Salı, 24 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/26
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Blears'den Müslümanlara Mesaj: Değerlerinizi Değiştirin, Dış Politikaya Bakmayın ve Devlete İtaat Edin

Toplum Bakanı Hazel Blears, bugün, London School of Economics'te yaptığı konuşmasında, Müslümanlara İngiliz İslâm versiyonunu benimsetmeyi amaçlayan hükümet stratejisine ilişkin son önlemleri teyit etti.

Alelacele yapılan bu konuşma, anti-terörizmi revize eden Çatışma-2 adındaki strateji taslağının dışarı sızması üzerine yapılmıştır. Bu taslak, açıkça hükümetin radikalizme ilişkin tanımını göstermektedir ki o: İslâmî âlemde Hilâfet'in kurulması çağrısına ve İslâmî şeriata destek vermek, işgale karşı cihadın şer'î bir emir olduğuna inanmanın yanı sıra livatanın da günah olduğuna inanmaktır.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Bürosu Temsilcisi Mustafâ Tâci, bu konuşmaya cevaben şöyle dedi: "Bu konuşmada Blears, hükümetin "radikalizm" tanımının ve Müslüman jenerasyonlara özgü "önleme" stratejisinin, Müslüman jenerasyonları sahip oldukları değerlerde değişime zorlamak ve İngiltere'nin sömürgeci dış politikasına yönelik eleştirilerimizi susturmak üzere onları kontrol etme girişiminden öte bir şey olmadığını teyit etmiştir."

"Dolayısıyla konuşmasında geçen birçok noktaya değinilmesi gerekir."

"Birincisi: Doğrusu Blears, RAND Think-Tank Kuruluşu'nun radikalizm bakımından Müslümanları gruplara ayıran "Sivil-Demokratik İslâm" başlıklı raporunda geçenlere benzer bir politika ortaya koymuştur. Dolayısıyla hükümet, şimdi tüm örgütleri ele alacak ve şiddet benimseyenleri yasaklayacaktır. Ayrıca Blears, liberalizmle çatışan İslâmî sosyal ve siyasî görüşlere sahip örgütler üzerinde de belirsizliklere yer bırakmıştır. Bunu da devlet tarafından laik liberal sesler oluşturulup güçlendirilinceye kadar şu anda kendisi ile birlikte çalışılması gerekse bile bu örgütlerin fikirlerine karşı çıkmak için çalışacağı şeklinde ifade etmiştir."

"İkincisi: Bir kez daha zorla entegrasyon programını, yani Müslümanların Batı liberalizm değerlerini benimsemeleri gerektiğini ifşa etmiştir: Batılı toplumların kadınlara muamelesini görmezden gelmeliler, livatayı kabullenmeliler ve hiç eleştirmeden demokrasiye teşvik etmelerinin yanı sıra kerîm Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sîretine tabi olup Nübüvvet Minhâcı Üzere Râşidi Hilâfet'in kurulmasına destek vermek gibi İslâmî fikirleri terk etmeliler."

"Üçüncüsü: Blears ayrıca mescitler ile Müslüman nesillerin derneklerini kontrol etmeye ve genç liderlik programları aracılığıyla itaatkâr bir liderlik oluşturmaya yönelik hükümet programını ifşa ettiği gibi imamların dışarıda doğmuş olması hakkında da saçma argümanlar dile getirmiştir. O halde Piskopos York, Bishop ve Rochester, Büyük Britanya dışında doğmalarından ötürü Anglikan Kilisesini de mi şikâyet etme niyetindedir? Zîra dinî kuruluşların işlerine müdahale eden bir devlette daha önce hiç görülmemiş bir yöntem ile mescitlere müdahale etmeyi planlamaktadır. Bu da bu müdahalelerin İngiltere'de "inanç özgürlüğü" görüntüsü vermemesi bakımından objektif gözlemciler açısından sadece liberal demokraside yatan zayıflık intibasının güçlenmesine yol açacaktır. Ancak bunlar, İngiliz Devleti'nin insanların dinî inançlarına bakışına daha fazla Stalinci ve kontrolcü görünümü vermektedir."

"Son olarak; Blears'ın konuşması, esasen aldatıcı bir konuşmadır. Zîra bir taraftan masadaki meselelerin farklılığını anlamaya çağrıda bulunurken, diğer taraftan "Müslüman halkların üstünlüğüne" ve Birleşik Krallık'ta dinsel bir devletin kurulmasına çağrılar hakkında yalanlar ve imalar yaymakta, İslâmî âlemdeki direniş ile "terörü" birbirine karıştırmaktadır. Ayrıca "Birleşik Krallık dış politikasının, dünya boyunca Müslümanların güvenliğini ve haklarını himaye etmeye yönelik çalışma keyfiyetinin" izah edilmesine çağrıda bulunmaktadır. Fakat Irak ve Afganistan'daki bir milyondan fazla insanın ölmesini görmezden gelmektedir. Böyle bir işin ve meşguliyetin aktörlüğünü yapmak, "bir tür şikayet ve sitemdir." Blears, "İsrail'e" düşman Müslümanların tutumu ile anti-semitizmi birbirine karıştırarak Filistin konusunun ele alınmasını önlemeye çalışmaktadır. O bir kez daha Müslümanların, 11 Eylül olaylarından önce başlayan Batı dış politikası ile meşgul olması fikrini yaymaktadır ki bir şekilde insanların öfkesinin aslında şiddet ideolojisine kök salması gerektiğini göstermektedir. Böylelikle de 1991 Körfez savaşını, peşi sıra gelen cezaları, geçen on yıl içerisinde tekerrür eden ve yarım milyon çocuğun katledilmesine yol açan saldırıları ve gasıp "İsrail'in" Filistin'deki işgaline verilen koşulsuz desteği görmezden gelmektedir. İşte tüm bu hususlar, devlet bakanlarının tartışmalarındaki aldatıcı yapıyı göstermektedir."

"Bu program, başarılı olmayacaktır. Bu da yalnız yüce İslâmî değerlerdeki potansiyel güçten dolayı değil aynı zamanda hem insanların "yıkılan İngiltere'deki" sosyal, siyasî ve iktisadî sorunları görmelerinden, hem de insanların süslerin arkasındaki hakiki politikaları müşahede etme kabiliyetlerine inancımızdan dolayıdır."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Kudüs Sakinlerinin Tehcir Edilmesi, Yöneticilerin ve Barış Peşinde Soluk Soluğa Kalanların Alınlarında Bir Utanç Lekesidir

Hizb-ut Tahrir'in Filistin'deki Medya Bürosu üyesi Mühendis Ahmed el-Hatîb, el-Aksâ altında yürütülen "İsrail" kazılarına, Kudüs'teki Filistinlilerin evlerinin yıkım politikasına ve binlerce Kudüslünün evlerinden tehcir edilmesine ilişkin değerlendirmesinde şöyle dedi: "Mübarek arzı gaspeden bu varlığın yaptıkları, yeni veya garip olan bir şey değildir. Bilakis bu yaptıkları, şehri Yahudileştirmeye ve sözde heykellerinin rüyası peşinde koşarak mübarek Mescid-il Aksâ'nın temellerini zayıflatmaya dönük kapsamlı planın bir parçasıdır ki bu plan, şehir işgal edildiğinde başlamış ve değişen hızıyla hala devam etmektedir. Nitekim Silvan şehri üzerinden yayılan son kazı izleri, bu ayın başında  Kudüs ilkokul kızlarının maruz kaldığı ve 14 öğrencinin yaralanmasına yol açtığı toprak kaymaları ile ortaya çıkmıştır." el-Hatîp şöyle ekledi: "Bu, gasp edilen bir arz üzerinde kurulmuş bir devlet açısından hiç de garipsenecek ve kınanacak bir şey değildir. Aksine garipsenecek, kınanacak ve eleştirilecek olan şey Arap yöneticilerinin, Müslümanların ve sözde barış peşinde soluk soluğa kalanların içerisine gömüldüğü sessizliktir. el-Aksâ'nın altındaki tüneller neredeyse el-Aksâ'yı yerin derinliklerine gömecekken yöneticilerin dikkatlerini, ilaç, gıda ve hafif çaplı silahların Gazze halkına ulaşmasını engellemek amacıyla Gazze ile Mısır sınırı üzerindeki tünelleri gözetmeye odaklaması inanılmaz bir durumdur. Bu kimselere göre Gazze'ye yaşam ve direnme dayanaklarının sokulması affedilmez bir cürüm iken, el-Aksâ'nın yıkılması, halkının tehcir edilmesi ve evlerinin yıkılması dikkate alınması gereken bir meseledir!"

el-Hatîb şöyle ekledi: "Yahudi varlığının planlarını uygulamaya devam etmesinde hiçbir şeyi umursamaması, 1969 yılında Mescid-il Aksâ'nın yakılmasından geçenlerde Gazze'de işlenen iğrenç katliama kadar bu planlara karşı gerçek bir tepkinin olmaması yüzündendir. Eğer Yahudi varlığı, Arapların ve Müslümanların yöneticileri tarafından temellerini sarsacak ve binalarını yıkacak bir tepki görseydi Müslümanların kanlarının hurmâtına ve Ümmetin mukaddesatına saldırmaya tevessül edemezdi. Ne var ki o, her ne zaman katliama ve yıkıma girişse peş peşe gelen hıyânet müzakereleri ve teslimiyetçi girişimlerin sunulması yönünde daha hızlı adımların atılması ile karşılaştı." Ve şöyle ekledi: "Bu davranışlar, barış hayali peşinde soluk soluğa kalan herkese, bu Yahudi varlığının onu planlarından vazgeçirecek, dahası onu kökünden kazıyacak caydırıcılık ve kuvvet dilinden başka bir şeyi anlamayacağı mesajını vermektedir. Devletlerarası kurumlara, Güvenlik Konseyi'ne ve benzerlerine çağrıda bulunma dili ise, delik deriyi şişirmekten öte bir şey değildir. Bu nedenle iş işten geçmeden el-Aksâ'yı, Kudüs'ü ve bir bütün olarak Filistin'i Yahudilerin pençelerinden kurtarmak için tüm Müslümanlar kıyama kalkmalıdırlar. Bu da mukaddesatlarına, dinlerine ve ehline yardım etmek üzere harekete geçmeleri için kışlalarına çakılan ordularına doğrudan baskı yapmalarıyla mümkündür. Bu ordular, böylesi musibetlerde harekete geçmezlerse Allah aşkına ne zaman harekete geçecekler?!" el-Hatîb, İslâmi Ümmeti, Ümmetin mukaddesatlarını koruyacak ve topraklarını günahta haddi aşanlardan kurtaracak Hilâfet'in ortaya çıkarılması için çalışmanın gerekliliğine çağrıda bulunarak şöyle dedi: "Zira Filistin'in el-Fâruk Ömer tarafından fethedilmesi, komutan Salâhaddin tarafından Haçlıların pisliğinden kurtarılması, Sultan AbdulHamid'in koruduğu gibi Filistin'in korunması Hilâfet ile olmuştur. Yine Kudüs ve Filistin, Yahudilerin pençesinden Nübüvvet Minhâcı Üzere İkinci Râşidi Hilâfet ile kurtulacak ve Allah'ın izniyle Müslümanların dârının merkezi olacaktır."

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Filistin
Medya Bürosu

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hilâfet Devleti, İslâmi Ümmet'in Yegâne Küresel Liderliği Olacaktır

Hizb-ut Tahrir, bugün basın kulübünde "Güney Asya Kuvvetleri, Hindistan Geçit Koridoru, Amerika ile Ticaret ve Yatırım Anlaşması / Harici Siyasete İlişkin İslâmi Model" başlıklı bir konferans düzenledi. Moderatörlüğünü Hizb'in Bangladeş'teki Resmi Sözcü Yardımcısı Murşidîl Hakk'kın yaptığı, Şeyh Memnûr Raşîd, Mustafâ Menhâz ve Abdullah el-Me'mûn'un katıldığı konferansın açılış konuşmasını Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcüsü Muhyiddîn Ahmed yaptı.

Muhyuddîn Ahmed konuşmasında, peş peşe Bangladeş yönetimine gelen hükümetlerin, sömürgecilere bağlılığı ve çıkarlarına hizmet etmeyi alışkanlık haline getirdiklerini ifade etti. Nitekim Şeyh Hasina liderliğindeki mevcut hükümet, daha önceki hükümetlerin aynı çizgisini takip etmiştir. Ayrıca İslâmi Ümmet'in, Müslümanlara dünyanın liderliğini sağlayacak olan İslâm'ın harici siyâsetine geri dönmesi gerektiğini teyit etti.

Hilâfet Devleti'nin Harici Siyaset Modeli:

Küresel Liderlik: İslâmi Devlet'in harici siyaseti, İslâm'ın dünyaya yayılması, diğer dinlere, milletlere ve inançlara egemen olması esasına dayanır. Nitekim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sahabesi, dönemin en zorba iki gücü olan Fars ve Rum devletlerini kahr'u perişan edip devletlerarası arenadan silerek bu vizyonu gerçekleştirmiş, arından da on yıllarca dünyaya liderlik eden İslâmi Devlet'in azim kulesi oluşmuştur.

İnşâAllah yakında kurulacak olan Hilâfet Devleti, halklarıyla, servetleriyle ve ordularıyla İslâmi alemin beldelerini birleştirecektir ki bu da büyük devletler ile rekabet eden bir süper güç olarak kendisini devletlerarası sahneye dayatma imkanı verecektir. Böylece bu devletlerin nüfuzunu silecek, onlara ve devletlerarası konuma tahakkümlerine son verecektir.

Sanayileşme Politikası: Hilâfet Devleti, harici siyasetini uygulayabilmek için harp esasına dayanan güçlü bir sanayi sektörü kuracak, çelik, demir, kömür ve maden çıkarma sanayisi gibi savaş silahı ve ağır sanayinin geliştirmesi yoluna gidecek, ağır sanayiye hizmet edecek farklı endüstri kollarının gelişimi için gerekli idari ve iktisadi uzmanlıkları temin edecek, harp sanayisine hizmet edecek şirketler inşa edecek, sanayi makinelerinin ihtiyaç duyduğu çelik, demir ve kimyasal maddelerin üretilmesi için bedava toprak kiralayarak finansman desteği sağlayacak, ender bulunan kimyevi maddeler veya değerli madenler gibi devletin ihtiyaç duyduğu ağır sanayiyi kurmak isteyenlere faizsiz finans kredileri verecek.

Ordunun Güçlendirilmesi: Hilâfet, İslâmi orduyu güçlendirmek için aşağıdaki işleri yapacaktır:

Ordunun İslâmi akidenin dünyaya egemen bir risâlet olarak yayılmasının zorunluluğu kültürü ile kültürlendirilmesi, gerekli askerlerin istihdam edilmesi, eğitilmesi ve ordu için yeterli bütçenin gözetilmesi, 15 yaşını doldurmuş mükellefiyete ehil her Müslümanın askeri becerilerle eğitilmesi.

Muhyiddîn Ahmed konuşmasını bitirdikten sonra farklı kesimlerden konferansa katılan yüzlerce kişi tarafından yöneltilen pek çok soruya cevap verdiği tartışma faslı başladı.

Muhyiddîn Ahmed
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü
Bangladeş

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, "Pakistan, Hilâfet'e ve İslâmi Alemin Birleşmesine Doğru" Başlıklı Hizb-ut Tahrir'in "Manifestosunu" Yayınlama ve Dağıtma Kampanyasına Başlıyor

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilâyeti, Lahor'da, "Pakistan, Hilâfet'e ve İslâmi Alemin Birleşmesine Doğru" başlıklı Hizb-ut Tahrir'in "Manifestosu" adında genel resmi bir beyanın yayınlanarak dağıtımına başlanacağını açıklamak amacıyla genel bir toplantı düzenledi. Toplantıda konuşan Hizb-ut Tahrir / Pakistan Resmi Sözcüsü Nâvid Butt şöyle dedi: "Hizb-ut Tahrir, Hilâfet Devleti'ni kurmak için elli küsur yıldır İslâmi Ümmet'in içerisinde çalışmaktadır. Hatta Hizb, dünyanın en büyük siyâsi İslâmi hizbi haline gelmiştir. Hizb, İslâm mefhumları ve Hilâfet Devleti'nin tatbik keyfiyeti hususunda Müslümanları bilinçlendirmek amacıyla pek çok kitap, kitapçık ve neşriyat yayınlamıştır. Bugün ise Hizb, yönetim nizamı, iktisat nizamı, içtimâi nizam, ukûbat nizamı, harici siyaset, dahili siyaset, eğitim ve medya siyaseti hakkında kısa bir görüntünün verildiği birçok parçadan oluşan bir "Manifesto" kitapçığı hazırlayarak Ümmet'in kalkınması projesine yeni bir katkıda bulunma adımı atmıştır. Yine kitapçığın son sayfalarında Hizb'in tanıtımı ve çalışması da yer almıştır. Kitapçık, Pakistan'da Hilâfet Devleti'nin kurulması ve İslâmi alemin diğer beldelerinin ona ilhâk edilmesi amacıyla çalışılması noktasında Ümmeti, şer'î vecibesini yapmaya davet etmektedir. Kitapçık, İngilizce ve Urduca dilleri ile yayınlanmıştır."

Katılımcılarla tartışması çerçevesinde Nâvid Butt, Müslümanların, İslâm ile hükmeden birden fazla devletin olmasının câiz olmadığını, bu devletin de kendilerini bir araya toplayacak olan Hilâfet Devleti olduğunu, bunun için de İslâmi Ümmet'in İslâm'dan tamamen uzak vatancı ve laik mefhumlara dayanan 57 devletçiğe parçalanması şeklinde bir fikre İslâm'da yer olmadığını belirterek Pakistan'daki Müslümanları, İslâm Nizamı'nı ve tatbik keyfiyetini anlamaları için Hizb ile kenetlenmeye, sürekli ilişki kurmaya ve şebâbı ile konuşmaya davet etti. Toplantının yanı sıra yönetim nizamına, iktisat nizamına, içtimâi nizama, ukûbat nizamına, harici ve dahili siyasete, eğitim ve medya siyasetine değinen Hizb'in kitaplarına ek olarak İslâmi akideyi arz eden kitaplar ile Hizb'in dünyadaki faaliyetleri hakkındaki neşriyatlarına yönelik bir sergi açıldı.

Nâvid Butt
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcüsü
Pakistan Vilâyeti

Devamını oku...

Bir Sorunun Cevabı

Soru: Pakistan Hükümeti, 15 Şubat 2009'da, Pakistan Talibanı destekçileri ve Tatbiku'ş Şerîa el-Muhammediye Cemaati ile bir anlaşmaya vardığını açıkladı. Anlaşma maddeleri, Svat Vadisi bölgesinde İslâm'da ukûbat nizâmının tatbik edilmesini içermiş ve Taliban hareketi de ateşkes ilan etmiştir... Zîra Taliban Hareketi Resmî Sözcüsü Muslim Hân şöyle demiştir: "Taliban Hareketi, iyi niyet gösterisinde bulunmak için tek taraflı ateşkes ilan etmiştir. Dolayısıyla savaşçılarımız, Pakistan güvenlik adamlarına ve hükümet kurumlarına saldırmayacaktır." Ancak o, savaşçıların mevzilerinde kalmaya devam edeceklerini ve uğrayacakları herhangi bir saldırı karşısında kendilerini müdafaa edeceklerini de eklemiştir. Anlaşma, dâhili ve hârici olmak üzere birçok eleştirilere yol açmıştır.

O halde bu anlaşmanın arka planında ne vardır? Svat Vadisi'nde barışı sağlayacak mıdır?

Cevap: Tatbiku'ş Şerîa el-Muhammediye Cemaati'nin, Hükümet ile Svat Vadisi'nde yaptığı bu anlaşmanın ilk kez yapılan bir anlaşma olmadığına dikkat çekilmesi kaçınılmazdır. Zîra iki taraf arasında 1994, 1999 ve 2007 yıllarında da bu anlaşmaya benzer anlaşmalar imzalanmıştır. Ancak bu anlaşmalar, uzun ömürlü olmamış, her defasında Pakistan Hükümeti, bu anlaşmaları kendi özel maksatları için kullanmış ve bu defa da Hükümet'in bu anlaşmaya bağlı kalma niyetinde olduğu görünmemektedir. Râcih olan; Hükümetin, pek çok hedefe ulaşmak için bu anlaşmayı istismar edecek olmasıdır ki bunlardan bazıları şunlardır:

Birincisi: Pakistan ordusu, kabîleler bölgesindeki Taliban Hareketi, Beytullah Mesûd ve "Tahrîku Talibanı Pakistan" Cemaati ile savaşa girmişken aynı zamanda Svat'taki silahlı gruplarla çetin bir savaşa bulaşmak istememektedir. Yani bu anlaşma, başka yerlerde kullanılması amacıyla kendi saflarını dağıtması için Pakistan ordusunun önünde bir saha açacaktır.

İkincisi: Pakistan Hükümeti, bu anlaşma yoluyla Svat Talibanı ile el-Kaide yanlısı Taliban'ın saflarını parçalamayı hedeflemektedir. Nitekim Pakistan'ın Washington'daki Büyükelçisi Huseyin Hakkânî şöyle demiştir: "Bir taraftan el-Kaide ile Taliban silahlı gruplarının, diğer taraftan da şeriatın tatbiki için çalışan Svat'taki yerel hareketlerin saflarını parçalamaya çalışıyoruz. Bu da teröristlere karşı yerel sakinleri inkılâba, dolayısıyla da teröristlerin kuşatılmasına ve bitirilmesine sevk edecek ordu ile siyasî stratejinin realitesinin bir parçasıdır."

Üçüncüsü: En önemli hedef budur ki Amerika, ilkbaharda Afganistan'da bir saldırı planlamaktadır. Nitekim bu maksatla on yedi bin (17.000) ek asker göndermiştir ve bu ek takviye ile Afganistan'daki Amerikan kuvvetleri %40 oranında artacaktır. Bu ek kuvvetler, zırhlı "Stryker" araçları ile donanımlı sekiz bin (8.000) deniz piyadesi, dört bin (4.000) kara kuvvetleri ile beş bin (5.000) destek personelinden oluşmaktadır. Bu kuvvetler, Kâbil'i kuşatan bölgelerdeki işgalin pençesini güçlendirmek ve başkenti kuşatarak sarmalayan yolları korumak amacıyla -genellikle yaz ayında tırmanan- muharip operasyonlarda kullanılacaktır. Bunların da ötesinde 2009 Ağustosta yapılacak devlet başkanlığı seçim sürecinin güvenliği için Afganistan'ın Güneyindeki NATO kuvvetlerini desteklemek amacıyla kullanılacaktır.

Dördüncüsü: Afganistan'da istikrarı oluşturmaya yönelik Amerikan planına destek verilmesi içindir. Zîra Amerika, Pakistan ordusunu, Svat'taki silahlı gruplarla geçici anlaşma yapmaya sevk etmiştir ki böylece ordu, çabalarını kabîleler bölgesine yoğunlaştırsın. Bunun yanı sıra bu plan, Pakistan'ın hazır olmasını ve Hint sınırı ile meşgul olmamasını öngörmektedir. Bu nedenle Amerika, kendi dostu Pakistan Hükümeti'ne Hindistan'ı hoşnut etmesini, ardından da onunla olan gerilimi bitirmesini emreder etmez Hükümet, buna icabet ederek Başbakanın İçişleri Danışmanı Rahmân Mâlik, Bombay olaylarında Pakistan'ın kısmen sorumlu olduğunu açıklamıştır. Pakistan Hükümeti'nin Bombay olaylarından kısmen sorumlu oluğunu açıklamasından birkaç gün önce de Amerikan yanlısı Hindistan'daki Baharatiya Cenata [BJP] Partisinden "Singh Modi", Pakistan ile gerilimi tırmandıran Kongre Partisine öfke kusmuştur. Zîra söz konusu partinin üyesi, Bombay olaylarında içsel faktöre yoğunlaşarak şöyle demiştir: "Bombay olayları hakkında en ufak bilgi ve deneyime sahip olan Hindistan'daki hangi vatandaşa sorarsak soralım bize diyecektir ki bu olaylar, içeriden destek alınmamış olsaydı kesinlikle meydana gelmezdi." Dolayısıyla Pakistan ve Cenata Partisi'ndeki her iki Amerikan ajanı da Zerdâri Hükümeti ile Kongre Partisi liderliğindeki Hindistan Hükümeti arasındaki gerilimin düşürülmesine katkıda bulunmuşlardır. Bu da Kongre Partisi'nin Pakistan'a yönelik askerî operasyon yönünde kullanacağı bir gerekçe üretememesinden dolayıdır. Tüm bunlar da Amerika'nın, kabîleler bölgesinde kendisi ile ortak askerî eylemler yapması için Pakistan ordusunu boşa çıkarmak amacıyla Pakistan-Hindistan sınırındaki gerilimi bertaraf etmek istemesinden dolayıdır!

Beşincisi: Svat Anlaşması hakkındaki çelişkili Amerikan açıklamalarına gelince; mülahaza edilen odur ki anlaşmanın ilanı, "Holbrook'un" Pakistan'dan ayrılmasından sonra gelmiştir ve bunun Amerika'nın bilgisi dışında olduğu düşünülemez. Bunun yanı sıra Amerikan resmî yetkililer tarafından yapılan ilk açıklamalar, NATO ile İngiltere'nin açıklamalarının aksine anlaşmayı övücü açıklamalardır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı "Gordon Duguid", Savunma Bakanlığı'ndaki Pakistan resmî yetkililerinin anlaşma hakkında belirttiklerini yineleyerek şöyle demiştir: "İslâmî hukuk, Pakistan anayasasının bir parçasıdır. Dolayısıyla Pakistan dışındaki herhangi bir kimsenin, özellikle de bu kürsüde bulunan bir kimsenin bu meseleyi tartışması için bir gerekçe göremiyorum." Gazetecilerden birinin, bunu Pakistan Hükümeti ile Taliban Hareketi arasındaki bir anlaşma olarak tanımlaması üzerine ise ona şöyle cevap vermiştir: "Pakistan'da meydana gelen duruma yönelik tespitinizden emîn değilim. Bu nedenle bunu size açıklaması için sizi, Pakistan Hükümeti'ne havale ediyorum." Bu açıklamalar, İslâmâbâd'daki İngiliz Yüksek Komiseri tarafından yapılan açıklamalarla çelişmektedir. Zîra o, şöyle demiştir: "Bir önceki barış anlaşması, kapsamlı ve Svat sorununa yönelik kalıcı bir çözüm olmamıştır. Bu anlaşmanın da şiddeti sona erdireceğinden ve şiddetin artmasına yönelik geniş bir alan oluşturmayacağından emin olmalıyız."

Altıncısı: Holbrook'un anlaşma hakkındaki sert açıklamalarına gelince; bundan kasıt bir taraftan NATO, Hindistan ve diğer ülkelerin ortaya koyduğu çekinceleri gidermektir. Diğer taraftan ise Washington'un, anlaşmanın maksadının aşılmaması şeklinde Pakistan ordusuna güçlü bir mesaj vermek istediğini göstermektir. Anlaşmanın maksadı ise, orada geçici bir sakinlik oluşturup Afganistan ile Pakistan-Afganistan sınırındaki Taliban ile savaşa intikal etmek, ardından da Svat'taki silahlı grupları bitirmektir. Çünkü Amerika, Hükümet'in kabîleler bölgesindeki silahlı gruplarla benzer bir anlaşma yaptığı 2006 yılının tekerrür etmesini kabullenmeyecektir. Nitekim o tarihte silahlı gruplar, kendilerini toparlamaya başlayarak Afganistan içerisinde silahlı saldırılarda bulunmuşlardır. Bu nedenle Pakistan ordusu, anlaşma imzalanmasına rağmen Svat Vadisi'ndeki kuvvetlerini çekmeyecektir.

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Cemaat-i İslâmi'deki Kardeşlerimize Bir Nasihat: Çin Komünist Partisi ile Mutabakat Anlaşması İmzalanması, Doğu Türkistan-Sing Yangh Bölgesindeki Müslümanların Yarasına Tuz Basmaktır

Pakistan'daki Cemaat-i İslâmî'nin Çin Komünist Partisi ile imzaladığı mutabakat zaptı, Şeriata muhalefet etmektir. Zira bu anlaşmaya göre Cemaat-i İslâmi, Çin'in Doğu Türkistan bölgesinde hakkı olduğunu itiraf etmiştir. Oysa Çin, 1949 yılından bu yana bu İslâmi bölgeyi gasp etmektedir. Ancak Cemaat-i İslâmi bu anlaşmayı imzalayarak Doğu Türkistan bölgesinde Çin'e hak vermiş ve "her şeyden önce Çin'in" politikasını desteklemiş olmaktadır.

Doğu Türkistan bölgesine ilişkin şer'î hüküm; Filistin, Keşmir ve Çeçenistan'ın hükmü ile aynıdır ki o, bu beldeler, işgal edilmiş İslâmi beldelerdir ve bunların Sömürgeci Kâfirden kurtarılması İslâmi Ümmet'e vâciptir. Her ne kadar bugün Ümmet, boynuna musallat olan ajan yöneticiler yüzünden bu beldeleri kurtarmaktan aciz veya geri kalmış olsa bile bu, hiç bir kimsenin veya makamın kendisini Ümmet'in temsilcisi yerine koyarak bu toprakları Kâfirlere terk etmeleri için bir gerekçe oluşturmaz. Ayrıca bu anlaşmaya göre Cemaat-i İslâmi'nin, artık Çin'in içişlerine müdahale etme hakkı kalmayacaktır ki bu da Cemaat-i İslâmi'nin, mescitlere saldırmak, Müslüman kardeşlerimizi ve bacılarımızı katletmek gibi oradaki Müslümanlara yönelik Çin'in cürümleri karşısında sessizliğe mahkûm olması demektir. O halde oradaki Müslüman kardeşlerimizin bu şekilde kolay bir lokma olarak Kâfire teslim edilmesinden daha açık bir yüz üstü bırakma var mıdır?

Cemaat-i İslâmi, laik, komünist partiler ve küfür akidesine dayanan devletler ile kardeşlik bağlarını güçlendirmek yerine Hilâfet Devleti'ni kurmak için çalışmalıdır. Bizler, tüm İslâmi hareketleri, "her şeyden önce Çin'in" politikasını benimsemek yerine "Tek Bir Ümmet ve Tek Bir Hilâfet" mefhumunu benimsemeye çağırıyoruz. Allah'ın izniyle Müslümanlara zulmeden herkesin karşısında duracak ve işgal altındaki İslâmi beldelerin kurtarılması için cihâd ilân edecek Hilâfet Devleti'nin kurulması uzun sürmeyecektir. İşte o ana kadar Cemaat- İslâmi de dahil İslâmi hareketler, sabretmeliler, sabrı tavsiye etmeliler ve dinlerine azı dişleri ile sımsıkı sarılmalılar.

 

Şehzâd Şeyh
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Vekîli

Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik Serbest Kalmıştır

Hizb-ut Tahrir'in Türkiye Vilâyeti'ndeki Resmî Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hakkında Hizb-ut Tahrir üyeliği ve mevcut laik (dinsiz) cumhuriyet düzeninin yerine Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışmak gerekçesiyle verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının Yargıtay'da onanıp Sincan F-Tipi Cezaevi'ne konulmasının ardından bugün 20 Şubat 2009'da serbest bırakıldı.

O dönemde "yaftalamadan düşünmek için" sloganı ile yayın yapan, insaftan ve Allah korkusundan yoksun yayın organları, Hizb-ut Tahrir'in Türkiye'deki Resmi Sözcüsü Sayın Yılmaz Çelik'i İngiliz türemesi Ergenekon Terör Çetesi ile ilişkilendirme cüretinde bulunarak iğrenç bir iftira kampanyasına imza attılar. Hizb-ut Tahrir'in, ideolojisi İslâm olan bağımsız ve küresel bir siyâsî parti olduğunu bilmelerine rağmen söz konusu yayın organları, bir kaçı müstesna, birbiri ardına gönderdiğimiz tekzip metinlerini yayınlamaktan imtina ettiler. Umuyorlardı ki atılan bu iğrenç iftira, İslami Ümmetin samimi evlatları ile Müslüman Türkiye Halkı arasında bir duvar oluşturur.

Öte yandan bu iftira kampanyasının nedenlerinden biri de Sayın Yılmaz Çelik'in Türkiye'de etki ve yetki sahibi kimseler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, siyasi partiler, milletvekilleri, dernekler, vakıflar, yazarlar, akademisyenler ve medya çevreleriyle, İslâmî Ümmet'in mevcut durumu, İslâmî çözüm yolları, Hilâfet'in farziyeti ve Hizb-ut Tahrir'in dünya çapında yürüttüğü dâvet çalışması hakkında bilgilendirmek kastıyla, karşılıklı ihtiram çerçevesinde gerçekleştirdiği temaslar ile söz konusu çevrelere İslam'ın siyasi fikirlerini taşımasının, mevcut küfür sisteminde ve Amerikancı Muhâfazakâr-Demokrat AKP çetesinde oluşturduğu rahatsızlıktır.

Bugün Sayın Yılmaz Çelik ve Türkiye Vilayeti'nde sözcülüğünü yapmakta olduğu Hizb-ut Tahrir'e atılan iğrenç iftira ve karalamanın bir kez daha boşa çıktığı, yalancıların bir kez daha rezil oldukları gündür. Ayrıca bugün mevcut demokratik-laik küfür devleti için sonun başlangıcı, yeniden kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti'nin yaklaştığının habercisidir. Zira bugün Sayın Yılmaz Çelik hakkında verilen hapis müddetini Allah'ın yardımıyla tamamlayarak serbest kalmıştır.

Bu vesileyle, bu asılsız ve tiksindirici iddialara prim vermeyerek, yanımızda durup bizi kucaklayan, destekleyen, yardımlarını ve dualarını esirgemeyenlere, bu karalama korosuna katılmayan insaflı medya organlarına ve "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" olan İslâmî Ümmet'in Türkiye'deki tüm yiğit evlatlarına en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Gümrük Müzayedelerinde Satılan Mallar Gasp Edilmiş Mallardır, Bunların Satın Alınması veya Mülk Edinilmesi Haramdır

Deniz Limanı ve Gümrük İdaresi, sahiplerinin almayarak uzun bir dönem gümrükte bekleyen unutulmuş mallar olmaları itibarıyla muhtelif eşyalar, araçlar ve benzerlerini içeren konteynırları satmak için ara sıra müzayedeler düzenlemeyi alışkanlık haline getirdi. Unutulan bu mallar iki türdür: a) Limana ulaşan ve aslen sahiplerinin almaya gelmediği mallar. Bu ilân edilir, ardından da devletin lehine satılır. b) Sahiplerinin gümrük vergisini ödeyemediği veya gümrük yasası ve yönetmeliklerine aykırı olan mallar. Bunlar da devlet lehine satılır.

Bu satış, gazete ve benzeri medya organlarında reklam verilerek açık müzayedeler yoluyla insanlara yapılmaktadır. Bu bağlamda insanlara açıklamak isteriz ki sahiplerinin gümrük vergisini ödeyemediği veya gümrük yönetmeliklerine aykırı olması itibarıyla alıkonan bu mallar, gasp edilmiş mallar olmaları itibarıyla satın alınmaları şeran caiz değildir. Zira ister satmak, ister satın almak, ister hibe etmek, isterse benzeri yollarla olsun gasp edilmiş bir malın mülk edinilmesi şeran câiz değildir. Katâde'den, o da Hasan'dan, o da Semere'den Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: عَلَى اليَدِ مَا أَخَذَتْ حتى تُؤَدِّيَهُ "Aldığı şeyi ( sahibine) iade etmesi ele vâciptir.

مَن اشترى سرقةً وهو يعلمُ أنَّها سرقةٌ فقد شرك في عارِها وإثمها "Her kim, çalıntı olduğunu bildiği halde çalıntı malı satın alırsa, onun utancına ve günahına ortak olmuştur." Gasp ise, haramlılık bakımından hırsızlıktan daha üst derecededir. Bunun yanı sıra İslâm, şer'i vecih dışında insanlardan malın alınmasını haram kılmıştır. Rasul Aleyhi's Salâtu ve's Selâm şöyle buyurmuştur: لاَ يَحِلُّ مَالُ امرِئٍ مُسْلِمٍ إِلاَّ بِطِيْبِ نَفْسِ مِنْهُ "Gönül hoşnutluğu ile olmadıkça Müslüman bir adamın malı helal olmaz." Müslüman ise, ancak şeriat ile hoşnut edilir.

Gümrüğe gelince; o bir vergidir ve ister Müslümanlar isterse de başkaları olsun devletin bunu tebaasından almasını şeriat haram kılmıştır. Ukbe bin Âmir, Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Selem]'in şöyle dediğini işittim dedi: لاَ يَدْخُلُ الْجَنّةَ صَاحِبُ مَكْسٍ "Meks sahibi, Cennet'e giremez."

Ancak vergi, şayet devleti bizim devletimizin tebaasından vergi alıyorsa harbî tüccardan alınır. Zira Müslümanların Halifesi, Müslümanların maslahatı ve rahatı için, onlardan vergiyi muaf tutmak isterse, buna hakkı vardır. Nitekim bugün Müslümanların beldelerinde -ki bunlardan biri de Sudan'dır- devletin tebaasından gümrük alması, şeran haram olup kâfir Batı'yı taklit etmek ve iktisatta onun metodunu takip etmektir. Oysa Allah'ın izniyle gelmekte olan İslâmi Devlet İkinci Hilâfet Devleti kurulduğunda tüm vergiler ile bugünkü mevcut gümrükleri kaldıracağı gibi malı ve tasarrufunu Hanîf Şeriat esasına göre yapacaktır. Bu devlet kurulana kadar devlet ve gümrük idaresi yetkililerine deriz ki, Allah'ın kulları hakkında Allah'tan ittikâ ediniz ve bu gasp edilmiş malları sahiplerine iade ediniz. Muhakkak ki Allah, gözlerin dışarıya fırladığı o günde bunu size soracak ve sizi muhasebe edecek.

İbrâhîm Usmân [Ebu Halîl]
حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcüsü
Sudan Vilâyeti

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER