Çarşamba, 25 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/27
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

- Basın Açıklaması - Bana Muhammed'in Getirdiği Yeni Bir Şey Göster. Kılıç Zoruyla Müjdelediği Dini Yayama Emri Gibi Şerden ve İnsanlık Dışı Şeylerden Başka Bir Şey Bulamazsın

Bu sözleri, Vatikan Papası XVI. Benedicts, Almanya'nın Baverya Eyaleti'ndeki Resenburg Üniversitesi'nde, inanç, akıl, birlik... hatıratlar ve yansımalar başlıklı bir konuşmada söylemiş ve ortaya atmıştı.

O zaman İslâmî sokaklar kaynamış, Arap ve Acem olmak üzere Müslümanların yöneticileri ise, onu muhasebe etmekten veya Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] için öfkelenmekten aciz kalmışlar ve Papa da özür dilememişti.

İslâm'a kin beseleyen ve mahlûkatın efendisi Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatan bu kişiye uyuz bir keçiye muamele edildiği gibi muamele edilmesi gerekirken Ürdün yönetimi, Ürdün yönetimi başının çağrısına icabet ederek 8 Mayıs'ta onu karşılamaya hazırlanmaktadır. Nitekim onun için bir konuşma yapacağı, spor şehri Amman Stadı'nda ayin düzenleyeceği, Latin Patrikhanesi'ne bağlı Madaba Üniversitesi'nin, el-Mağtas'taki Latin Kilisesi'nin ve Katolik Rum Kilisesi'nin temelini atacağı, Kral Hüseyin Bin Tellal Mescidi'nde birçok Müslüman "âlim", diplomat topluluğu üyeleri ve üniversite başkanlarıyla bir araya geleceği dopdolu bir program hazırlandı. Doğrusu bizler, bu yönetimin bu sapkın kindara çağrıda bulunmasını ve dünyadaki Müslümanların tüm duygularını hiçe sayarak son derece nazik bir şekilde onu karşılamasını hiç garipsemiyoruz. Zira bu yönetim, Müslümanların duygularına hiçbir değer vermemeyi, İslâm, onun Nebîsi ve ehli için öfkelenmemeyi alışkanlık edinmiştir.

Hizb-ut Tahrir olarak bizler, arkamızda duran tüm Ümmet ve Ürdün'deki Müslümanlar, Kral İkinci Abdullah'ın Ürdün ve diğer Müslümanların beldelerini ziyaret etmesi için Vatikan Papasına bulunduğu çağrıyı reddederiz.

Bu beldenin Nasrânileri şunu iyi bilmelidirler ki ziyaretin reddedilmesi ve Papa'nın muhasebe edilmesi, kendilerinin haklarından hiçbir hakka yönelik herhangi bir saldırıyı ortaya koymaz. Zira onlar, 13 asrı aşkındır Hilâfet'in gölgesinde yaşamış bu beldenin evlatlarıdır ve tarih, bir kimsenin onlara saldırdığını veya kendi şiarlarını yerine getirmelerine mani olunduğunu hiçbir gün kaydetmemiştir. Hem bu yönetimin başına, avenelerine, hem de Ürdün'deki Müslümanlara Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlini hatırlatırız: والله لا يؤمن أحدكم حتى أكون أحب إليه من نفسه التي بين جنبيه "Allah'a yemin olsun ki ben, kendisine, iki yanı arasındaki canından daha sevimli olmadıkça sizlerden biriniz iman etmiş olmaz."

Ürdün yönetimi, bu daveti iptal etmelidir. Gerek partiler, gerek yetkili kurumlar, gerek fertler olarak Müslümanlar da bu ziyarete karşı durmalıdırlar ve bunu reddetmek üzere seslerini yükseltmelidirler. Çünkü Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e dil uzatan bir kimse hiçbir şekilde hoş gelmemiştir.

Papa ile görüşecek olan âlimlere de deriz ki: Nebîniz, dininiz ve kendiniz hakkında Allah'tan ittikâ ediniz... Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e hakaret eden bir elle tokalaşmanızı veya belki de yurdununuz merkezinde ve mescitlerinizden bir mescitte sizlere Rasûlünüze ve dininize yönelik başka bir hakaret sürprizi yapacak konuşmasını dinlemenizi kerih gören Müslümanların evlatları hakkında Allah'tan ittikâ ediniz. Ve sizlere Allahu Te'alâ'nın şu kavlini hatırlatırız:  لا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ "Allah'a ve Ahiret Günü'ne îmân eden bir toplumun Allah'a ve Rasûlü'ne düşman olanlar ile dostluk ettiğini göremezsin." [el-Mucâdele 22]

 

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: 19.05.2009'da Sri Lanka Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa, televizyon kanalında: "Vatanımız, terörist ayrılıkçılardan tamamen kurtulmuştur" diyerek Hükümetinin Tamil Kaplanları savaşçılarına karşı zaferini ilan etti. Devlet televizyonu da Hükümet ile Tamil Kaplanları arasında yaşanan çarpışmaların durmasından sonra Tamil Kaplanları savaşçılarının liderinin cesedini gösterdi. Genelkurmay Başkanı Sarath Fonseka, bu olayı şu sözüyle değerlendirdi: "Birkaç saat önce ülkeyi tahrip eden teröristlerin lideri Vellupillai'nin cesedi bulundu." Devlet Başkanı ise, "Amacımız, Tamilli sakinlerini isyancıların pençesinden kurtarmaktır. Şu anda bizlere düşen, bu özgür ülkede hep birlikte yaşamaktır" diyerek tedirgin olan Tamilli sakinlerinin korkusunu yatıştırmaya çalıştı.

O halde Sri Lanka'daki çatışmanın gerçeği nedir? Bu, yerel mi yoksa bölgesel mi yoksa devletlerarası bir çatışma mıdır? Bu çatışmanın sonucu, kimin lehinedir? Artık adadaki çatışmanın sona erdiğini veya uzantısı olacağını söylemek mümkün müdür?

Cevap: Bu sorulara cevap olarak deriz ki:

1. Sri Lanka Hükümeti ile Tamil Kaplanları savaşçıları arasındaki yaşanan anlaşmazlık, uzun vadeli çatışma olarak tanımlanmıştır. Gerçekte ise bu çatışma, Sri Lanka'nın stratejik sularına tahakküm etmek üzere Amerika ile İngiltere arasındaki bir çatışmadır ve bölgedeki bölgesel güçler olan Pakistan ve Hindistan yoluyla da beslenmektedir.

2. Sri Lanka'nın önemi, coğrafî konumunda yatmaktadır. Zira Sri Lanka, Güney Hint sahillerine 19 mil uzaklıktadır. Yani Asya'nın Batısı ile Doğusu arasındaki su bağlantı yollarının en önemlilerinden biri üzerine düşmektedir. Yine Sri Lanka, Palk Boğazı olarak isimlendirilen Hint Yarım Adası'nın en dar noktasına 22 mil uzaklıktadır. Amerika, Hint Okyanusu'na ve Çin'e kadar uzanan Ortadoğu ile Afrika petrol güzergahlarına hakim olmasında, dolayısıyla Batıya doğru deniz uzantılarına yönelik Çin tamahlarına sınırlama getirmede kendisine yardımcı olması için Palk Boğazı'nı bir Amerikan askerî üssüne dönüştürmek amacıyla ona hakim olmak için art arda girişimlerde bulunmuştur. Zira 11 Eylül olaylarından hemen sonra Amerikan Dışişleri Bakanı Rumsfeld, Amerikan-Sri Lanka ilişkilerini güçlendirme gemisine bindi. Zira Palk Boğazı'na hakim olmak, Hindistan ile Doğu eyaletleri arasındaki su bağlantı yollarını tehdit edecektir. Bunun önemi ise Hindistan'ın Sri Lanka tarafından gitmeye mecbur kalmasıdır ki bu da bu eyaletlere ulaşmak için yolculuk mesafesini uzatmak ve yolculuk maliyetinin büyük oranda artması demektir. Yine Palk Boğazı'na hakim olmak, hem bölgesel bir devlet olarak Hindistan'ın aşırı isteklerini, hem de Doğuya uzanmasını frenleyecektir. Bu da Çin'i, Sri Lanka Hükümeti ile olan askerî ilişkilerini güçlendirmeye, ona silah ve askerî malzeme tedarik etmeye sevk etmiştir. Kayda değerdir ki Hindistan'ın Palk Boğazı'na hakim olmadaki başarısızlığı, bölgedeki İngiliz çıkarlarının etkilenmesi demektir. Zira yüzlerce seneden beri İngiltere, Doğu pazarlarına emtia tedarik etmek amacıyla bölgedeki su yollarını ele geçirmek için Hint Okyanusu'na hakim olmaya çalışmaktadır. Buna mukabil Amerika'nın Hint Okyanusu'na ve Palk Boğazı'na hakim olması, İngiltere'nin yanı sıra Avrupa'ya zarar verecektir. Yani Sri Lanka'ya hakim olmak, Amerika için gerçekten önemli bir hedeftir ve Çin tehditlerini kontrol etmesi, Güney Asya ile Uzak Doğu'daki İngiliz ve Avrupa nüfuzunu frenleme imkanı verecektir.

3. Çatışma, İngiltere'nin Tamil vatandaşlarını kahve ve çay çiftliklerinde çalışmaları için Tamil bölgesinden Hint toplantılarına getirmesiyle başlamıştır. Zira İngiltere, adayı, çay ve kahve üretimi için ana bir çiftlik haline dönüştürdü. Ancak Sanahalili Budistlerin geneli, İngiliz ırkçı muamelesinden, özellikle de Tamilli Hinduların kendilerinden üstün tutulmasından nefret etmekteydiler. Nitekim Sri Lanka'nın 1948 yılında İngiltere'den bağımsızlığı, iki gurup arasındaki ilişkinin sertliğini vurgulamıştır. Peş peşe gelen Sri Lankalı Hükümetler de Sri Lanka'nın Kuzeyinde oturan Tamillilere uygun siyasî hakların verilmesinin geciktirilmesini amaçlamıştırlar. Bu nedenle Tamilliler, siyasî liderlerine ve hiç bir gün kendilerine insaf etmeyen Sri Lanka'nın siyasî kombinasyonuna olan güvenlerini kaybetmişlerdir. Bu da pek çok silahlı hareketlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur ve bunların en meşhuru, kurucusu "Velupillai Prabhakaran'ın" liderliğinde 1967 yılında oluşan Tamil Kaplanları Hareketi'dir. Hareketin hedefi, adanın Kuzeyi ile Doğusunda "Ana Tamil" adında bağımsız bir Tamil devleti kurmaktır ve Hareket, özellikle 1983 yılındaki anayasal reform girişiminin başarısızlığa uğramasından sonra olmak üzere geçen asrın 80'leri dışında halk desteği alamamıştır. İngiliz, Hint ve Amerika ajanları tarafından Harekete sızmalar olmuştur ki bu da onların, diğer silahlı hareketler ile savaşmaya yönlenmelerine yol açmıştır. Ancak özellikle Hindistan'daki Kongre Partisi'nin dönemleri olmak üzere İngiltere'nin onun içindeki eli daha uzundur. Zira 1980 yılında İngiltere, Hindistan'ı Tamil Kaplanları Hareketi meselesine müdahale etmeye ve Sri Lanka Hükümeti'ni de adadaki Amerikan nüfuzunun büyümesine karşı koymaya sevk etti. Bu da Sri Lanka Hükümeti'nin Kuzeyi, adanın geriye kalanından ayırmak için Hintli Tamillerin Sri lanka'nın Kuzeyindeki Tamillere katılmasını engellemeyi kabul etmesi kılıfı altında olmuştur. Oysa gerçekte o zaman Hindistan'daki Kongre Partisi Hükümeti, Sri Lanka ordusunun Tamil Kaplanları Hareketi'nin bitirmek üzere olduğunu mülahaza etmiş ve belirgin siyasî bir şekilde ve perde arkasından Tamil Kaplanları'na destek verilmesi şeklinde Hindistan'ın müdahalesi devam etmiştir. Ta ki Hint Hükümeti'nin, 29.07.1987'de Hindistan Başbakanı Rajiv Gandhi ile Sri Lanka Devlet Başkanı Jayewardene arasında Barış Anlaşması'nı imzalamayı başarmasına kadar. Bu anlaşma sebebiyle Sri Lanka Hükümeti, Tamil bölgesini otoriteye ortak olması ve silahlı Tamil hareketlerini desteklememesi karşılığında Hint barış güçlerinin bulunmasına izin verilmesi dahil olmak üzere Tamillilere bir dizi imtiyazlar verdi.

4. Hindistan'ın Sri Lanka'nın bir parçasını işgal etmedeki başarısızlığı, Hint kuvvetlerinin aşağılanmış olarak geri çekilmesine yol açtı. Ardından Amerika, Tamil Kaplanları Hareketi ile Sri Lanka arasına girmek için Hindistan'a yönelik nefret duygularını istismar etti. Ancak Amerika, Hükümet ile ilişkilerini güçlendirmeyi, Hareket ile güçlendirmekten daha çok tercih etti. Bunun içindir ki Amerika ile Sri Lanka arasındaki ilişki, özellikle 11 Eylül olaylarından sonra daha çok gelişmiştir. Ardından Amerika, nihayet terörizme karşı küresel savaş çerçevesinde Tamil Kaplanları'nı bitirmesi için Hükümete yeşil ışık yaktığı gibi Sri Lanka ile güçlü askerî ve ekonomik ilişkiler kurmayı da dikkate aldı. Nitekim 2002 yılında Washington, Amerikan savaş ve muharip gemilerinin Sri Lanka topraklarını kullanmasına imkân veren bir anlaşmaya ulaşmayı başardı. Yine 2002 yılında Amerikan Başkanı Bush, Sri Lanka Devlet Başkanı "Mahinda Rajapaksa" ile Beyaz Saray'da bir araya gelerek Sri Lanka'da Barış ve Ekonomik Gelişme Anlaşması'na vardı. Ardından Amerika ile Sri Lanka, 2002 yılında Ortak Ticaret Anlaşması'nı [TIFA] imzaladılar. Dolayısıyla iki ülke arasındaki bu yakınlaşmadan en çok zarar gören İngiltere'dir ki şu iki sebepten dolayı kendisini tecrit edilmiş olarak bulmuştur: Birincisi: Hint seçimlerinde Hint Kongre Partisi'nin kaybetmesi ve Sri Lanka ile Amerikan'ın askerî ve ekonomik anlaşmasına karşı düşmanca bir tavır alınmasına karşı çıkan Janata Partisi'nin kazanmasıdır. İkinci sebep: Sri Lanka Hükümeti'nin Amerikan nüfuzu altına girmesidir. Yani İngiltere'nin tek seçeneği, nihayetinde bitirilen Tamil Kaplanları Hareketi'ni desteklemek olmuştur.

5. Amerika, Tamil Kaplanları'nın bitirilmesi için Sri Lanka Hükümeti'nin desteğini garantiye almak için Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa'nın 2005 yılında Sri Lanka'nın Başkanı seçilmesini bekledi. Aslında Mahinda Rajapaksa'nın seçim kampanyası, Tamil Kaplanları Hareketi'nin bitirme vaatleri esası üzerine olmuş ve özellikle aşırı Janta Vimkathi Partisi ve aşırı Budist rahipleriyle ittifak kurmuştur. Amerika, Mahinda Rajapaksa'nın yeniden seçilmesini memnuniyetle karşılamıştır. Zira Amerikan Dışişleri Bakanı Resmî Sözcüsü Yardımcısı Adam Ereli, Washington'da düzenlediği bir basın toplantısında şöyle demiştir: "Bizler, ülkelerimizin tarihsel ilişkisini korumayı sürdüreceğiz. Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa ile işbirliği yapmayı arzuluyoruz. Çünkü o, pek çok türde meydan okumalara karşı koymuştur." Amerika, Mahinda Rajapaksa ve kardeşi Genelkurmay Başkanı ile Tamil Kaplanlarını bitirmeyi başarmıştır. İngiltere, Hindistan ve Avrupa'nın Amerika'nın Sri Lanka ile bir anlaşma adımı attığının farkında olmalarından dolayı Mahinda Rajapaksa Hükümeti'nin Tamil Kaplanları Hareketi'nin bitirmesini engellemek için çaba sarf etmişlerdir.

6. Amerika, Pakistan yoluyla Mahinda Rajapaksa Hükümeti'ni etkin silahlarla destekledi. Zira 2006 Mart ayında Sri Lanka Devlet Başkanı Mahinda Rajapaksa, Pakistan'ı ziyaret ettiğinde kendisine füze fırlatma sistemi tedarik etmesini istedi. 2008 Mayıs ayında da Sri Lanka Genelkurmay Başkanı Fonseka, Pakistan ile 100 milyon dolar tutarında kalıcı türde 22 adet Pakistan Tankı satın alma anlaşması imzalamasının yanı sıra Pakistan otoriteleri, Sri Lanka'ya 65 milyon dolar tutarında pek çok silah tedarik etti. Yine 19.01.2009'da Pakistan Savunma Bakanı Seyyid Eser Alî, Sri Lanka mevkidaşı Gotabhaya Rajapaksa ile Ravalpindi'de bir araya geldiklerinde taraflar, terörizmle mücadele amaçlı ortak askeri tatbikatlar yapılması ve istihbarat bilgi paylaşımı çerçevesinde askerî işbirliğinin güçlendirilmesi üzerinde anlaştılar.

7. Tamil Kaplanları'na karşı üst üste zafer elde edilince İngiltere ve ajanı Hindistan'ın yanı sıra Avrupa, Mahinda Rajapaksa Hükümeti ile Tamil Kaplanları arasında bir uzlaşı gerçekleştirmeye çalıştılar. Uzlaşı yapılmasından amaçları ise, Tamil Kaplanları'nın bitirilmesini engellemektir. Nitekim İngiltere ile Hindistan, yaşanan çatışmada Tamilli sivillerin öldürüldüğünü gerekçe göstererek seslerini yükseltmişlerdir. Son günlerde İngiltere, Hindistan ve Avrupa, ateşkese teşvik hususunda aktifleştiler ve dünyanın dört bir tarafındaki Tamilli göstericileri, Mahinda Rajapaksa Hükümeti'nin sivilleri öldürmesine karşı protesto etmeye teşvik ettiler. Amerika ise barış ve ateşkes hakkında kelimelerle oynasa da Sri Lanka Hükümeti'ni bunları reddetmeye teşvik ediyor, ardından da Pakistan kanalıyla onu destekliyor. Tüm bunlar da Mahinda Rajapaksa'nın barış ve ateşkes tekliflerini reddetmesini sağlamıştır. İşte bu şekilde Sri Lanka Hükümeti, bu çağrıları görmezlikten geldi, dolayısıyla Tamil kuvvetlerini, yani adanın Kuzeyindeki geniş bölgelere tahakküm eden, polis birimine hâkim olan, kendilerine bağlı denizle ve hava kuvvetleriyle övünen bu askerî örgütü söküp atmayı başardı. Tamil Kaplanları'nın hezimete uğraması, adanın Kuzeyindeki Hint ve İngiliz nüfuzunun büyük ölçüde azalması demektir. Amerika'ya ise Sri Lanka üzerindeki hâkimiyetini güçlendirme ve ülkede kalıcı askerî üstler inşa etmesi fırsatı verdiği gibi  Palk Boğazı'na tahakküm etmesi ve Çin tehditlerine karşı koyması için Hint Okyanusu'ndaki denizsel varlığını yoğunlaştırması fırsatı da vermiştir. Bunun yanı sıra Amerika, -özellikle Kongre Partisi'nin Hindistan'da bir kez daha beş yıllığına iktidara gelmesinden sonra- bir kez daha bölgedeki kendi politikaları içerisinde hareket etmesi amacıyla Hindistan'a baskı yapmak için Sri Lanka'yı kullanabilecektir. Her şeye rağmen çoğu kişi, Tamilliler ile olan ilişkilerin onarılması ve siyasî taleplerine uyumluluk gösterilmesi için Mahinda Rajapaksa'yı beklemektedir. Amerika da bunun farkında olmasından dolayı bu talepleri gerçekleştirmek için IMF yoluyla Mahinda Rajapaksa Hükümeti'ne yardımlar sağlayarak önceden harekete geçmiştir. Zira Sri Lanka'nın istikrarı, Amerika için hayatî bir çıkardır ve bölgenin tarihine bakılması sonucunda İngiltere ile ajanı Hindistan'ın Sri Lanka'da yeniden nüfuzlarını inşa etmeye çalışacakları görülür. Belki de Anglo-Amerikan çatışması şimdilik sakinleşmiş olsa da henüz sona ermemiştir.

 

Devamını oku...

Hizb-ut Tahrir / Ukrayna'dan Bir Beyan

  • Kategori Ukrayna
  •   |  

Ukrayna Güvenlik Servisi Genel Sekreteri Marino Ostapenko, 12.05.2009'daki basın toplantısında şöyle dedi: "Ukrayna Güvenlik Servisi tarafından yürütülen özel operasyonlar sonucunda, ilk defa Ukrayna toprakları üzerinde dünyanın 29 ülkesinde yasaklı olan devletlerarası bir terör örgütüne -ki o, Hizb-ut Tahrir'dir- ait bir hücre inşa edilmesine yönelik yabancı girişimler açığa çıkarıldı."

Genel Sekreter'in ifadesine göre: Ukrayna Güvenlik Servisi, açıkça bir terör hiyerarşisi kurmaya teşebbüs etmekle birlikte üyeleri arasında görev dağılımı yapan derin bir komplo esasına dayalı belirli bir suç örgütüne işaret eden belgeler ele geçirmiştir. Bu gurup, 9 kişiden oluşmakta olup bunlar, muhtelif zamanlarda Ortadoğu bölgesi devletlerindeki eğitim kamplarında askerî eğitim almışlar ve geçmişte Müslüman olan Ukrayna vatandaşlarının dikkatini çekmeyi başarmışlardır. Planlandığı üzere hücrenin faaliyeti, bu terör örgütünün ilk hücresini inşa etmenin yanı sıra Hizb-ut Tahrir'in ideolojisinin propagandasına, yayılmasına ve teröristlerin yetiştirilmesine ve eğitilmesine yönelmesidir.

Şu anda, özel operasyonun yapıldığı esnada ele geçirilen mühürlenmiş tüm malzemeler için hukukî değerlendirme yapılmakta olup bu değerlendirme sonuçlarına göre de hukukî düzenleme doğrultusunda genel tedbirler alınacaktır.

Ostapenko şöyle dedi: Güvenlik Servisi'nin önceki uyarıları, bu hücrenin oluşumuna izin verilmemesi ve Ukrayna toprakları içerisinde terör örgütü kurulmasının boşa çıkarılması göz önüne alındığında onların örgütlenmesi yasaklanmıştır. Bunun içindir ki bu cemaatin üyelerinin, onu organize edenlerin ve yabancılardan ona katılan diğerlerinin Ukrayna'ya girmelerinin yasaklanmasına yönelik Güvenlik Dairesi adına resmî bir uyarı yayınlanmıştır.

Bu bağlamda Hizb-ut Tahrir / Ukrayna, şunları ilan eder:

Birincisi: İslamî ve siyasî bir Hizb olan Hizb-ut Tahrir, 1953 yılından bu yana Ukrayna da dâhil dünyanın dört bir tarafında fikrî ve siyasî faaliyetlerini sürdürmekte ve defalarca tekrarladığı gibi hedefini gerçekleştirmek için kesinlikte şiddet kullanmamaktadır.

Hizb-ut Tahrir, siyasî bir Hizb olup ideolojisi İslâm ve çalışması da siyasîdir. Hizb- ut Tahrir, pek çok dünya ülkeleri tarafından da bilinmektedir.

Hizb-ut Tahrir'in hedefi; içeride İslâm'ı tatbik edecek ve onun risâletini dünyaya ve tüm beşeriyete taşıyacak olan İslâmî Hilâfet Devleti'nin ikamesi yoluyla İslâmî beldelerde İslâmî hayatın yeniden başlatılmasıdır.

Hizb-ut Tahrir, hedefini gerçekleştirmek ve devleti ikame ederken hiçbir şiddet eyleminde bulunmayan Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metoduna bağlı kalmak için fikrî çatışma ve siyasî mücadeleyi metot olarak belirlemiştir. Kaldı ki bu, herkes tarafından bilinmektedir.

Hizb-ut Tahrir, Hilâfetin ikamesi için çalışmasını İslâmî beldelerde yoğunlaştırmakta olup diğer ülkelerde ise fikrî ve kültürel faaliyette bulunmaktadır.

Hizb-ut Tahrir, Kapitalizm ile onun dışındaki diğer ideolojiler ve nizamların yerine İslâm'ı bir ideoloji olarak koymak için çalışmakta olup hedefini gerçekleştirmek için de; İslâmî ideoloji insanlık indinde açık bir hale gelsin diye siyasiler, düşünürler ve toplumun diğer kesimlerinden olanlarla fikrî tartışmalar içerisine girmektedir.

İkincisi: Hizb-ut Tahrir / Ukrayna, ilk defa Ukrayna toprakları üzerinde Hizb-ut Tahrir'e ait bir terör hücresi inşa edilmesine yönelik yabancı girişimlerin açığa çıkarıldığının kesinlikle doğru olmadığını duyurur.

Hizb-ut Tahrir'e ait olarak Ukrayna topraklarının ilk defa terörist bir hücre yapılandırmak isteyen yabancı girişimlere maruz kaldığının kesinlikle doğru olmadığını ilan eder. Zira bu vakıa ile örtüşmemektedir; çünkü Hizb-ut Tahrir, terörist değildir ve Ukrayna'daki faaliyetlerini 10 yıldan beri sürdürmektedir. Ayrıca Genel Sekreter'in dediği gibi Hizb-ut Tahrir üyelerinden hiç biri son senelerde resmî bir uyarı almamıştır ve hiç biri de Ukrayna'dan sınır dışı edilmemiştir.

Hizb-ut Tahrir'in Ukrayna'daki faaliyetleri açıktır ve derin komplo esasına dayanmamaktadır. Örneğin Ukrayna'daki yetkililer onun faaliyetleri hakkında şöyle bir duyuruda bulunmuştur:

...Kırım'daki kanun uygulayıcılarının raporlarına göre, Hizb-ut Tahrir'in üyeleri ile onun fikirlerine sempati duyanların sayısı 7 ila 10 bin kişiye ulaşmıştır...

Diyanet İşleri Kurulu'nun raporuna göre ise, Kırım'daki Hizb-ut Tahrir üyelerinin sayısı 5 ila 6 bin kişiye ulaşmıştır. Bununla birlikte o, Yarımada'daki Hizb'in destekçilerinin geometrik diziye göre neredeyse giderek arttığını itiraf etmektedir.

Bunun yanı sıra Kurul Başkan Vekili Haydar Bulatov "el-Ahdes" Gazetesine şöyle demiştir: "Tüm bölgelerdeki sayıları her yıl artış göstermektedir." [el-Ahdes Sayı: 11 (113) / 21.03.2008]

Hizb-ut Tahrir, 29 ülkede yasaklıdır şeklindeki "çarpıtılmış" iddiaya ilişkin olana gelince; burada kayda değerdir ki Hizb, resmî olarak yönetime muhalif olan her türlü örgütün takip edildiği diktatör rejimlerin olduğu pek az ülkede yasaklıdır. Ancak Hizb-ut Tahrir, İslâmî ülkelerin büyük çoğunluğunda, aynı şekilde Avrupa'da ve Birleşik Devletler'de terörist bir örgüt olarak görülmemektedir ve yasaklı da değildir. Buna ek olarak Hizb-ut Tahrir, bazı İslâmî ülkelerde resmî olarak kayıtlıdır ve onun resmî sözcüleri vardır. Yine Hizb-ut Tahrir'in dünyanın dört bir tarafında faaliyetleri bulunmakta ve devletlerarası düzeyde konferansları olmaktadır. Buna ilişkin örnekler şunlardır:

2007 yılında Endonezya / Jakarta'da, Olimpiyat Stadyumu'nda düzenlenen ve 80 binden fazla kişinin katıldığı "Hilâfet" başlıklı küresel konferans.

03.01.2009 Sudan / Hartum'da "İslami Ekonomik Sistemin Gölgesinde İtminanlı ve Güvenli bir Dünyaya Doğru" başlıklı düzenlenen küresel konferans.

G-20 zirvesinden sonraki gün Nisan 2009'da Hizb-ut Tahrir'in Londra ile Beyrut'ta düzenlediği iki basın konferansı. Bu iki konferansta "İslami Ekonomik Sistemin Gölgesinde İtminanlı ve Güvenli bir Dünyaya Doğru" başlıklı yeni bir kitap da takdim edilmiştir. Ayrıca Hizb-ut Tahrir'in dünyanın dört bir tarafında yaptığı etkinlikler vardır.

Hizb-ut Tahrir'in Resmî Sözcüleri, gazetecilerle görüşmeler yapmaktalar ve BBC, CNN, Kanal 4, el-Cez,ra, Kanal İslâm ve Press TV gibi meşhur televizyon kanallarındaki tartışmalara katılmaktadırlar.

Bunlar; Ukrayna Güvenlik Servisi Genel Sekreteri tarafından yayınlanan beyanatın saçmalığının anlaşılması için yeterlidir. Zira onun içeriği şu sonuçları çağrıştırmaktadır: Ya Güvenlik Servisi, şirketlerin çıkarlarına hizmet eden bir daire haline gelmiştir, ya da Ukrayna, diktatöriyal bir rejime geçiş yapma yolundadır. Ukrayna, şu ana kadar muhalefete yönelik muamelede Andican cellâdı İslam Kerimov tarafından sergilenen despotik uygulamalarda Özbekistan'ın tavrını takınmaya mı hazırlanıyor? Bu, Hizb-ut Tahrir'in çalışmasını asla durduramaz. Bilakis Kerimov rejimi, devletlerarası toplumun gözünde dışlanmış bir duruma gelmiştir.

Kişi şu soruyu sormaktan kendini alıkoyamıyor: Neden Ukrayna Güvenlik Servisi, tamamen vakıaya ve açık donelere aykırı olan ve vakıada da hiçbir yeri olmayan hayalî olaylara dayandırılmış bir beyanat ileri sürüyor? Ancak kesin bir şekilde söylemek gerekir ki güvenlik yetkililerinin bu gibi açıklamaları asla ülkedeki güvenliği artırmayacak aksine istikrarın sarsılmasına yol açacak, toplumda tehlikeli duyguları ortaya çıkaracak ve üçüncü güçlerin kirli politik oyunlarda bu faktörleri kullanmalarına meydan verecektir.

 

Devamını oku...

Obama, Türkiye Yönetiminden Başlayıp Suudi Yönetimine de Uğrayarak Mısır Yönetimine Varıncaya Kadar Müslümanların Beldelerini İstila Ediyor

  • Kategori Hizb
  •   |  

Obama, İstanbul ziyaretinin ve orada yaptığı konuşmasının üzerinden daha iki ay geçmeden Cezîra-tul Arap'a uğrayarak el-Kenâne arzına doğru harekete geçti. Mısır yönetimi, 04.06.2009 Perşembe sabahı onu, fatihler gibi karşıladı! Zira Afganistan, Pakistan ve Irak'taki Müslümanların kanlarına kasteden cani ruhluluğuna devam eden küfrün başı Amerika Başkanını karşılamak üzere uçağının indiği sabah saat dokuzdan, hatta daha öncesinden itibaren hava alanı ve civarında kesintisiz güvenlik önlemleri alındı, güvenlik güçleri konuşlandı, süsler donatıldı.

Mısır yönetimi, Obama için sağını solunu, önünü arkasını yağız atlı "süvarilerin" kuşattığı, lüks otomobiller ile müziklerin de eşlik ettiği görkemli bir geçit töreni hazırladı... Mısır Devlet Başkanı, kubbeli sarayın kapıları önünde onu, selam ve onurla karşıladı. Ardından da kürsüsünden Müslümanlara seslenmek üzere Kahire Üniversitesi'ne yöneldi!

Gerek Amerika'nın Müslümanların beldelerine yönelik savaşları konusunda olsun, gerek Filistin meselesi ve Yahudi varlığıyla sağlam ilişkiler konusunda olsun, gerek nükleer silah konusunda olsun, gerekse diğer tali ve tali olmayan meselelerde olsun içeriği bakımından önceki ve daha önceki Amerikan Başkanlarının genel politikasından farklı olmamasına rağmen Obama'nın konuşması, Müslümanların beldelerindeki Amerika'nın savaşlarını "özümsemeleri" için İslâmî kamuoyunu cezbetme çabası içerisinde olmakla birlikte her şeyden önce Amerikan çıkarını gerçekleştirme çizgisinin dışına çıkmamıştır.

Bununla birlikte şekil bakımından konuşması, daha öncekilerini geçen aldatıcı hoşa giden bir yumuşaklıkla karakterize olmuş bir konuşmaydı. Konuşması, genel ilişkilerin ötesine geçmemesine rağmen aldatma ve saptırma sanatındaki maharetinden dolayı sözlerine kulak verilmiştir.

وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ "Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar âdeta dayanmış kütükler gibidirler, her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onları katletsin! Nasıl da döndürülüyorlar." [el-Munâfikûn 4]

Konuşması genel ilişkilerin ötesine geçmemesine rağmen önemli ve ağırlıklı hassas meselelere değinmiştir. Zira konuşma, görünüm olarak Müslümanların meselelerine yönelik adavetini gizlemeyen bir keskinlikteydi.

وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ "Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür." [Âl-i İmrân 118]

Zira konuşmasına ilk olarak Afganistan ve Pakistan'daki "terörist" aşırıcılar denilen kimseleri tehdit etmekle ve onlara gözdağı vermekle başlayarak onlara izin vermeyeceğini, devletleri onlara karşı savaşmaya teşvik edeceğini ve Afganistan'da kendisi ile birlikte savaşan kırk altı devleti bir araya toplamaktan gurur duyduğunu ifade etmiştir! Bununla da sınırlı kalmayıp Pakistan'ı dolaylı ve dolaysız şekilde bombardımana tutmakta ve bunda hiçbir beis görmemektedir. Aksine bunu, kadınlara, çocuklara ve yaşlılara yönelik "onurlu" bir katliam olarak görmektedir. Zira bu, artık Afganistan'da Obama'nın askerlerinin kasıtsız bir hata olarak meşrulaştırdıkları bir fenomen haline gelmiştir!! Ancak onlar, aşırıcılıları hedef almaktadırlar. Doğal olarak Obama da ülkesinde Amerikan işgalini veya mukaddesatlarına yönelik Yahudi gaspını istemeyen dinine sımsıkı bağlı bir Müslümanı aşırı "terörist" olarak görmektedir!

Hem yaptığı onca kötülüklere, hem de Afganistan, Pakistan ve Irak'ta devam eden vahşî katliamına rağmen Türkiye'de söylediği ben İslâm'a ve Müslümanlara savaş açmak istemiyorum söylemini tekrar etmiştir! Doğrusu Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hadis-i şerîfinde ne kadar da doğru söylemiştir:

إِذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ "Eğer haya etmiyorsan dilediğini yap!"

Amerikan ordusu, Müslümanların beldelerinde katliamlar işlediği, gece-gündüz Müslümanlara yönelik azgınca savaş açtığı, alenen katliamların işlendiği ve insanların yurtlarından sürgün edildiği bir sırada Obama, hala Müslümanlarla savaş içerisinde olmadığı söylemini tekrar etmektedir!

Ardından konuşmasında Filistin'e geçerek Amerika'nın, Filistin'i gasp eden "Yahudi" Devleti ile güvenlik ve güvenlik dışı kopmaz ilişkilerini, bu devletin gasp ederek varlığını ikame ettiği yerlerde baki kalacağını ve bundan başka bir alternatifi asla kabul etmeyeceğini güçlü bir şekilde ifade etmektedir! Ardından iki devletli çözüme, yani her ne kadar Filistin halkı için bir devlet olarak isimlendirilse de kıytırık bir şey karşılığında Yahudilerin Filistin'in genelinde var olma hakkının tanınmasına vurgu yapmaktadır. Ardından sıradan insanların duygularını okşayarak Yahudi varlığının kendi varlığı için kaleler inşa edeceği güvenli uygun bir yer kalmadığını bildiğinden Yahudi yerleşim birimlerinin durdurulmasını, yani yerleşim birimlerinin kaldırılması yerine yeni yerleşim birimlerinin inşa edilmesinin durdurulmasını istediğini ifade etmektedir! Hatta durdurulmasını istediği bu şey için dahi öldürücü yol haritasını hatırlatıp buna vurgu yaparak Yahudi düşmanına yönelik her türlü direnişin durdurulması şartını koşmaktadır!

Ardından konuşmasında nükleer silah konusuna geçiyor ve İran üzerine yoğunlaşarak Ortadoğu'nun nükleer silahtan arınmasını ve orada nükleer silah yarışının engellenmesini istediğini ifade ettiği halde nükleer bir devlet olduğunu bilmesine rağmen Yahudi varlığı hakkında tek bir kelime dahi etmemiştir! Konuşmasında Müslümanların meselelerine karşı açıkça bir meydan okuma olmasına rağmen Mısır yönetimi, Afganistan, Irak ve Pakistan'daki askerlerinin akıttığı ve akıtmakta olduğu masum kanları ört pas etme uğraşısı içerisinde sinsiliği, kurnazlığı ve ballandırılmış konuşmasıyla gelen bu istilacı için yağcılık ve yalakalıkla ona alkış tutan yandaşlarından bir kalabalık hazırlamıştır ki böylece Obama'nın konuşmasında kustuğu zehri Mısır halkı kabul ediyormuş gibi bir manzara oluşsun.

Bu sahte alkış, iki gözü olan herkes için açıktır. Ancak nasıl olur da iki devletli çözüm hakkındaki söylemleri alkışlanabilir? Alkış tutulması bir yana mübarek el-İsrâ ve'l Mirâç arzının, halkı ile onu gasp eden arasında paylaşılmasına bir Müslüman hiç razı olur mu?!

Kelimelerin yerlerini değiştirdiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Zira Obama, şu âyet-il kerimeye işaret ederek:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا "Her kim bir kişiyi bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur." [el-Mâide 32]

Müslümanlardan aşırıcılar olarak isimlendirdikleri kimselere yöneltmektedir. Oysa bu âyet, ilk olarak İsrailoğulları hakkında inmiştir. Ancak Obama, bir Müslümanın dini ile halkını savunmasını ve kendisine saldıranlarla savaşmasını tüm insanlığı öldürmüş olarak gördüğü halde Yahudi varlığının insanları katletmesini, onların topraklarını gasp etmesini, onları yurtlarından sürgün etmesini, hurumatları ve mukaddesatları çiğnemesini, fitne ve fesat çıkarmasını ve bu canları katletmesini tüm insanlığı öldürmek olarak görmemektedir. Bırakın bunu Amerika'nın Müslümanlara yönelik katliamlarını bile tüm insanlığı öldürmek olarak görmemektedir.

كَبُرَتْ كَلِمَةً تَخْرُجُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ إِن يَّقُولُونَ إِلاَّ كَذِبًا "Ağızlarından çıkan, ne büyük, (ne ağır) bir söz oldu! Onlar ki yalandan başkasını söylemezler." [el-Kehf 5]

Sorunun Yahudi yerleşim birimleri olmayıp yenilerinin yapılması olduğunu ilan ettiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Kaldı ki bu, şer'î olmayan bir şeydir. Böylesi kötü söze Mısır yönetimi yandaşlarından başka kim alkış tutabilir?!

Ayrıca Ömer'in fethederek Yahudilerin oturamayacağını ifade eden Ömer Ahitnamesi ile zaptettiği, ardından da Salahaddîn'in kurtardığı Kudüs'ün otoritesinin Yahudiler, Nasranîler ve Müslümanlar arasında ortak olduğunu ilan ettiği halde nasıl olur da ona alkış tutulabilir? Tabii ki bunların hepsi, "Doğu" Kudüs olarak bilinen yer hakkında olup "Batı" Kudüs olarak bilinen yer hakkında değildir!

Ona tutulan bu alkışın sahteliği açıktır. Nitekim bir taraftan Obama'nın imajını düzelteceğini ve onu adaletli asil bir kahraman olarak göstereceğini, diğer taraftan da Mısır yönetiminin her şeyde Amerika'ya olan uşaklığındaki açığını örteceğini sanarak onun için bir sahne hazırlamasına rağmen Mısır yönetimi, bu sahteliği gizleme becerisini gösterememiştir. O kadar ki Mısır yönetimi, gasıp Yahudi varlığı ile Filistin halkı arasında kalan Filistin'e yönelik bakışında tarafsız kalmış, hatta tarafsızlığın da ötesine geçerek Yahudi varlığının yanında yer almıştır!

Ey Müslümanlar!

Obama, sizler hissetmeksizin sizlere zarar vermek için sizlere adeta bir keşiş elbisesi ile yanaşmaktadır. Dolayısıyla o, sizlere açıkça adavet besleyenlerden daha tehlikelidir. Bush Amerika'sının vakıası sizlere hiç de uzak olmadığı halde sizler, işinizi ona havale ediyorsunuz. Amerika, sizlere musallat ettiği ajanlarına rağmen topraklarınızda sıkışıp kalmıştır. Amerika silahlarla donanmış olmasına rağmen sizlerden dolayı korku ve panik içerisindedir ve bu da sizlere karşı düşmanlığını açığa vurmasından dolayıdır. Obama ise, ülkeleri işgal etmesine, insanları katletmesine, sizleri sevgi ve dostlukla aldatan korkakça tebessümlerine alkış tutmanızı istemektedir!

يعطيك من طرف اللسان حلاوةً  ويَروغُ منك كما يَروغُ الثعلب

Bir taraftan dilinin ucuyla sana bal verirken
Diğer taraftan tilki gibi sana sinsilik yapmaktadır

Ey Müslümanlar!

Obama, İstanbul'dan başlayarak Cezîra-tul Arap arzına uğrayıp el-Kenâne arzında son bulan Müslümanların beldelerini aldatıcı bir görüntü altında istila etmeyi gelişigüzel bir şekilde seçmemiştir. Bilakis İstanbul'un, Yahudilerin Filistin'i gasp etmesi önünde engelleyici bir set olan Hilâfetin Başkenti, Fatih'in arzı olduğunun farkındadır. Cezîra-tul Arap arzının da Ömer'in Kudüs'ü fethetmek üzere hareket ettiği ilk İslâmî Devlet'in Başkenti olduğunun farkındadır. Aynı şekilde el-Kenâne arzının, Kudüs'ü haçlılardan kurtarmak üzere hareket eden Salahaddîn'in vilâyetinin merkezi olduğunun da farkındadır.

Evet, o bunların farkındadır. Dolayısıyla o, Müslümanlara geçmişteki izzetli döneminiz artık sona ermiştir, şimdi güç ve saldırı sırası Obama, onun zümresi ve Amerikan hegemonyasındadır şeklinde bir mesaj getirmek üzere bu beldelere gelmiştir. Şüphesiz Sömürgeci kâfirler, nerelerin güç merkezlerimiz olduğunu Müslümanların çoğundan daha iyi bilmektedirler. Zira onlar, tarihimizi ve dinimizi araştırmaktalar, güç noktalarımız ile Ümmetimizin taşıdığı hayrın özelliklerini bilmektedirler. Zira Obama'nın يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا "Ey insanlar! Biz, sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Tanışasınız diye de sizi kabileler ve halklar kıldık." [Hucûrat 13] ayeti kerimesini zikredip "halklar birbirini tanısın diye" ifadesinde durup âyetin son kısmı olan إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ "Sizlerin Allah katında en şerefli olanınız en takvalı olanınızdır." ifadesini tamamlamaması bir tesadüf değildir. Dolayısıyla İslâmî Ümmeti, en şerefli ve en onurlu kılan ve Amerika ile onun peşindekileri de en alçak ve en zelil kılan şeyin takva olduğunu zikretmemiştir.

Ey Müslümanlar!

Obama konuşmasında kendisini dünyanın lideriymiş gibi göstermeye çalışmakta ve bunu da ona Müslümanların beldelerindeki ruveybida yöneticileri hazırlamaktadır. Zira onlar, ona beklentisinin ötesinde bir ilgi göstererek kendi ülkesinde gösterilmeyen bir şekilde onun yoluna kırmız halalar serdiler, çiçekler ve güller ile donattılar. Adeta onun onlarla olan durumu, Firavun'un kavmi ile olan durumu gibiydi.

فَاسْتَخَفَّ قَوْمَهُ فَأَطَاعُوهُ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ "O (Fir'avn) kavmini küçümsedi ama onlar yine de kendisine itaat ettiler. Gerçekten onlar fâsık bir kavim idi." [ez-Zuhruf 54]

Obama, kendisini konuşmasında kurnaz ve zeki bir şekilde göstermeye çalışmasına rağmen şunu iyi bilmelidir ki onu, İstanbul, Cezîra-tul Arap ve el-Kenâne arzı karşılamamıştır. Bilakis onu karşılayanlar Müslümanlar tarafından dışlanmış nizamlardan oluşan hain bir zümredir. Yine şunu da iyi bilmelidir ki konuşmasındaki sinsilikleri ve yumuşak sözleri, Müslümanların akıllarında yer etmeyecektir. Bilakis onlar, onun elleri arasında ve arkasında ne olduğunu, kendisine tutulan alkışın onu karşılayan yönetimlerin yandaşlarının yerine getirdiği görevden öte bir şey olmadığını da bilmektedirler.

Şüphesiz Hizb-ut Tahrir, İslâm'ın devletini ikame edecek kendi erleri olduğunu Obama'ya ve dünyaya ilan eder. Ki o devlet, dünyayı istismar eden, onu sömüren ve servetlerini yağmalayan bir devlet olmak yerine adaleti tesis eden, zulmü kaldıran ve hakları sahiplerine döndüren dünyanın birinci devleti olacaktır. Böylelikle de Amerika'yı hezimete uğramış zelil bir şekilde kendi merkezine geri gönderecek, Filistin'i gasp eden Yahudi varlığını yok edecek, Filistin'i bir bütün olarak İslâm diyarına döndürecek, yeryüzü Hilâfetle yeniden aydınlanacak ve dünyanın dört bir tarafını hayır kuşatacaktır.

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine gâliptir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hatalı Siyasî Düşünüş

Şüphesiz "Halkları ve ümmetleri yok eden, devletleri yıkan veya zayıflatan şey hatalı siyasî düşünüştür." [Hizb-ut Tahrir Neşriyatlarından Takiyuddîn en-Nebhanî'nin Düşünme Metodu Kitabı] Hollanda'daki siyasî ortama hâkim olmaya başlayan hatalı siyasî düşünüşün göstergelerinden biri, kimi politikacıların propagandasını yaptığı düşük önerilerin ve çözümlerin niceliğidir. Her ne kadar bu öneriler ile çözümler, görünürde yüzeysel olsalar da derinliklerinde sahiplerinin zihinlerine yer etmiş tehlikeli derin mefhumlardır. Zaman zaman yüzeysel olarak ortaya çıkan bu derin mefhumlar, Hitlerin sıra dışı bir fenomen olmadığını bildirmektedir. Dolayısıyla bunlar, bir çok maskenin arkasına gizlenmektedir ve er yada geç yeniden ortaya çıkacaktır.

Her kim bu sözümüzü eleştirmek ve bunu aşırı bir sapkınlıkla itham etmek veya provokasyon olarak nitelendirmek isterse Hollanda'daki kimi politikacıların taşkınlık çıkaranlara ateş açılmalıdır veya kimi politikacıların "Bidovliyn" denilenler iğdiş edilmelidir önerisini bizlere açıklamalıdır? Şimdi insan hakları ile övünen Batı zihniyeti örfünde bunlar, böylesi kimselerin nefislerine yerleşmiş bir barbarlık ve vahşet değil midir?

Ayrıca bir gurup politikacı ile aydının yasalara karşı geldikleri kanıtlanması halinde Hollanda vatandaşı olsalar dahi Fas kökenli göçmenlerin kendi ülkelerine kovulması gerekir demeleri ne anlama gelmektedir?

Politikacılardan büyük bir gurup ile sıradan insanlardan çoğunluğu, vatandaşlığına rağmen yabancılara bir yabancı olarak bakıyorlarsa o halde yabancının devlete ve topluma entegre olmasının ve onu dost edinmesinin ne anlamı vardır? Dahası bir gurbetçi, aslen Hollandalı olan bir kimse nazarında sırf Hollanda pasaportu taşıyan bir gurbetçi olarak kaldığına göre vatandaşlığın anlamı nedir? Gurbetçiye yönelik bakış da farklıdır; ona tatbik edilen kanunlar farklıdır, ona verilen haklar farklıdır ve ondan istenilen yükümlülükler de farklıdır. O halde bu, eşitlik midir yoksa ayrımcılık mıdır?

Verdiğimiz örnekler buzdağının sadece görünen kısmıdır. Ancak bunlar, hem siyasî ortama hâkim olan hatalı siyasî düşünüşü göstermek, hem de akillerin gelecek hakkında düşünmeleri ve sonuçları görmeleri için yeterlidir.

 

 

Okay Pala [Ebu Zeyn]

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Medya Temsilcisi
Hollanda

 

Devamını oku...

Halkın Egemenliği, İslâmî Kültürümüze Yabancı Batılı Bir Küfür Fikridir İnanılması ve Tatbik Edilmesi için Çalışılması Gereken İslâmî Fikir, Şeriatın Egemenliğidir

  • Kategori Lübnan
  •   |  

Lübnan'ın da aralarında olduğu dünya ülkelerindeki parlamentoların varlığı, bugün mevcut siyasî nizamların hepsinde tatbik edilen egemenlik halka aittir fikrinin pratik vakıada somutlaşmadır. Egemenlik ise, iradenin yürütülmesidir. Dolayısıyla egemenlik halka ait olduğunda bunun anlamı, ne ile hükmedileceğini kararlaştırılması bu halkın elindedir demektir. Yani ortaya çıkardığı otorite yoluyla kendisine yasama ve karar verdiğini infaz etmeye çalışma yetkisi verilir. Halkların ne istediklerini kararlaştırmak üzere bir araya gelmeleri imkânsız olmasından dolayı da taşıdıkları isimlere bakılmaksızın meclislerinin çıkarı için kendisinden vazgeçtikleri halkın egemenliği fikrini pratik siyasî vakıada somutlaştırmak amacıyla insanların kendileri için seçtikleri temsilciler yoluyla bu meclisler olmuştur.

Bu fikir, İslâmî kültürümüze yabancı Batılı bir küfür fikridir.

Batılı fikir olmasına gelince; bu fikir, din adına kilise ile ittifak kuran ve "ilahî hak" sloganı altında Avrupa'daki yöneticiler tarafından insanlara uygulanan zulme karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu zulmün en bariz yönü ise, malî yöndür. Zira vergilerin tahsil edilmesinde ve harcanmasında yöneticinin görüşü ile hevasından başka bir şey gözetilmiyordu. Bunun içindir ki parlamentoların en önemli işlerinden biri, hatta mevcut günümüzde bile genel bütçenin onaylanmasıdır. Çünkü bu fikrin en önemli gerekçelerinden biri, insanlar üzerindeki mevcut zulmün, özellikle de vergilerin tahsil edilmesi ve harcama keyfiyetinde ortaya çıkan ekonomik zulmün kaldırılmasıdır.

Küfür fikri olmasına gelince; çünkü bu, İslâmî akîde ve hükümleri ile çelişmektedir. Zira bu fikir, helal ve haram kılma anlamına gelen yasama hakkının insana verilmesi esasına dayanmaktadır. Bu da Müslümanın inanması ve tatbik edilmesi için çalışması gerektiği İslâmî akîde esaslarından en önemlisine yönelik apaçık bir taarruzdur ve düpedüz onu yok etmektir ki kanun koyucu Allah'tır, bu işe O'ndan başka hiçbir kimse malik değildir, tevhit şahadetinin [إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ] "Muhakkak ki hüküm ancak Allah'a aittir." [Yûsuf 40] gerekliliklerindendir ve Kur'ân-il Kerîm Allah'ın dışında olan yasamayı şirk türlerinden bir tür saymıştır:

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُواْ لَهُمْ مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği bir dîni (hükümleri) getiren (meşru kılan) ortakları mı var?" [eş-Şûra 21]

Tüm Müslümanlar, bunun haramlılığı, cürümünün büyüklüğü ve ümmetler ile toplumlar içerisinde ortaya çıkardığı ifsatlarının çokluğu üzerinde ittifak etmiştir. Nitekim dünyada meydan gelmiş ve gelmekte olanlar sizlere hiç de uzak değildir. Bunun içindir ki helal ve haram kılma yetkisine sahip olan yalnızca Allah'tır.

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَا تَصِفُ أَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَـذَا حَلاَلٌ وَهَـذَا حَرَامٌ لِّتَفْتَرُواْ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ "Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin. Aksi halde Allah'a karşı yalan iftirâ etmiş olursunuz." [en-Nahl 116]

Genel özgürlükler fikrine değinmeksizin halkın egemenliği fikrinden bahsetmek imkânsızdır. Çünkü bu fikir, onlara göre varlıkları olmaksızın çalışmanın imkânsız olduğu egemenlik fikrinin gerekliliklerinden sayılır. İnanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, mülk edinme özgürlüğü ve şahsî özgürlüğü kastettikleri genel hürriyetler fikri ise, akîdemize ve şer'î nasslarımıza muhalif bir fikirdir. Çünkü insanın özgür olması için şu iki hususun bulunması kaçınılmazdır. Birincisi: Bu insan dilediğini yapmalıdır. İkincisi: Yaptıklarından dolayı hesaba çekilmemelidir. Bunlar ise İslâm'a uygun değildir. Bilakis onun esaslarıyla çelişmekte ve nasslarıyla çatışmaktadır. Çünkü İslâm'ın bakış açısına göre tüm insanlar, akîde ve hükümler olarak İslâm'a bağlı kalmakla mesuldürler. Şayet bunu yapmazlarsa dünyada veya âhirette hesaba çekilmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla insanın dünya hayatındaki tercihlerini belirleyecek olan İslâm'dır, insan değildir. Binaenaleyh Müslümanlar için bu anlamda mutlak özgürlükler diye bir şey yoktur. Bilakis mubah bir fiil işleseler dahi İslâmî şeriatın istediğine göre hareket etmelidirler. Bu da şeriatın onu mubah kılmasından dolayıdır. Binaenaleyh insanın ulaşabileceği ve uğruna çalışması gereken en üst mertebe, Allahu Te'alâ için kul olmasıdır.

Kültürümüze yabancı olmasına gelince; çünkü bu, ancak İslâmî Ümmetin inhitata uğraması ve kendisinden hayatın tüm yönlerine çözüm getiren hükümlerin kaynaklandığı bir akîde olması bakımından İslâm'a yönelik doğru anlayıştan uzaklaşmasından sonra toplumlarımız içerisinde ortaya çıkmıştır. Ardından Ümmetin 19. asırda maruz kaldığı ve bugün de hala devam eden fikrî istila sonucunda bu fikir ortaya çıkmıştır. Çünkü İslâmî Ümmet, artık İslâmî akîdeyi fikirleri için bir mikyas olarak almaz oldu. Dolayısıyla kâfirlerin bu fikrî istilalar sayesinde dehşet verici sonuçlar elde etmesi, Ümmet içerisinde kendilerine icabet edecek, kendilerini kabul edecek, kendilerine davet edecek ve karanlık yollarında yürüyecek kimseleri bulmaları kolaylaştı. Allah'ın haklarında sultân indirmediği görüşler ile fetvalar da bu hususta onlara yardımcı oldu. Dolayısıyla bu fikir, İslâmî kültürümüze yabancıdır, ona sonradan sokulmuştur ve evlatlarımızın zihinlerine arı-duru bir şekilde dönmesi için kültürümüzü ondan ayıklamamız gerekir.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Şüphesiz Allah, yasama hakkını sadece kendisine hasretmiştir. Yani fiillere ve şeylere yönelik hükümler getirme hakkı yalnızca O'na aittir. Bu hükümler ise, Kitâb'ından, Nebîsi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Sünnetinden ve bu ikisinin irşat ettiği şer'î delillerden istinbat edilir. Müslümanların yaratmada Allah'ı birlemeleri vacip olduğu gibi O'nu yasamada da birlemelidirler. Zira Allah'ı yasamada birlemeksizin yaratmada birlemenin hiçbir anlamı yoktur. [أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ] "Dikkat edin! Yaratmak da emretmek de O'na mahsustur." [el-A'râf 54] Keza İslâm'ın egemenliğini aranızda gerçekleştiresiniz diye akîdenizden çıkan hükümlerini egemen kılmanızı da sizlere farz kılmıştır. Sadece bu da değil dahası içinizde sıkıntı duymamanızı ve kalplerinizin mutmain olmasını sizlere vacip kılmıştır ki O'nun hükmünden yana sizlerde rıza ve teslimiyet oluşsun:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا "Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda sana [İslam'a] muhâkeme olup sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça îman etmiş olmazlar." [en-Nisâ' 65]

Muteber sahîh bir içtihat ile İslâmî akîdeden kaynaklanmamış her türlü şeriata veya kanuna muhakeme olmanızı sizlere haram kılmıştır. Nitekim Kur'ân, tâğutlara muhakeme olan bu kimselerin imanını bir iddia ve yalan olarak addetmiştir:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا "Sana ve senden öncekilere indirilenlere îman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Onlar inkâr etmekle emrolundukları halde Tâğuta muhakemeleşmek istiyorlar. Zaten şeytan da istiyor ki onlar uzak bir sapıklık ile sapıtsınlar." [en-Nisâ' 60]

İslâmî şeriat, İslâm şeriatının sizlere egemen olmasını sizlere vacip kılarken otoritenin sadece sizlerin olmasını mubah kılmamıştır. Bilakis bunu vacip kılmış ve sizden gaspedilmesi durumunda onun geri alınması yolunda kanların ve canların akıtılmasını da sizlere farz kılmıştır. Zira otorite, sadece iradenin uygulanmasıdır, yürütülmesi değildir. Dolayısıyla şeriatın istediğini uygulayacak olanlar sizlersiniz. Dolayısıyla da her ne zaman gerekirse gereksin şeriatın egemenliğini sizler adına tatbik mevkiine koyacak olan kimseye bey'at etmeniz yoluyla sizlerden her bir fert otoritenin uygulanması hakkına sahiptir. Seçim yoluyla ne fert bu otoriteyi kaybeder, ne de Ümmet ondan vazgeçer. Bilakis Halîfeye bey'at etmiş olsa bile bu otorite onun için baki kalır ve bu yöneticinin ne denli İslâmî hükümlere bağlılığını muhasebe etme ve ondaki mevcut inikad şartlarının devamlılığını gözden geçirme yoluyla otoritesini ortaya çıkarır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Şüphesiz Allah, otoriteyi sizlere vermiştir ve bu beldede ona sahip olanlar fiilen sizlersiniz. Dolayısıyla sizler, ileride onu uygulamak yoluyla Lübnan'ın yönünü ve seçeneklerini belirleyeceksiniz. Bunun içindir ki renklerinin ve meşreplerinin farklılığına rağmen siyasî tarafların hepsi, milyarlarca dolara mal olsa da sizlerin rızasını elde etmek ve sizlerin oylarını kazanmak için birbirileriyle yarışacaklardır. Bu da gösterse gösterse karar sahibi olanın ancak sizler olup işin sizlerin elinde olduğunu gösterir. O halde sizlere düşen Lübnan'ın; insanın sorunlarını fırkacı veya mezhepçi veya bölgeci vasfıyla değil de insan olması vasfıyla çözen şeriat hükümlerinin gölgesinde Müslümanların ve başkalarının yaşadığı İslâmî bir belde, İslâm'ın surlarından bir sur, ister Lübnan halkından, isterse Filistin halkından olsun içerisindeki Müslümanların tek bir İslâmî Ümmetin parçası ve kâfirler ile ajanların girmelerine karşı bu surun hamileri olarak kalmasını istediğinize dair seslerinizi yükseltmenizdir. Dolayısıyla sizlere düşen bağlarınızı ve Ümmetinizin bağlarını koparacak olan onların ellerindeki birer kılıç olmak yerine ona cüret eden elleri koparacak olan birer kılıç olmanızıdır.

Sünnisiyle ve Şiisiyle ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Lübnan'daki çatışma tarafları, laikliğin, yani bu kelimenin İslâm'a yönelik ihtiva ettiği her türlü düşmanlıkla dini hayattan, dolayısıyla devletten ayırmanın olduğu tek bir esas üzerine siyasî çalışma yürütmektedirler. Dolayısıyla siyasî velayetleri ne kadar çok olursa olsun siyasî çalışmaları, aynı fikrî kaideye dayanır. Zira onlar birlikte Allah'ın dışında kanun çıkarmaktalar, birlikte küfür ile hükmetmekteler, birlikte küfürle hükmeden hükümete güvenoyu vermekteler, her ikisi de kâfirlerle ittifak kurmakta, onları dost edinmekte ve her ikisi de Müslümanlara hükmetmesi için gayr-i müslim birisini yönetici olarak seçmektedir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ "Ey îman edenler! Yahudileri ve Nasrânileri dost edinmeyin! Zîra onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden her kim onları dost edinirse o da onlardandır." [el-Mâide 51]

Yine şer'î olmayan vergiler yüklenmesi ve hükümetin faizle borçlanması da dahil olmak üzere bütçe yasasını birlikte onaylamaktalar... Dolayısıyla ister sakalsız, isterse sakallı olsun onlar, İslâm nazarında aynı taraftır ve aynı çizgidir. İster kravat takanlar olsun, isterse takmayanlar olsun, ister başlarına sarık takanlar olsun, isterse Fransız beresi takanlar olsun onların hepsi aynı çizgide ve aynı fikirde olup kâfir ajan nizamlarına itaat eden birer kukladırlar. Dolayısıyla onların sloganları sizleri aldatmasın, konuşmaları sizleri akîdenizden saptırmasın ve onların patırtılarını nefislerinize giden bir yol haline getirmeyiniz. İnsan, hedeflerini ve değerlerini gerçekleştirmek amacıyla yaşar. Sizler ise ey Müslümanlar! Gerçekleştirmeye çalışmanız gereken hedeflerinizi ve değerlerinizi sizlere şeriatınız belirlemiştir. Bu iki taraf ise, İslâm'ın değerlerinden ve gerçek hedeflerinden hiç birini taşımamaktadırlar. Dolayısıyla şu veya bu tarafın zaferi, sizler ve dininiz için gerçek bir hüsrandır. Kâfir devletlerin kendisine zarar vermesinden razı olmayacağınız Nebînize sırt dönmektir. O halde nasıl olur da O'nun şeriatını ellerinizle hayattan söküp atarak ona zarar verebilirsiniz?

Şu veya bu tarafın zaferi, sizler için bir hüsrandır ey Müslümanlar! Çünkü seçim sonrası olacaklar, fiilen var olan kontenjan ve makam paylaşımına dayalı iğrenç fırkacı nizamdan farklı olmayacaktır. O nizam ki sizleri, şu veya bu tarafın arkasında duranların çıkarlarından başka bir amacı olmayan beyhude saçma sapan savaşlar içinde sadece yıkıma ve felakete, öncekinden daha beter bir ekonomiye ve korkularla dolu bir hayata sürüklemiştir. Bu nizamı, sizlere karşı tekerrür eden cürümlerini gizlemeye çalıştıkları özgürlük teraneleri elbisesiyle süslemiş olsalar da sizlere hatırlatmaya gerek yoktur. Zira sizlerin kanları, hala bu nizamın kılıcından damlamakta, evlatlarınızın bedenlerinin sıcaklığından dolayı kırbaçları hala soğumadı ve onların hakaretlerinin yankıları hala kulaklarınızda yankılanmaktadır. Tüm bunlardan sonra Müslümanlar, onların insanlık asrında yaşamadığı intibası uyandıran üzerilerinde vahşî işkence izlerinden başka bir şey olmadığı halde onların mahkemelerinin kararıyla onların hapishanelerinden çıkmaktalar!

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Sizler, yasama yetkisi halka ait olması bakımıyla belirlenmiş bir esas üzere bu veya şu tarafı seçtiğinizde veya bu seçim sürecine katıldığınızda kendisini Allahu Subhânehu'ya eşdeğer kılmak ve ulûhiyet özelliklerinin en önemli özelliğinde -ki o, yasama hakkıdır- Allah'a rekabet etmek isteyen bir kimseyi seçmiş olduğunuzu iyi bilesiniz ki Allahu Te'alâ bundan münezzehtir. Şayet bunu yaparsanız Allah'a ve Rasûlüne isyan ederek günahta onlara ortak olmuş ve onlarla birlikte harama düşmüş olursunuz ki neredeyse Allah dışında onları Rabb edinmiş olursunuz. Oysa Addî İbn-u Hâtim, şu âyeti kerimeyi, [اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ] "(Yahudiler) bilginlerini (hahamları), (Nasrânîler de) râhiplerini Allah'tan başka rabler edindiler." [et-Tevbe 31] işittiğinde Nebînize: "Ey Allah'ın Rasûlü! Onlar, onlara ibadet etmiyorlardı ki." dememiş midir? Bunun üzerine Nebîniz Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] ona şöyle cevap vermiştir:

بلى إنهم حرموا عليهم الحلال وأحلوا لهم الحرام فاتبعوهم فذلك عبادتهم إياهم "Hayır! Onlar, onlara helalı haram kıldılar ve haramı da helal kıldılar. Onlar da onlar ittiba ettiler. Onların onlara ibadetleri işte budur." [Müslim rivayet etti]

O halde hevalarınızı din edinmeyiniz ve şer'î bir dayanağı olmayan çürük gerekçeler sizleri haktan saptırmasın. Burada amel edilmesine mealin olmadığı ehven-i şer ve en ez zararlı olan kaidesi gerekçesine binaen en iyi olanın veya en muttakî olanın seçilmesine cevaz verenler, hatta bunu vacip kılanlar çıkabilir. Çünkü Allah'ın dışında yasama fiili, bu yasamanın çıkarttığı kanununa bakılmaksızın bizzat haram olan bir fiildir. Zira söz konusu olan mesela ukûbat kanunu veya usulül muhakeme kanunu değildir. Bilakis söz konusu olan bizzat yasamadır. Mesela muayyen bir parlamentonun halkın egemenliğini temsil eden bir meclis olması vasfıyla faizin veya zinanın haramlılığını veya benzerlerini ikrar etmesi, İslâm hükümleri kanunun mazmunu ile örtüşmüş olsa bile haramdır. Zira bu, İslâmî hükümlere muhalefet eden herhangi bir başka kanunun ikrar edilmesi gibidir. Çünkü bu, Allahu Te'alâ'nın dışında olan bir yasamadır. Yasama ise, halkın egemenliğine dayandığı sürece onu yapanın muttakî veya fâsık olması arasında fark olmaksızın haramdır. Dolayısıyla bu meselede bir şerrin bir şerden ehven olması ve bir zararın bir zarardan daha az zararlı olması diye bir şey yoktur. Bilakis mesele, haram olan bir fiildir. Dolayısıyla içkinin taşınması haramdır ve onu İslâm hükümlerine bağlı olan bir kişinin taşıması bunun haramlılığını hafifletmeyeceği gibi yasamayı da mutakkî birisinin yapması onun haramlılığını hafifletmez. Dahası şu veya bu meclis, İslâm esasına göre yasamada bulunmak istese dahi buna hakları yoktur. Çünkü Ümmet için bağlayıcı birer kanun olarak şer'î hükümleri onaylama yetkisinin sahibi sadece Halîfedir. Böylelikle bu fiilin caiz kıldığı tüm deliller ve şüpheler ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla bu nizamın bozukluğu, her ne kadar bozuk olsalar da sadece iktidar zümresinden kaynaklanmamaktadır. Bilakis bu nizamın fikrinin bozukluğundan, kaidelerinin yamukluğundan, ortaya çıkması ve devamlılığı esasında insanın hevasına ve eğilimlerine boyun eğmesinden kaynaklanmaktadır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Bugün sizler, bir üçüncüsü olmayan iki seçenek ile karşı karşıyasınız. Ya Allah'ın sizler için istediği gibi siyasî, iktisadî ve içtimaî olmak üzere hayatınızın tüm yönlerine çözüm getiren hükümler toplamının kaynaklandığı bir akîde olarak İslâm'ı seçersiniz yada kâfirlerin sizler için istediği gibi kendisinden sorunu çözeceği gerekçesiyle onu daha da arttıran kısır hükümlerin ve başarısız çözümlerin kaynaklandığı halkın egemenliği olan küfrü seçersiniz. Dolayısıyla ortaya atılan bu mesele, bir seçim meselesi değildir. Zira seçim, bir üsluptur ve haddi zatında onda bir şey yoktur ve ona karşı şer'î tutumu belirleyecek olan bu seçimin mevzusudur. Dolayısıyla sizleri temsil edecek kimse, şer'î hükümlere göre çalışmalı, bu nizamı tanımamalı, yasamaya katılmamalı, beşerî kanun esası yerine İslâm esasına binaen muhasebe etmeli, İslâm'da kolektif liderlik olmamasından dolayı küfür yada başkası ile hükmeden hiçbir hükümete kesinlikle güvenoyu vermemeli ve Müslümanlara İslâm'dan başkası ile hükmetsin diye Müslüman yada gayr-i müslim birisini yönetici olarak seçmemelidir. İşte o zaman seçilmekte bir şey yoktur ve adayın bunu herkese açıklaması şartı ile şer'an caizdir. Çünkü seçim, bir vekâlettir ve vekâlet veren kimsenin kimi vekil seçtiğini ve niçin vekalet verdiğini bilmesi kaçınılmazdır.

Ey Lübnan'daki Müslümanlar!

Esasına binaen fikirleri aldığımız ve reddettiğimiz fikrî kaidenin İslâmî akîdemiz olduğunu dünyaya duyurmanızın zamanı artık gelmiştir. Bunun içindir ki bizler, halkın egemenliği fikrini reddederiz ve fiili esası üzerine işleyeceğimiz veya ondan sakınacağımız amellerin mikyası helal ve haramdır. Bunun içindir ki Allah'ın dışında kanun çıkaran ve kâfirleri dost edinen bir kimseyi seçmeyiz. En çok istediğimiz şey Allah'ın bizden razı olmasıdır ve bu da ancak bu kâfir nizamı kaldırıp atmanızla gerçekleşir ey Müslümanlar! Bunun için atılacak öncelikli adım ise, günah olan bu seçimlere katılımı reddetmenizdir. Ama toplumdan ve meselelerinden uzak kalmak veya siyasî hayatın dışında olmak için değil. Bilakis bu beldedeki Müslümanların ve diğerlerinin sorunlarını sahîh bir çözüm ile çözmeye muktedir olan yegâne nizamın İslâm olduğu noktasında onları ikna etmek, işlerin dizginlerini politikalarıyla her şeyi ifsat eden laiklerden almak, geminin dümenini teslim almak için çalışmalısınız. Ki böylece hak olan akîde ile şeriat-ul karrânın yelkeni sayesinde hayat denizine açılmak üzere Ümmetinizin istikametine yön veriniz de hem sizler, hem de kokuşmuş insan egemenliği dalgalarıyla ezilen tüm dünya sizlerle birlikte güvenli bir karaya ulaşsın.

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُّبِينًا "Allah ve Rasulü, bir işe hükmettikleri zaman mü'min bir erkek ve mü'min bir kadına kendi işlerinde artık seçme hakkı yoktur. Her kim Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." [Ahzâb 36]

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Aksiyon Dergisi Ortaya Attığı İddiaların Arkasında Duramıyor!

Samanyolu Yayın Grubu'na ait Aksiyon Dergisi'nin 04 Mayıs 2009 tarihli 752. sayısında Haşim Söylemez'e ait "Uyuyan terör hücrelerini kim uyandırıyor?" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, 1953 yılından bu güne 50'ye yakın ülkede Ümmet arasında ve Ümmet ile birlikte siyasi ve fikri bir metotla İkinci Raşidi Hilafet'i kurmak üzere çalışan İslami Siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir hakkında şöyle bir paragrafa yer verildi: "Hizb-ut Tahrir: Bu örgütün uzun bir geçmişi var. Türkiye'de örgüte yönelik 1967'de operasyon yapıldı. Değişik dönemlerde küçük operasyonlarla sürekli püskürtüldü. Üniversite ve esnaf arasında da yapılanan örgüt, "Hizb-ut Tahrir Anayasası" isimli kitaba göre hareket ediyor. Geçmişte kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik tehditler savuran örgüt Nevşehir'deki adliye binasına bomba koydu. İddianameye göre, Ergenekon ile birlikte hareket eden Hizb-ut Tahrir rejimi devirip hilafeti getirmek istiyor. Son dönemde güçlenen örgüt, silahlı kanadı ile birlikte büyüyor."

Ne emniyet raporlarında ne de mahkeme kayıtlarında yer alan bu asılsız iddiaların dayanağı hakkında görüşmek üzere 21 Mayıs 2009 tarihinde Hizb-ut Tahrir/Türkiye Vilayeti Resmi Sözcülüğü'nden bir heyet, Aksiyon Dergisi'ne ziyarette bulundu fakat derginin yayın sorumlusu Bülent Korucu ile veya söz konusu yazıyı kaleme alan Haşim Söylemez ile görüşemedi. Bunun üzerine heyet, Hizb-ut Tahrir hakkında yazıp yayınladıkları yalan habere ilişkin görüşme talebini ve iletişim bilgilerini ilgili şahıslara iletmesi için derginin güvenlik elemanına bildirdi. Aradan 10 günden fazla bir zaman geçmesine rağmen söz konusu yayın kuruluşundan görüşme talebimize herhangi bir cevap gelmedi. Aksiyon Dergisi'nin bu şekildeki korkak ve kaçamak tavrı, diğer Samanyolu Yayın Grubu medya organlarının da adeti olduğu üzere Hizb-ut Tahrir'e attıkları asılsız, delilsiz, mesnetsiz, apaçık yalandan ibaret iftiraları hususunda ihlaslı Müslümanlara ne cevap vereceklerini bilemediklerini göstermektedir. Bu dünyada bizimle yüz yüze gelmekten kaçabilseler de ihlaslı Müslüman kardeşlerine attıkları iftiralarından dolayı hesap verecekleri Kıyamet gününün dehşetini hatırlarında bulundurmalılar. Biz ise dindeki kardeşlerimiz olmaları hasebiyle onlara kin beslemiyoruz ve  görüşme talebimizi yineliyoruz. Umulur ki Müslüman kardeşleri olduğumuzu hatırlayarak Allah Subhanehu'yu gazaplandıran bu iftira kampanyasından nedamet duyarlar. قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ "De ki: Yalanı (uydurup) Allah'a iftira edenler asla felah bulmazlar." [Yunus 69]

 

Yılmaz Çelik

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir / Pakistan, Hükümetin 31 Mayıs 2009'daki Yürüyüşleri Yasaklamasını ve Bastırmasını Kınar

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Hükümet'in Hizb'in Müslümanları birbirine kırdıran Amerikan savaşına karşı düzenlediği yürüyüşler yapmasını kuvvet yoluyla engellemesi kararını kınar. Bu yürüyüşler, Afganistan'da başarısızlığa uğrayan haçlı Amerikan savaşı ve Pakistan'ın da dahil olduğu bölgede kaos hali ve istikrarsızlık oluşturmak için Müslüman askerleri birer yakıt olarak kullanan Amerikan savaşını durdurmak amacıyla Hizb'in yürüttüğü kampanya çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Hükümet, insanların barışçıl yürüyüşlerin hareket alanlarından toplanmasını engellemek amacıyla coplarla ve göz yaşartıcı gaz bombalarıyla donanımlı yüzlerce polis ve istihbarat gücü gönderdi. Bunun üzerine polis güçleri, yürüyüşlere katılmak için gelenlere darp ederek saldırdı ve Lahor, Karaçi ve İslamabad'da 30'dan fazla kişi tutukladı. Hizb-ut Tahrir, metodunda maddî eylemleri benimsemeyen, dahası gidişat çizgisinde maddî eylemlere yer olmayan siyasî bir hizip olmasından dolayı eziyete eziyetle karşılık vermemiş ve yüce ilkeleri ile azîm siyasî çizgisine bağlı kalmıştır. Hizb, yürüyüşlerinde kamu mülkiyetlerine, vatandaşların mallarına ve iş mahallerine saldıran bazı siyasî partiler gibi değildir. Zira şiddet ve silah kullanımı, Hilâfet Devleti'nin kurulması metodundan değildir.

Bu bağlamda Hükümete ve avenelerine şunu sorarız: Kendisine davet ettikleri demokrasi, zalim Hükümetin uygulamalarına karşı barışçıl bir şekilde seslerini yükselten insanları tutuklamaya izin mi vermektedir?!

Şüphesiz bu uygulamalar, demokrasi ile diktatörlüğün bir paranın iki yüzü olduğunu göstermektedir. Zira herkes bilmektedir ki sömürgeciliğin ajanı olan Hükümetler, demokratik yada diktatörlük olmasına bakılmaksızın ona hizmet etmektedirler.

Hükümet, bir kez daha göstermiştir ki o, insanların işlerinin gözetilmesine önem vermemektir. Bilakis bunun aksine insanları korkutmak ve terörize etmek için şerir yüzünü ortaya koymuştur. Dolayısıyla Hükümetin, Amerika'yı razı etmek için Svat Vadisi bölgesinde insanları katlederek ve Obama'nın mutluluğu için Pakistan ordusu askerlerinin kanlarını akıtarak ve bir milyondan fazla Pakistan vatandaşının hayatını yok ederek insanları terörize etmesinden ve korkutmasından daha korkunç olanı yapması şaşırtıcı değildir.

Hükümet, Amerika'nın planlarını ve içerisindeki Amerikan ajanlarını ifşa etmesinden dolayı Hizb-ut Tahrir'i takip etmiştir ve halen de takip edip saldırmaktadır. Zira Hükümet, Hizb'in açık sözlülüğü ile cesaretliliğinden korkmakta ve gücü yetse onu susturmayı istemektedir. Nitekim Hükümet'in, Hizb-ut Tahrir'in bugünkü yürüyüşlerini düzenlemesini engellemesi, bu kabilden olup sömürgeciliğin çıkarlarına hizmet etmek amacından başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir, İslâm ile Müslümanlara karşı bu iğrenç cürüm karşısında seslerini yükseltmeleri amacıyla genelde insanlara, özelde ise siyasî partiler ile âlimlere yönelik kampanyasını ve açık mesajını sürdürmektedir.

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, aşağıdaki taleplerini yineler:

1. Amerikan savaşının derhal durdurulması ve Pakistan ordusu içerisindeki evlatlarımızın Allah'ın izniyle başarısız olacak Obama'nın haçlı saldırısında birer yakıt olarak kullanılmaması.

2. İslâm'a ve Müslümanlara yönelik başlattığı haçlı saldırısından bu yana ülkede kaos ve karmaşa oluşturan şerlerinden kurtulmak için ülkedeki Amerikan askerî varlığına, siyasî ve istihbaratsal nüfuzuna son verilmesi.

3. Askerilerin, kendi kardeşlerini katletmelerini emreden hain ordu liderliğine itaat etmeyi durdurmaları ve Hilâfetin ikamesi, Afganistan'ın Amerikan işgalinden ve Keşmir'in de müşrik Hintlilerden kurtulması için Hizb-ut Tahrir'e nusret verilmesi.

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER