Pazartesi, 23 Cumade’l Ûlâ 1446 | 2024/11/25
Saat: (Medine Saati İle)
Menu
ana menü
ana menü

Batı Demokrasileri, Müslümanlara Zulmediyor

  • Kategori Danimarka
  •   |  

Danimarka Yüksek Yargısı, 19 Kasım Çarşamba günü, "iki Tunuslu gencin" davası hakkında, hapsedilmesini gerektirecek yeterli gerekçeler olmamasından dolayı Tunus asıllı Müslüman gencin hapsedilmesinin yasaya aykırı olduğuna karar verdi. Kayda değerdir ki bu genç, hukukî bir gerekçe olmaksızın sekiz aydan fazla bir zaman hapishanede kalmıştır. Ancak mahkeme, "devletin güvenliğine tehdit" teşkil ediyorlar gerekçesiyle Tunus asıllı iki Müslüman gencin sınır dışı edilmesine karar veren Entegrasyon Bakanlığı'nın kararına ilişkin bir tavır takınmamıştır. Yine kayda değerdir ki itham edilen bu iki gençten birisi, "kendi isteği" ile Danimarka'yı terk etmeye karar verirken ikinci genç ise, Hükümet'in sınır dışı edememesi üzerine "zorunlu ikâmet" gereğince kalmasına izin verilmiştir. Yüksek Yargı'nın kararına rağmen Hükümet, hem "zorunlu ikâmetini" dayanılmaz bir hale getirmek, hem de onu ve "zorunlu ikâmet" gereği ikâmet eden diğer kişileri "kendiliğinden" ülkeyi terk etmeye zorlamak için "hukukî" olarak bu genci suçlamakta, tehdît ve sıkboğaz etmekte hala ısrar etmektedir.

"İki Tunuslu gencin" davası olarak bilinen bu davanın üzerine yasal şekilde Danimarka'da ikâmet eden Müslümanların sınır dışı edildiği bu dava benzeri pek çok durumun olduğu bilgisine ulaştık. Sınır dışı edilmeleri ise, ne sınır dışı edilene, ne de akrabalarına sınır dışı edilme gerekçelerini öğrenme izni verilmeyen "idârî karar" gereğince gerçekleşmektedir. Bildiğimiz tek bir şey vardır ki o da otoritelerin, sınır dışı edilen kişinin "devletin güvenliğine tehlike" teşkil ettiğini düşünmeleridir. Aynı şekilde sınır dışı edilen kişiye kendisini müdafaa etmesi izni dahi verilmemiştir. Çünkü otoriteler, "delillerin" yargıdan bile gizli kalması gerektiğini düşünmekteler!

Otoritelerin Müslümanları suçlayabilmesi ve sınır dışı edebilmesi için 2002 yılının başlarında çıkan "terör yasası" gereğince delilleri öğrenme ve yargı karşısında nefsi müdafaa hakkı kaldırılmıştır.

Müslümanlara yönelik bu tür polisiye uygulamalar, sadece Danimarkalı otoritelerle sınırlı değildir. Zîra hukukî bir dayanak olmaksızın "hukukî ilkelerin" kaldırılması, Müslümanların suçlanması ve keyfî tutuklamalar, demokratik Batılı devletlerinin hepsinin yaptığı bir iştir. İşte Amerika, senelerdir suçlamaksızın ve hukukî bir dayanak olmaksızın Müslümanları hapsetmekte, Amerikan Merkezî Haber Alma Teşkilatı [CIA] uçakları, Avrupa'da kol gezmekte, Müslümanları kaçırmakta ve soruşturma sırasında "suni boğulma" ve benzeri işkencelerin uygulandığı Avrupa ile Müslümanların beldelerindeki gizli işkence hapishanelerine göndermektedir. İşte bu uygulamalar, "sorgulama yöntemlerini güçlendirme" ve "terörizmle mücadelenin zorunlu araçları" olarak itibar edilmektedir. Bunun yanı sıra Avrupa Birliği, "Ulusal Güvenlik Hizmeti" gerekçesiyle Avrupalı devletlere Müslümanları mescitlerinde ve okullarında takip etme ve gözetleme izni veren terörizmle mücadele kanunu çıkarmıştır.

İngiltere'de ise, bizzat İngiltere İçişleri Bakanlığı'nın 2007 yılı verilerine göre 11 Eylül olaylarından beri sırf terörizm ile ilişkileri olduğu şüphesinden dolayı bin yüz on üç kişi (1113) -ki bunların geneli Müslümandır- tutuklanmıştır ve bunlardan sadece on ikisi suçlanmıştır. Batıdaki terörizm suçlamasına ilişkin bu ve benzeri davalarda kişilerin suçsuzluklarını kanıtlamaları oldukça zordur. Bu da İslâm'ı çarpıtmaya çalışan medya organları ile politikacıların oluşturduğu İslamafobi atmosferinden dolayıdır. Nitekim Müslümanları hukukî dayanaklardan yoksun terörist eylemler işlemekle suçlayan Batıda pek çok karar çıkmıştır. Bilakis bu suçlamalar, mesnetsiz delillere veya işkence altında alınan ifâdelere veya Amerikan ile İsrail istihbaratlarından alınan bilgilere dayanmaktadır.

Hem kanunların, hem de "idâri sınır dışı edilmesi" uygulamasının Danimarka Hükümeti tarafından daraltılması, Batıdaki Müslümanlara karşı yürütülen geniş çaplı hukukî ihlaller operasyonun uzantısından başka bir şey değildir. Bu ihlaller de demokrasinin "kanun devleti" olduğunu ve terörizmle mücadele kanunları yoluyla Müslümanlara özgü bir kanunlar rejimi oluşturulduğunu kanıtlamaktadır. Zîra suçlanan Müslümanlar, bunun aksi kanıtlana kadar veya suçsuzluklarını kanıtlama hakları olmaksızın suçlu olarak itibar edilmektedirler.

Terörizmle savaşın temel bir parçası olarak Müslümanları terörize etmeyi ve onları kontrol altına almayı amaçlayan bu kanunlar, "kanun devleti" olan demokrasi ile Müslümanların beldelerindeki "polis devleti" olan diktatörlük arasındaki farkları ortadan kaldırmaktadır.

Batılı Sömürgeci devletler, sömürgecilik ile ajan diktatör nizâmlar oluşturmak yoluyla İslâmî âlem beldelerindeki Müslümanlara hakim olmalarından sonra Batı beldelerindeki Müslümanlara hakim olmaya çalışmaktalar. Bazılarının İslâmî âlemdeki diktatör nizâmların uyguladığı baskı ve zulümden firar ederek Batıya iltica eden bu Müslümanlar, Batı demokrasilerinde de kendisinden kaçtıkları aynı zulüm ile karşılaşmışlardır. Dolayısıyla onların hali, tıpkı yağmurdan kaçıp doluya tutulan adamın hali gibidir.

Ey Müslümanlar!

Artık açığa çıkmıştır ki ister Batılı demokrasiler olsun, ister İslâmî âlemdeki Batının ajanı olan diktatör nizâmlar olsun bu laik nizâmlar, sizlerin güvenliğini sağlamamıştır, sağlayamayacaktır ve de temel haklarınızı vermeyeceklerdir. O halde şunu iyi bilmelisiniz ki haklarınızı ve güvenliğinizi garanti edecek olan sizleri yaratanın katından gönderilmiş ideolojik adil bir nizâmdır ki o, Hilâfet Devleti ile temsîl edilecek olan İslâm Nizâmı'dır.

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِيـنَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam'ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korkularını güvene çevireceğini vaâdetti. [en-Nûr 55]

Hizb-ut Tahrir / Danimarka, İslâm'a ve Müslümanlara karşı aşırı nefretin ve adavetin had safhaya ulaştığı sizlere uygulanan ve temel haklarınızı çiğnemeyi amaçlayan tüm tehditler ile baskılar karşısında Allah'ın ve Rasulü'nün râzı olacağı hak duruşu ile durmanız ve tek saf olmanız için sizlere seslenmektedir ey Müslümanlar! Kezâ sizleri, haklarınızı garanti edecek, güvenliğinizi gözetecek ve sizleri dünyanın ve ahretin izzetine götürecek Müslümanların beldelerindeki Râşidî Hilâfet Devleti gölgesinde İslâmî hayatı yeniden başlatmak için çalışanlarla birlikte çalışmaya çağırmaktadır.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا اسْتَجِيبُوا لِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْيِيكُمْ "Ey îmân edenler! Allah ve Rasulü sizi, size hayat verene dâvet ettiği zaman icâbet edin!" [el-Enfâl 24]

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Al Birini Vur Ötekine!

CHP lideri Deniz Baykal, 10 Kasım 2008'de partisi tarafından Eyüp'te gerçekleştirilen bir etkinlikte, çarşaflı bir kadına CHP rozeti takarak "öyle istismar olmaz, böyle olur" dercesine bir çıkış yaptı. Bu çıkış, gazetelerin köşe yazarları ve mevcut laik küfür partileri nezdinde bir tartışma konusu haline geldi. Kimi televizyonlar başörtüsünün "üniversitelerde" serbest bırakılmasına dair AKP'nin MHP desteği ile gerçekleştirdiği anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesine götüren Baykal'ın o dönemde örtünme hakkında sarf ettiği sözlerle, bugünlerde söylediği sözleri karşılaştırdı. En son olarak da AKP lideri Erdoğan, sütten çıkmış ak kaşık misali yaptığı 21 Kasım 2008 tarihli açıklamasında şöyle dedi: "Bu konular yıllar yılı bu ülkede istismar edilmiştir. Bu iş konuşulmaz, yapılır. Güzel gelişmeler var. Yani bu tür gelişmeleri hayranlıkla izliyorum, ama temennim odur ki bunlar bir istismar olmasın."

Peki o değil miydi, suret-i haktan görünüp, Müslümanların oyunu aldıktan sonra, Allah'ın emri konusunda "toplumsal mutabakat gerekir" diyerek önce bu Müslüman halkı oyalayıp avutan sonra da yaptığı anayasa değişikliğinin arkasında durmayıp, Anayasa Mahkemesi üniversitelerde başörtüsünün takılmasını iptal ederken açık küfre dayandığı halde "yargı kararına saygı" martavalı ile bu kararı infaz edip, kendini seçen Müslümanlara her zaman olduğu gibi sırtını dönen?

CHP lideri Deniz Baykal'a gelince, görülen o ki bu çıkışında etkili olan husus; demokratik küfür siyasetinde her zaman rastlanan makyavelist anlayışın dışa vurumu olan gündelik ucuz seçim taktiklerinden başka, İngiltere Kraliçesi'nin Türkiye ziyareti sırasında ipuçlarını verdiği Türkiye'ye yönelik yeni İngiliz politikasının rüzgârına kapılmış olmasıdır. Bunun da nedeni öteden beri CHP ve muadili sair sol partilerin takip ettiği İngiliz katı laikliğine karşılık Amerika'nın Türkiye halkına Erdoğan gibi ikiyüzlü siyasetçiler eliyle pazarladığı, İslami duyguları istismar eden "ılımlı laiklik" taktiği ile başarı elde etmesidir.

Bu durumdan kurtulmanın, liberal Amerikan ve dikta İngiliz ajanlarının şirretinden korunmanın tek bir yolu vardır; o da bu çürümüş devleti, tüm kurumları ve yapıları ile yıkmak ve yerine İslâm Akîdesini esas alan teşekküller oluşturmak üzere ikinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmaktır.

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

Devamını oku...

Muhafazakarların Hizb-ut Tahrir Hakkındaki Yalanları, Popülaritelerini Düzeltme Girişiminden Öte Bir Şey Değildir

Geçen Perşembe günü, BBC-1 Televizyon kanalındaki "Khoten Times" programında Muhafazakarların partisinde görevli ve yetkili olan Philip Hmund'ın Hizb-ut Tahrir hakkında dile getirdiği yalanlar, düşen popülaritelerini yükseltmeyi amaçlayan birçok azgın kampanyalarının parçasından başka bir şey değildir. Nitekim Hmund, program sırasında Hizb-ut Tahrir'in "Yahudileri öldürmeye ahdetmiş" bir örgüt olduğunu ifade etmiştir.

Hizb-ut Tahrir'in İngiltere'deki Medya Temsilcisi Tâci Mustafa şöyle dedi: "Geçen haftalarda ifşâ olan David Cameron ile beraberindeki 'Türk gençlerinin' kibirliliği, Rusya'daki zenginlerle olan ilişkilerini zedelediği gibi küresel mâlî kriz sırasındaki güvenilir kişiler görünümleri noktasında karşılaştıkları zorlukları da olumsuz etkilemiştir."

"Bunun sonucunda da George Osborne'nin görevinde kalmasını kabullenmediğini gösteren Muhafazakarların ilkesinin sayın Cameron'un güvenirliğini sorgulamaya başladığı söylentileri ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine tekrar eski alışkanlıklarına dönerek bu defa makinistliğini Nick Giriffin'in yaptığı trene binerek Hizb-ut Tahrir aleyhinde yalancı ve ucuz saldırılara yeltendiler. Zîra Philip Hmund'un açıklaması, ilk kez David Cameron'un ifade ettiğinde çürütüldüğü üzere asılsızdır ve bu, Müslümanlara saldıran diğer politikalarına eklenen başka bir politika sayılır."

"Cameron'ın aldığı destek, öncekine göre en aşağı bir seviyeye düşmüştür ve kendisinin Başbakan olacağını sanması oldukça uzaktır. Dolayısıyla tekrar genelde Müslümanlara, özelde ise Hizb-ut Tahrir'e çamur atan popülarite hamlelerine başvurduğunu görmemiz garip ve şaşırtıcı değildir. Zîra o, insanların yetersiz bilgiye sahip olmalarını istismar ve kaygılarını en kötü şekilde manipüle etmektedir."

 

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Pakistan Silahlı Kuvvetleri, Amerikan Silahlarının, Yakıtının ve İçkisinin Bekçisi Haline Geldi

Bugün birçok gazete, Amerikan kuvvetleri ile NATO kuvvetlerine ait silahların, yakıtın, erzakın ve içkilerin bekçiliğini yapan Pakistan ordusu ile kuvvetlerinin resimlerini yayınladı. Allah'a imân, Allah korkusu, Allah'a takva ve Allah yolunda cihâd şiarına sahip Pakistan ordusu, bizzat Afganistan ile Pakistan'daki Müslümanların katledilmesi, yaralanması için kullanılacak olan silahların, Müslümanları bombardımana tutacak Amerikan tankları ile savaş uçaklarında kullanılacak yakıtın, Alman Hükümeti'nin parlamentodaki ifadesine göre, "kafalarını dindirmeleri ve dertlerini unutmaları amacıyla" şeytanın yandaşlarına gönderilen şarap ile votka şişelerinin bulunduğu erzak torbalarının bekçisi haline gelmiştir.

Mevcut demokratik Pakistan Hükümeti, önceki diktatörlükten "daha iyidir" derlerken gerçekten de doğru söylüyorlar. Ancak ne acıdır ki bu iyilik, sadece Sömürgecilik içindir! Zîra Ümmet bundan, bizzat Sömürgeciden daha sömürgeci kesilen Sömürgeci hükümetler dışında hiçbir hayır görmemiştir.

Bunun yanı sıra "Today Dawn" Gazetesi, Pakistan ordusunun "kendi kardeşlerinin" noktasını titizlikle belirlemeyi başararak Amerikan savaş uçaklarının onları bombalamasına imkân verdiğinin belirtildiği Pakistan ordusu hakkında bir rapor yayınladı. Yoksa bu yardım olmasaydı, Müslümanların yerini bulmak nerede, Amerikan ordusu nerede? Ancak Gilânî, Zerdarî, Rahmân Mâlik gibi politikacılar ile Keyânî gibi hain askerlerden oluşan bir çete, dünyanın en büyük yedinci düzenli ordusuna, uzak menzilli füzelere ve nükleer silaha sahip yüz altmış (160) milyonluk güçlü bir beldeyi Sömürgeci Kâfirlere teslim etmiştir. Oysa Pakistan, sahip olduğu imkânlarıyla Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerini söküp atmaya muktedirdir. Ancak bu, ajan yöneticilerden kurtulup Hilâfet kurulmadıkça imkânsızdır.

Ey Silahlı Kuvvetler İçerisindeki Muhlisler!

Önünüzde Hilâfet'in kurulması durumunda hemen tatbik edilebilir pratik İslâmî bir anayasaya sahip olan Hizb-ut Tahrir'in temsîl ettiği muhlis evrensel bir liderliğin durduğunu hatırlatırız. Ayrıca Hizb, Arap beldelerini ve Müslüman Orta Asya beldelerini kurulması halinde Hilâfet Devleti'ne ilhak etmek üzere önceden tüm hazırlıklarını yapmıştır. O halde Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye koşunuz ve Rabbiniz ile buluşacağınız o günü hatırlayınız. Zîra O, yaptıklarınızdan dolayı sizleri hesaba çekecektir.

يَوْمَ تَشْهَدُ عَلَيْهِمْ أَلْسِنَتُهُمْ وَأَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ "O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir." [en-Nûr 24]

 

İmrân Yûsufzây

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

Tek Ümmet, Tek Halife, Tek Sancak, Tek Ordu ve Tek Toprak!

AKP Hükümeti Başbakanı R. Erdoğan'ın 2 Kasım 2008'de Hakkâri'de söylediği "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Buna karşı çıkanın Türkiye'de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin." sözü kuyuya attığı taşlardan bir taş olarak günlerdir tartışılmaktadır. Öte yandan R. Erdoğan, yerel seçimlerin yaklaştığı bir süreçte etrafında çelik yelekli korumalarla etten duvar örülerek gerçekleştirdiği doğu ve güneydoğu ziyaretleri kapsamında DTP ile de göstermelik bir kavgaya girişti.

Hâlbuki DTP'nin "konfederasyon veya eyalet sistemi" talepleri ile AKP'nin ila nihaye hedefi olan "başkanlık sistemi" arasında sadece söylem farklılığı bulunmaktadır. Ayrıca sivil olarak vasfedilen yeni bir anayasanın içeriği konusunda da hem fikirdirler. Her ne kadar tartışmalardaki üslup sert gibi görünse de, yapılan suni atışmalarla hem, IMF ile önce zemini hazırlanan, G-20 toplantısında da temelleri atılan anlaşma perdelenmiş, hem de ileride daha geniş tartışılacak olan, "Kürt Sorunu"nun siyasi çözümü olarak gösterilen "Konfederasyon Modeli" konusu ısıtılmaya başlanmıştır. Mali kriz dolayısıyla yıkımı artan Müslüman Türkiye halkının sorunları yerine, bu seviyesiz tiyatro atışmaları kamuoyunda uzun uzadıya gündemi işgal etmiştir.

Bununla birlikte Müslüman Türkiye halkı bu tiyatrocu yöneticilere karşı uyanık olmalı, kuyuya attıkları taşları çıkarmak için değil, bu yöneticilerden bir an önce kurtulmak için Hizb-ut Tahrir'le birlikte çalışmalıdırlar. Böylece bütün Müslümanlar muhakkak ki Allah [Subhânehu ve Te'alâ]'nın vaadi, Rasûlü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesiyle, çok yakında İkinci Raşidi Hilafet Devleti ile "Tek Ümmet, tek Halife, tek sancak, tek ordu ve tek toprak" üzerinde bir araya gelecek, bu topraklarda vatandaş olarak değil, geçmişte olduğu gibi kardeş olarak yaşayacaklar, muhakkak ki halkının meselelerinden kopuk, sömürgeci kafir efendilerinin sözünden çıkmayan, fitneci fikirlerin tatbikçisi bu hain yöneticiler de, kukla olarak işgal ettikleri makamları "terk" edeceklerdir.

وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ Zulmedenler yakında nasıl bir inkılapla devrileceklerini bileceklerdir.[Şuarâ 227]

 

 

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir

Resmî Sözcü Yardımcısı
Türkiye Vilâyeti

 

Devamını oku...

Nihayet Güvenlik Anlaşması'nın "Saptırılması ve Düzenlenmesi" Maskaralığı Sona Erdi ve Irak Hükümeti, Irak'a Yönelik Amerikan Vesayetinin Meşruiyetini Onayladı

  • Kategori Hizb
  •   |  

Dün, 16.11.2008 Pazar günü, Irak Hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri ile Güvenlik Anlaşması'nı onayladı ve anlaşma kararının, Irak Parlamentosu'na sevk edildiğini açıkladı. Oysa herkes bilmektedir ki parlamentodaki icra gücü ile anlaşmayı onaylayan Hükümet içerisindeki güç, aynı güçtür.

Görünen ve görünmeyen kısmıyla bu anlaşma, elbette son derece tehlikeli bir anlaşmadır. Kaldı ki bu anlaşmayı imzalamasının öncesinde saptırmada epey mesafe kateden Amerika'nın diktiği Irak Otoritesi'nin ödediği zararın korkunç boyutu son haddine ulaşmıştır. Ortaya attığı tartışmalar ve düzenlemeler ise... anlaşmanın çirkin yüzünü biraz olsun rötuşlama girişiminden öte bir şey değildir. Buna rağmen, Irak'a saldırarak Amerika'nın gerçekleşmesini istediği temel hususların hiç birini değiştirmeyi veya yeniden düzenlemeyi başaramamıştır!

Amerika Birleşik Devletleri, vahşî saldırılarıyla Irak'ı istilâ ettiğinde şu iki hususu gerçekleştirmeyi amaçlamıştır:

Birincisi: Ordusunun vahşî saldırılarını, içerideki ve dışarıdaki hiçbir otoritenin ve yargının engelleyemeyeceği şekilde bölgeye egemen olmak için Irak'ı siyasî ve askerî açıdan bir hareket noktası edinmek.

İkincisi: Irak'ın temel servet kaynağı olan "petrolü" ve bununla alakalı tüm paraları ele geçirmek.

İşte bu iki hususa, ne tartışmalarda, ne de düzenlemelerde hiç dokunulmamıştır. Bu da tüm politikacılar ile aklı olan veya hazır bulunup kulak veren herkese ifşâ olmuş açık ve net bir hakikattir. Ayrıca Amerika, sözde tartışmaları ve düzenlemeleri bitireceği bir madde olarak bu iki hususun yanına bazı diğer noktalar da eklemiştir...

Hükümetin onayladığı güvenlik anlaşmasını inceleyen bir kimse, bu iki hususun anlaşmada tam manasıyla gerçekleştiğini görür:

1. Anlaşma metninde, askerlerin kılına dahi zarar gelmeksizin Amerikan kuvvetlerinin, 2011 yılına kadar Irak'ta kalmasının, kanunen ve yasal olarak onaylandığı belirtilmiştir!

Hatta bunun da ötesinde anlaşma metninde, bu kuvvetlere karşı düzenlenecek herhangi silahlı bir eylemin, bitirilmesi gereken terörist bir eylem sayılacağı, bunun da sadece Amerikan kuvvetlerinin hareketi ile değil, bilakis Irak Hükümeti'nin de bu terörizmle mücadele etmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir!

Ayrıca Amerikan kuvvetlerinin, insanlara saldırması ve evleri basması, her ne kadar Irak yargısının yetkisi altındadır denilse de anlaşma, bunların saldırı ve baskın şeklinde rapor edilmesi yetkisini, iki taraftan oluşan komisyonun kararına bırakmıştır! Oysa aklı başında olan herkes, işgâl kuvvetlerinden ve onun diktiği otoriteden oluşan komisyonun kararına, işgâl kuvvetlerinden başka hiçbir kimsenin tahakküm edemeyeceğini ve otoritenin ona ortak olarak zikredilmesinin, işgâlin cürümlerine yalancı şahitlik yapmaktan öte bir şey olmadığını bilir.

Irak Otoritesi yetkililerinin, Amerika'nın komşu ülkelere saldırmayacağı taahhütlerine ilişkin açıklamalarına gelince; içi boş kof sözlerden başka bir şey değildir. Zîra Suriye'deki el-Bukemal bölgesine yönelik Amerikan saldırısı bize hiç de uzak değildir!

2. Irak'ın paralara gelince; anlaşma metninde petrol gelirlerinden elde edilen Irak paralarının korunmasından Amerika Birleşik Devletleri'nin sorumlu olduğu geçmiştir! Yani Irak'taki mâli vesayet, Amerika Birleşik Devletleri'ne aittir. Dolayısıyla gelir ve gider olmak üzere paralara tahakküm edecek olan sadece odur. O halde bu vesayetin ötesinde daha başka ne tür bir vesayet olabilir ki?!

Mezkur anlaşma, işgal kuvvetlerinin ülkeye, Irak'taki ve bölgedeki insanlara yönelik hakimiyetini ve hegemonyasını işte böyle meşrulaştırmıştır. Dolayısıyla o, Irak'ı, siyasî açının ötesinde askerî açıdan da Amerikan vesayeti altına sokan salgın bir şer olmasının yanı sıra hukuken vesayet otoritesinin yetkilerinden biri haline gelen mâli vesayet altına da sokmuştur!

Ey Müslümanlar!

Ey Irak Halkı!

Şüphesiz bu anlaşma, ülkenin ve halkının satılmasıdır, Irak'taki kuvvet noktalarına ve servet kaynaklarına tahakküm etsin diye Irak'ı, Amerika Birleşik Devletleri'nin otoritesi altına sokmaktır. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ta önünü sonuna kadar açmaktadır. Oysa bu, İslâm'a göre büyük bir cürümdür. Zîra Allah [Subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

وَلَن يَجْعَلَ اللّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً Allah Mü'minler aleyhine Kâfirlere asla bir yol (otorite) vermeyecektir.[en-Nisâ 141]

Irak Otoritesi yetkililerinin, güvenliklerini korumak için Amerikan kuvvetlerinin yardımına muhtaç oldukları şeklindeki sözlerine gelince; bu da başka büyük bir cürümdür ve iğrenç bir mugalatadır. Zîra güvenliği sabote ve ihlal eden, etrafa korku saçan ve yakıp yıkan bizzat işgal kuvvetlerinin kendisidir. O halde güvenliği koruması için güvenliği ifsat eden birisinden nasıl yardım istenilebilir ki? Kaldı ki Irak, güvenliğini koruyacak hiçbir kimseye muhtaç değildir. Zîra o, bunu ve daha fazlasını yapmaya muktedirdir. Ancak bu, ona aklı başında bir adamın hükmetmesi halinde mümkündür!

Güvenliği korumak için Amerika'dan yardım istemenin pratik vakıası böyledir. Şer'î vakıa açsından olana gelince; Kâfir devletlerden yardım istemek haramdır. Zîra Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

لاَ تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ "Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın!"

Ve şöyle buyurmuştur:

فإنّا لا نستعين بالمشركين "Biz, müşriklerden yardım istemeyiz."

Binaenaleyh Kâfir devletlerden yardım istemek, hem Allah'a, hem Rasulü'ne, hem de mü'minlere karşı hıyanettir.

Ey Müslümanlar!

Ey Irak Halkı!

Sizler ki servetin ve adam gibi adamların bol olduğu bir beldedensiniz! Sizler ki İslâm'ın kalelerinden bir kalesiniz! Zîra İbrâhîm [Aleyhi's Selâtu ve Sellem]'in, Rabbinin izniyle bu bölgede hayrı yaymak üzere topraklarınızdan hareket ettiği, ecdatlarınızın İslâm'a girerek Farslar ve Rumlarla savaşan fatihlere karışıp geçitleri koruyan birer aslan kesildikleri, haçlıları hezîmete uğratmak ve en ağır şekilde mübarek arzdan kovmak üzere Salahaddîn'in topraklarınızdan hareket ettiği ve Birinci Dünya Savaşı'nda Irak'ı işgal eden İngiliz kuvvetleri ile savaştığınız o günden beri kökleriniz, tarihin derinliklerine dayanmaktadır... Dolayısıyla sizler, işgal kuvvetlerini kahretmeye, onları ağır şekilde beldenizden kovmaya, şerefinizi döndürmeye, Hilâfet döneminde dünyanın başkenti ve kandili olduğu gibi Bağdat'ın itibarını iade etmeye muktedirsiniz.

Muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, Amerika Birleşik Devletleri'nin, Irak'ın başına diktiği otoritenin karşısında hak duruşuyla durmanız için azimlerinizi biler ki bu batıl anlaşmayı, ayaklarınızla çiğneyip atasınız da hem beldeniz esaretten kurtulsun, hem de alnınız ak, yüzünüz açık olsun. Şunu iyi biliniz ki sizler, Allah'ın izniyle buna muktedirsiniz.

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ "Muhakkak ki Allah, kendisine (Dînine) Nusret verenlere, Nusret, Zafer verecektir. Şüphesiz Allah, kesinlikle Kaviyy'dir, ‘Azîz'dir." [el-Hacc 40]

Amerika'nın tertemiz Irak topraklarının başına diktiği o kimselere gelince; Irak'ı zillete ve aşağılanmışlığa gark ettiler. Allah'ın izniyle o gün gelecek ve Müslümanlar, İkinci Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurar kurmaz dünyadaki cürümlerinden dolayı onları çetin bir hesaba çekecektir. وَلَعَذَابُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ "Elbette ahiret azabı, daha büyüktür." [ez-Zumer 26]

وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ "Şüphesiz ki Allah, emrine ğâlibdir, muktedirdir. Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler!" [Yûsuf 21]

Devamını oku...

-Basın Açıklaması- Hodri Meydan Ey Gilânî! Hizb-ut Tahrir, Hilâfet Devleti Sayesinde Pakistan'ın Sorunlarını Çözmeye Muktedirdir

Hizb-ut Tahrir, "Pakistan'ın sorunlarını çözmeye muktedir biri varsa haydi ortaya çıksın" diyen Yûsuf Rızâ Gilânî'nin meydan okumasına hodri meydan diyerek karşılık verdiğini ilân eder. Zîra Pakistan'ın bütün sorunları, birincisi Kapitalizm, ikincisi bozuk ve ödlek liderlik olmak üzere iki husustan kaynaklanmaktadır.

Hizb-ut Tahrir'e gelince; İslâm'ı temsîl eden bir hadârat projesine sahiptir ki o, İslâm'ın yegane siyasî nizâmından -ki o, Hilâfet Nizâmı'dır- kaynaklanan, içerisinde yönetim nizâmını, ekonomik nizâmı, ictimaî nizâmı, ukûbat nizâmını, öğretim siyâsetini ve hâricî siyâseti barındırır. Ayrıca Hizb-ut Tahrir, emîri alim Atâ İbn-u Halîl Ebû er-Raşta'nın temsîl ettiği hikmetli siyasî bir liderliğe sahiptir ki ona güzide erler yardımcılık etmektedir. Dolayısıyla o, hem devletlerarası konjonktür üzerinde kusursuz bir siyasî uyanıklığa, hem de İslâm hükümleri hakkında bilgi ve kavrayışa sahip bir liderliktir. Zîra davası uğrunda mücadele ettiği halde Hizb'in üzerinden onlarca sene geçmiş ve tüm bunlar, onu köklü bir geçmişe sahip kılmıştır.

Şöyle diyenlere gelince; hani Hizb'in emîri nerede? Biz onu neden göremiyoruz? Onlar ya cahildirler, ya da cahilce davranıyorlar. Oysa Hizb'in emîri, malumdur, meçhul birisi değildir. Zîra o, ortaya çıktığı günden beri Hizb ile birlikte siyasî çalışmada bulunmuştur. Nitekim Hizb'in emîri olmadan önce resmî sözcü idi, sert tavırları, zalimler ve nizâmları üzerindeki güçlü etkisi yüzünden pek çok kez tutuklanmıştır. Dolayısıyla o, siyasî, fikrî ve medya ortamlarındaki herkes tarafından tanınan, tepesinde alev olan bir meşale gibidir. Allah'ın izniyle Hilâfet'in kurulması süreci fazla uzun sürmeden Arabıyla, Acemiyle herkesin emîri olarak Hilâfet Devleti'nin ilk Halîfesi olacak ve onları Allah Subhânehu'nun Kitâbı ile Rasulünün Sünneti üzerine toplayacaktır.

Hizb-ut Tahrir'in sîreti ve mücadelesi, onun önder bir liderlik olduğunu kanıtlamaktadır. Zîra Hizb, Allah için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaksızın yöneticileri muhasebe etmeyi sürdürmüş, korkutma, yıldırma, yasaklama, şebâbını katletme ve hapsetme gibi yöneticilerin muhtelif şeytanî üsluplar kullanmasına rağmen gayesinden ve metodundan bir arpa boyu dahi sapmamıştır. Üstelik tüm bunlar, Hizb'in sebatını, özverisini ve sadakatini görmesinden sonra İslâmî Ümmet'in İslâmî Hilâfet Devleti'ni talep eden seslerini yükseltmekten başka bir sonuç vermemiştir.

İşte bu liderlik, Hilâfet Devleti'ni kurar kurmaz kokuşmuş bozuk laik anayasaları kaldırıp atacak, bunların enkazları üzerine Kitâb ve Sünnet'ten istinbat edilmesinden ötürü kanun olması için çoğunluk sayısını gerektirmeyen İslâmî anayasayı inşâ edecek, aralarında gelir vergisi ile emlak vergisinin de olduğu insanlar üzerindeki pek çok gaddar vergileri kaldıracak, petrol, doğalgaz, elektrik ve tabii kaynaklar gibi kamu mülkiyeti gelirlerini tüm insanlara dağıtacak, Pakistan'a yönelik saldırılarını durdurmak için Afganistan'daki NATO ve Amerikan kuvvetlerine yönelik tüm yardımları kesecek, Birleşmiş Milletler Örgütü gibi devletlerarası örgütlere katılmayacak ve tek bir liderlik, tek bir devlet altında İslâmî beldeleri birleştirmek için çalışacaktır.

Hilâfet Devleti, Amerika'yı Afganistan'dan kovarak onu Hilâfet devletine ilhak etmeye, insanların temel ihtiyaçlarını temîn etmeye, mevcut karma öğretim sistemini kaldırarak yerine tebaanın hepsi için eşit olarak bedava olan seçkin İslâmî öğretim sistemini koymaya, sahipsiz arazileri çiftçilere dağıtmaya, İslâmî yargı ile adaleti gerçekleştirecek, insanların davalarını erteleyerek sürüncemede bırakmayacak ve aralarında adaletle hükmedecek İslâm'daki ukûbat nizâmının tatbik edilmesi için Sömürgeciliğin koyduğu yargı sistemini kaldırmaya işte böylesi bir siyâset ile muktedir olacaktır.

Başbakan Gilânî'nin yönetimi, hem Kapitalizm Nizâmı'nın, hem de mevcut siyasî liderliğin başarısızlığına dair canlı bir örnektir.

Son olarak Hizb-ut Tahrir, ordu içerisindeki muhlis askerleri, ödlek siyasî ve askeri liderliği desteklemekten vazgeçmeye davet eder ve mevcut zillet durumu ile Pakistan'ın Amerika'ya köleliliğini kaldırmak için Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye teşvik eder ki Allahu Subhânehu ve Te'alâ bizlerden râzı ve hoşnut olsun.

 

 

Şezâd Şeyh

حزب التحرير
Hizb-ut Tahrir
Resmi Sözcü Yardımcısı
Pakistan Vilâyeti

 

Devamını oku...

- Basın Açıklaması - Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı, İnsanları Hilâfet Devleti'ni Kurmak İçin Çalışmaya Davet Ediyor

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı, "Bangladeş'in Siyasî ve İktisâdî Bağımsızlığı; Hilâfet'i Gerektirir" başlıklı bir konferans düzenledi. Birincisi "Ülkedeki Mevcut Yönetim ile İktidar Zümresinin Beceriksizliği" ve ikincisi "Hilâfet: Liderlik ve Yönetim Olarak Yegâne Sahîh Nizâmdır" başlıklı olmak üzere iki konuşma yapıldı. İlk konuşmayı, Dr. K. Nesrîn yaparken ikinci konuşmayı ise Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmî Sözcüsü Fehmide Ferhâna Hânım yaptı.

Dr. Nesrîn konuşmasında Bangladeş'in geçen otuz yedi (37) sene içerisinde demokratik, diktatörlük, askerî ve sıkıyönetim ile olmak üzere farklı yönetim nizâmları ile karşılaştığını ifâde ederek şöyle dedi: "İşte bu yöneticilerin hepsi de zâlim olmakla birlikte ne bir kanuna bağlı kalmışlar, ne bir muhasebeye boyun eğmişler, ne de insanların işlerini gözetmişlerdir. Tüm bunların da ötesinde Sömürgeci Kâfirin ajanı olmuşlardır. Müslümanların, hem İslâm'ın ve Müslümanların düşmanı Sömürgeci Kâfirin belirlediği Batılı sentez ile karakterden, hem de düşmanlara hizmet eden mevcut iktidar zümresinden kurtulması gerekir. Bu yöneticiler siyasî bir akîde olarak İslâm'a sırtlarını döndüler ve laik Sömürgeci sistemle yönetimde ayak dirediler."

Fehmide Ferhâna Hânım'ın yaptığı konuşmada ise şöyle geçmiştir: "Hilâfet Nizâmı, sahîh, güçlü ve muhlis bir liderliğe dayanır; çünkü o, asla fâsit bir örtüyle kuşatılamayacak, Londra'nın, Washington'un ve Yeni Delhi'nin emri altında olmayacak bir liderliktir." Devamla Fehmide Hânım, insanların temel ihtiyaçlarını temîn edecek, güçlü ve bağımsız bir ekonomi inşâ edecek zaptedilemez Hilâfet Devleti'nin kurulması yolunun detaylarını açıkladı ve Müslümanların üzerindeki şer'î farzı düşürmek için insanları Hilâfet Devleti'ni kurmak üzere Hizb ile birlikte çalışmaya davet ederek konuşmasına son verdi.

 

Fehmide Ferhâna Hânım

حزب التحرير

Hizb-ut Tahrir

Hanımlar Resmî Sözcüsü

Bangladeş

 

Devamını oku...
Bu RSS beslemesine abone ol

SİTE BÖLÜMLERİ

BAĞLANTILAR

BATI

İSLAMİ BELDELER

İSLAMİ BELDELER