Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

-Basın Açıklaması- Obama, Yöneticiler ile Filistin Otoritesine Vaatlerde ve Umutlarda Bulunmaktadır, Halbuki Onlara Bulunduğu Bu Vaatler, Aldatmacadan Başka Bir Şey Değildir

Amerikan Başkanı, Filistin Otoritesi Başkanıyla görüşmesinin ardından, "İki devlete dayalı çözümü, kuvvetle destekleyeceğini" açıklayarak şöyle dedi: "Yerleşim birimlerinin durdurulmasının zarureti hakkındaki durum çok açıktır." Bunun yanı sıra Obama, "Yapay bir zaman takvimine" ilişkin taahhüt vermeyi reddederek şöyle dedi: "Filistinliler, güvenlik kuvvetlerini güçlendirme ve okul ile mescitlerde yaygınlaşan İsrail'e yönelik düşmanca kışkırtmalara sınırlama getirme yönünde daha fazla ilerleme kaydetmelidirler." Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, Müslümanların meselelerine yönelik çirkin ve utanç verici Amerikan müdahalesi ile yöneticilerin ve otoritenin gösterdiği teslimiyeti reddeder ve aşağıdaki hususları vurgularız:

1. Obama'nın kendilerine bulunduğu vaatler, büyük bir musibet olmasına rağmen yöneticiler ve otorite, güvenli bir sınır içerisinde Yahudi varlığının pekiştirilmesi ve bunun da sadece Filistin Otoritesi tarafından değil, bilakis tüm İslâmî âlemdeki yöneticiler tarafından tanınması anlamına gelen vaatlere alkış tutmaktadırlar. Çünkü Obama şöyle demiştir: "İsrail'in, iki devletli çözümün kendi çıkarına olduğunun farkına varacağı kaçınılmazdır." Clinton ise şöyle demiştir: "Bir Filistin Devleti'nin kurulması, İsrail'in çıkarınadır... Ve Bizler inanıyoruz ki iki devletli bir esasa dayalı bir çözümün oluşturulmasına yönelik çabalar, İsrail'in aradığı ve layık olduğu barışın ve güvenliğin garantisi için en güzel bir araçtır." Aklıselim olan bir kişi böyle bir şeye alkış tutabilir mi hiç?

2. Doğrusu bu müfritler, Amerikan yönetimlerinin müteakip yalan vaatlerini unutmuş gibidirler. Zira Bush, kendilerine bir Filistin Devleti'nin kurulacağını 2009 yılından önce vaat etmişti, ancak o, rüzgârla birlikte uçup gitti. Obama da kendilerine vaatlerde bulunmakta ve bu vaatler düzleminde geri adım atmasına rağmen ona alkış tutmaktadırlar. Zira o da selefinin yaptığı gibi bir zaman sınırı belirlemeyi reddetmiştir. Kaldı ki bunlar, boş vaatlerdir ve Yahudiler lehine olmasına rağmen Amerikan yönetimleri bu hususta hiçbir şey gerçekleştirmemişlerdir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaatte bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaatte bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120]

3. Artık Amerikan yönetimleri, omurgasız yöneticilere hoş gelen Filistin meselesini ele almayı alışkanlık haline getirmiştir. Zira onları vaatlere boğmuş ve onlar da siyasî tavizler vermeye ve Müslümanların beldelerindeki işgalci Amerikan ordularına askerî, lojistik ve malî destek vermeye koyulmuşlardır.

4. Fedakârlıkları, fetihleri ve izzetli tutumlarıyla nam yapmış İslâm Ümmeti gibi diri bir ümmet, onu yüz üstü bırakan ve meselelerini düşmana teslim eden yöneticilere layık değildir. Bilakis o, Filistin'in tamamını ve işgal edilmiş Müslümanların beldelerinin tümünü kurtarmanın ötesinde Ümmete felaketler tattıran Amerika'nın karşısında durarak onu, Kapitalizm cehenneminin kapılarını dünyaya açmadan önceki uzletine geri döndürmek üzere liderlik dizginini teslim alacak ve Ümmete liderlik edecek yöneticilere layıktır. Zira Allah'ın izniyle yakın bir gelecekte kendisine hayat verecek şeyleri gerçekleştirmek üzere ona liderlik edecek Müslümanların Halîfesini çıkarmak için Ümmet içerisinde ve Ümmetle birlikte ciddi ve muhlis bir şekilde çalışarak gecesini gündüzüne katan içerisinde Hizb-ut Tahrir varken Ümmet bunu yapmaya muktedirdir. وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Ve lâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Topraklarımız Ancak Raşidi Hilafet ile Korunabilir!

Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşma uyarınca 2014'e kadar mayınlı arazilerini temizleme zorunluluğuna binaen 510 kilometrelik ve 350 metre genişliğindeki Türkiye-Suriye sınır hattında toprağa gömülü 615 bin mayının temizlenmesini, imha edilmesini ve bu şekilde elde edilecek arazilerin tarımsal amaçlı kullanılması işlemlerine ilişkin esas ve usulleri düzenleyen yasa tasarısı, TBMM Genel Kurulunda 04 Haziran 2009 tarihinde kabul edilerek yasalaştı. Tasarıya göre mayından temizlenecek alanlar, bu faaliyeti yürüten şirkete bırakılacak ve mayın temizleme süresi 5 yılı, arazinin kullanım süresi ise 44 yılı geçemeyecek. Bu mayınlı araziler, 1959 yılından bu yana hiç dokunulmayıp herhangi bir kimyasalın kullanılmaması itibariyle dünyada revaçta olan organik tarıma elverişli olmasının yanı sıra yer altı zenginlikleri bakımından araştırmanın da yapılmadığı bakir topraklardır. Organik tarıma elverişliliği nedeniyle de mayınlardan temizlenmesinden sonra "İsrail" kuruluşuna verileceği ortaya atıldı.

Sömürgeci kâfirler tarafından İslam beldeleri arasına çizilen sınırlar Allah'ın izniyle yakında kurulacak İkinci Raşidi Hilafet Devleti tarafından kaldırılacağı için mevcut yönetimin kendi imkanlarıyla bu mayınları temizlemesinde bir sakınca yoktur. Ancak arazilerin kullanımına gelince durum değişmektedir. İslam'ın arazilerin işletilmesi konusuna bakışı Kapitalizmin bakış açısından tamamen farklıdır. İkinci Raşidi Hilafet, İslâm beldelerinde İslâmi iktisat politikasını takip edeceğinden tarımsal projelerde arazilere ilişkin şer'i hükümlere göre uygulama yapacak, buna göre tarımsal üretim projeleri devletin tasarrufu altında değil, fertlerin tasarrufu altında bir seyir takip edecektir. Çünkü İslâm'da tarımsal araziler ne kamu mülkiyetinden ne de devlet mülkiyetindendir. Ancak devlet, iş yapmaktan aciz olan çiftçilere parasal destek verecektir. Yer altı zenginlikleri bakımından yapılacak tespite göre de bu araziler devletin kontrolünde işletilecek ve gelirleri Müslümanlara dönecektir.

Kapitalist ideolojinin gıda krizini tetiklediği günümüzde toprakların bir bölümünün bitkisel yakıta ayrılması gibi politikalar yoluyla uluslararası sömürgeci kapitalist şirketler böylesi bakir topraklara göz dikmekte ve bu şirketlerin gıda ticareti, borsaya konu edilerek tekelleşme yoluyla da gıda fiyatlarının zirve yapmasına neden olunmaktadır. Bu nedenle İkinci Raşidi Hilafet tarımsal faaliyetlere ilişkin uygulayacağı İslami iktisat politikasıyla İslam Ümmeti aleyhine kafirleri güçlü kılacak ister bizatihi yabancı uluslararası kapitalist anonim şirketler üzerinden isterse yerli şirketler üzerinden arazilerin kullanılmasına meydan vermeyecektir.

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Obama, Yöneticiler ile Filistin Otoritesine Vaatlerde ve Umutlarda Bulunmaktadır, Halbuki Onlara Bulunduğu Bu Vaatler, Aldatmacadan Başka Bir Şey Değildir

Amerikan Başkanı, Filistin Otoritesi Başkanıyla görüşmesinin ardından, "İki devlete dayalı çözümü, kuvvetle destekleyeceğini" açıklayarak şöyle dedi: "Yerleşim birimlerinin durdurulmasının zarureti hakkındaki durum çok açıktır." Bunun yanı sıra Obama, "Yapay bir zaman takvimine" ilişkin taahhüt vermeyi reddederek şöyle dedi: "Filistinliler, güvenlik kuvvetlerini güçlendirme ve okul ile mescitlerde yaygınlaşan İsrail'e yönelik düşmanca kışkırtmalara sınırlama getirme yönünde daha fazla ilerleme kaydetmelidirler." Bizler Hizb-ut Tahrir olarak, Müslümanların meselelerine yönelik çirkin ve utanç verici Amerikan müdahalesi ile yöneticilerin ve otoritenin gösterdiği teslimiyeti reddeder ve aşağıdaki hususları vurgularız:

1. Obama'nın kendilerine bulunduğu vaatler, büyük bir musibet olmasına rağmen yöneticiler ve otorite, güvenli bir sınır içerisinde Yahudi varlığının pekiştirilmesi ve bunun da sadece Filistin Otoritesi tarafından değil, bilakis tüm İslâmî âlemdeki yöneticiler tarafından tanınması anlamına gelen vaatlere alkış tutmaktadırlar. Çünkü Obama şöyle demiştir: "İsrail'in, iki devletli çözümün kendi çıkarına olduğunun farkına varacağı kaçınılmazdır." Clinton ise şöyle demiştir: "Bir Filistin Devleti'nin kurulması, İsrail'in çıkarınadır... Ve Bizler inanıyoruz ki iki devletli bir esasa dayalı bir çözümün oluşturulmasına yönelik çabalar, İsrail'in aradığı ve layık olduğu barışın ve güvenliğin garantisi için en güzel bir araçtır." Aklıselim olan bir kişi böyle bir şeye alkış tutabilir mi hiç?

2. Doğrusu bu müfritler, Amerikan yönetimlerinin müteakip yalan vaatlerini unutmuş gibidirler. Zira Bush, kendilerine bir Filistin Devleti'nin kurulacağını 2009 yılından önce vaat etmişti, ancak o, rüzgârla birlikte uçup gitti. Obama da kendilerine vaatlerde bulunmakta ve bu vaatler düzleminde geri adım atmasına rağmen ona alkış tutmaktadırlar. Zira o da selefinin yaptığı gibi bir zaman sınırı belirlemeyi reddetmiştir. Kaldı ki bunlar, boş vaatlerdir ve Yahudiler lehine olmasına rağmen Amerikan yönetimleri bu hususta hiçbir şey gerçekleştirmemişlerdir.

يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُوراً "(Şeytan) onlara vaatte bulunur ve onlara (boş) ümitler verir; halbuki şeytanın onlara vaatte bulunması aldatmacadan başka bir şey değildir." [en-Nisâ 120]

3. Artık Amerikan yönetimleri, omurgasız yöneticilere hoş gelen Filistin meselesini ele almayı alışkanlık haline getirmiştir. Zira onları vaatlere boğmuş ve onlar da siyasî tavizler vermeye ve Müslümanların beldelerindeki işgalci Amerikan ordularına askerî, lojistik ve malî destek vermeye koyulmuşlardır.

4. Fedakârlıkları, fetihleri ve izzetli tutumlarıyla nam yapmış İslâm Ümmeti gibi diri bir ümmet, onu yüz üstü bırakan ve meselelerini düşmana teslim eden yöneticilere layık değildir. Bilakis o, Filistin'in tamamını ve işgal edilmiş Müslümanların beldelerinin tümünü kurtarmanın ötesinde Ümmete felaketler tattıran Amerika'nın karşısında durarak onu, Kapitalizm cehenneminin kapılarını dünyaya açmadan önceki uzletine geri döndürmek üzere liderlik dizginini teslim alacak ve Ümmete liderlik edecek yöneticilere layıktır. Zira Allah'ın izniyle yakın bir gelecekte kendisine hayat verecek şeyleri gerçekleştirmek üzere ona liderlik edecek Müslümanların Halîfesini çıkarmak için Ümmet içerisinde ve Ümmetle birlikte ciddi ve muhlis bir şekilde çalışarak gecesini gündüzüne katan içerisinde Hizb-ut Tahrir varken Ümmet bunu yapmaya muktedirdir. وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Ve lâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti’nden Bir Heyet, Ankara’daki Pakistan Büyükelçiliği’ne Bir Beyanname Teslim Etti

H. 02 Cumâde'l Ahira 1430 el-muvâfık M. 27 Mayıs 2009 Çarşamba günü, Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilayeti'nden bir heyet, Ankara'daki Pakistan Büyükelçiliği'ne, Pakistan Hükümeti'nin, Kabileler bölgesinde başlatıp Kuzey Batı bölgesindeki güvenli bölgelere dayandırarak yürüttüğü askerî operasyonlara ilişkin olarak Pakistan'daki silahlı kuvvetlere Raşidi Hilâfeti kurması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verme çağrısında bulunan "Müslümanları Birbirine Kırdıran Amerika'nın Savaşını Durdurun" başlıklı beyannameyi Arapça, Türkçe ve İngilizce olarak teslim etti.

Beyanname'de Pakistan Hükümeti'nin yürüttüğü askerî operasyonların hakikati şöyle açıklandı "Amerika, tek başına Afganistan'daki başarısızlığını çözmeye muktedir değildir. Bunun içindir ki Amerika, içerisinde boğulduğu okyanusların derinliklerinden kendisini kurtarması için Pakistan ordusuna dayanmaya çalışmaktadır. Bunun içinde Afganistan'a yönelik savaşında ve vahşî saldırılarında kendisi ile birlikte savaşması ve kendisine destek vermesi için Pakistan ordusundan ivedi olarak harekete geçmesini istemiştir."

Arkasında yüz binlerce mülteci bırakan, asil Müslüman kadınları toprağı örtünüp semaya bürünerek gecelerini ve gündüzlerini açıkta geçirmeye terk eden, yaşlıları ve çocukları ümitsizliğe-çaresizliğe gark eden, Müslümanların kanlarını soğukkanlılıkla akıtan bu operasyonlar karşısında Pakistan'daki Müslümanlara ve Silahlı Kuvvetlere şöyle nidada bulunuldu:

"Ey Pakistan'daki Müslümanlar! Silahlı kuvvetlerdeki evlatlarınız, Müslüman kardeşlerinizi bombardımana tutmak ve onları katletmekle emredilirlerken bu sessizliğinizi ne zamana kadar sürdüreceksiniz? Ordunuzun en şerli düşmanınız olan Amerika'ya hizmet amacıyla bölgedeki Müslümanları kahretmek için kullanılmasına şahit olurken bir damla gözyaşı dökmez misiniz? Bu askerî operasyonların durdurulması için Hizb-ut Tahrir'i seçiniz ve ona katılınız. Zira Allahu [Subhânehu ve Te'alâ], Nebîsi Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in lisanı yoluyla sizlere, zalimlerin ve hainlerin karşısında durmanızı emretmiştir..."

"Ey Silahlı Kuvvetlerin Evlatları! Kanlarınızın Amerika'nın Ümmetinizin başları üzerindeki hegemonyası yolunda akması yerine [لا اله إلا الله محمد رسول الله] kelimesinin yücelmesi için Allahu [Subhânehu ve Te'alâ]'nın yolunda savaşmak için hiç özlem duymaz mısınız? Amerika'nın İslâm'a yönelik savaşında bu yöneticilerin ellerinde kullanılan bir araç ve yakıt olarak kalmaya ne zamana kadar devam edeceksiniz? Sizleri utanç ve zillet tozlarından arındırarak İslâm'ın nûrunu dünyanın dört bir tarafına yayacak olan mü'minlerin ordusuna dönüştürecek Hilâfeti kurması için bu yöneticileri alaşağı ederek Hizb-ut Tahrir'e nusret vermez misiniz?"

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - İslâmî Hilâfet, Ümmeti İslâm Esası Üzerine Birleştirecek, Güçlü ve Kapsamlı Sanayileşmiş Bir Politika Bina Edecektir

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, bugün, Dakka'daki Mühendislik Fakültesinde "İslâm'da Sanayileşme Politikası" başlıklı iktisadî bir sempozyum düzenledi. İlk konuşmayı Hizb'in üyesi Mustafa Menhâz yaparken konferansa, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî sözcüsü Muhyiddîn Ahmed ile yardımcısı Murşid il-Hakk, Şeyh Memnûr Râşid, Muhammed Şevket Hüseyin ve Âsım el-Evden da iştirak etti.

Sayın Mustafa Menhâz, dünyanın sanayileşmiş öncü devleti haline gelmesine imkân verecek Hilâfet Devleti'ndeki sanayileşme politikasını açıkladı:

1- Siyasî Vizyon: Hilâfet Devleti'nin, sanayileşmeye ve teknolojik gelişmeye ilişkin programı, itici ve onu ileriye sevk edici bir güç olarak İslâmî akîde üzerine bina edilecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, İslâmî Ümmeti, İslâm'ı tüm dünyaya egemen kılacak olan açık bir siyaset vizyonu temelinde birleştirecektir. 2- Sanayinin Temelinin Askerî Sanayileşme Kılınması: Hilâfet, temelde ekonominin temel dayanağı olacak olan harp sanayisi üzerine yoğunlaşacaktır. İşte bu siyaset, birçok istihdam alanları oluşturacak, serveti önemli ölçüde geliştirecek ve İslâmi Ümmete tuzak kuran diğer milletleri caydırmaya yönelik hayatî bir faktör olacaktır. Dolayısıyla askerî sanayileşmeye dayalı bir ekonominin bina edilmesi, çelik, demir ve kömür gibi ağır sanayinin yanı sıra harp sanayinin gelişimine de imkân verecektir. 3- Madenlerin Çıkarılması: Hilâfet Devleti, maden kaynakları ile sanayisinde ve üretiminde maden kullanan fabrikalarının işlerini idare edecek ve bugün olduğu gibi diğer milletlerin bunları işletmesine izin vermeyecektir. Çünkü madenler, birçok sanayilerde zaruridir ki Hilâfet Devleti, kendisinde mevcut olmayan madenleri de sömürgeci olmayan ve İslâmî beldelere tamahkârlığı bulunmayan devletlerden ithal edecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, sömürgeci devletlerin bir kuklası haline gelmesini engellemek için de İslâmî âlemdeki kiralık Batı şirketleriyle muamelede bulunmaya yönelik kararlı bir siyaset benimseyecektir. 4- Ziraat: Güçlü ve bağımsız bir ekonomi, gıdada kendi kendine yeterliliğe muhtaçtır. Bunun içindir ki Hilâfet Devleti, gıdada İslâmi beldelerin diğer devletlere olan bağımlılığına son vermek için özenle çalışacaktır. Dolayısıyla Hilâfet Devleti, Allah Subhânehu ve Tea'lâ'nın yalnızca bize bahşettiği tarım arazilerinin kullanılmasını da içeren bir siyaset benimseyecektir. Bunun yanı sıra Hilâfet Devleti, tarım sektöründeki ileri tarım teknolojisine de girecektir.

Sayın Mustafa Menhâz şöyle dedi: Bugün Ümmet, hiçbir siyasî bir vizyona sahip olmayan ve sömürgeci efendilerini memnun edecek Kapitalizm nizamını tatbik eden mevcut yönetimlerin benimsedikleri başarısız politikalar sebebiyle sanayileşme açısından dünyadaki diğer milletlerden geri kalmıştır. Servetlerimiz pahasına sömürgeci ellerde bir kukla olan yöneticilerimiz, gücümüzü ve kudretimizi kullanmamıza imkan vermeyeceklerdir.

 

Muhyiddîn Ahmed

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü

Bangladeş

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Daha önceleri utanılarak araştırılırken bu günlerde açıkça yaygınlaşan bilimsel araştırmalar vardır ki bunlar, "embriyonun dondurulması ve bebeğin cinsiyetinin belirlenmesidir." Artık bunlar, Batı ülkelerinde satılan bir eşya haline geldi, ardından Müslümanların beldelerine sirayet etti ve sadece bilimsel bir araştırma olarak kalmanın ötesinde bazı Müslümanların bunlarla ilgilenmeye yönelmesi boyutuna dayandı. O halde bu iki husus hakkındaki şer'î hüküm nedir? Allah, sizleri hayırla mükâfatlandırsın.

Cevap: Cevaptan önce deriz ki Allahu Subhânehu, insanı yarattı, ona bilmediklerini öğretti. Kâinatta, insanda ve hayatta, insanın yaşambilimlerinden faydalanmasının ve bu bilimleri insanlara faydalı olacak şekilde kullanmasının önünü açacak muayyen özellikler, ölçüler ve biçimler oluşturdu. Allahu Subhânehu, faydalı bilimi ve faydalı bilim adamlarını methetti. Çünkü onlar, Allah'a imân etmeye, bu kâinatın, insanın ve hayatın sırlarından şahit olduklarını yaratıcının azâmitine, hikmetine ve kudretine delil getirmeye daha muktedirlerdir. Zira Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء "Allah'tan ancak âlim kulları korkar." [Fâtır 28]

Yine SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ العُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ، إِنَّ الأَنْبِيَاءَ لَمْ يُوَرِّثُوا دِينَارًا وَلا دِرْهَمًا، إِنَّمَا وَرَّثُوا العِلْمَ، فَمَنْ أَخَذَ بِهِ أَخَذَ بِحَظٍّ وَافِر "Âlimler Enbiyâ'ın vârisleridir. Enbîya ne bir dinar ne de bir dirhem mirâs bırakırlar. Onlar ancak ilim mîras bırakırlar. Öyleyse her kim onu alırsa, bereketli bir nasip almış olur." [İbn-u Mâce, Ebî'd Derdâ Radıyallahu Anhâ kanalıyla rivayet etmiştir]

Ancak şeytan, şeytanın taraftarları ve şer ehli, bilimi kötülük yapmak, zarar vermek, insan hayatını değiştirmek ve onu müstakîm konumundan çıkarmak için kullandılar. Zira bu bilimleri, kullanılmaması gereken yerde kullandılar. Dolayısıyla klonlama, sperm hücrelerinin, yumurtaların, daha sonra embriyoların dondurulması ve başka bir rahme transfer edilmesi, ölü üzerinde otopsi yapılması, organlarının satılması, hatta canlı insanların kaçırılması, katledilmesi ve insan organlarının ticaretinin yapılması, embriyolar üzerinde bilimsel denilen deneyler yapılması ve dondurulması, ceninin hayatıyla oynanması ve bazen tıp, bazen de bilim gerekçesiyle organlarının çıkarılması hususları ortaya çıktı!

Allahu Subhânehu şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آَدَمَ "Andolsun ki Biz, insanoğlunu kerîm kıldık." [el-İsrâ 70]

Bilimde aslolan, Allah'ın insanı pek çok mahlûkatından üstün kılmak üzere ona verdiği kerîmlik noktasından hareket etmesidir. Bu da insanın mutluluğu, fiziksel ve zihinsel yaşamının gelişimi içindir... Ancak bu şerir bilim adamları, insanı hayvandan daha aşağı bir noktaya dönüştürme noktasından hareket ettiler ve insanı, her türlü şer ve zarar için adeta bir deneme sahası haline getirdiler. Bundan sonra deriz ki:

Sorunun mevzusu hakkındaki şer'î hüküm aşağıdaki şekildedir:

Birincisi: Embriyonun Dondurulması

Karı-kocada, normal yolla kadının yumurtası ile kocanın sperm hücresinin döllenmesini engelleyen bazı hastalık halleri ortaya çıkmıştır. Bu da rahim kanallarında tıkanıklık veya sperm hücrelerinin yumurtaya erişme hareketliliğindeki zayıflık veya uzmanlar tarafından bilinen benzeri nedenlerin olması gibidir. Bunun üzerine bazı bilim adamları, rahmin dışında uygun koşullarda tüpler içerisinde yumurtanın döllenmesine ulaştılar. Şöyle ki; kadına bir anda çok sayıda yumurta üretimi yapmasını sağlayan alklomid gibi ilaçlar verilmektedir. Daha sonra uzman doktor, belirli zamanda spekulum ve sonda aletini yumurtalığa girdirerek yumurtalıktan bir dizi yumurta almaktadır... Daha sonra da her bir yumurtayı, özel bir sıvının bulunduğu petri kabına koymakta ve bu yumurtaları, kocanın sperm hücresi ile döllendirmektedir.

Tüp içerisindeki bu döllenme tamamlandıktan sonra "bir veya daha fazla" döllenmiş yumurtalar, tekrar eşin rahmine transfer edilmektedir. Eğer Allahu Subhânehu, bu döllenmiş yumurtadan yaratma takdir etmişse, bu yumurta rahme yapışmakta ve sperm bir et parçasına dönüşmektedir... Eğer Allahu Subhânehu, bu döllenmiş yumurtadan yaratma takdir etmezse, bu yumurta ölüyor ve yok oluyor.

Hem çoğu durumlarda başarısız olmasından -ki bazen başarısızlık oranı %90'ulaşmaktadır-, hem de karı-kocanın gebeliğe olan ilgilerinden dolayı karı-koca bunu bir kez daha denemektedirler. Bu da kadını, yıpratmaktadır. Çünkü kadın, genellikle birden fazla yumurta üretmesi için, yumurtalığı uyarıcı farklı uyuşturucular ve ilaçlar almaktadır. Çünkü rahim dışında bir "tüp" içerisinde gerçekleştirilen döllenme işleminin garantisi yoktur. Dolayısıyla yumurtalık, birden fazla yumurta üretmeye uyarılmaktadır ki yumurtanın biri döllenmeyi gerçekleştiremediği zaman diğeri gerçekleştirsin. Ardından döllenmiş yumurta alınarak tekrar rahme transfer edilmekte ve biri öldüğünde diğerinin başarılı olması için de bazen rahme birden fazla döllenmiş yumurta transfer edilir.

Döllenmiş yumurtalar, kadının rahmine özel bir aletle transfer edilmekte, birinin başarılı olması için rahme üç yumurta transfer edilmesi takip edilmekte ve geriye kalan döllenmiş yumurtalar ise, rahme transfer edilmemektedir. Bilakis rahme transfer edilen yumurtalardan başarılı sonuç elde edilemediği zaman bunlar, bir ileriki aşamada kullanılmaktadır. Yani transfer edilen yumurta başarısız olduğu zaman onlar, kadını yeniden tedavi etmeye ve onu yıpratmaya gerek duymamaktadırlar. Bilakis fazladan döllenmiş yumurtaları alarak rahme transfer etmektedirler. Böylece bir kez daha başarısız olunduğunda, kadını yeniden ilaçlarla yıpratmaksızın diğerini almaktadırlar.

Ancak transfer edilen döllenmiş ilk yumurtanın başarısızlığı hemen gerçekleşmemektedir. Bilakis ancak saatler veya günler sonra ortaya çıkmakta ve bu dönem içerisinde fazladan olan diğer döllenmiş yumurtalar, uygun sıcaklık derecesinde ve koşullarda dondurulmaması halinde ölmektedir. Bunun içindir ki fazladan olan yumurtalar, ilk operasyon başarısız olduğunda transfer edilmeye hazır olması için sıvı azotla dondurulmaktadır.

İşte böylece embriyoların dondurulması fikri ortaya çıktı ki bu, aslında kadının tekrar ilaçlarla ve tedavilerle yıpratılmaması için ilk denemenin başarısızlığı durumunda tekrar anne rahmine transfer edilmesi içindir.

Ve daha sonra bu embriyolar, özellikle kâfir ülkelerde olmak üzere birer ticarî eşya haline gelmiştir. Zira bazen seneleri bulan uzun bir süre dondurucuda bekletilmeye alınmış, bazen de anneye iade edilmeyip başka eşlere, hatta eşleri olmayan kadınlara bile satılmaktadır. Böylelikle dondurulmuş embriyoları saklama bankaları denilen bankalar ortaya çıkmış ve son günlerde çıkan haberlere göre de bazen embriyolar karışmakta ve "yabancı" olan başka döllenmiş bir yumurta ilk denemede başarısız olan kadına transfer edilmektedir... İşte bu şekilde nesepler karışmakta ve insan hayatı değişmektedir...

Dediğimiz gibi sadece döllenmiş yumurtalar dondurulmamaktadır. Bilakis hem yumurtaları, hem de erkek spermlerini dondurmaktalar, isteyen kimselere satmaktalar ve bu yumurtanın veya şu erkek sperminin seçkin kişilerden olduğunun reklamını ve benzerlerini yapmaktalar.

Özet olarak dondurulmuş embriyoların vakıası işte budur ve araştırmalarında bu bölümün pek çok detayı bulunmaktadır. Ancak özet olarak vakıa, açıkladığımız şekildedir ve detaylar bunun dışına çıkmamaktadır.

Binaenaleyh şer'î hüküm, aşağıdaki şekildedir:

1. Normal yolla gebeliğin gerçekleşmemesi bakımından, durumları için bir hastalık tedavisi olarak eşlerin, rahim dışında döllenmeye başvurması caizdir. Çünkü bu bir tedavidir ve Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] de tedavi olmayı emretmiştir. Nitekim Ebû Dâvud, Usâme İbn-u Şerîk'ten Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

تَدَاوَوْا فَإِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمْ يَضَعْ دَاءً إِلا وَضَعَ لَهُ دَوَاءً غَيْرَ دَاءٍ وَاحِدٍ الْهَرَمُ "Tedavi olunuz! Çünkü Allah Azze ve Celle, bir tek yaşlılık hastalığı dışında devasını vermediği hiç bir hastalık bırakmamıştır." Yani ölüm dışında demektir.

Ancak bu, iki şartla mümkündür:

Birincisi: Tüp içerisindeki döllenmenin, sahîh bir akitle evli olan erkek ile kadına ait spermden olmalıdır. Zira Ruveyfa İbn-u Sâbit el-Ensâri'den Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

لا يَحِلُّ لامْرِئٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَنْ يَسْقِيَ مَاءَهُ زَرْعَ غَيْرِهِ "Allah'a ve âhiret gününe imân etmiş bir kişinin, suyunu başkasının tarlasına akıtması helal olmaz." [Ahmed rivayet ett] Dolayısıyla kocanın spermi dışında herhangi bir kadının yumurtasının döllenmesi caiz değildir.

İkincisi: Bunun, yani tüp içerisindeki döllenmenin ve döllenmiş yumurtanın kadının rahmine transfer edilmesi, Batıda yapıldığı gibi kocanın vefatından sonra değil de hayatta iken yapılmalıdır. Zira onlar, ister kocası sağ veya ölü olsun dondurulmuş yumurtanın anne rahmine istedikleri zamanda transfer edilmesinde bir sakınca görmemektedirler! Bu ise, İslâm'da helal değildir. Çünkü gebeliğin başlamasından beri hayatta olan bir koca olmaksızın kadının gebeliği haramdır ve bundan dolayı ceza gerekir. Zira bir koca olmaksızın gebelik, zina beyyinâtlarındandır. Dolayısıyla bir koca olmaksızın gebe kalan herhangi bir kadın, büyük  haram ve günah işlemiş bir günahkârdır. Bu da Ömer ve Alî [Radıyallahu Anhumâ]'dan rivayet edilen sözlerinin olması ve sahabenin içerisinden de onların sözlerini inkâr eden birisinin çıkmamasından dolayıdır. Oysa bu durum, sabit olmamış olsaydı, inkâr edilirdi. Binaenaleyh bu da icmaa olmaktadır.

Dolayısıyla bir koca olmaksızın gebelik, zina beyyinâtlarındandır. Eğer cinsî ilişki sonucunda olursa, onun için had vardır. Eğer gebelik, bir cinsî ilişki olmaksızın, yani tüp içerisine konulan döllenmiş yumurta, kocasının ölümünden sonra kadının rahmine konulur ve gebelik, kocanın ölümünden sonra olursa, onun için şiddetli ta'zir cezası vardır.

Hakeza rahim dışındaki döllenme işlemi ve ardından da anne rahmine transfer edilmesi, kocadan eşine ve koca da hayatayken olmalıdır ki bu, caizdir. Yani "tüp bebek" denilen şey, mezkûr şartlarda caizdir.

2. İlk denemenin başarısını görmek için bekletilmek üzere döllenmiş yumurtanın yada döllenmiş yumurtaların dondurulmasına gelince; başarı elde edilemediği zaman dondurulan döllenmiş yumurtayı alıyorlar, ardından tekrar anne rahmine transfer ediyorlar. Bunda da başarı elde edilmezse diğerini alıyorlar ve bu şekilde devam ediyor...

Eğer bu dondurulan döllenmiş yumurtalar, "dondurulan embriyolar", anneden olduğu ve başkasıyla karışmadığı kesinse, mezkûr şartlarda yeniden anne rahmine transfer edilmeleri caizdir.

Ancak dondurulan embriyoların karıştığına dair haberlerin çıkması, ilk denemenin başarısız olması durumunda dondurulan embriyoların yeniden anne rahmine transfer edilmesi operasyonunu, aşağıdaki şekilde caiz kılmamaktadır:

1. Genellikle tüp içerisinde başarıyla döllenen, ardından da rahme transfer edilen ilk döllenmiş yumurtaya dikkat edilmekte, buna olan dikkatlilik ve takibat devam etmektedir.

2. Fazladan dondurulan diğer döllenmiş yumurtalara dikkat edilmesi ve bunların takip edilmesi ise, ancak ilk denemenin başarısız olmasından sonra gerçekleşmektedir. Dediğimiz gibi döllenmiş yumurtanın başarısızlığı, hemen olmamaktadır. Bilakis başarısızlıktan emin olunması, kısa veya uzun bir süreyi gerektirmektedir. Bu dönem içerisinde ise, fazladan veya daha fazladan dondurulmuş yumurtalar, dondurucuda durmaktadır.

3. Dondurulan "döllenmiş yumurtaların" embriyoların karıştığına dair haberler geçmektedir ki bu haberler, dondurulmuş embriyoların karışması yoluyla, neseplerin karışmasına imkân veren bir durum haline getirmektedir.

4. İlk denemenin başarılı olması hali, fazladan dondurulmuş embriyoların imha edilmesini gerektirmektedir. Ancak özellikle dondurulmuş embriyoların ticaretine dair haberler geçmesi bu imhayı, belirsiz kılmakta ve imha edilmemesi de şüpheli olarak kalmaktadır.

Çünkü şer'î kaide şöyledir: [الوسيلة إلى الحرام حرام] "Harama vesile olan da haramdır" ve kaidede zannı galip yeterlidir. Çünkü ister hata isterse ticaret maksadı kastıyla olsun dondurulmuş embriyonun karışması, neseplerin karışmasına yol açar ki bu, haramdır. Zira İslâm, neseplerin muhafaza edilmesini ve korunmasını vacip kılmıştır. Nitekim İbn-u Mâce, Süneni'de İbn-u Abbâs kanalıyla Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini tahriç etmiştir:

من انتسب إلى غير أبيه، أو تولى غير مواليه، فعليه لعنة الله والملائكة والناس أجمعين "Her kim, kendisini babasından başkasına nisbet ederse veya mevlasından başka birini mevla (efendi) edinirse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun."

Yine ed-Dârimî, Ebî Hurayra kanalıyla lianleşme âyeti indiğinde Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'i şöyle derken işittiğini tahriç etmiştir:

أيَّما امرأة أدخلت على قوم نسباً ليس منهم فليست من الله في شيء، ولم يدخلها الله جنته "Herhangi bir kadın, onlardan olmadığı halde nesebini, başka bir kavme isnat ederse, Allah katında hiçbir şeye sahip değildir ve Allah onu Cennet'ine de koymayacaktır."

Binaenaleyh bu vesile, yani fazladan embriyo dondurulması, haramdır ve ilk kez rahme transfer edilenin fazlası olan döllenmiş yumurtaların imha edilmesi, yani ilk denemenin başarısız olması durumunda diğer döllenmiş yumurtalar dondurulmaksızın imha edilmesi vaciptir. Bilakis ilk deneme başarısız olursa, ilk durumda olduğu gibi kadın, yeni döllenmiş yumurta üretmek için bir kez daha tedavi görür ve kadının maruz kaldığı yıpranma da neseplerin karışmasına, dolayısıyla harama götürecek embriyoların dondurulması için bir gerekçe olamaz.

Şöyle denilebilir: Şer'î kaide, dondurulmuş embriyoların karıştığına dair zannı galibi gerektirir. Oysa burada zannı galip değil, zan varit olmuştur. Özellikle de tedavi eden kurum, güvenilir ve embriyoları güvenli bir yolla dondurduğu gibi ilk denemenin başarısı halinde fazladan dondurulmuş embriyoları da imha ediyorsa, o halde ne diye ilkinin başarısızlığı halinde yeni bir yumurtanın döllenmesi için kadını tekrar yıpranmaya maruz bırakacak olan fazladan embriyoların dondurulmasının haram olduğunu söylüyoruz?

Bunun cevabı şöyledir: Kaide için zannı galibin gerekliliği doğrudur ve tedavi eden kurumun güvenilir olması halinde bu zannı galip mevcut değildir. Evet, embriyoların karışmadığından tamamen emin olunursa, ilk denemenin başarılı olması durumunda diğerlerinin imha edilmesi şartıyla bu caizdir. Ancak bu durum, oldukça hassas bir durumdur ve çıkan haberler bu güveni şu iki aşamada zayıflatmaktadır:

Birincisi: İlk denemenin başarılı geçtiğinden ve gebeliğin meydana geldiğinden emin olma sürecindeki geçen dönem içerisinde fazladan dondurulmuş embriyolar, ilgi ve gözetim altında değildir. Çünkü takibat, ilk denemenin başarısı için olmaktadır.

İkincisi: İlk veya ikinci denemenin başarısı durumunda fazladan dondurulmuş embriyoların imha edilmesi gerekir. Ancak bu imha, ilgi ve takibat altında gerçekleşmemektedir. Zira kadın, gebe kaldığı zaman, ne o ne de eşi fazladan dondurulmuş embriyolarla ilgilenmemektedirler. Bazen sormakla ve kendilerine imha edildi denmesiyle yetinmektedirler. O halde dondurulmuş embriyo ticareti haberleri çıktığı halde nasıl olur da güven oluşabilir?!

Ayrıca söz konusu kaideye göre haramın hâsıl olması için zannı galip oluşmasa dahi bu şüphelidir. Nitekim Tirmizî, Hasen-i Sahîh hadis dediği ve Hasan İbn-u Alî [Rasıyallahu Anhumâ] kanalıyla şöyle dediğini tahriç etmiştir: Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'den şunu hıfzettim:

دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لا يَرِيبُكَ "Şüpheli olanı bırak, şüpheli olmayana bak."

Velhâsıl:

Normal yolla olmadığı sürece kadının gebeliği konusunun tedavisi amacıyla; kadının yumurtasının, rahmin dışında bir "tüp" içerisinde eşinin spermiyle döllenmesi caizdir.

Döllenmiş yumurta alınarak tekrar rahme transfer edildikten sonra tüplerdeki diğer döllenmiş yumurtalar imha edilmelidir.

Eğer Allah'ın izniyle ilk deneme başarılı olursa, eşler Allahu Subhânehu'ya hamd etmelidirler. Eğer başarılı olmazsa, ilk denemeden geriye kalan fazladan dondurulan döllenmiş yumurtalara başvurmaksızın yeniden tüplerde döllenme yapmak üzere bir kez daha denemelidirler.

Tüm bunlar da yumurta ile spermin, sahîh şer'î akit ile evli olan karı-kocaya ait olması ve kocanın da hayatta olması şartıyla caizdir. Yani yumurtanın rahmin dışında döllenmesi ve tekrar rahme transfer edilmesi koca hayatta iken olmalıdır.

İkincisi: Bebeğin Cinsiyetinin Belirlenmesi:

Eskiden beri insanlar arasında, istedikleri bebeği seçmek ve istemedikleri bebeği de ellerine geçen imkânla imha etmek isteyen kimseler olmuştur.

-Mesela cahiliyede gazvede kendilerine yardım etsinler ve nesebi korusunlar diye erkek çocuk istemişlerdir. Dolayısıyla kız çocuklarını yok ediyorlar ve canlı iken defnediyorlardı.

وَإِذَا الْمَوْؤُودَةُ سُئِلَتْ بِأَيِّ ذَنبٍ قُتِلَتْ "Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldü? Diye sorulduğunda." [Tekvîr 8-9]

-Ne zaman ki gebe kadının karnına ultrason cihazı ile bakılması gibi başka yöntemler ortaya çıktı ve cenin de istenmeyen bir cinste olunca, anne karnında iken onu düşürmek için kürtaj kullanır oldular.

-Daha sonra özellikle anne karnındaki cenini kuşatan koşulları gözetleme bakımından yeni modern teknikler ortaya çıkınca asitli ortamın dişi spermi için daha uygun olduğunu ve "alkalik-bazik" ortamın da erkek spermi için uygun olduğunu keşfettiler. Bu durumda cinsel ilişkiden önce kadının rahminde alkalik-bazik ortamı aktifleştirmek için belirli yöntemlere başvurdular. Bunu da erkek çocuk doğurganlığına yardımcı olması itibarıyla vajinanın içini alkalikle yıkama işlemiyle yaptılar.

Kız çocuğu doğurganlığına yardımcı olması itibarıyla da cinsel ilişkiden önce vajinayı asitle yıkama işlemiyle yaptılar.

-Ardından kadının bedeninde alkalik-bazal ve asit ortamı oluşturmaya yardımcı olacak diyetler aramaya başladılar.

Gıdanın, ceninin cinsiyetini belirleme sürecine şu iki yönden etki ettiğini gördüler:

Birincisi: Rahmin ve vajinanın kanallarındaki asit ve alkalik-bazal ortamını değiştirmektedir.

Mesela potasyum ve sodyum; ortamı, asitli bir ortama çevirmekte, dolayısıyla erkek çocuk doğma şansı daha çok olmaktadır.

Magnezyum ve kalsiyum ise; ortamı, alkalik-bazal ortamına çevirmekte, dolayısıyla kız çocuğu doğma şansı daha çok olmaktadır.

İkincisi: Erkek veya kadın yumurtasının geleceğini bir ölçüde arttırmak için yumurtanın duvarında değişim meydan getirmektedir.

Böylece onlar, eşlerin, özellikle de erkek bebek isteyen kadının, tuzlu gıda ve aşırı tuzlu et diyeti gibi alkalik-bazal ortamını aktifleştiren gıdalarla beslenmeleri, aşırı baharat, süt, süt ürünleri tüketmemeleri, potasyum içeren meyveler yememeleri ve ilaçları almamaları... bedende alkalik-bazal oluşturmaya yardımcı olacak gıdalardan kaçınmaları tavsiyesinde bulundular.

Kız çocuğu açsından ise, süt, süt ürünleri tüketilmesi, tuz tüketiminin azaltılması, özellikle tuzlu olmak üzere etlerden, meyvelerden, çeşnilerden ve baharatlardan uzak durulması... asit içeren ilaçların ve bedende asit oluşturmaya yardımcı olacak gıdaların alınması gibi bedende asit oluşturmaya yardımcı olacak gıdalar tavsiyesinde bulundular.

-Ardından başka bir yöntem daha gördüler ki o, kadın erkeğin spermi boşaltmasından önce yumurtlarsa, yani sperm yumurtanın olmasından sonra gelir ve döllenme olursa, erkek çocuğu olma şansının daha çok olduğunu gördüler... Eğer erkek, spermi yumurtlamadan önce boşaltırsa, yani yumurta spermden sonra gelir ve döllenme olursa, kız çocuğu olma şansının daha çok olduğunu gördüler... Mesela yumurtlama meydana geldikten sonra cinsî ilişki olduğu zaman, olasılık dengesi erkek çocuğu lehine ve diğer durumda ise bunun tam tersi olmaktadır. Dolayısıyla yumurta olduğu halde cinsî ilişki gerçekleşirse, öncelik erkek çocuk için olmaktadır. Ancak cinsî ilişki, yumurtlamadan uzun bir dönem önce gerçekleşirse, öncelik kız çocuğu lehine olmaktadır. Binaenaleyh ceninin cinsiyetinin oluşmasını istenmediği günlerde azil yapılmakta ve istenilen cinsiyetin olasılığı lehte olduğu dönemde ise azilden imtina edilmektedir...

Böylelikle azil, ceninin cinsiyetinin tercihi için bir vesile olmaktadır.

Bu da kadında yumurtlama zamanının gözetilmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla erkek çocuk beklentisi içerisinde olunduğunda; erkek, spermin boşalmasından sonra yumurta gelmemesi için yumurtlamadan önce kadınla cinsi ilişkiye girmemelidir. Binaenaleyh bu durumda bu günlerde azil yapmalı ve yumurtlama gerçekleştiğinde ise erkek cinsî ilişkide acele etmelidir ki sperm, yumurta varken insin.

Ancak kız çocuğu isteniyorsa; erkek, yumurtlamadan sonra kadınla cinsî ilişkiye girmemelidir. Bilakis yumurtlama döneminde azil yaparak kadınla cinsî ilişkiye girmemeli ve kadınla ancak yumurtlamadan hemen önce cinsî ilişkide bulunmalıdır. Çünkü erkek, kadınla muayyen bir zamanın ötesinde yumurtlamadan önce cinsî ilişki kurarsa, sperm hücresi yumurta ile döllenmeden önce ölür.

Muhtemelen bu son durum, Sünnetin işaret ettiği olsa gerek. Zira el-Buhâri'nin tahriç ettiği hadiste Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

Müslim'in, Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in kölesi Sevbân kanalıyla Sahîh'inde rivayet ettiği şu hadis ise, bunu açıklamaktadır: Yahudilerin hahamlarından biri, Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e bir soru sordu ve O da uzun bir hadiste ona cevap verdi. Ta ki şöyle dedi: Sana çocuktan sormak için geldim. Bunun üzerine Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ona şöyle cevap verdi:

وَأَمَّا الْوَلَدُ فَإِذَا سَبَقَ مَاءُ الرَّجُلِ مَاءَ الْمَرْأَةِ نَزَعَ الْوَلَدَ وَإِذَا سَبَقَ مَاءُ الْمَرْأَةِ مَاءَ الرَّجُلِ نَزَعَتْ الْوَلَدَ "Çocuğa gelince; eğer erkeğin suyu kadının suyuna baskın gelirse çocuk erkek olur, yok eğer kadının suyu erkeğin suyuna baskın gelirse çocuk kız olur."

Doğal olarak erkeğin spermi, kadının spermine baskın gelirse, yani erkeğin spermi kadının sperminden fazla gelir ve daha önce var olması dışında bir şey bir şeyin üzerine gelmezse, bu durumda Allah'ın izniyle erkek çocuk olma şansı daha çoktur. Aksine kadının spermi, erkeğin spermine baskın gelir ve kadının spermi de erkeğinkinden sonra gelirse, bu durumda Allah'ın izniyle kız çocuğu olma şansı daha çoktur.

-Daha sonra bir bilimsel yönteme ulaşarak bunun daha teknik olduğunu söylediler ki onu, ayrıştırılmış sperm dölleme yöntemi olarak isimlendirdiler. Bu yöntem, deney tüpü içerisinde [X] dişilik kromozomunu, [Y] erkeklik kromozomundan ayrıştırılması, yani farklı yöntemlerle bedenin dışında ayrıştırılması için sperm üzerinde testler yapılmasını gerektirmekte ve bu da teknik bir tıbbî müdahaleye gerek duymaktadır.

Bu fikirle bilim adamları, sperm kromozomlarının "erkeklik kısmı Y ve dişilik kısmının X" olmak üzere [X Y] olduğunu gördüler. Keza yumurtanın kromozomlarının da [XX], "yani iki dişilik kısmının" olduğunu da gördüler. Böylece yumurta ile döllenen spermdeki erkeklik kısmı olan Y olduğu ve dolayısıyla [XY], yani erkek cenin oluştuğunu ve yumurta ile döllenen "X" olduğu ve dolayısıyla "XX", yani dişi cenin oluştuğunu gördüler. Binaenaleyh spermdeki "Y" erkeklik kısmını, "X" dişilik kısmından ayrıştırmak için testler yaptılar, ardından da erkek cenin istediklerinde yumurtayı erkeklik kısmı ile tüpte döllediler ve dişi cenin istediklerinde de yumurtayı dişilik kısmı ile tüpte döllediler.

Basit bir fark ile burada buna benzeyen bir yöntem vardır. Bu yöntem, yumurtaların tüplerde döllenmesi, ardından da döllenmelerinden sonra incelenmekle gerçekleşmektedir. Zira XX taşıyan döllenmiş yumurta dişi olurken, XY taşıyan yumurta erkek olmaktadır. Erkek çocuk isteyen bir kadının rahmine XY döllenmiş yumurta transfer edilmekte ve kız çocuğu isteyen bir kadının rahmine ise, XX döllenmiş yumurta transfer edilmektedir. Her iki yöntem de maksat bakımından birbirine benzese de birincisinde döllenme ve erkeklik kısmının dişilik kısmından ayrıştırılması öncesinde sperm incelenmesi yapılmaktadır. İkincisinde ise, "embriyoların", yani döllenmiş yumurtaların incelenmesi ve ardından erkek embriyoların dişiden ayrıştırılması yapılmaktadır.

Eskiden günümüz asrına kadar çocuğun cinsiyetini seçmeye yönelik insan girişimlerinin özeti işte budur.

Vakıanın bilinmesinden, yani menâtın gerçekleşmesinden sonra şer'î hükmü aşağıdaki şekilde açıklarız:

a-İstenmeyen çocuğun öldürülmesine gelince; bu, haramdır. Çünkü bu, kasten canın öldürülmesidir ve âhiretteki cezası ise içinde ebediyen kalınacak Cehennem'dir.

وَمَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَاؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا "Kim bir mü'mini kasten öldürürse, onun cezası, içinde ebedî kalacağı Cehennem'dir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır." [en-Nisâ 93]

Dünyadaki cezası ise, bağlayarak kısastır. Yani maktulün velîsi affetmez veya diyet istemezse öldürmektir.

b- Ebeveyn erkek çocuğu istediği halde kız olması gibi ehlinin, istemedikleri bir cenin olduğunu bildiklerinde anne karnındayken ceninin öldürülmesine gelince; aynı şekilde bu da haramdır ve buna ceza gerekir. Zira el-Buhâri ve Müslim, Ebî Hureyra kanalıyla şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

اقْتَتَلَتْ امْرَأَتَانِ مِنْ هُذَيْلٍ فَرَمَتْ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى بِحَجَرٍ فَقَتَلَتْهَا وَمَا فِي بَطْنِهَا فَاخْتَصَمُوا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّ دِيَةَ جَنِينِهَا غُرَّةٌ عَبْدٌ أَوْ وَلِيدَةٌ "Huzeyl'den iki kadın birbiriyle kavga etti. Onlardan biri diğerine bir taş atıp hem onu, hem de karnındaki cenini öldürdü. Bunun üzerine bunu Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e götürdüklerinde, Rasulullah [SallAlahu Aleyhi ve Sellem], cenin diyeti olarak kadın veya erkek köle ödenmesine hükmetti." [Metin el-Buhâri'ye aittir]

c- İster belirli günlerde geçici cinsî ilişki kurulmaması, isterse bu günler içerisinde cinsî ilişki ve dışarı boşalma şeklinde olsun azil yapılması ve aynı şekilde belirli gıda türleri ile beslenilmesi veya vajinanın alkalik-bazal veya asitle yıkanmasına gelince; bunlar caizdir ve bir sakınca yoktur.

Azile gelince; el-Buhâri'nin, Ebî Saîd el-Hudrî'den tahriç ettiği hadisten dolayıdır ki o, şöyle demiştir:

فَأَرَدْنَا أَنْ نَعْزِلَ وَقُلْنَا نَعْزِلُ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ أَظْهُرِنَا قَبْلَ أَنْ نَسْأَلَهُ فَسَأَلْنَاهُ عَنْ ذَلِكَ فَقَالَ مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لا تَفْعَلُوا مَا مِنْ نَسَمَةٍ كَائِنَةٍ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِلا وَهِيَ كَائِنَةٌ "...Azil yapmak istedik ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] aramızda olduğu halde O'na sormadan önce azil yapıyoruz dedik ve sonra bunu O'na sorunca O da dedi ki: Yapmamanızda bir sakınca yoktur. Kıyamet Günü'ne kadar olacak olan her bir canlı, mutlaka olacaktır." [Müslim de tahriç etmiştir]

Beslenme ve vajinayı yıkamaya gelince; yemek, içmek ve yıkamak... bakımından olan delillerin genelliğinden dolayıdır.

d- Erkeklik kısmının, spermdeki dişilik kısmından ayrıştırılması, ardından da erkek çocuk istendiğinde yumurtanın erkeklik kısmı ile döllenmesi ve kız çocuğu istendiğinde dişilik kısmı ile döllenmesi veya erkeklik embriyolarının dişilikten ayrıştırılması ve istenen ceninin rahmine transfer edilmesine gelince; bu operasyonlar, caiz değildir. Çünkü bunlar, bir tedavi değildir. Yani gebe kalmayan, ardından gebe kalmak için tedavi olan kadının gebeliği için bir tedavi değildir. Diğer bir ifadeyle kadının yumurtasının normal yolla kocanın spermi ile döllenmesi imkânsızlığı için bir tedavi değildir. Dolayısıyla yumurtanın tüplerde döllenmesi tedavisine başvurulmuştur... Bilakis bunlar, spermdeki erkeklik bölümünü dişilik bölümünden ayrıştırılmasına veya embriyoların ayrıştırılmasına ilişkin başka bir şey olup normal yolla gebe kalması imkânsız olan kadın için bir tedavi değildir. Yani bu operasyonlar, gebe kalınmaması hastalığı için bir tedavi değildir.

Zira bunlar, ancak avretin açılmasıyla gerçekleşmektedir. Çünkü yumurtaların alınması ve tekrar transfer edilmesi bunu gerektirmektedir. Oysa avretin açılması haramdır ve bu haram, tedavi dışında caiz değildir. Madem ki bu operasyonla bir tedavi değildir, o halde bunlar, caiz olmayan bir haramdır.

Son olarak: Önemli bir hakikatin zikredilmesi kaçınılmazdır ki o, akideyle ilişkilidir. Yani kişinin Müslümanlığı, ona bağlıdır. Bu hakikat şudur ki bu operasyonların ve işlemlerin hepsi, insanın yaratmaya muktedir olduğu anlamına gelmez. Bilakis insan, Allahu Subhânehu'nun erkeklik, dişilik ve döllenme keyfiyetinin özelliklerinde ortaya çıkardığı özellikleri ve sıfatları mülahaza etmekte, şahit olduklarını tahlil etmekte ve gözlemledikleri üzerinde deneyler gerçekleştirmektedir... Dolayısıyla belirli gıdalar kullanmakta, muayyen ortamlar oluşturmakta, erkeklik bölümünü dişilikten ayırmakta... yumurta dölleme operasyonları gerçekleştirmekte ve onu rahme iade etmektedir... Tüm bunlar da bir yaratmayı ortaya çıkarmaz. Bilakis bunlar, yaratıcı olan Allahu Subhânehu'nun kudretine muhtaçtır. Dolayısıyla Allah, ondan bir yaratma takdir ederse canlı olur ve ondan ölümü yaratma takdir ederse o da olur. Ne kadar deney olursa olsun eğer Allah, ondan bir yaratma takdir etmez ise olmaz.

Bu durum, yani yalnızca Allahu Subhânehu'nun yaratıcı ve erkek ile dişiyi yaratanın yalnızca Allahu Subhânehu olması, subûtu ve delaleti kat'î delillerle sabittir ki bunlardan bazıları şunlardır:

ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لا إِلَهَ إِلا هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ "İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka İlah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir." [el-Enâm 102]

إِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ "Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan ve alîmdir." [Hicr 86]

أَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لا يَخْلُقُ أَفَلا تَذَكَّرُونَ "O halde, yaratan (Allah), yaratmayan (putlar) gibi olur mu hiç? Hâla düşünmez misiniz?" [en-Nahl 17]

هَذَا خَلْقُ اللَّهِ فَأَرُونِي مَاذَا خَلَقَ الَّذِينَ مِنْ دُونِهِ بَلِ الظَّالِمُونَ فِي ضَلالٍ مُبِينٍ "İşte bunlar Allah'ın yarattıklarıdır. Şimdi (ey kâfirler!) O'ndan başkasının ne yarattığını bana gösterin! Hayır (gösteremezler)! Zalimler apaçık bir dalalet içindedirler." [Lokman 11]

يَا أَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوا لَهُ إِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوا لَهُ وَإِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لا يَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ "Ey insanlar! (Size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de istenen de aciz!" [el-Hac 73]

يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِنَ الْبَعْثِ فَإِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ مِنْ نُطْفَةٍ ثُمَّ مِنْ عَلَقَةٍ ثُمَّ مِنْ مُضْغَةٍ مُخَلَّقَةٍ وَغَيْرِ مُخَلَّقَةٍ لِنُبَيِّنَ لَكُمْ وَنُقِرُّ فِي الأَرْحَامِ مَا نَشَاءُ إِلَى أَجَلٍ مُسَمًّى ثُمَّ نُخْرِجُكُمْ طِفْلا ثُمَّ لِتَبْلُغُوا أَشُدَّكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُتَوَفَّى وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْلا يَعْلَمَ مِنْ بَعْدِ عِلْمٍ شَيْئًا وَتَرَى الأَرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ "Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, şu muhakkak ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra da uzuvları görünen ya da görünmeyen bir et parçasından yaratmaktayız ki, size (ne olduğunuzu) anlatalım. Dilediğimizi de belli bir süreye kadar rahimlerde durdururuz. Sonra sizi bir bebek olarak çıkarırız, sonra da olgunluk çağına gelmeniz için geliştiririz. Bununla beraber, içinizden kiminizin canı alınıyor, kiminiz de biraz bilgiden sonra bir şey bilmemek üzere, ömrünün en kötü devresine getiriliyor. Yeryüzünü de sönmüş kül halinde görürsün; ama üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her dilber çiftten bitkiler bitirir." [el-Hacc 5]

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الإِنْسَانَ مِنْ سُلالَةٍ مِنْ طِينٍ ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ "Andolsun ki biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir." [Mu'minûn 12-14]

لِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ يَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ إِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَاءُ الذُّكُورَ أَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَإِنَاثًا وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَاءُ عَقِيمًا إِنَّهُ عَلِيمٌ قَدِيرٌ "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir." [Şûra 49-50]

يَا أَيُّهَا الإِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَرِيمِ الَّذِي خَلَقَكَ فَسَوَّاكَ فَعَدَلَكَ فِي أَيِّ صُورَةٍ مَا شَاءَ رَكَّبَكَ "Ey insan! Kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu." [el-İnfitâr 6-8]

هُوَ الَّذِي يُصَوِّرُكُمْ فِي الأَرْحَامِ كَيْفَ يَشَاءُ لا إِلَهَ إِلا هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ "Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O azizdir, hakîmdir." [Âl-i İmrân 6]

Dolayısıyla bunun çok iyi idrak edilmesi gerekir ki Müslüman, sapmasın ve delalete düşmesin maazAllah! Allahu Subhânehu, bu kainata bilimler koymuş ve insana da bilmediklerini öğretmiştir. Dolaysıyla ona akıl, tefekkür ve tedebbür özellikleri koymuştur ki imân edenlerin imânı artsın ve küfredenler de dünyada zelîl bir şekilde yüzüstü sürünsünler ve ahrette onlara elîm bir azab vardır.

Son duamız, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamddır.

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Endonezya'nın Manifestosu, Ümmetin Olumlu Tepkisini Kazandı

Cakarta / Endonezya

Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyet Meclisi, 21.05.2009 Perşembe günü, Cakarta'nın Mardika Caddesi'ndeki Devletlerarası Haber Ajansı binasının salonunda düzenlenen özel oturumdaki "İslâm ve Hadârat Halkası" programı altında Hizb-ut Tahrir / Endonezya adına resmî bir manifesto yayınladı. Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyeti Meclisi'nden oturuma şu kişiler katılmıştır: Üstâz Muhammed İsmâil Yusanto, Üstâz Hafîd Abdurrahman, Üstâz Rahmet Lebîb, Üstâz Ferîd Vecdi. Ayrıca mukayeseli araştırmacılardan: Eski Kara Kuvvetleri Başkanı Emekli General Tayasanu Sudurata, Siyasî Analist Dr. Bayma Arba, Ekonomist Dr. İmân Suğma, Eğitim Bakanı Müsteşarı Mühendis Taguh Javaranu, Medya Organı Uzmanı Dr. Endus Hâdî Mustafâ ve Sosyal Meseleler Aktivisti Sayın Tuti Almir katılmıştır.

Hizb-ut Tahir / Endonezya Vilâyet Meclisi Mutemedi Üstâz Hafîd Abdurrahman, açıklamasında Hizb-ut Tahrir'in bu resmî manifestosunun dünyadaki İslâmî beldelerin en büyüğü olması itibarıyla Endonezya'ya olan fiilî ilgisinin tezahürlerinden bir tezahür olduğunu ifade etti. Bu beyan, uzun yıllar geçmesine ve kalkınması için engin çabalar harcanmasına rağmen bu günümüze kadar kalkınmamış ve hayatının tüm yönlerinde sömürge olarak kalmaya devam etmiş olan şu anki ve gelecekteki durumlarına ilişkin hususlarda Endonezya'ya ve diğer İslâmî beldelere olan güçlü ilgisini ifade eden bir tezahürdür. Bu manifesto, tüm yönlerinde kalkınma ve ilerleme kaydederek Amerika, İngiltere, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin gibi mevcut büyük devletlerin yerini almak üzere dünyanın en büyük devleti olması için bu ülkenin kalkınmasına yönelik Hizb-ut Tahrir'in fiili amellerinden biridir. İster maddî isterse manevî olsun bu ülkenin tüm sömürgeci şekillerinden kurtulmasının yanı sıra Allah'ın ona göğün ve yeryüzünün bereketini açması için onu İslâm'ın şerefine ve Allahu Te'alâ'nın rızasını nail olmaya ulaştırmak içindir. Hizb-ut Tahrir / Endonezya Vilâyeti Mutemedi, yönetim nizamı ve iktisat nizamı olmak üzere manifestosunda iki yöne yoğunlaştı ve bunu, içerisinde sorular ve cevapların olduğu karşılıklı görüşler takip etti.

İlk oturum, yönetim nizamı, ekonomik nizam, dış politika ve yargı sistemi hakkındaki araştırmalar üzerindeki soru-cevaba yoğunlaştı. Oturum Başkanı Üstâz Muhammed Karbit Vajakosoma; Üstâz Hafîd Abdurrahman, Rahme Lebîb, İsmâil Yusanto ve Ferîd Vecdi'ye konu hakkında sorular yöneltti. Onlar da bunlara dakik bir şekilde cevap verdiler. Ardından karşılaştırmalı araştırmacılar: Emekli General Tayasanu Sudurato, Dr. Bayma Arba ve Dr. İmân Suğma'ya sorular yönetildi ve resmî manifesto hakkındaki görüşlerini açıkladılar. Mülahazalarla birlikte genel olarak içerisinde geçenleri teyit ettiler. Katılımcılara tepkilerini dile getirmeleri imkânı verildi ve karşılaştırmalı araştırmacılara, Hizb-ut Tahrir'e ne kadar destek verdikleri şeklinde soru sordular.

İkinci oturum; öğretim, içtimaî nizam ve medya organları hakkındaki diğer araştırmalara yönelik soru-cevap üzerine yoğunlaştı. Oturum Başkanı Cemîl ez-Zeynî, aynı araştırmacılara konu hakkında sorular yöneltti. Onlar da samimiyet içerisinde detaylı şekilde bunlara cevap verdiler. Ardından görüşlerini ifade etmeleri için sıra karşılaştırmalı araştırmacılar Mühendis Taguh Javaranu, Dr. Endus Hâdî Mustafâ ve Tuti Almir'e geldi ve mülahazalarla birlikte genel olarak ortaya atılanları desteklediler. Tepkilerini dile getirmeleri için katılımcılara imkân verildi ve genel olarak olumlu ve coşkulu idi. Oturum, yerel saate göre tam olarak 13:00'da sona erdi, ana ve ek salonu dolduran 1000'in üzerinde katılımcı vardı. Endonezya'nın bağımsızlığını kazandığı altmış yıldan bu yana takip ettiği kadîm yolu terk etmesi, şeriat ve Hilâfet olan güçlü yolu takip etmesi kaçınılmaz olduğu şeklindeki aynı nihai intiba ile dağıldılar.

Vesselâmu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakâtuh.

 

Muhammed İsmâ'îl Yusanto

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Endonezya

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan'daki Amerikan Savaşına Karşı Sidney'de Protesto Yürüyüşü

Bir milyondan fazla sivilin mülteci haline gelmesinin yansıra binlerce ölü ve yaralı vardır. Tüm bunlar  Pakistan Hükümeti'nin ülkenin Kuzey-Batı bölgelerindeki Buner ve Svat'a yönelik başlattığı azgın saldırının bir sonucudur. Zerdari yönetiminin, bölgede Amerikan ajandasını uygulamayı sürdürmesinden dolayı meydana gelen kaos durmamıştır. Devlet Başkanı Zerdari ve Başbakan Geylani, Pakistan ordusundaki Ümmetin muhlis evlatlarının hıyanetin en üst derecesine dayanacak derecede Müslüman kardeşlerinin katledilmesinde kullanılmasından çok mutludurlar.

Hizb-ut Tahrir, Pakistan Hükümeti'ni kınamak ve onu bu çılgın savaşı durdurmaya sevk etmek için Pakistan'da geniş çaplı bir kampanya başlattı. Hizb-ut Tahrir / Avustralya, Pakistan yöneticilerinin sürdürdüğü hıyanetten dolayı Müslümanlar onlara karşı kınayışlarını dile getirsinler ve bu kaosun gerçek müsebbibi sayılan Amerikan nüfuzunun Pakistan ile bölgeden sökülüp atılması taleplerini yinelesinler diye Sidney'de bir protesto gösterisi düzenleyecektir. Gösteri, saat 12:00'da Martin Palas'taki Pakistan Konsolosluğu'nun önünde olacaktır.

Hizb-ut Tahrir / Avustralya Medya Temsilcisi Osmân Beder, bu bağlamda şöyle bir değerlendirmede bulundu:

"Beklendiği üzere Amerikan savaş mekanizması, aynen önceki yönetimde olduğu gibi yeni yönetim altında da keyfiliğini sürdürerek ağır ve kararlı bir şekilde Afganistan'daki savaş tiyatrosunu, Pakistan'a taşımaktadır. Zira Ümmetin tüm dünyadaki dirilişi, hızla artmaktadır. Dolayısıyla Amerikan yönetiminin, şiddetli bir tehlike hissedip İslâm âleminin en güçlü beldelerinde nüfuzunun arttırılması zarureti duyduğunu görmekteyiz. Doğrusu Pakistan ordusundaki Ümmetin cesur evlatlarının gerçek düşmanları olan Keşmir'deki Hindistan ve Afganistan sınırındaki Amerika ile savaşmalarına izin vermek yerine, Zerdari yönetiminin, onları Müslüman kanı akıtmak için kullandığını görmemiz gerçekten hayal kırıklığı uyandırmaktadır. Dolayısıyla sadece Pakistan'da kaos çıkmasının ötesinde Afganistan'a yönelik Amerikan işgali yerleşmektedir. Ancak bizler, son anına kadar yabancı güçlere uşak ve ajan olan yöneticilerden her zaman bu şekilde bir hıyanet beklemekteyiz."

"Tüm Müslümanları bu gösteriye katılmaya, Amerikalıların ilan ettiği ve ajanları olan Pakistan yöneticilerinin uyguladığı zulme ve düşmanlığa karşı dünyadaki tüm Müslümanlarla omuz omuza olmaya çağırıyoruz. Kerîm Rasûlümüz [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in bizlere vasiyet ettiği üzere şu anda münkeri ellerimizle değiştirmeye güç yetiremiyorsak onu dillerimizle değiştirmemiz bizlere vaciptir."

 

Osmân Bedr

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Avustralya

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER