunun arkasında yatan gizli bir gündem mi vardır?

Tüm bunlara ek olarak siyasîler, Müslümanlar hakkındaki bu sahte suçlamalar ve ithamları sayesinde hakikatleri çarpıtmak ve bu çatışmadaki sorumlulukları ile suçları üzerindeki dikkatleri başka bir yöne çekmekle korkunç bir nifak ortaya çıkarmışlardır. Onların sorumluluğu, tartışma götürmeyen bir husustur. Zira onlar, çetelerin oluşmasına katkıda bulunan birçok faktörün, dolayısıyla da bu çatışmaların oluşmasına sebebiyet vermişlerdir.

Bu Danimarkalı siyasîlerin, politik, yasal ve ekonomik düzeyde takip ettikleri ayrımcılık politikasının Müslümanların korkunç ortamlarda yaşamalarına yol açmada oldukça büyük bir etkisi olmuştur ki birçok rapor, bu durumu kanıtlanmıştır. Nitekim bu raporlardan biri, ırkçılıkla ve hoşgörüsüzlükle mücadele hususunda Avrupa Konseyi'ne [ECRI] bağlı ilgili komisyonun 16 Mayıs 2006 tarihli raporudur. Bu rapor, gerek yasama, gerek kanunların çıkarılması ve uygulanması, gerekse siyasilerin ve medya organlarının Müslümanlar hakkında olumsuz konuşmaları olsun Danimarka'daki Müslümanlara kötü muamelede bulunulduğu belirtilmiştir. Bu rapora göre hukukta bir ayrımcılık söz konusudur ve bazı siyasîler ile basın organları, Müslümanlar hakkında sürekli olarak olumsuz bir tablo resmetmişlerdir. Yine 2007 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konseyi, Danimarka hakkında çıkardığı bir raporda şu sonuca varmıştır: "Son yıllarda Müslümanların durumu giderek kötüleşmektedir." Bu rapora binaen Müslümanlar, tüm sınırları aşan ve ırkçılıkla ilgili anlaşmalarla çelişen bir baskıya maruz kalmaktalar ve rapor, bu durumun esas sorumlusunun Danimarka Hükümeti olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Bu sistematik ayrımcılık, Müslümanların ikinci sınıf vatandaş haline gelmelerine ve genellikle suç ve fesadın yaygın olduğu yerleşim birimlerine tecrit edilmelerine sebebiyet vermiştir. Şüphesiz bu korkunç şartlar, şuanda sıkıntısını çektiğimiz bu gibi çatışmaların oluşturduğu çetelerin örgütlenmesine katkıda bulunmaktadır.

Buna ek olarak bu siyasîler, Müslümanları Batı değerleri yönünde asimile etmeyi ve onları sahîh İslâm anlayışından uzaklaştırmayı hedefleyen bir entegrasyon politikası dayatarak büyük bir cürüm işlemişlerdir. Bozuk yaşam tarzına, suçlarla ve çetelerle çatışmayla karakterize olmaya karşı Müslümanlarda mukavemet gücü oluşturan işte bu anlayıştır. Siyasilerin çetelerle çatışma sorununun çözümü olduğunu iddia ettikleri izlenen bu asimilasyon politikası, hakikatte bugün yaşadığımız sıkıntıların ana sebebi olmaktan başka bir şey değildir. Bu da ikinci kuşak yabancıların bir parçasının çetelerin aktifleşmesine katkıda bulunmasından sonra olmuştur. Hiç şüphe taşımayan hakikat ise organize suç ile çetelerinin örgütlenmesi; birinci kuşak veya İslâm'a bağlı kalan ikinci kuşak arasında bulunmamaktadır. Suç sorunu, bir referans ve model olarak Batı değerlerine itimat eden okullarda ve kolejlerde yetişen yabancıların olduğu ikinci kuşak atmosferinde bulunduğuna göre hiç şüphesiz sorunun sebebinin Batı hadaratı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Batı hadaratı içerisinde erimek, kişiyi özgür Batı mefhumlarına göre her türlü otoritenin dışına çıkmaya sevk etmiştir. Bu da kişiyi, Batılı menfaatçilik ölçülerine göre kendi bencil çıkarından başkasını gözetmeyen bir suçlu yapmaktadır. Dolayısıyla bu suçlu, masum kanların akıtıldığını bile bile bu silahlı çatışmayı ailesinin yaşadığı alanlara çeker.

Yukarıda belirtilinler ışığında teyit etmek isteriz ki bu mevcut çatışma ve siyasiler ile medya organlarının bu çatışmaya yönelik yaklaşımları, kaosun daha da artacağı uyarısında bulunmaktadır. Nitekim bizler, diğer ülkelerdeki bu tür gelişmelerin, etnik çatışmalara veya kaosun, suçun yayıldığı ve güvenliğin kaybolduğu bir gettolaşmanın ortaya çıkması gibi vahim sonuçlara yol açtığını gördük. Zira Fransa'daki Müslümanların hali buna dair en çarpıcı kanıttır.

Tanık olduğumuz bu gelişmeden kurtulmak ancak siyasiler ile medya organlarının, işledikleri mesnetsiz suçlamalara ve ayrımcılığa son vermelerinin yanı sıra asimilasyon politikasının uygulanmasından vazgeçildiği, İslamî kimliklerini koruyabilmeleri için Müslümanların serbest bırakıldığı, bu yüzden suçlanmadıkları ve imajlarının çarpıtılmadığı zaman mümkündür.

Sonuç olarak; Batıdaki akillerin ve insaf sahiplerinin üzerine düşen, Batılı siyasiler ile medya organlarının Müslümanlara karşı yürüttüğü çarpıtma ve iftira kampanyalarının yanı sıra Batıdaki Müslümanların acısını çektiği ayrımcılık politikasına da karşı koymalarıdır. Çünkü nifak ve sorumsuz politikaların vahim sonuçları, kaçınılmaz olarak herkese ulaşacaktır.

 

Şâdî Ferîca

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Danimarka

 

Devamını oku...

Hilafet'in Vakti Gelmiştir!

  • Kategori Türkiye
  •   |  

Hilâfet, Hicri 28 Recep 1342 (Miladi 3 Mart 1924) tarihinde Büyük Millet Meclisindeki şaibeli, olaylı ve meşum oturumla kaldırıldı. Bu oturumda alınan karar sadece Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Müslümanları değil, tüm İslami Ümmeti yakından ilgilendiren hayati bir karardı. Zira bu karar ile birlikte bela ve musibet kapıları kırılmış, İslami Ümmet sömürgecilerin olmayan vicdanına terk edilmiş ve sahipsiz bırakılmıştı.

İşte o ağıt gününden beri İslami beldelerde yaşanmaya başlanan zulüm, şiddetini hiç yitirmeden dalga dalga yayılarak devam ede gelmiştir. Öyle ki; sömürgecilerin beldelerimizi işgal ve talan etmesi, Müslümanların kanının akması, zindanlara hapsedilmesi, ırzlarının kirletilmesi alelâde bir haber olarak ajanslarda her gün yer almaktadır. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bildirdiği acı günler artık her gün yaşanır bir vaziyete ulaşmıştır. Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştu:

يوشك أن تداعى عليكم الأمم من كل أفق كما تداعى الأكلة على قصعتها، قال: قلنا يا رسول الله أمن قلة بنا يومئذٍ؟ قال: أنتم يومئذٍ كثير ولكن تكونون كغثاء السيل، ينتزع المهابة من قلوب عدوكم، ويجعل في قلوبكم الوهن، قلنا وما الوهن ؟ قال: حب الدنيا وكراهية الموت "Yiyicilerin (oburların) tabakları üzerine üşüşmeleri gibi Ümmetlerin (diğer milletlerin) her taraftan sizin üzerinize üşüşmeleri yakındır." Dedik ki: "Yâ Rasul Allah! Bu, bizim o zaman (sayıca) çok az olmamızdan dolayı mıdır?" Dedi ki: "Siz o zaman çok olursunuz, velâkin selin köpüğü gibi köpükler olursunuz ki düşmanlarınızın kalplerinden sizin heybetiniz çıkar ve sizin kalplerinize de Vehn girer." Dedik ki: "Vehn de nedir?" Dedi ki: "Hayatı sevmek ve ölümü kerih görmektir."

Kan ve gözyaşı yağmuru şiddetle yağmaya devam ederken, beldelerimize çöreklenmiş yöneticiler kendilerine bahşedilen koltukları kaybetmemek adına bu zulümlere ortak olurken Müslümanlar hep mazlum ve mağdur kaldılar. Hatta bu hain yöneticiler, zulümlere seyirci kalmakla yetinmeyip sömürgecilerin tüm işgal planlarına tam destek verdiler. Tıpkı Pakistan yönetiminin Swat Vadisinde Müslümanları ABD'nin talimatıyla katletmesi gibi, tıpkı AKP hükümetinin işgalci ABD ile stratejik ortaklık kurması, Erdoğan'ın BOP'a eş başkan olması gibi...

Hilâfet'in kaldırılmasının hayati bir mesele olduğunu her fırsatta dile getirmemizin sebeplerinden biri de işte bu işgalci kafirler ile işbirlikçi yöneticilerin çektirdiği aşağılık resimdir.

Hilâfet, İslâm Şeriatı hükümlerinin uygulanması ve İslâm Davetinin âleme taşınması için dünyadaki bütün Müslümanların genel başkanlığıdır. O, Müslümanları bir araya getirip beldelerini birleştiren siyasi bir varlıktır. Yine o, Müslümanların vahdetini sağlayacak, onları tek ümmet, tek devlet ve tek yumruk yapıp küffarı ve işbirlikçilerini yıkacak olan tek otoritedir.

Hilâfet, şerî hüküm olarak salah gibi, savm gibi farzdır, hatta farzların tacıdır. Zira diğer şeri hükümler ancak onun varlığıyla tatbik edilir. Onu farziyeti Kuran, Sünnet, sahabenin icması ve şeri kıyasla sabittir.

Hilâfet, akli olarak da ihtişamlı bir gücün kaynağıdır. Her ne olursa olsun onun tekrar ikame edilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Taassup derecesine varan kavmiyetçilik fikrini hala bünyesinde taşıyan 500 milyon kişi ile 27 ülkenin oluşturduğu Avrupa Birliği'ne kabul edilmeyi kendisine ve Müslüman Türkiye halkına hedef tayin edenlerin; Müslümanların asla birlik oluşturamayacaklarını, dolayısıyla Hilafet'in gerçekleşmekten uzak bir hayal olduğunu söylemeleri Hilâfet Devleti hakikatini gölgeleme ve onun gelişini erteleme gayretinden başkası değildir.

Hilafet'e amansız bir savaş açan Türkiye yöneticilerinin tam 50 yıldır Avrupa Birliği'ne girmek için her türlü girişimde bulunması, bu konuda şahsiyetlerini ayaklar altına alarak her önüne gelenden yardım dilenmesi ve 50 eyaletten oluşan ABD'yi dünyanın efendisi olarak kabul etmesi ne kadar da acıdır. Oysa İslami Ümmet devasa petrol, doğalgaz ve su rezervleriyle, stratejik ve tarıma elverişli geniş coğrafyasıyla, 1,5 milyara yakın insan gücüyle Hilafet Devleti'nin kuruluşunu özlemle beklemektedir.

Evet, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] kafirlerin Müslümanlara vahşi hayvanlar gibi saldıracaklarını söyledi ve bu gerçekleşti. Ancak Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Ahmed'in Huzeyfe İbn-ul Yemân kanalıyla tahric ettiği Sahîh Hadis'te bu saldırılara dur diyecek olan Hilafet Devleti'nin yıkıldıktan sonra tekrar kurulacağını da müjdeleyerek şöyle buyurmuştur:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti..

Allah [Subhânehu ve Te'alâ] mümin kullarına vaat ederek şöyle buyurmuştur:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِيـنَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُون "Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir." [en-Nûr 55]

Müslümanlara yapılan zulümler her ne kadar yüreğimizi dağlasa da, Hilafetsiz geçen her gün Ümmetin kara günleri olarak tarihe geçse de, kafirler ve onların işbirlikçileri onun yeniden hayat bulmasını engellemeye çalışsa da, bu çalışmaları boşa çıkartacak bir çok gelişme de peş peşe yaşanmaktadır. Bugün Endonezya'da Ümmetin her coğrafyasından gelen alimler ortak bir deklarasyonla Hilafet'in farz olduğunu beyan etmişler, Ukrayna'dan Tanzanya'ya, Avrupa'dan Avustralya'ya kadar her coğrafyada Müslümanlar Hilafet'in yeniden inşası için konferanslar, mitingler ve yürüyüşler düzenlemişlerdir. Bu canlılık Hilafet'in vaktinin çok daha yakın olduğunu hissettirmektedir.

Râşidi Hilâfet Devleti dünyayı karanlıklardan kurtarıp aydınlatacak tutuşturulmuş bir ateştir. Hangi isimle isimlendirilmiş olursak olalım bu muazzam ateşe Türkiye'de yaşayan Müslümanlar olarak hepimiz bir odun atmalıyız. Öyle ki dünyanın her köşesinden görülebilen büyük bir ateş olsun, öyle ki dünya da karanlık hiçbir köşe kalmasın. Bu ateş zulmün, işgalin, talanın ve küfrün bittiğinin habercisi olsun! Müslümanlar bu nurlu ateş ile aydınlansın ve içerisine düştüğü karanlık dehlizlerden bu ateşin ışığı ile kurtulsun!

Bugün Urumçi'de, Swat Vadisi'nde, Irak'ta, Filistin'de ve diğer beldelerimizdeki zulmü durduracak, bizleri tekrar yeryüzünün adaletli sahipleri kılacak olan Hilafet'ten başkası değildir. İşte bundan dolayı Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın sözünü tekrarlıyoruz ve diyoruz ki; لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَل الْعَامِلُونَ Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar! [Saffat 61] İşte bunun için Ey Müslümanlar, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti sürekli ve ısrarlı bir biçimde sizleri kendisiyle birlikte çalışmaya çağırmaktadır. Hizb-ut Tahrir, bilhassa güç sahiplerini Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere kendisiyle birlikte çalışmaya ve bu uğurda tüm güçlerini harcayarak şafak vaktini hızlandırmada yarışmaya dâvet etmektedir: وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ Yarışanlar işte bunun için yarışsınlar! [el-Mutaffifîn 26]

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ  "Ey imân edenler! Allah ve Rasulu sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- "Adolf Wilders", Milyonlarca Müslümanın Kovulmasını İstiyor

Benim elimde olsa milyonlarca Müslümanı Avrupa'dan sürgün ederdim. "Adolf Wilders", Danimarka'daki bir konuşmasında böyle dedi ve buna gerekçe olarak da şu sözlerini gösterdi: "Çünkü hem totaliter İslâm, şiddete teşvik etmektedir hem de Müslümanlar birer mücrim olup asla Batılı değerlere entegre olmayacaklardır." Ardından şöyle ekliyor: "Avrupa'daki Müslümanların nüfus oranı, yükselmekte ve durum bu minvalde devam ederse, Müslümanlar yirmi otuz yıl sonra çoğunluk haline gelecekler, otorite ellerine geçecek ve Şeriatı tatbik etmeye çalışacaklardır."

Bu sözden anlıyoruz ki "Wilders", Müslümanların dinleri üzerinde baki kalacaklarından ve Batılı liberalizmi ile değerleri için asla İslâm'dan vazgeçmeyeceklerinden emindir. Bu da onu kaygılandırmakta ve kalbine korku salmaktadır. Ancak bu adam, pek çok kez Batılı hadâratın en yüce hadârat ve İslâmî hadâratın da düşük, barbarca bir hadârat olduğunu açıkladığı halde bu kadar korku ne diye? Çoğunluğun hadâratı olan yüce Batı hadâratının yok olup gitmesinden ve azınlık hadâratı olan düşük hadâratın baki kalmasından ne diye emindir? O halde bu, bizzat "Wilder'sin", kendi hadâratına ve hadâratının başkalarını ikna etmeye ve kuşatmaya muktedir olduğuna güvenmediğini göstermez mi? Bu şekilde, fikrî acziyeti ve ötekileri kendi değerlerine ve mefhumlarına bağlılığa zorlamak için kuvvete dayandığını kabullenmiş olmuyor mu? Tüm bunlardan sonra kalkmış bir de utanmaksızın İslâm'ı "totaliter bir ideoloji" olmakla itham ediyor? Şimdi totaliter olan kimdir? İslâm dini ile alay edip kuvvet yoluyla Müslümanları dinlerini terke etmeye zorlamak istemesine rağmen özgürlükten dem vuran sen misin? Yoksa Yahudileri ve Nasranileri İslâm Devleti altında kabul eden, onları koruyan ve ihsan ile onlara muamele eden biz Müslümanlar mı? Zira bizler, ne onlarla, ne dinleriyle alay ettik, ne de onları inançlarını terk etmeye zorladık.


Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Yahudilerin Kibir ve Küstahlığı, Uluslararası Bir Memnuniyet ve Otorite ile Müslümanların Yöneticilerinin Teslimiyetçiliğiyle Karşılanmakta

Netanyahu'nun Filistin ve Arap taraflarının "İsrail'in" bir Yahudi Devleti, Kudüs'ün de "İsrail'in" bölünmez ebedî başkenti olduğunu ve mültecilerin geri dönmeyeceğini tanımaları karşılığında ne kara, ne deniz, ne de hava üzerinde hâkimiyeti olan silahtan arındırılmış bir Filistin Devleti'ni kabul ettiğine dair barış hakkındaki görüşünü dile getirdiği 14.06.2009 Pazar günkü konuşmasının üzerine Beyaz Saray ve Başkanı Obama'nın yanı sıra Avrupalılar, konuşmayı memnuniyetle karşıladılar. Otorite'nin bazı adamları ile bir kısım Arap yöneticileri ise, konuşmaya yönelik içi boş kuru kalabalık eleştiriler yönelttiler ve Amerika ile dörtlü guruptan -kendi ifadelerine göre- Netanyahu'nun baltaladığı barış sürecine yönelik sorumluluklarını üstlenmeleri talebinde bulundular.

Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, hem Yahudi varlığına yönelik muamelenin, İslâmî Ümmet ve orduları yoluyla mübarek Filistin arzını gasp eden bu varlığı bitirmeye götürecek bir bağlamda olması gerektiğini, hem de meselenin Amerika'ya, Ortadoğu dörtlüsüne, Birleşmiş Milletler'e ve Ümmetin diğer düşmanlarına isnat edilmesinin Filistin'in daha fazla heba olmasına ve halkının sürgün edilmesine götüren siyasî bir intihar olduğunu sık sık dile getirdik ve aşağıdaki hakikatleri vurgularız:

1. Netanyahu'nun açıkça söyledikleri, Yahudi varlığı içerisindeki tüm siyasîlerin gerçek politikasını temsil etmektedir. Ancak onun dışındakiler, temennide bulundukları ve Müslümanların kanlarına bulaşmış ellerini salladıkları bir sırada katledip tehcir de etmektedirler ki "Barış Güvercini" Perez'in Netanyahu'nun konuşmasını övmesi bunun en çarpıcı kanıtıdır.

2. Netanyahu'yu bu denli açık ve kibirlilikle konuşmaya iten şey, barış vehminin peşinde soluk soluğa kalan ve onu dilenen Arap yöneticileri ile Otorite'nin boyun eğmeleridir. Dahası o, sunduğu şeylerin hepsinin Otorite'nin adamları ile Arap yöneticileri nezdinde kabul gördüğünün, konuşmasını reddetmelerinin insanların öfkesini dindirmek ve insan kitlelerinden korkmaktan öte bir şey olmadığının, hatta reddedenlerin dahi katletmek veya bası uygulamak veya para ve mevki ile yola geleceğinin tamamen farkındadır. Nitekim başkaldıranlardan ve direnenlerden çoğu yola gelerek 67 yılında işgal edilen topraklar üzerinde bir Filistin Devleti'ni kabul etmişlerdir. Otorite ile bazı yöneticilerin, Netanyahu'nun konuşmasında geçenleri reddetmelerinin hakikatine açıklık getirmek için ortaya bir takım sorular koyacağız:

-Otorite, Filistin Kurtuluş Örgütü ve yöneticiler, "Devletlerarası Meşruiyet" kararlarını -ki bir "Yahudi" devletini ifade eden taksim kararı da bunlardandır- kabul edip bunların uygulanmasını talep etmediler mi?

-Eğer Otorite, bir vehim olan Filistin Devleti'nin "silahtan arındırılmış" olarak nitelendirilmesine itirazında samimi ve bu itiraz bir gerçek ise o halde müstakbel devleti için istediği silah, Yahudilerle savaşmak için midir, yoksa kiminle savaşmak içindir?

-Filistinli resmî liderler, "geri dönüş" ibaresini kullanmaktan vazgeçerek bunu, "geri dönüşü" ilga eden ve bu "hakkı" el-İsrâ ve'l Mirâç arzı için birkaç dirhem bedel kılan veya Filistin Otoritesi bölgelerine simgesel bir dönüş haline getiren "geri dönüş hakkı" ibaresi ile değiştirmediler mi?

-Ya Yahudiler, bu tutumlarında ısrar ederlerse, Otorite ne yapacak? Filistin'i geri almak veya mültecilerin geri dönmesi için onlara savaş mı açacak, yoksa -İslâm'ın ve Müslümanların düşmanı olan- Amerika, işimizin sahibi olacak ve Amerika'nın bizler adına kabul ettiklerini kabul edip şükredenlerden mi olacağız? Filistin halkı, Yahudilerin bu tutumlarında ısrar etmesi halinde özellikle yirmi sene içerisinde yerin dibine geçiren müzakereler üzerinden Yahudilerle şansını denemesinden sonra Otorite'nin ne yapacağını kendilerine haber vermesini beklemektedir.

3. Hiç şüphesiz bugünlerde meydana gelenler, hakların dilenilmeyeceğine, Yahudilerin ne bir ahit, ne de bir zimmet gözettiklerine ve ne zaman bir anlaşma yapsalar yine kendilerinden bir gurubun onu bozduğuna dair bir kanıttır. O halde müzakereciler, aldatmacadan başka bir şey vaat etmediği halde her defasında Amerika'nın kendilerine vaat ettiği barış serabının peşinde ne zamana kadar koşuşturacaklar?

2. Bir kez daha yineler ve vurgularız ki Filistin'i, tüm Filistin'i Yahudilerin pençelerinden kurtararak onu yeniden İslâm diyarının bir parçası haline döndürecek fetih birliklerini harekete geçirmeye muktedir olacak şekilde Ümmetin durumlarını düzenlemek için gecesini gündüzüne katan Filistin'in süvarileri vardır.

وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيبًا  "Diyecekler ki: "Ne zamanmış o?" De ki: "Umulur ki çok yakındır." [el-İsrâ' 51]

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ Mü'min Erkeklere ve Mü'mine Kadınlara İşkence Eden, Sonra Tevbe de Etmeyenlere, Cehennem Azâbı

Allah'ın emrettiği kadının kıyafeti hususunda Allah'ın şiarlarıyla savaşan ve azgınlık bakımından yeryüzündeki kâfirlerin en şiddetlisiyle yarışan Tunus rejiminin, Allah'ın dinini yeryüzünde ikame etmek, Ümmetin dinini yenilemek, onu yüceltmek ve onun üzerindeki zulmü kaldırmak isteyen kimselerle savaştığını görmekteyiz. Neredeyse daha bir dönem geçmeden bu rejim, İslâm'ı yeryüzünde ikame etmek için davet taşıyan Hizb-ut Tahrir şebâbına zarar verdiği gibi oradaki Ümmetin pek çok evladına da bunu yapmaktadır.

Özgürlük ve İnsaf Örgütü İdarî Ofisi, 01.06.2009'da aşağıdaki hususları yayınladı:

1. et-Tadamun ve el-Müneyhile mahallelerinde bir gurup şebabın tutuklanması:

Siyasî polis, ikinci haftasında et-Tadamun ve el-Müneyhile Mahallelerinin olduğu bölgedeki mütedeyyin şebâba yönelik hamlesini aralıksız sürdürmekte ve onlardan birkaçını tutuklamaktadır. Özgürlük ve İnsaf Örgütü, şâbb Ziyad Buzine'nin yanı sıra tutuklananlar arasında Celal Ruveysiya, Riyad el-Ferşişi, Semir Garip, Mahir el-Vergî, Saîd Fuat, Halid el-Meslusî, Abdurrahman es-Samunî, Adil Fetîta, Muhammed en-Neccâr, Mahrez, Alî Sâsî ve Ferîd er-Razgî'nin de olduğunu bildirdi. Bunlar, 22 Mayıs 2009 Cuma günü ila 25 Mayıs 2009 Pazartesi günleri arasındaki zaman diliminde tutuklandı. Aileleri, hala ne tutuklu bulundukları yeri, ne de bunun gerekçelerini bilmektedirler.

2. Sayın Abdulmecid el-Habîbi'nin tutuklanması:

Ayrıca siyasî polisin aveneleri, 29 Mayıs 2009 Cuma günü, 54 yaşındaki eski siyasî mahkum Sayın Abdulmecid el-Habîbi'yi, Başkent'te Ahmed Bayram Tarcan güzergahında bulunan iş yerinde tutuklayarak İçişleri Bakanlığı'ndaki Devlet Güvenlik İdaresi binasına götürdüler, hanımı ve dört çocuğundan oluşan ailesi, hala tutuklanma gerekçesini bilmemektedir.

Bilindiği üzere Sayın Abdulmecid el-Habîbi, Hizb-ut Tahrir el-İslâmî'ye mensup olmak suçlamasıyla seksenli yılların sonlarında tutuklanmış ve başkanlık affı kapsamında serbest bırakılmadan önce bir süre cezaevinde kalmıştır.

Herkesçe bilinmektedir ki Hizb-ut Tahrir, ideolojisi İslâm olan ve hiçbir maddî eylemde bulunmayan siyasî bir Hizb'tir. Maddî eylemde bulunmaması ise, herhangi bir kimseden korkmasından değildir. Bilakis Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna ittiba etmesinden dolayıdır. Zira Rasul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Mekke'deki davet merhalesinde hiçbir maddî eylemde bulunmamıştır ve Tunus'taki rejim de bunu inkâr edemez. Kaldı ki Hizb-ut Tahrir'in maddî üsluplar kullanmayan ve maddî eylemlerde bulunmayan siyasî bir Hizb olması, elli seneyi geçen seyrinin tamamında sabittir. O halde Tunus'taki rejim, bu şebâbı hangi şeyden dolayı hapsetmektedir? Allah'ın emrini ve nehyini ikame etmek üzere Allah'a inandıkları için mi? Yada insanları, hayra davet ettikleri, onlara ma'rufu emrettikleri ve onları münkerden nehyettikleri için mi?

رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَأَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحِينَ "Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın." [el-A'râf 89]

Bizler biliyoruz ki bu kimselerin hapsedilmesinin nedeni, Tunus'taki otoritenin Hilâfete davetten tir tir titreyen sömürgeci devletlere yakınlaşmasıdır. Çünkü Hizb-ut Tahrir şebâbı ve Müslümanlardan onların davetini destekleyenler, İslâm'ın hayata hâkim kılınmasına ve Müslümanların dünyadaki ve âhiretteki izzetlerinin kendisinde olduğu Hilâfet Nizâmı'nın geri getirilmesine davet etmektedirler. Bunun içindir ki Tunus'taki rejim, Subhânehu'nun buyurduğu gibi onları hak sözden ve hak dini din edinmekten engellemek için onları takip etmektedir.

وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ "Onlardan sırf Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam aldılar." [Burûc 8]

Bu rejimi ve Allah ile savaşan onun tabilerini, bu Ümmete dokunmanın, kâfirin saffında yer almanın, dahası İslâm ile savaşmada kâfirlerle yarışmanın akıbetine karşı uyarıyoruz. Küfrün başı Obama, daha birkaç gün önce giyimleri hususunda Müslüman kadınların sıkboğaz edildiğini ve İslâm ile savaştığını inkâr etti! Bizler, ona inanmıyoruz ki Tunus'taki rejimin, İslâm ile savaşta kâfirleri geçen bir boyuta ulaşmıştır. Bu nedenle bu rejimin evlatlarından olup da kalplerinde zerre kadar İslâm bulunan kimselere deriz ki eğer Allah'la, gazabıyla ve mücrimlere yakın olan azabıyla karşılaşmaktan korkmuyorsanız Ümmet, İslâm Devleti kurulduğunda Allah'ın yardımıyla Ümmetin dini, kadınlarının şerefi ve erkeklerinin onuruna karşı işlediğiniz cürümlerinizden dolayı yakında sizleri dünyada hesaba çekecektir.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللَّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ مُهْطِعِينَ مُقْنِعِي رُءُوسِهِمْ لاَ يَرْتَدُّ إِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْ وَأَفْئِدَتُهُمْ هَوَاءٌ "Sakın, Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onları (cezalandırmayı), ancak korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar." [İbrâhîm 42-43]

Hizb-ut Tahrir
Kuzey Afrika

Devamını oku...

DEĞİŞİM KONFERANSLARI MÜSLÜMAN ÂLEMİN İÇİNDE BULUNDUĞU HAL VE ÇÖZÜM YOLLARI  

  • Kategori Ses
  •   |  

DEĞİŞİM KONFERANSLARI

 

KONUŞMACILAR

ERCAN TEKİNBAŞ
Müslümanlar Hilâfetin İlgası İle Neler Kaybettiler

MUSA BAYOĞLU
Hilâfetin Yeniden İnşası Aklen Mümkün Müdür?

ALİ DİKİCİ
Müslümanları Kalkındıracak Olan Hilâfetin Şer'i Delilleri


Tarih:
26 Temmuz 2009
Pazar Saat: 14:00

Adres:
Esenler Hakkı Başar Spor Kompleksi
Tuna Mah. Hakkı Başar Sokak Esenler

Tel: 0212 611 58 52

Web: http://www.kokludegisim.com/

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Bombalama ve Suikastlar Yoluyla Kaos Oluşturma Amaçlı Amerikan Operasyonuna Karşı Bir Gösteri Düzenlemektedir

Hizb-ut Tahrir, bugün, Ravalpindi şehrinde bir gösteri düzenleyerek patlama operasyonları, Dr. Sarfraz Naimi suikastı gibi suikastları düzenlemesi ve Pakistan'ın işlerine küstahça müdahale etmesi yoluyla ülke genelindeki kaos dalgasının arkasında duran Amerikan İstihbarat Servislerinin Pakistan'dan kovulmasını talep etti.

Hem Ravalpindi, hem de İslamabad şehirlerinden gelerek büyük bir sayıda topluluk oluşturan göstericilere Hizb-ut Tahrir üyesi Cüneyt Hân bir konuşma yaptı. Cüneyt, konuşmasında şöyle dedi: Amerika, burada kaos ve istikrarsızlık ateşini tutuşturmak yoluyla Pakistan'ı ikinci bir Irak'a döndürmeye çalışıyor. Bilindiği üzere Amerikan İstihbarat Servisleri, dünyadaki en büyük bütçeye sahiptir ve bununla birlikte tek işleri Latin Amerika'dan Irak'a kadar dünyanın her tarafında ve şimdi de Pakistan'da patlama operasyonları ve suikastları gerçekleştirmek olan terörizm şebekeleri içermektedir. Amerika, fiilen muharip devleti muamelesi uygulamamız gereken haydut bir devlettir ve ülkemizdeki Büyükelçiliklerini de kapatmalıyız. Zira bunlar, hem bize karşı casusluk yaptıkları hem de ülkemize bunlar aracılığıyla tahakküm etkileri bir merkezdir. Zira Amerikalılar, artık ülkemizin fiili yöneticileri haline geldiler ve yöneticilerimiz denilen kimseler ise Amerikan ellerindeki kukladan öte bir şey değildirler.

Bunun yanı sıra göstericiler, Amerika ile diplomatik ilişkilerin kesilmesini talep ettiler. Çünkü bize komplolar ve tuzaklar kuranlar, bizzat bu diplomatlardır. Yine göstericiler, askerî ve istihbaratî varlığın Müslümanların beldelerinden temizlenmesini de talep ettiler

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, haçlı Amerikasına gerekli cevabı verecek olan Hilâfet Devleti'nin ikamesi için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmesi amacıyla orduya çağrıda bulunmaktadır.

 

 

İmrân Yûsufzây

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER